“Lübnan sorunlarına köklü çözüm”

Lübnan’da etnik grupların fitnesiyle filizlenen savaş, daha sonra şiddetini artırarak alevlenip on binlerce can kaybı ve insanların mal varlıklarının telef olması gibi büyük sıkıntı ve ızdıraplara sebebiyet vermesinin akabinde, 1976 yılında Suriye kendi ordusuyla Lübnan hükümetinin isteği üzerine Lübnan’a girmiştir. Aslında bu savaş, çatışmalar ve fitne ortamıyla dopdolu Lübnan’ın tarihinde karanlık sayfalardan bir tanesi idi. Zira Lübnan tarihi boyunca başkasının tahakkümünden hiç kurtulamamıştır. Fransa 1. Dünya savaşı sırasında,(Sayxs Pico) andlaşması çerçevesinde Lübnan’ı genişleterek “doğu Hırıstiyanlar merkezi” haline getirmeyi planlıyordu. İşte bu, Lübnan’ın yakalandığı hastalığın ilk mikrobu idi. O da, kendisinden ayrılması mümkün olmayan Şam vilayetinden, yani ana gövdeden kopması meselesidir. Ardından ülkedeki yönetimi andlaşma sırasında hırıstiyanlara teslim ederek Lübnan’ı ayrılıkçılık anlayışı üzerine kurdu. Fransa 1. Dünya savaşında yenilince Lübnan’daki nüfuzu da azaldı ve yerini İngilizler devraldı. Fransa’nın Lübnan’da bırakmış olduğu hastalık neticesinde 1958’de birinci, 1975’den 1990’a kadar uzanan ikinci iç savaş olmuştu. Bu uzun savaşların sebebi, Amerika ile Fransa arasında nüfuz çatışması idi. Çarpışan taraflar ise bu çatışmanın yansıması olup hepsi birer maşa idiler. Bu iç savaş,General Mişel Aun’un Fransa’ya kaçıp ona bağlı güçlerinde yenilmesiyle sonuçlandı. Bu konuda Süleyman Franciye adlı bir Bakan şöyle demişti: “O zamanda bölgede cereyan eden Amerika-Fransa çatışması sonucunda Fransızlar General Aun’dan vazgeçtiler” Aun’un yenilgisi Fransa’nın Lübnan’daki nufüzünün yok olması anlamına geliyordu. Ancak Fransa ve ona destek veren bazı avrupalı ülkeler, kendi nüfuzunu yeniden canlandırmak üzere, İsrail’in güney Lübnan’dan Mayıs 2000’de çekilmesinde ve Suriye ile ilgili olan barış görüşmelerinin olumlu olarak sonuçlanmasında tarihi fırsatı yakalamış oldular. Taif anlaşması gereğince Lübnan’dan nihai olarak çekilmesi istenen Suriye ordusunun, yeniden konuşlandırılmasını isteyen sesler son zamanlarda iyice yükselmeye başladı.

Patrik Sfeir’in Amerika’ya yaptığı son ziyaretinde şöyle açıklamalarda bulundu: “Suriye ordusunun çekilmesi yeterli değildir. Lübnan’ın siyasi ve sosyal hayatına da karışılmamalı” ve Amerika’nın “Lübnan’ın içinde bulunduğu sıkıntılı dönemden kurtulmasına” yardım etmesini dile getirdi. Amerika’nın, Suriye ordusunun Lübnan’daki varlığının meselesine başka türlü yaklaşımı vardır. Bu bağlamda, Amerika Dışişleri bakan yardımcısı Edward Wacker Lübnan-Suriye ilişkileri ancak bu iki devlet tarafından bahis edilir.ABD Dışişleri Baakanı Colin Powell ise, Kongres önünde şahitlik yaparak şu sözleri sarf etti: “Sanırız ki, sonunda Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesi bütün tarafların lehine olacaktır. Fakat bu, yarın gerçekleşmeyecek”. Ayrıca ABD başkanı Geoge Bush ve Dışişleri bakanı Powell, Patrik Sfeir ile görüşmeyi reddettiler.

Patrik Sfeir,Batron bölgesinden gelen heyetine yaptığı konuşmada şunları söyledi:“Bilindiği gibi Patrik İlyas El-huweyyik, yaptığı görüşmeler sonucunda Lübnan’ın bağımsızlığını koparmayı başardı. Biz de onun izindeyiz”. Patrik El-huweyyik, Avrupa’ya gidip Lübnan’ın bağımsızlığını sahil, güney, kuzey ve Bika Müslümanlardan vekalet almadan talep etti. Aksine o gün Müslümanlar karşı çıkıp kendisine tâbi, ayrıca tarihi ve şer’i olarak da bağlı oldukları Şam vilayetinden soyutlanmalarını şiddetle reddetmişlerdir. Lübnan’ın yüzölçümü, etnik gruplarıyla, yapısı itibariyle ve devlet olma kapasitesi olmadığı için bağımsız bir devlet olarak yaşaması mümkün değildir. Suriye ordusunun ondan çekilmesi de Fransa’nın ve başkasının egemenliğinin tekrar kurulmasına neden olacaktır. Çünkü Lübnan, mevcut konumu ile yaşanan olaylar karşısında duramaz. Zira Lübnan tarihi boyunca bölgede hep nüfuz çatışmasına maruz kalmıştır. Bu çatışmanın bedeli sömürenler lehine olmak şartıyla ülkenin yakılıp-yıkılması ve heder olması şeklinde ödenmiştir. Akıllı bir kimse, geçmişin tecrübesinden ders alan kimsedir. Şu çok iyi bilinen bir gerçektir ki; Lübnan’daki bazı hıristiyanlar Fransa ile güçlenmek istediler, bazıları da yahudi devletiyle işbirliği yaptılar. Umarız ki, insanlar bunların geçmişte Fransa ve yahudilerden imdat beklemelerinden ders almışlardır.

Lübnan, Şam vilayetinden ayrı olduğu sürece fitne ve ayrılıkçılık hastalığı da devam edecektir. Bu hastalığın yegane, doğru ve köklü çözümü; Lübnan’ı, aslına ilhak ederek, diğer karton devletçikler ile beraber istikrarlı ve büyük bir devlette birleştirmekle olur. Zira hıristiyanlar, Müslümanlarla beraber asırlarca Şam vilayeti başta olmak üzere Müslüman beldelerde güvenli ve müreffeh bir hayat yaşamışlardır. Bu huzurlu hayat, hıristiyan kişilerin veya grupların Müslüman beldelerdeki huzuru bozmak için fitne tohumları eken sömürücü kafir devletlerle birlikte çalışmalarından sonra bozulmaya başlamıştır.

Şimdi Lübnan’daki hıristiyanların bir kısmı Fransadan ve başka bir kısmı yahudi devletten yardım ve güç almaya çalışıyordu.Herkes bunu biliyor.Fakat akıllı olan geçirdiği tecrübelerden ders alır. Umuyoruzki bunlar Fransadan yardım ve güç almaktan ve Yahudilerle işbirlik yapmaktan ders aldılar. Lübnan, Şam beldelerden ayrı kaldıkça içinde etnik grupların fitnesinin hastalığı devam edecektir.İşte tek köklü ve doğru ilaç bu memleketin aslına döndürülmesidir.Bu ise kendisi ve diğer yapay varlıkların tümü tek büyük, kuvvetli ve istikrarlı devlet içinde birleşmesidir.Yüzlerce sene hıristiyanlar Şam beldeleri dahil olmak üzere bütün İslam memleketlerinde tam emniyet içerisinde yaşamışlardı. İmam Avzai’nin fetvası bunun için en iyi kanıttır. Bu emniyetli yaşamdan hiç eksik olmadı.Ancak İslam memleketlerinde kafir sömürgeci devletlerin fitnelerine bazı hıristıyan fertler veya grupların icabet ettikleri zaman durum değişiyordu. Lübnan’daki akılı hıristiyanlardan-bunlar ise çoktur-şunu talebediyoruz: Fransadan veya Yahudi devletten veya başka fesatcı ve memleketlerimize göz diken devletlerden diğer hıristıyan grup ve fertlerin yardım ve güç almaya yönelik çalışmalarını engellemeye çalışsınlar. Kendilerinin bu memleketten bir parça olduklarına ve Batıdan bir parça olmadıklarına dair terdüt olmadan nihai karar alsınlar.İşte Lübnan Arap memleketlerinden bir parçadır.Arap memleketleri ise İslam memleketlerinden birer parçalardır.Öyleyse Lübnan İslam memleketlerinden bir parçadır diyen bu hakikatı kabul etsinler.Zira İslam kendi tebâlarına zulüm yapmaz, aksine onların kanlarını, canlarını, mallarını, ırzlarını ve diğer haklarını aralarında ayrım yapmaksızın korur. Hıristiyan tebâlar Müslüman tebâların sahip oldukları hak ve hukuklara sahiptirler.

Onun için Müslümanlar, Müslüman beldeler arasında bulunan sınırları kaldırmak için kollarını sıvasınlar ve İslam’ın, bölünmüşlüğünün ve parçalanmışlığının haram oluşu onlarda yerleşik bir kanaat ve dürtü olması gerekir. Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır: “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın.” (Al-i İmran: 103) Resülullah (sav) ise Medine vesikasında şunların yazılmasını emretti “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu; Müminler ve Müslümanlar arasında bulunan ve Nebi olan Muhammed’in mektubudur. Şüphesiz ki, onlar diğer insanlardan tek bir ümmettir ve müminler diğer insanlardan birbirlerinin dostudurlar”.

Bu yüzden, Müslümanların kendi devletlerini birbirlerinden ayıran -Suriye ve Lübnan başta olmak üzere- sınırları kaldırarak güçlü ve azametli tek bir devlette birleşmeleri gerekir. Böylece bütün Müslüman orduları tek ve güçlü bir ordu olması hasebiyle, Amerika ve diğer devletlere öyle dersler verir ki, onları doğduklarına pişman ederler. Böylelikle ümmetin ordularıyla alay etme şöyle dursun, dünya devletleri de bu orduya bin bir hesap yaparak yaklaşırlar.

Bu güçlü ve istikrarlı devlet ise İslam devleti, Hilafet devletidir. Yüce Allah’ın yakında onu bize kurmayı nasip eylesin. Zira bu devletin kurulması gücü yettiği kadar, bütün Müslümanlar üzerine farzdır.

Kendi tabiiyetinden olan insanların rahat ve müreffeh bir hayat yaşamaları için ülkelerimizde fitne ve fesatçılık çıkarmaya çalışan ve gece gündüz memleketlerimizi çalıp çırpan Avrupa ve Amerika’dan yardım istemek yadırganan bir durumdur. Müslüman beldelerin sınırlarının birbirlerine açık olup, petrol gelirleri Amerika ve Avrupa bankalarında birikeceğine bu beldelerin halkı bu zengin servetlerinden yararlanabilmiş olsalardı, göç ve -iğrenç ırkçı ve milliyetçi- vatandaşlık kanunları problemi olmayacaktı ve o zaman Müslümanlar, her tarafı kasıp kavuran fakirlik, açlık, zillet ve yoksulluktan kaçmak üzere kafir devletlerin büyükelçiliklerinin kapısı önünde vize veya vatandaşlık hakkını almak için beklemeyeceklerdi.

Ey Lübnan’daki Müslümanlar!..

Etnik gruba mensup olarak değil, problemi çözecek ve hastalığı iyileştirecek akıllı bir şekilde İslami olarak hareket edin. Bu çözüm ve ilaç ancak Lübnan’ı, kendisinden ayrılması mümkün olmayan ve asıl olan Şam vilayetine ilhak edilmesiyle olup, hıristiyanları; kendiniz için yararlı ve hayırlı olduğu gibi onlar için de yararlı ve hayırlı olacağına dair ikna etmekle olur. Ancak bu ilhak ve birleşme, bütün tebaalara adaleti sağlamayı başaran İslam dini üzere olmalıdır. Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:

“Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâ hâ 123-124)

 

Hizb-ut tahrir                     H 19.Muharrem.1422
Lübnan vilayeti                 M 13.04.2001