Batı memleketlerinde ikamet eden herkes,
siyasi ve resmi kurumlardan destek gören batı enformasyon araçlarının
İslam’a ve Müslümanlara yönelik haksızca başlattıkları
korkunç saldırılarının büyüklüğünü görmektedir. Bu
kasıtlı saldırılar nedeniyle Müslümanların maruz
kaldığı durumların ne kadar zor olduğu yine herkes
tarafından müşahede edilmektedir. Öyle ki Müslümanlar, can
ve mallarının güvenliğinden dahi emin değillerdir. Batı
devletleri onları şüphe ve zanla suçlamaya, hatta cezalandırmaya
başladılar. Oysa bu devletler, kanunlara bağlı olarak, insan
hak ve hürriyetlerinin korunduğunu iddia ederek ağızlarını
açıp kapatıyorlar. Batılı insanın zihnindeki Müslüman
portresi, terörizm ve ölüm olarak çizilmiş oldu. Kayda
değer alınmayacak kadar az bir miktarda karşıt muhalefetin
bulunmasına karşın çoğunluğunun kabulüyle birlikte
Müslümanlara karşı bir takım kanunların çıkartılmasına
yönelik çağrı başlatıldı ki, böylece Müslümanlar şüphe
ve töhmet altında bırakılmak istenmektedir. Hâl böyle
iken; himmet ve azmi zayıf olan, şeref ve izzete sahip olmaya,
din ve hakka yardım etmek üzere hareket etmeye ve fedakarlık
göstermeye hazır olamayan bazı Müslümanlar rezillik ve
miskinlik hali göstermektedir. Gelişen vakıa bu şekilde
oluşurken Müslümanların şu noktalara dikkatlerini çekmek
bize vacip olmaktadır:
1- Kafirlerin arasında kalan Müslümanların
bugün uğradıkları imtihan, fitne ve iftiralar ve İslama
yapılan saldırı ilk sefer olmuyor. Resulullah (sav) ve onunla
birlikte müminler Mekke’de bu tür fitne ve işkenceye maruz
kaldılar. Onlar çok sıkıntı çektiler ve zalimlerin
tasallutu altında kaldılar. Resulullah (sav) Taif’te
toplandıktan sonra Allah’a yönelttiği dua bu durumu en
dakik bir şekilde göstermektedir: “Allah’ım sana
kuvvetimin zayıflığı, çıkış yollarımın yokluğu ve
insanlara karşı güçsüzlüğü, ancak sana şikayet
ediyorum. Ey en rahmetli olan, zayıf olanların rabbi sensin
benim rabbim sensin. Beni, kimin bakımına bırakıyorsun? Kötü
muamele yapacak kimselere mi?” Ayrıca, Habeşistan’a
hicret edenler şiddetli bir imtihana tâbi oldular. Kureyş
Habeşistan kralına bir heyet gönderip, hicret eden
Müslümanların kendilerine teslim edilmesini isteyince, Müslümanlar
sıkıntılı duruma düştüler. Ümmü Seleme (ra) bu durumu
şu sözlerle vasıflandırdı: “Bunun benzeri başımıza
hiç gelmedi.”
2- O günkü Müslümanlar, daima dinleri
üzerinde sebatlık gösteriyorlardı. Kendilerine yönelik zor
imtihanlarda dahi hiç tutumlarını değiştirmiyor ve dönüş
yapmıyorlardı. Bu nedenle zaferi hep elde ettiler ve düşmanlarına
karşı egemen oldular. Resulullah (sav) Mekke’de iken
kendisine zafer gelmeden bu gerçeği belirtmişti. Habbab bin
El-Ert şöyle dedi:“Dedik ki ey Resulullah (sav) bize
zaferi istemez misin? Allah’a bizim için dua etmez misin?”
Resulullah (sav) şöyle dedi: “Sizden olan müminler başından
ayağına kadar testereyle parçalanıyordu, yine de dininden
vazgeçmiyordu. Demir taraklarla eti kemiğinden yüzülüyordu
ve buna rağmen dininden vazgeçmiyordu.” Ondan sonra
Resulullah (sav) şöyle dedi: “Allah (cc) bu dini
tamamlayacak, tâki, bineğe binen kimse Sana’dan Hadramut’a
kadar yürüyecek, Allah’tan ve koyunları için kurttan başka
kimseden korkmayacaktır. Fakat, siz acele ediyorsunuz.” Habeşistan’a
hicret eden Müslümanlar kendi dinleri ve imanlarının
kendilerinden istedikleri tutumu edinmekten geri kalmadılar.
Kureyş heyeti onları geri almak için Necaşi’nin yanına
gelince Ümmü Seleme (ra) bu durumu şöyle açıkladı: “Müslümanlar
toplandılar, birbirlerine şöyle dediler; İsa hakkında
(Necaşi) bize sorarsa ne diyelim? Birbirlerine dediler ki;
Allah-u Teala’nın ve peygamberinin onun hakkında dediklerini
diyeceğiz ve ne olursa olsun!” Müslümanlar Necaşi’nin
yanına gelince onlara dedi ki: “Meryem oğlu İsa
hakkında ne diyorsunuz?” Ebu Talib oğlu Cafer şöyle
dedi: “Nebimiz onun hakkında dediğini diyoruz, o ise;
Allah’ın kulu, Resulü, üflediği ruh ve bakire ve Allah’a
kulluk etmeye kendini teslim eden Meryem üzerine indirdiği söz
ve Allah’ın emridir. Bu durumda Necaşi elini yere vurdu ve
bir odun tahtası aldı ve onunla yeri çizerek şöyle dedi;
“Sizin dediğiniz bu çizgiden hiç ayrılmıyor.”
Etrafında bulunan patrikleri burunlarından ses çıkartmaya
başladılar. Necaşi onlara şöyle dedi; “Siz burnunuzdan
ses çıkartıyorsunuz ve bu sesi çıkartıyorsunuz!! Allah’a
yemin ederim ki Müslümanlar siz gidin, benim toprağımda
emniyettesiniz. Kim size söverse cezalandırılacak, kim size söverse
(tekrara) cezalandırılacaktır. Eğer, size eziyet dokunursa
bize hiçbir dağ kalmasın. (Kureyş heyetinin) getirdiği
hediyeleri kendilerine çevirin, bunlara ihtiyacımız yoktur.
Allah’a yemin ederim ki, Allah (cc) bana otoritemi tekrar
verdiği günden hiçbir rüşvet almadım, nasıl şimdi rüşveti
alacağım? Ona itaat ettiğim müddetçe insanlar bana itaat
ederler. Kureyş heyeti rezil olarak, getirdikleri hediyeleri
kendilerine çevrilerek oradan ayrıldılar.”
3- Müslümanlar kendilerine meydan okunan
hususlara karşı tek bir saf oluşturarak tek bir vücut olmalılar.
Müslüman’ın kendisinden şüpheyi uzaklaştırmak ve
kafirlerin sevgisini kazanmak için diğer Müslüman kardeşlerinden
beri olması ve onu reddetmesi hiç caiz değildir. Müslümanlar
kendi kardeşleriyle görüş, mezhep, fikri ve çalışmada
ihtilafa düşse bile, onları düşmanlarına teslim edemezler.
Şunu unutmamalıyız ki; Müslümanlara yöneltilen saldırıdan
hiçbir Müslüman ve hiçbir İslami cemaat kurtulamayacaktır.
4- Kafirlerin rızasını kazanmak umuduyla Müslümanların
İslam’ı gerçeği dışında göstermeleri hiç caiz değildir.
İslam, Müslümanların boyunlarında bulunan bir emanettir.
Allah (cc) onları bu mukaddes emanet için kıyamet gününde
hesaba çekecektir. Müslümanlar maruz kaldıkları
baskılardan kurtulmak maksadıyla İslam’ın bir kısmından
vazgeçmeleri kesinlikle doğru değildir. Ayrıca, bir
kısmından vazgeçmek İslam’ın diğer kısımlarından
vazgeçmeye yol açar. Müslümanların dinlerine bağlılığı
oranında değerleri yükselir. Hatta kafirler nezdinde bile kıymetleri
yükselir.
5- Bu son olaylar, Batı memleketlerinde
yaşayan Müslümanlar ile İslam ümmeti arasındaki bağın
var olduğunu göstermiştir. Batılılar, aralarında yaşayan
Müslümanları İslam ümmetinden bir parça saydıklarını gösterdi.
Öyleyse, bazı Müslümanlar ümmetten ve onun sorunlarından
uzak kalıp, nasıl olurda yalnız buradaki kendi sorunlarıyla
ilgilenmek ister? Daha doğrusu, Müslümanları batı
toplumlarına entegre ettirmeye nasıl çalışırlar?!
Ey Müslümanlar!
Şu an batı dünyasında
karşılaştığınız sıkıntı ve imtihandan ders ve ibret
alın. İslam risaleti taşımak ve İslam’a daveti tebliğ
etme hususunda size düşen farzı yerine getirmekten geri
kalmayın. Çünkü, bütün dünya İslam nuruna ve adaletine
muhtaçtır. Batının buna ihtiyacı diğerlerinden daha az
değildir. Siz çıplak gözlerinizle, dünyaya yönelik
kapitalizmin tahakkümünün ne kadar dehşetli olduğu, sizi
terörizmle ve diğer vasıflarla nasıl
vasıflandırdığını, kullandıkları metodun ne kadar
çirkin ve câni olduğunu gördünüz. Oysa, siz bütün bu vasıflardan
uzaksınız. Tamamen Yusuf (as)’ın beraatı gibi berisiniz.
Bugün batı dünyasında İslam davetini taşımak ve İslam’ı
yayma farzı geçen günlerden daha fazla üzerinize elzem oldu.
Batılıları ve bütün dünyayı küfrün fikirlerinden,
hadaratından, kültüründen ve egemenliğinden kurtarmak için
göreviniz son derece ağır ve yücedir.
İslam ahkâmı size kahramanca izzetli
olmayı farz kılıyor. Zaferin sizin olacağına, sizin haklı
olduğunuza ve Allah’ın dinini yükselteceğinize tam
şekilde güvenmelisiniz. Biliniz ki, zorluğun akabinde
kolaylık gelir. Muhakkak ki, hak batıla galip gelecektir. Zulmün
dönemi ne kadar uzarsa uzasın ve Allah’ın dinine yapılan
iftiralar ve gerçeği saptırmak için yapılan faaliyetler ne
kadar sürerse sürsün, şüphesiz İslam güneşi doğacak ve
karanlığı aydınlatacaktır.
“Elif, Lam, Ra. Allah’ın izniyle
insanları karanlıktan kurtarıp nura ve hamid ve aziz olan
Allah’ın yoluna getirmek için sana bu kitabı (Kur-anı)
indirdik.” (İbrahim: 1)
|