TÜRKİYE’DE BORSA
SARSINTISI, NEDENLERİ VE ŞER’İ HÜKÜM
19 Şubat 2001 tarihinde
her ayın sonunda yapılan olağan milli güvenlik kurulu
toplantısı saat 9:30’da yapılmıştır. Ancak, kurulda
cumhurbaşkanı ile başbakan arasında yaşanan kavga,
başbakanın kurulu terk etmesi, ardından yaşananları
kamuoyuna açıklaması ile birlikte borsada hisse
senetlerinin değeri düşmeye ve faizler yükselmeye başlamıştır.
Aynı gün merkez bankasından 5 milyar dolar çekilmiş,
hisse senetleri ortalama %18 oranında değer kaybetmiş,
gecelik repo faizleri %700’lere kadar yükselmiştir. 20
Şubat Salı günü Hazine’nin bir gün sonra yani Çarşamba
günü yapacağı 3.2 katrilyonluk iç borç geri ödemesi
için gerekli kaynağı sağlamak amacıyla bir ay vadeli
yapmış olduğu borçlanmada çıkan faiz % 144 olmuştur.
Halbuki bu olaylardan önce faizler % 63’ler seviyesindeydi.
21 Şubat Çarşamba gününde
ise, borsa çökmeye devam ederek iki gün içerisinde hisse
senetlerinin değerindeki düşüş %35’lere ulaşmıştır.
Bu olay Türkiye ekonomisinde ikinci kara Çarşamba olarak
borsa tarihine geçmiştir. Ayrıca gecelik repo faiz
oranları %7500 gibi anormal bir seviyeye ulaşmıştır. Türkiye
borsasında ve ekonomik piyasalarda yaşanan bu krizi,
cumhurbaşkanı ve başbakan arasında yaşanan kavga ile izah
etmek yüzeysel bir yaklaşımdır. Bu krizin nedenleri daha
derinlerdedir ve kapitalist ekonominin kriz üreten yapısından
kaynaklanmaktadır. Krizi kapitalizmin kendi özelliklerinde
aramak gerekmektedir.
Bilindiği gibi Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bütün dünyaya
egemen olan Yeni Dünya Düzeni diye de anılan kapitalist
ekonomik işleyiş, bütün dünyayı sarsan iki büyük bunalım
geçirmiştir. 1929 yılında Amerika’da hisse senetlerinin
değerinin düşmesi, önemli ölçüde ekonomik iflaslara yol
açmış, daha sonra bütün dünyayı etkilemiş ve etkisi on
yıl süren büyük bir buhrana yol açmıştır. Kapitalist
ekonominin teorisyenleri bu büyük krizle karşılaştıklarında,
krize serbest piyasa ekonomisinin neden olduğunu krizi
aşabilmek için kapitalizmin yeniden yapılanmasının
gerekli olduğunu ve yeniden yapılanma araçları
benimsemenin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymuşlardır. Ve
serbest piyasa ekonomisinden vaz geçerek ekonominin içinde
devlete ‘görece özerk’ bir alan tahsis edilmesi yani
devletin ekonomiye müdahale edebilme imkanlarına
kavuşturulması ile kapitalizmi yeniden yapılandırmaya çalışarak
refah devleti uygulamasına geçilmiştir. Bu uygulama kamu
iktisadi teşebbüslerini (KİT’leri) doğurmuş, devlet
KİT`ler aracılığı ile ekonomiye dahil olmuştur. Bu
uygulama ile birlikte kapitalist ekonomi yavaş yavaş on
yıllık bir sürede krizin etkisinden kurtulmuş ve önemli
bir birikim rejimine ulaşmıştır. 1960’larda kapitalist
ekonominin ortaya koyduğu bu gelişme, kapitalist
teorisyenler tarafından kapitalizm bir daha asla krizle
karşılaşmaz şeklinde yorumlanmıştır.
Ancak 1970’li yılların
başında refah devleti uygulaması da iflas etmiş ve
kapitalizm ikinci büyük bunalımıyla karşılaşmıştır.
Bu kez yine kapitalist ekonominin teorisyenleri, kapitalizmi
yeniden yapılandırarak krizi aşabilmek için özelleştirme
ve küreselleşme gibi yeni yapılanma araçları
benimsemişlerdir.
1929 bunalımını aşma araçlarından
biri olarak ortaya çıkan KİT’ler 1970’lerdeki krizin
temel nedenleri arasında yer almış ve ekonomiye kambur
oldukları ileri sürülerek ekonominin bundan kurtulması
gerektiğini ve bunun için de özelleştirme uygulamasına geçilmesi
ihtiyacı doğmuştur. Tek başına özelleştirmenin 1929
öncesine geri dönüş olduğu, bununla birlikte ulusal
ekonomiden çok uluslu şirketler aracılığıyla küresel
bir ekonomiye geçilmesinin de krizi aşabilmek için zorunlu
olduğu kabul edilerek bu yönde uygulamaya geçilmesi ve yeni
dünya düzeni diye anılan sistemin ortaya çıkması
sağlanmıştır.
Görüldüğü gibi
kapitalizm iki büyük bunalım yaşamış ve bir takım araçlarla
kendini yeniden yapılandırarak krizden çıkabilmiştir.
Ancak gelinen noktada kapitalizm kendini yeniden
yapılandırmaktan yoksundur ve insanlığı büyük bir
iflasa sürüklemeye, bir krizden diğer bir krize yuvarlamaya
devam etmektedir. Belirttiğimiz gibi bu kapitalizmin kriz
üreten yapısal özelliğinden kaynaklanmaktadır. Şimdi
kriz üreten bu yapının gerçek yüzünün ve bozukluğunun
açıklanması gerekmektedir.
Kapitalist ekonomideki üç
temel kurum işlemedikçe batıdaki borsanın var olması,
yaşaması ve gelişmesi mümkün değildir. Bunlar:
1- Anonim şirketler
şeklinde şirketleşme imkânı.
2- Faizli banka sistemi
3- Kâğıt para sistemi
Bu üç sistem kapitalist
ekonominin iki yapıya veya türe ayrılmasına katkıda
bulunmuştur. Bunlar:
A- Fiili olarak mal ve hizmetlerin
üretilmesinden meydana gelen fiili ekonomi.
B- Mâli ekonomi. Bazıları
bunu "Sanal Ekonomi" olarak da
isimlendirmektedirler. Bu yapıda, çeşitli türdeki mâli
kâğıtların alım-satım işlemleri yapılır. Bunlar,
bağlayıcılığı olan sözleşmeler, tahvillerden veya
senetlerden meydana gelmektedir. Şirketin mülkiyetinde,
devletin veya şirketin borç portföyündeki borç senetleri,
gayri menkuller veya sahibine birtakım haklar sağlayan tedavülde
olan mâli kâğıtlar şeklinde olsun, bunlar; alınıp
satılabilen, tek taraflı olarak tedavülde kullanılabilecek
kanuni ve yasal belgelerdir. Tüm bunların uzaktan veya
yakından gerçek ekonomi ile alakası yoktur. Netice
itibarıyla Sanal Ekonomideki gelişme, ülkedeki fiili
ekonomideki işlem hacminin kat kat üstüne çıkmıştır.
Anonim şirketlerin çalışma
sistemine gelince: Anonim şirketler aslında, sermaye
sahiplerinin ve iş adamlarının iflas etmeleri durumunda
çok büyük miktardaki servetlerini işlerinde hakları olan
alacaklılardan ve diğer hak sahiplerinden korumak için
kurulmuştur. Anonim şirketlerin kuruluşlarındaki bir
diğer amaç da, tüm sermaye üzerinde egemenlik kurmaktır.
Buna göre sermaye şirketlerinin en belirgin özellikleri,
sorumluluklarının sınırlı olmasıdır. Íflas etmeleri
durumunda zararları karşılamaları gerekirse, hak
sahiplerinin kayıpları ne miktara ulaşırsa ulaşsın hiçbir
surette hisselerin karşılığını talep edemezler.
Şirkette kalan mallardan başka alacak şeyleri yoktur. Batı
örfünde anonim şirketlerin kuruluşları ve ilan
edilmeleri, kurucular tarafından değil devlet tarafından
yapılır. Kuruluşları ile ilgili hisse senetlerini devlet
basar. Şirkete ait hisselerin sayısı devlet tarafından
belirlenir. Şirket tüzüğü devlet tarafından
yayınlanır. Böylece anonim şirketleri hisse sahiplerinden
tamamen bağımsız olarak tüzel kişilik kazanırlar. Bu
durum hak sahibinin şirket sahibine borç vermesine değil,
şirkete borç vermesine izin vermektedir. Böylece şirketin
sorumluluğu şirketteki hissedarların ellerinde bulunan
parayla değil hisselerle sınırlı olmaktadır.
Devlet, şirketin
kuruluşuna ait hisse senetlerini bastığı zaman
kuruculardan oluşan geçici yönetim kurulunu, kurul başkanını
tespit eder. Ardından şirket, hisseleri yani tedavül
özelliği bulunan kâğıt sertifikalarla temsil edilen
payları "satmaya" başlar. Bu hisseleri ellerinde
bulunduran kimseler sınırlı ve belli haklara sahip olurlar.
Ellerinde bulunan hisselere göre, şirketin dağıtmayı
kararlaştırdığı kârdan veya şirket işlerinin
tasfiyesine karar verildiği zaman şirkete ait mallardan pay
alırlar. Hisse sahiplerinin yeni yönetim kurulunun
seçilmesinde yılda bir defa oy hakları vardır. Ancak bu oy
kullanma hakkı hisseleri ellerinde bulunduran şahıslara ait
bir hak değil, hisselere ait bir haktır. Örneğin; yönetim
kurulunun belirlenmesi esnasında oylar hisse miktarlarına göre
değerlendirilir. Şahısların sayısına bakılmaz. Eğer
bir kişi hisselerin yarıdan bir fazlasını elinde
bulunduruyorsa ve geri kalan hisseleri ellerinde
bulunduranların sayısı yüz binleri bulsa bile, birinci
şahıs tek başına yönetim kurulu üyelerini belirleme hakkına
sahiptir. Geride kalan yüz binlere ait oyların hiçbir değeri
yoktur.
Çoğu kere sermaye
sahiplerinin herhangi bir şirket üzerinde egemenlik kurmaları
için hisse sayısının yarısına sahip olmaları gerekmez.
Küçük hisse sahiplerinin çoğunun ayaklarının
kaydırılması ile veya şirket yönetim kurulunun
seçilmesinde büyük hisse sahiplerinin birbirleri ile yardımlaşmaları
ile %5'lik veya % 10'luk bir miktarla tüm hissedarların
paraları ve davranışları üzerinde tahakküm
kurabilmektedirler. Bu durum konuyla ilgilenen tüm insanlar
tarafından hissedilmektedir. Bu vakıa karşısında, büyük
hissedarların şirkette sahip oldukları mallar üzerinde
tasarruf hakları kalmamakta, yalnızca tedavülde bulunan
hisse senetlerini alım-satım hakları bulunmaktadır. Bu
durumda, şirketin veya hissedarların iznini almaya gerek
duymadan şirketin kâğıtlarının sadece borsada alınıp
satılmasıyla şirkete ortak olmuş sayılmazlar.
Aynı zamanda borsa,
herhangi bir kimseye haber vermeden veya izin almadan büyük
hissedarların şirketteki hisselerini satarak şirket
üzerinde egemenlik kurmalarına da imkân tanımaktadır.
Ayrıca yönettikleri ve üzerinde egemenlik kurdukları
şirketin yaptığı işlerden dolayı da herhangi bir
şekilde sorumlu sayılmazlar ve kolayca
sıyrılabilmektedirler. Aynı şirketin veya bir başka
şirketin daha fazla hissesini satın almak istedikleri zaman
da herhangi bir şekilde izin almalarına gerek yoktur.
Onları hisseleri almaya veya satmaya sevk eden faktör anlık
kârlar elde etmektir. Üzerinde egemenlik kurdukları
şirketin hisselerin değerleri yükseldiği zaman, tümünü
veya bir kısmını satarlar. Ardından fiyatlarda düşme
olduğunda ise tekrar satın alırlar. Öyleyse bunlar açısından;
şirkete, diğer hissedarlara, şirketin işlerine veya çalışanlarına
karşı bir vefakârlıkları söz konusu değildir. Tam
tersine sermayedarların yönetim kurulu aracılığı ile
herhangi bir şirket üzerinde egemenlik kurma istekleri,
hisselerin yükselmesine yol açacak şekilde şirketin
işlerini etkileme amacını gütmektedir.
Tüm bunlar, borsanın ve
diğer mâli kâğıtların fiili ekonomiden ayrılmalarına
neden olmaktadır. Bunun delili, borsada dolaşanların,
herhangi bir şirkete ait hisse değerlerinin yükselmesinin
veya düşmesinin ölçüsü gibi belli bir oranda kârı
takip etmeleridir. Bu oran, şirketin bir yıllık kârından
bir hisseye düşen payın, o andaki bir hissenin değerine
eşit olmaktadır. Örneğin, bir hisseye düşen kâr payı
iki dolar ise, borsadaki bir hissenin değeri 40 dolar
olmaktadır. Her iki rakam arasındaki oran ise yirmi
mislidir. Diğer bir ifade ile, hissenin değeri açısından
şirketin kârı % 5'tir. Gazeteler, borsada hisseleri
dolaşan tüm şirketler için bu oranları günlük olarak
yayınlamaktadırlar. Bu oranlara bakıldığı zaman,
aralarında çok büyük farklar olduğunu, bazı
şirketlerdeki bu oran %100 olurken, bazı şirketlerde ise %
5'lere düştüğü görülür. Bu durum ise mâli kâğıtların
alınıp-satıldığı piyasalar ile fiili ekonomi ve şirket
vakıası arasındaki ilişkilerin tamamen birbirinden kopuk
olduğunu, borsanın tıpkı büyük gazinolarda oynanan
kumara benzediğini göstermektedir. Yani spekülatörler
borsa üzerinde egemenlik kurmakta ve tekrarlanan bu olaylar
borsanın doğal yapısından sayılmaktadır.
Anonim şirketler açısından
durum budur. Faizli bankalar ise kapitalist sistemdeki
belanın başıdır. Bankalar aracılığıyla, mevduat adı
altında insanlardan paralar toplanmakta ve toplanan bu
paralar bankanın parası sayılmaktadır. İnsanlardan
alınarak bankada biriktirilen bu paralar, aralarında borsada
faaliyet gösterenlerin de bulunduğu sermaye sahiplerine veya
iş adamlarına ödünç olarak verilmekte, bunun karşılığında
da bunlardan faiz alınmaktadır. Ancak borç verme işlemi
tarafsız olarak yapılan bir işlem değildir. Banka
sahiplerinin, çoğunluğunu sermayedarların ve bunlara ait
şirketlerin oluşturduğu kuruluşlar bankalardan ucuz
fiyatla ödünç para almada öncelikleri vardır. Borçlarını
geri ödemelerinde risk olmadığı gerekçesi ile bunların
ardından diğer sermaye sahipleri ve iş adamlarına öncelik
tanınır. En son sırada ise daha küçük çaplı iş
adamlarına, tüketicilere ve tüm insanlara yer verilir.
Borç para vermede bu ayırımın en önemli delili, farklı
gruptan kişilere uygulanan faiz oranları arasındaki
farklılıktır. Bu oran şu anda Amerika'da sermayedarlara ve
büyük şirketlere % 5,8 olarak uygulanmakta iken, kredi ile
araba satın alanlara ise % 20 olarak uygulanmaktadır.
Özetle faiz sistemi, yapısından dolayı paranın çok az
bir grubun elinde dolaşmasına yol açmaktadır.
Bankaların borsalardaki rolü,
fiili ekonomide üstlendiği rolden daha tehlikelidir. Zira
hisse senedi alıp satan kimseler, kredi kullanarak imkânlarının
kat kat üstünde alım yapmaktadırlar. Örneğin, borsada
100 dolar değerindeki bir hisse olduğunu ve müşterinin öz
sermayesi ile bunun ancak 5 dolarlık kısmını alabilecekken
bankadan veya bankerlerden borç alarak 95 dolarlık
kısmını da alabilmektedir. Bu durumda borsada faaliyet gösteren
bir kimse, öz sermayesi ile satın alabileceği fiyatın
yirmi misli bir hisse satın almış olmaktadır. Bankalar ise
bu kadar yüksek miktarda borcu ancak büyük sermaye sahibi
kimselere verirler. Yani banka sistemi nedeniyle bu kimselerin
borsadaki güçleri kat kat artmakta buna bağlı olarak da
borsayı etkileme, fiyatları yükseltme veya ucuzlatma
yönünde piyasayı hareketlendirme imkânları da güçlü
olmakta, diğer mudilerin ve borsada işlem yapanların
aleyhine servetlerini artırmaktadırlar.
Satın alınan hisselerin büyük
bir kısmının krediyle desteklendiğine ve bunun da çok
büyük miktarlarda olduğuna göre, hisse değerlerindeki bir
ucuzlama çok daha fazla miktarlarda ucuzluğa yol açacaktır.
Örneğin banka, borsada işlem yapanlardan birine satın
almak istediği hissenin % 90'ı kadar kredi açmaya muvafakat
ettiğini ve ilgili şahsın da bir milyon dolarlık hisse
satın aldığını varsayalım; bu durumda bankaya 900 bin
dolar borçlanmış olmaktadır. Ardından hisse değerlerinin
% 20 oranında düştüğünü ve hisselerin değerinin 800
bin dolara indiğini varsayalım; ilgili şahsa banka
tarafından satın alacağı hisselerin % 90'ı kadar kredi açıldığı
için ilk etapta bankaya 180 bin dolar geri ödemesi
gerekmektedir. Eğer bankaya ödemesi için yanında para
varsa elindeki hisseleri satmak zorunda kalmadan borcunu
öder. Ancak yanında para yoksa banka borcunu ödeyebilmek
için hemen elindeki hisselerin bir kısmını satmak
mecburiyetinde kalacaktır. Bu durum, elindeki hisseleri
piyasa değerinden daha ucuza satışa sunmasını
gerektirecektir. Eğer bu piyasadaki işlemcilerin bir çoğu
aynı durumda ise değeri düşmüş olan hisselerin değeri
daha da düşecek belki de piyasada sarsıntıya yol açacaktır.
Buna göre faizli banka sistemi borsada,
tedavül ve fiyat şişkinliği ile daralma arasında intikallere
neden olmaktadır. Herhangi bir şirkete ait hissenin borsada
yükselmesi halinde borsacılara kredi türünden çok büyük
miktarlarda paralar akıtmakta ve böylece ellerinde fiili
paranın kat kat üstünde paranın dolaşmasına yol açmaktadır.
Bu kimselerin normal güçlerinin çok üstünde alım yapmaya
başlamalarıyla fiyatlar daha da yükselmektedir. Bazen de
hisse değerinin düştüğü söylentisi ve yasal bir iflas
gibi herhangi bir nedenden dolayı belli bir hissenin değeri
düşmektedir. Neticede göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede
durum önemli ölçüde değişmektedir. Bu durumda ise banka,
hisse değerlerinin daha düşmesi ve vereceği kredilerin
ipoteği altında kalması için kredi vermede kısıntı
yapmaktadır. Dolayısıyla borsacılar ellerindeki hisselerin
tümünü veya bir kısmını satmak zorunda kalırlar. Bu da
fiyatların daha hızlı bir şekilde düşmesine, hisse
senetlerinin değerlerinin düşmesi ise bankaların açtıkları
kredi miktarlarını daraltmalarına neden olmaktadır.
Bankalar bu kadar parayı nereden buluyor?
Kredileri kıstıkları zaman ise bu paralar nereye gidiyor?
Başlangıçta bu para mudilerden temin edilmektedir. Faizli
banka sistemindeki bankalar, insanların genelinin ellerindeki
paraların büyük bir kısmını bankada saklamak istemeleri
esasına göre hareket ederler. Herhangi bir bankadaki bir müşteriye
ait hesabın büyük bir kısmı çekilse dahi çekilen bu
para aynı bankada bir başka hesaba veya başka bankadaki bir
hesaba intikal eder. Dolayısıyla paraların büyük bir kısmı
her halukârda banka sistemi içerisinde kalır. Bankaların
borç olarak verdikleri paralar, kendi ceplerinden çıkan aynî
bir para değildir. Bu para bir başka hesaptaki paradan
verilmektedir. Bu durumda bunlar borçlanan kimse için iki
hesap açmaktadır. Birincisi borç alan kimseye ait kredi
hesabı, diğeri ise kredi kullanmak isteyen kimsenin
dilediğinde parasını çekmesi için adına açılan mevduat
hesabı, mudilerin ve kredi kullananların büyük bir kısmı
aynı anda hesaplarını kapatmak için bankaya giderlerse,
paralarını tahsil edemezler. Çünkü bu mevduatların büyük
bir kısım I ya kredi olarak
verilmiştir ya da diğer bankalardadır. Dolayısıyla aynı
anda tahsil edilmesi mümkün değildir. Böyle bir oluşumda
büyük bir ihtimalle banka kapanır ve tasfiye edilir.
Faizli banka sistemi mevduat sahiplerinin
bankalara olan "güveni" üzere kuruludur. Yani
diledikleri zaman mevduatlarının tümünü çekebilecekleri
güvene dayalıdır. Halbuki bu durum, tamamen aldatmaca olup
banka gerçeğine aykırıdır. Bunun böyle olmadığının
birçok örneği hem batıda hem de diğer bölgelerde
defalarca yaşanmış, mevduat sahipleri paralarını
almamışlar ve çok büyük miktarda zarar etmişlerdir. Bu
nedenle bankalar kapanmış ve iflas bayrağı çekmişlerdir.
Bu durumu önlemek için batı, kâğıt para sistemini icat
etmiş ve bunun yönetimini de ülke genelindeki tüm bankalar
adına merkez bankalarına vermiştir. Tüm bunlar banka
sisteminin ayıplarını örtmek için yapılmıştır. Bunlar
aldatmaca ve tuzak üzere kuruludur. Bünyesindeki aşırılılıkları
önlemeyi ve insanların kapitalist sisteme güvenmelerini sağlamayı
amaçlamaktadır.
Kâğıt para sistemi,
ülkede tedavülde kullanılmak üzere merkez bankasına kâğıt
para basma hakkı tanımaktadır. Bu paraların değeri
paranın (kâğıdın) kendisinden değildir. Hakların
ödenmesinde bu kâğıt paraların kullanılması zorunludur.
Herhangi bir kimse alacağının ödenmesinde bu parayı kabul
etmeyecek olursa, kanun onu kabule zorlar. Aksi takdirde
hakkı kaybolur. Bunun anlamı şudur: Merkez bankası
devletin politikasını uygulamak için gerekli gördüğü
mâli işlemleri yapar. Örneğin; devlet hazinesinde vergi ve
diğer gelir kalemlerine ait herhangi bir para kalmazsa
"borç" almak üzere merkez bankasına müracaat
edilir. Yani hazinenin üzerine borç kaydedilerek devlet
harcamalarında kullanılmak üzere merkez bankasında hesap açılır.
Bu da yeni bir tür para sayılır. Eğer merkez bankası
ülkede borçlanma için paraya ihtiyaç olduğunu görürse
hazineye veya şirketlere ait borç senetlerini satın alır.
Değerlerini ise satıcılara ait hesaplara veya ticari
bankaların hesabına kaydeder. Böylece bu da yeni bir tür
para sayılır.
1987 yılında New York'taki
hisse senetlerinin değeri bir günde % 22 oranında düştüğünde
Amerikan merkez bankası krizdeki bankadan ve piyasadan
milyarlarca dolarlık borç senetlerini satın almak üzere
hemen büyük miktarlarda para basmıştır. Böylece bankaların
ellerinin altında borçların ve borsa spekülatörlerinin
baskılarını hafifletebilecek miktarda para sağlandı. Bir
anlık için bile olsa faizli banka sisteminin ayıbının
örtülmesiyle banka iflastan kurtuldu. Zira, New York'un en
büyük bankası olan City Bank'ın kapanacağı yönündeki
söylentiler ortalığı karıştırdı.
Karşılıksız para
basımı, veya bunun bankalarda devlete ve insanlara ait
hesaplara bağlanmasının faturasını farkında olmadan tüm
insanlar yüklenmektedirler. Bir diğer ifade ile merkez
bankasının kuruluş amacı piyasada dolaşan para
miktarını artırmaktır. Yani paranın değerini düşürmektir.
Bu nedenle bu sistemin ayıplarından birisi de temel tüketim
maddeleri fiyatlarının sürekli olarak yükselmesidir.
Enflasyon olarak isimlendirilen bu fiyat yükselişleri,
insanların ellerindeki paranın, ücretlerinin ve aylık
maaşların reel değerindeki düşüşten kaynaklanmaktadır.
Ancak bu sistemdeki ayıbın temeli "güven oyunu"
üzerine kuruludur. Yani kâğıt paranın,
"değeri" olduğu aldatmacasına dayanmaktadır.
Oysa kâğıt paranın zati (kendinden kaynaklanan) bir
değeri yoktur. Kanun zoruyla para olarak kabul edilmekte,
yargı önünde borçlar ve haklar ödenmektedir. Bu durum
güçsüz ülkelerdeki siyasi durumun çok kolay bir şekilde
sarsılmasına neden olmaktadır. Çünkü bu ülkelerdeki kâğıt
paranın alım gücü çok zayıftır. Yeniden "güven
oyununa" başlamak, paranın değerini düşürerek
insanları tekrar kandırmayı başarmak ümidiyle
yöneticiler, sık sık diğer dövizler karşısında
paranın değerini düşürme ihtiyacını duyarlar.
Batıdaki ve batıya tabi
olan, batıyı taklid eden tüm ülkelerdeki "borsa"nın
gerçeği budur. Bu yapı, borsada dolaşanlara büyük, hızlı
ve kolay kârlar sağlamaktadır. Bu yönüyle borsa,
gazinolarda oynanan kumara çok fazla yakındır. Sarsılması
ve yıkılması çok kolay olan bir örümcek ağı gibidir.
Kapitalistlerin maddi değerler üzerinde yaptıkları
kavgaların göstergesidir. Eğer kapitalist sistemin bünyesinde
sermaye şirketleri, faizli banka sistemi ve kâğıt para
bulunmasaydı bu sanal piyasalar oluşmaz ve yaşayamazdı .
Batıda ve batıyı taklit
eden her ülkedeki borsa sisteminin vakıası budur. Borsa
hakkındaki şer'i hüküm ise şöyledir:
Sermaye şirketleri, anonim
şirkete ayırıcı bir özellik kazandırmaktadır. Zira
Anonim şirketler, sermaye sahiplerinin, iş adamlarının
iflas etmeleri ve zararları karşılamaları durumunda çok
büyük miktardaki servetlerini işlerinde hakları olan
alacaklılardan ve diğer hak sahiplerinden korumak için
kurulmuştur. Hisse sahiplerinin ve hak sahiplerinin
kayıpları ne kadar büyük olursa olsun hiçbir şey talep
edemezler. Hisse sahiplerinin şirkette kalan mallardan başka
alacakları bir şey yoktur.
Bu sistem Ìslâm
hükümleriyle tamamen çelişmektedir. Şer'i hükme göre
hak sahiplerinin hakkı noksansız bir şekilde ödenmelidir.
Herhangi bir şekilde kesinti yapılması caiz değildir.
Buhari Ebu Hüreyre'den Nebi (sav )'in şöyle söylediğini
rivayet etmektedir:
"Kim ödemek arzusu ile
insanların malını alır ise, Allah’da (onun borcunu) onun
yerine eda eder. Kim de geri ödememek niyetiyle insanların
malını alırsa Allah’da onu telef eder."
Ahmed bin Hanbel'in Ebu Hüreyre yoluyla rivayet ettiği hadis
ise şöyledir:
"Şüphesiz kıyamet günü
herkesin hakkı sahibine ödenecektir. Hatta boynuzsuz
koyun boynuzlu koyundan hakkını
alacaktır." Rasulullah (sav)
herkesin hakkının dünya hayatında verilmesinin farziyeti
üzerinde ısrarla durmaktadır. Kim bu dünyada ödemesi
gereken bir borcu ödemezse onu kıyamet günü ödeyecektir.
Bu ise insanların hakkını yiyen kimseler için bir azap
va'didir. Çünkü Allah'ın Rasulu, borcunu ödeyebilecek
güçte olan bir zenginin borcunu ödemeyi geciktirmesini
zulüm saymaktadır.
Ebu Hüreyre'den: Rasulullah (sav)
şöyle dedi: "Borcunu
ödeyebilecek güçte olan bir zenginin ödemeyi geciktirmesi
zulümdür." Ödemeyi
geciktirmek zulüm olduğuna göre, hakkın yenmesi ve
ödenmemesi nasıl olur? Elbette ki çok daha büyük bir
zulüm sayılır ve en şiddetli cezayı gerektirir.
Rasulullah (sav), insanların en hayırlısının hak sahibine
borcunu en güzel bir şekilde ödeyen kimse olduğunu haber
vermektedir: "En hayırlınız borcunu en güzel bir
şekilde ödeyeninizdir."
Bu nedenle, hak sahiplerine
ve alacaklılara anonim şirketteki haklarının zarardan
sonra kalan miktara göre ödenmesi şer'an haramdır.
Hissedarların haklarından herhangi bir şekilde kesintiye
gidilmeden alacaklarının tamamen ödenmesi gereklidir. Bu
açıklama sermaye şirketlerinin anonim şirkete sınırlı
bir sorumluluk tanıması açısından yapılan açıklama
idi.
Şirketler açısından da
anonim şirketler, Ìslâm'daki şirketlerle ilgili hükümlere
aykırıdır. Kapitalistlere göre anonim şirketlerin tarifi
şöyledir: "Belli bir sözleşme gereğince mâli bir
projeyi gerçekleştirmek amacıyla beş veya daha fazla
kişinin sermaye koyarak bu işten elde edilecek kâr veya
zararı paylaşmak üzere yaptıkları sözleşmeye
denir." Kapitalistlerin tarifleri ve anonim şirketlerin
kuruluş şekilleri, şer'i hükümler açısından iki kişi
arasında yapılan bir sözleşme sayılmamaktadır. Çünkü
şer'i bir akitte iki taraf arasında "icab" ve
"kabul" olması lazımdır. Yani sözleşmede mutlak
surette iki taraf bulunmalıdır. Bunlardan birisinin:
"ben sana ortak oldum" demesi gibi sözleşme için
arzda bulunarak "icap" şartını yerine getirmesi,
ikinci tarafın da: "kabul ettim" veya "razı
oldum" demesi gibi "kabul" ifade eden bir
lafızla cevap vermesi ile iki taraf arasında bir sözleşme
gerçekleşir. Sözleşmede her iki taraf bulunmazsa veya
"icab" ve "kabul" sözlerinden birisi
söylenmezse sözleşme yapılmış sayılmaz ve şer'an
"akit" olarak da isimlendirilmez.
Anonim şirket ortaklığı
ise yalnızca, şirkete ait hisselerin doğrudan doğruya
şirketten veya daha önce şirketten alan birisinden satın
almak yoluyla gerçekleşir. Ortak olan kimsenin, ne şirketle
ne de diğer ortaklardan herhangi birisiyle görüşmesi veya
anlaşması söz konusu değildir. Başlangıçta anonim
şirketi kuran, şirkete ortaklardan bağımsız tüzel kişilik
kazandıran, kuruluş maddelerini düzenleyen devlettir.
Şirket "kurucuları" arasında ise, şirket
kuruluşu için devlete muayyen bir istekte bulunmaları
dışında herhangi bir ittifak yoktur. Şirkete ait kuruluşu
ticaret sicil gazetesinde yayınlandığı zaman şirket
kurulmuş sayılır ve şirket, tasarruf hakkına sahip olur.
Ardından şirket hisseleri kuruculara veya diğer insanlara
satılır.
Bu durumda aralarında sözleşmenin
yapılacağı iki taraf söz konusu değildir. "icab"
ve "kabul" yoktur. Her hissedar satın aldığı
hisselerle şirketin ortağı olur. Dolayısıyla anonim
şirkette iki kişi arasında ittifak yoktur. Yalnızca münferit
olarak şirketin ortağı olma yönünde bir kişinin iradesi
vardır. Tek taraflı irade beyanı ve yalnızca şirket
hisselerini satın alması ile şirkete ortak olur. Batılı
hukukçular, tek taraflı olsa da bunu bağlayıcı bir sözleşme
olarak yorumlamaktadırlar. Onlara göre bu davranış münferit
bir irade ile bir şahsın yaptığı bir işi, bir başka
şahıs veya toplulukla bağlamaktadır. Diğer şahsın veya
topluluğun buna muvafakat etmelerine veya etmemelerine
bakılmaz. Bu yapıya göre anonim şirket sözleşmesi,
şer'an batıldır. Çünkü şer'i bir akit, üzerinde akit
yapılan iş üzerinde akit taraflarından birinden icab,
diğerinden de kabulün çıktığı bir akittir. Anonim
şirkette bu durum söz konusu değildir.
Anonim şirkete ait bu
vakıa, İslâm'daki şirket vakıasına muhaliftir. Çünkü
Ìslâm'da şirket: "kâr amacıyla mâli bir işi yerine
getirmek üzere iki kişi veya daha fazla kişi arasında
yapılan akittir." Bu akdin, iki veya daha fazla kişi
arasında yapılması gereklidir. Tek taraflı bir irade
beyanı şeklinde olması doğru değildir. En az iki veya
daha fazla kişi tarafından muvafakat edilmesi şarttır. Sözleşme,
kâr maksadıyla bir işin yapılması üzerinde gerçekleşmelidir.
Sadece paranın ödenmesi ile yetinilmesi doğru değildir.
Sadece ortaklığın hedeflenmesi de yeterli değildir.
Şirket sözleşmesinde parasal bir işin yerine getirilmeye
çalışılması esastır. Böyle bir amacın yerine
getirilmesi ise ya sözleşmeye katılanların tümünün,
birisinin veya bir kısmının bedenen katılımı
diğerlerinin de paralarıyla katılmasıyla gerçekleşebilir.
İşin sözleşme taraftarlarının tümü veya bir kısmı
tarafından yapılması kaçınılmazdır. Bu durum ise
şirkete en azından bir kişinin bedenen katılmasını
gerektirmektedir. Dolayısıyla İslamî şirket türlerinin
tümünde ortaklardan birinin bedenen katılması şarttır.
Beden ortaklığı, şirket sözleşmesinin temel
unsurlarından biridir. Beden bulunduğu zaman şirket sözleşmesi
akdedilir. Şirkette beden olmadığı zaman ise şirket sözleşmesi
akdedilmiş olmaz.
İşte bu şartlar
bulunmadığı için anonim şirkette şer'i açıdan sözleşme
yapılmış sayılmaz. Çünkü anonim şirketin ortakları
şahıslar değil, sermayedir. Beden (kişi) ortaklığı
yoktur. Şirket sözleşmesinin geçerli olabilmesi için ise
beden ortaklığı temel şarttır. Anonim şirkette ise
ortaklar, bedenlerini ortaya koymadan yalnızca paraları ile
ortak olmaktadırlar. Fiili olarak beden ortaklığı
bulunmadan şirketin işleri yürütülür. Şer'i açıdan
ise yalnızca sermaye ortağı şirkette tasarruf hakkına
sahip olamaz. Mutlak surette ortak gibi çalışamaz.
Şirkette ve işte tasarruf sadece beden ortaklığı ile
sınırlıdır. Anonim şirketin ortakları ise şirkete
yalnızca sermaye ortağıdırlar şahıs olarak
ortaklıkları yoktur. Kim daha fazla hisseye sahip ise onun
daha çok oy hakkı vardır. Hissesi az olanların oy hakları
da azdır.
Batı geleneğine göre
anonim şirketlerin "tüzel kişiliği" vardır ve
tasarruf hakkı da tüzel kişiliğe sahip şirkete aittir.
Şer'i açıdan ise tasarruflar, tasarruf ehliyetine sahip
şahıslar (insanlar) tarafından kullandığı zaman geçerli
olur. Bu şekilde kullanılmayan tüm tasarruflar şer'i açıdan
batıldır. Tasarruf hakkının tüzel bir kişiliğe isnadı
caiz değildir. İnsanlardan tasarruf ehliyetine sahip birisi
tarafından kullanılması mutlaka gereklidir. Bu yönüyle de
anonim şirketler şer'an batıldır.
Şer'i açıdan anonim
şirketlerin durumu budur. Şirkete ait hisse senetleri ise
paylarla temsil edilen, satın alınırken veya satılırken
değeri belli olan mâli kâğıtlardır. Kuruluşunda
şirketin sermayesini temsil etmezler. Hisse, şirketin
varlığından ayrılması mümkün olmayan bir parçadır.
Sermayeden bir parça değildir. Hisse değerleri aynı
değildir. Şirketin kârına göre sürekli olarak değişir.
Her zaman aynı değerde kalmayıp sürekli olarak değişiklik
gösterir.
Bu tür şirketlere ait
hisse senetleri ve bonolar ile alım satım yapmanın hükmü,
haramdır. Çünkü bunlar şer'an batıl olan anonim şirkete
ait hisselerdir. Bunlar, batıl bir akitte ve batıl bir
işlemden elde edilen kârla, helal sermayenin karışımından
oluşan meblağları içeren senetlerdir. Senetlerin her
birinin batıl şirketin varlıklarından oluşan bir hisse
değeri vardır. Helal ve haramla karışık olan bu
varlıklar şeriatın yasakladığı batıl bir işlem ile
meydana gelen haram bir maldır. Dolayısıyla alım-satımı
ve bunlarla işlem yapılması haramdır. Banka hisseleri ve
benzerleri gibi paranın faizle çoğaltıldığı bonoların
durumu da aynıdır. Zira bunların içerisinde haram para
vardır. Bu nedenle alınması ve satılması haramdır.
Çünkü içerisinde haram para olan her mal haramdır.
Anonim şirketlerin ve
hisselerinin durumu budur. Kapitalist sistemde ve her yerde
belaların başı olan faiz mutlak surette haramdır. Faizle
elde edilen mal haramdır. Hiçbir kimsenin böyle bir malı mülk
edinme hakkı yoktur. Sahibi biliniyorsa geri verilir. Faizin
iğrençliğini, tiksindiriciliğini bildirmek üzere yüce
Allah faiz yiyenleri şeytan çarpmış kimseler olarak
vasıflandırmaktadır. Ayette şöyle buyurmaktadır:
"Faiz yiyen kimseler, şeytanın
çarptığı kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu,
onların zaten faiz de alış-veriş gibidir demelerindendir.
Oysa Allah, alış verişi helal faizi de haram kılmıştır.
Kime Rabbından bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa
geçmişi kendisinedir. Onun işi Allah'a aittir. Kim,
faizciliğe geri dönerse onlar cehennemliktir. Onlar orada
ebedi kalıcıdırlar." (Bakara:275)
Faizin haramlılığını çok şiddetli
olmasından dolayı Allah, faiz yiyene savaş ilan etmiş ve
şöyle demişti:
“Ey iman edenler!
Allah'tan sakının, inanmışsanız faizden kalanı
bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah’tan ve Rasülünden
size karşı açılmış bir savaş bekleyin. Eğer tevbe
ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş
ve haksızlığa da uğramamış olursunuz.”
(Bakara:278-279)
Kâğıt paraya gelince:
Paranın tarifi şöyledir; Para, ister madenî olsun, ister
madenî olmasın mal ve hizmetlerin değerini belirlemek için
insanların terim olarak kullandıkları şeye denir. Tüm mal
ve hizmetlerin değeri para ile ölçülür. Maden sistemi
çok eski çağlardan itibaren Ìslâm'ın gelişine kadar
kullanılmıştır. Ìslâm geldikten sonra da Rasulullah
(sav) dinarların ve dirhemlerin kullanılmasını yani maden
sistemini kabul etti. Mal ve hizmetlerin değerlerinin
ölçülmesinde, fiyatlandırılmasında altın ve gümüşü
tek değer ölçüsü haline getirdi.
Birinci dünya savaşının
hemen öncesinde altın ve gümüşle yapılan işlemlerin
durdurulmasına kadar dünyada altın ve gümüş para olarak
kullanılmaktaydı. Birinci dünya savaşından sonra kısmen
altın ve gümüş tekrar kullanılmaya başlandıysa da bu
kullanımda çeşitli nedenlerden dolayı daralmalar
başladı. 15/7/1971 yılında doların sabit bir değerden
altın karşılığının olmasını öngören Bretton Woods
sisteminin ilga edilmesiyle tamamen kaldırılmıştır. Böylece
kâğıt paralar, hiçbir surette altın veya gümüş
karşılığı olmadan veya bunların yerine kullanılmadan,
kendinden bir değeri de olmadan mecburen kullanılan para
haline geldi. Değerini, dolaşıma çıkmasını öngören
kanundan almaktadır. Sömürgeci ülkeler bunu sömürge aracı
olarak kullanmaya, kendi çıkarları için dünya para
sistemi ile oynamaya başladılar. Parasal krizler, ekonomik
problemler çıkarttılar. Kâğıt para basımını
artırarak büyük boyutlu para enflasyonu oluşturdular. Para
enflasyonu ise paranın alım gücünün zayıflamasına yol açtı.
İşte şu anda mâli piyasalarda görülen sarsıntının
nedenlerinden birisi de budur.
Batıda ve dünyanın diğer
bölgelerinde yaşanan bu sarsıntılar hem kapitalist
ekonominin hem de kâğıt para sisteminin bozukluğunu göstermektedir.
Aynı zamanda tüm bunlar var olan bu sistemler devam
ettikçe, kapitalist sistemin fesadından ve mâli
piyasalardaki sarsıntılardan kurtulmanın mümkün olmayacağının
da göstergesidir.
Dünyanın, kapitalist
sistemin, sermaye şirketlerinin, faizli banka ve kâğıt
para sisteminin fesadından kurtulmasının tek yolu;
kapitalist sistemin ve sermaye şirketlerinin tamamen ilga
edilmesi veya sermaye şirketlerinin İslami şirketlere, kâğıt
para sisteminin de ilga edilerek altın-gümüş
sistemine dönüştürülmesidir.
Böylece para sisteminden
kaynaklanan enflasyon, faizli bankalar ve borçlanmalar, mâli
piyasalarda sarsıntıların ortaya çıkmasında etkili olan
ortaklıklar sona ereceği gibi faizli bankalara da gerek
kalmaz. Böylece dünyada ekonomi istikrara kavuşur. Parasal
krizler ve mâli piyasaların oluşması bahanesi sona erer.
Buna bağlı olarak da ekonomik kriz son bulur.
Salat ve selam efendimiz Muhammed (sav)'e,
onun ehli beytine, ashabına ve kıyamete kadar ihsanla ona tâbi
olan herkese olsun.
Hizb-ut
Tahrir
H. Z.Hicce 1421
Türkiye Vilayeti
M. 24 Şubat 2001
|