PAKİSTAN
YÖNETİMİ KAFİRLERİN MENFAATI İÇİN GAZ FİYATLARINI
ARTIRIYOR
17
Mart’ta Pakistan yönetimi gaz
fiyatlarında ticari, sınai ve ayda 100 metre küp
limitinden fazla gaz kullanan yerli tüketiciler için %
14’ten % 37’ye varan yeni zamlar koydu. Bu zamlar İMF’nin
şartlarına uyabilmek için yapıldı ki, böylece 596 milyon
dolarlık “Stand By Antlaşması” (SBA) bağlamında
ikinci paya hak kazanılsın. Yönetim İMF’nin taleplerini
yerine getirmek için gayret gösteriyor. Oysa ki onlar ümmetin
çıkarlarını dikkate almaksızın, sadece kendi çıkarları
doğrultusunda taleplerde bulunuyorlar. Bu ülkenin doğalgazı
İMF’nin mülkü değil ki onunla alâkalı taleplerde
bulunabilsinler. Ayrıca Müşerref yönetimin mülkü de değil
ki, onunla istediklerini yapsınlar. Doğalgaz ümmetin mülküdür
ve de sadece ümmetin menfaati için kullanılmalıdır.
Gaz
fiyatlarına ilk büyük zam 1999 senesinin ağustos ayında
gelmişti. Birçok tüketici grupları olumsuz yönde
etkileyen zamlar, %21 ila %34 oranında idi. Mevcut yönetim
ise 2000 senesinin haziran ayında bir kez daha %15’lik zam
yapmıştır. Yani, tüketiciler için gazın fiyatındaki artış
oranı son 18 ayda %36’dan %50’ye yükseldi. Bu meşakkat
sadece gaz faturalarını ödeyenler için değil, gaz
fiyatlarındaki herhangi bir artış günlük yaşamda kullanılan
tüm ürünler içinde geçerlidir. Çünkü ticari ve sınai
gaz tüketicileri yükselmiş olan giderlerini müşterilerine
hissettirecektir. Buna ilaveten enerji sektörü de yüksek
gider açıklarını kapatabilmek için fiyatları artırmaya
gerek duyacaktır, çünkü günümüzde yaşanan su krizi
barajlarda hidroelektrik enerji üretimini azalttı ve böylece
termal enerjiye bağımlılığı artırdı.
Peki neden bu insanlar bu kadar sıkıntıya
sokulmaktadır? Fiyatlardaki artışla elde edilen 15 milyar
rupi, halka
hizmetteki kaliteyi artırmak için kullanılmayacaktır. Bu
gelirin büyük bir kısmı dış borcu geri ödeme
bahanesiyle kafirlere verilecektir.
Müşerref yönetimi, borç rasyonalizasyonunun büyük
hedefler dahilinde görmektedir ve
doğalgazdaki fiyat artışları da bununla doğrudan
alâkalıdır. Fakat bu yönetimin maksadı; Elde ettikleri
gelirlerle kafirleri memnun etmekle sınırlı değildir.
Fiyat artışların arkasında zaten gerçek niyet hükümete
bağlı gazı çıkarmak ve
tüketicilere dağıtmakla sorumlu kamu kuruluşların
mali durumlarını güçlendirmektir. Bu kuruluşların
gelirini artırmak, onları mali açıdan daha çekici kılmakta,
böylece özelleştirilmeleri için geleceğe daha ümitli
bakabilmelerini sağlamaktadır.
Bu kuruluşların satılmasıyla
yönetim daha da büyük para kazanacaktır
ve bu para da borcu azaltma adı altında kafirlere
verilecektir. Kafirler sadece onlara verilecek olan bu paradan
nasibini almakla kalmayacaklar, onlar aynı anda gelecekteki bütün
gaz gelirlerinin de sahibi olacaklardır. Zira öyle görülüyor
ki, bu kuruluşların alıcıları uluslararası çapta
faaliyet gösteren yabancı kafirlerin konsorsiyumları
olacaklardır. Bu yüzdendir ki, hükümetin bu planı ümmetin
üç kaybını öngörmektedir; birincisi, artırılmış olan
gaz fiyatlarının gelirlerini, ikincisi, bu kuruluşların
satışıyla elde edilecek parayı, üçüncüsü ise, bu
kuruluşlarla ileride elde edebilecekleri parayla birlikte bu
kuruluşların kendilerini. İşte bu üç noktada ümmetin
ciddi maddi kaybı söz konusudur.
Bütün bunlar yine de 38 milyar dolar olan muazzam dış
borcu ödemeye yetmeyecek, zira gaz ile alâkalı kuruluşların
satılmasıyla en fazla 3 milyar dolar elde edilecektir. Bu yüzden
özelleştirmeden sorumlu bakan Altaf Salim mevcut hükümetin
tasarruf hakkı bitmeden kamu sektörüne ait müesseselerin
%50’sini özelleştirmeyi
ya da likidite etmeyi ümit ettiğini belirtti. Bunların arasında
PTCL, PİA, WAPDA, THAR maden alanları ve de başka kamu
kuruluşları var. Ve bu kuruluşlar özelleştirilmeden önce
aynı şekilde diğer fiyatlardaki artışta olduğu gibi büyük
bir ihtimalle zamlar uygulayacaklardır. Batının kapitalist
ideolojisinin ürünü olan mülk edinme hürriyeti düşüncesinin
bir tezahürü olan özelleştirme
mefhumu ki, bu mefhuma göre devlet kamu mülkiyetini satar. Mülk
edinme hürriyeti, batılılar tarafından büyük bir ideal
olarak lanse edilmekte ve herkese istediği şeye sahip olma fırsatını
vermektedir. Gerçekte ise bu son derece insafsız ve ezici
bir mefhum olarak hayatta kendini bariz bir şekilde
hissettirmektedir. Öyle ki, az sayıda olan aşırı
zenginlere istediklerini alma imkanını sağlamakta ve çok
sayıda olan ve zengin kapitalistlerle rekabete güçleri
yetmeyen daha az gelirli insanlardan çalmayı meşru kılmaktadır.
Kapitalizmin mülk edinme hürriyeti mefhumu çok az
sayıda olan bir azınlığa aslında kamu mülkiyetine dahil
olan mülkleri satın almalarına fırsat vermekte ve bunları
kendi menfaatleri uğrunda büyük halk kitlelerini (ki, onlar
bu mülkiyete sürekli bağımlılar) ezerek istismar
etmektedir. Yani kapitalizmde büyük servetin, daha büyük
bir servete dönüşmesine yol açılmakta. Zengin kapitalist
de ülkenin kamuya ait varlıklarına tahakküm etmekle kalmıyor,
aynı anda halk kitlelerinin sırtından kendi çıkarlarını
korumak için yönetimlerini de maniple etmektedirler. Böylece
kapitalistler kendi servetlerini çoğaltmak için sürekli
sinsi planlar tasarlamaktadırlar. Şöyle ki, paralarını
kamu kuruluşlarına ya da kendilerinin mali ürünlerine de
yatırsalar bile, sonuçta ülkenin bütün
zenginlikleri/servetleri onların elinde toplanmakta. Bunu başardıkları
vakit hegemonyalarını dış ülkede de tesis edip
servetlerini orada da çoğaltmak isterler.
Gaz depozitleri , petrol kaynakları, maden kaynakları,
nehirler, enerji üretim tesisleri v.s. gibi büyük kamu
servetleri kamu mülkiyetine dahil edilmeli ve herkesin
bunlardan tasarruf etmesine imkan verilmeli. İslam, fertler
yada organizasyonlar tarafından malik olunabilecek özel mülkiyeti
ve ülkede yaşayan herkesin malik olduğu ve de devletin
bunları halkın menfaati için gözettiği kamu mülkiyetini
birbirinden ayırt eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Müslümanlar
üç şeyde ortaktırlar; bunlar su, mera ve ateş.” (Ebu
Davud)
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği başka bir hadiste
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Üç
şeyde ümmetimin önüne geçilmedi ; su, mera ve de ateş.”
(İbni
Mace)
Ayrıca şu rivayet edildi ki; Akyad bin Hammal’a şanlı
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından Yemen’de (belli
bir) toprak verildi. Fakat o toprakta büyük miktarda maden
olduğunu anlayınca toprağı tekrar geri iade etti. İslam’da,
bu ve başka delillerden toplumun müstağni olamayacağı şeylerde
herkesin ortak olduğu şer-i illeti çıkarılmakta .
Yani, kanun koyucu Allah (cc), gaz yatakları, petrol
kaynakları, ormanlar, nehirler, demiryolları gibi aslında
kamu mülkiyeti sayılan şeylerin özelleştirilmesini kesin
şekilde yasaklamıştır. İşte bu yüzden de Pakistan’da
yönetimin, bunları özelleştirmesi haramdır. Ayrıca
İslam, kafirlerin bizlerin mülkleri ya da mali faaliyetleri
üzerinde egemenliğini kabul etmiyor, haram kılıyor. Allah
(cc) şöyle buyuruyor:
“Ey
iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost
edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a,
aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek
istiyorsunuz?”
(Nisa
144)
Bu
olaylardan çıkarılacak en önemli nokta şudur: O da İslam
ümmeti üzerine kapitalizmi
uygulayan
küfür rejimleri tarafından yönetildikçe ve de kafir sömürgecilere
kendi servetlerini çalmasına müsaade ettikçe ülkelerinde
kafirlerin hegemonyasından kurtulamazlar. Bu zilletten
kurtulmanın ve durumu ters yüz etmenin yolu Hilafet
devletini kurarak kapitalizmi her şekliyle kökünden kazımaktır.
Hilafet
devleti günümüzdeki yöneticilerin yaptığı gibi ümmete
ait kamu mülkiyetini kapitalistlere satmayacaktır, tam
tersine ümmetin servetini uluslararası çapta faaliyet gösteren
şirketleri, ümmetin topraklarından tamamen silerek
koruyacaktır. Hilafet
devleti otoritesi (siyasî yeterlilik) siyaseti için çabalayacaktır.
Kamu kuruluşlarına yardım yapacaktır ki, ümmetin menfaati
doğrultusunda gelişsinler. Hilafet devleti kısa bir süre içerisinde
insanlığı kapitalizmin köleliğinden kurtarıp, İslam’ın
adaletine yöneltecek güçlü bir devlet olacaktır.
Hizb-Tahrir
30/03/2001
Pakistan
|