DÜNYADA SİYASİ GELİŞMELER

A. Seyfulislam 26/03/2001

Devletlerarası ilişkilerde temelde farklılıklar yoktur. Çünkü ilişkiler devletlerin çıkarları üzerine kurulur. Her devlet hasmı olan devletlerin tasarruflarının ışığında kararlar alır. Bundan dolayı iç ve dış siyaseti olmayan hiçbir devlet yoktur. Bu kararlarda esas, devletin çıkarlarını gözetme ve bunun için yapılacak atılımlar çok önemlidir. Bu doğrultuda, devletin çıkarları, hedefleri, pratik hedefler ve uluslararası platforma nasıl taşınacağı ana hatları oluşturur. Günümüzde batı dünyası bu noktada haberleşme ve medya ağını en aktif şekilde kullanmaktadır. Başta bu işi Amerika gerçekleştirmektedir.

ABD Dış Siyaseti

Amerika, Clinton döneminde dış siyasi ağırlığın yerine iç siyasete önem veren bir devre geçirdi. Clinton, döneminin en büyük zaferini Filistin-İsrail barış görüşmeleriyle elde etti. Bu konuda çok şeyler gerçekleştirdiyse de istediklerini tam elde edemediler. Ilımlı bir politika sergileyen Clinton bu siyasetinde etkin olduğu söylenemez. Bunlar göz önünde bulunduran yeni iktidar içerisinde ekonomik ve sosyal yapılanma dışında da sertlik yanlısı bir politika benimsenmiştir. İlk günden ABD yeni yönetimi dışarıda terör estirmeye başladı. Bush yönetimi, Irak savaşında faaliyet gösteren eski siyasetçi ve askerlerden oluşmaktadır. Clinton yönetiminde görev alan Yahudi asıllı bütün siyasiler devre dışı bırakıldı. Ortadoğu’ya yönelik sert tutum yüzünü gösterirken Balkanlar’da kargaşa yeniden alevlendirilmektedir. Bütün bunlar Amerikan varlığını uzun ömürlü kılmak içindir.

Silahlanma konusu

Amerika varlığını devamlı kılabilmek için elindeki güç dengesini korumakta ısrarlı olacaktır. Güç dengesi sarsıntıya uğradığı an dünyada elde etmiş olduğu prestij yıkılabilir. Bundan dolayı Amerika silah üretimi ve geliştirilmesinde bir sınırlamayı asla kabul etmeye yanaşmayacaktır. Silahların sınırlandırılması, nükleer silahlarda indirime gidilmesi gibi müzakere edilen hususlar bundan dolayı gerçeği yansıtmamaktadır. Her türlü tehdit göz önünde bulundurularak her devlet sahip olduğu imkanlar çerçevesinde teknolojinin getirdiği en son silahlara sahip olmak için çaba sarf edecektir. Amerika bu doğrultuda hiçbir zaman silah indirimine gitmiş değildir. Silah üretiminde en son teknolojik yapıda donatılmış silahlar elde edildikten sonra eski silahlarda ancak bir indirim söz konusudur. Amerika silah indiriminde dünyada etkin rol üstleniyorsa bunu ancak elinde bulundurduğu güçlü silahlardan aldığı destekle yapmaktadır. Yeni silahlar geliştirilmesinden vazgeçmeyeceklerini Bush ekibinin savunma bakanı Rumsfeld senatoda yaptığı konuşmada şöyle açıkladı: Rusya ile 1972'de imzalanan ve ulusal savunma sistemini devre dışı bırakan Antibalistik Füze Antlaşması'nı (ABM) ''O, tarih öncesinde atılan bir imzaydı.'’ Washington’un önümüzdeki 4 yılda izleyeceği politikalarını açıklayan Rumsfeld, kurulması öngörülen ulusal füze kalkanı sisteminin bir zorunluluk olduğunu da söyledi.

Yarış durmayacaktır. Yarışı durdurma çalışmaları da daima sıkıntılı geçecektir. Konvansiyonel silah indirimine gidilmesi hususu üretim fazlası, devrini tamamlamış, etkinliğini kaybetmiş, modernleştirmeye ihtiyaç duyulan silahlar için geçerlidir. Bu silahların modern teknolojiyle donatılması yüklü finansı gerekli kılmaktadır. Klasik bazda ele alınan bu silahların dış ülkelere satılması halinde ise, satışı yapan ve teknolojiyi sunan ülkelerin kasalarına milyonlarca dolar girdi sağlanmaktadır. Amerika, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin silah imha ettikleri pek gözlemlenen olay değildir. Hatta silahlar teknolojik ve ekonomik bakımdan geri kalmış ülkelere satılarak, bağımlı kılınmaktadır. Türkiye, Mısır, Suriye, İran, Kore, Tayvan gibi geri kalmış ülkeler aldıkları eski silahlar için yedek parça ve modernleştirme çalışmalarına milyonlarca dolar para ödemektedirler. İşin acı tarafı alınan bu eski silahlar şartlı kullanımlar altında sınırlı satışa tabidirler.

ABD’nin Ortadoğu Siyaseti

Amerika her fırsatta Ortadoğu’daki çıkarlarını koruyacağını açıklamaktadır. Buradaki çıkarı bölge kaynaklarında tek söz sahibi olmaktır. Bu bölgeye yönelik siyasetinde petrol ve bunun önünde engel teşkil eden İngiliz siyasetinin yok edilmesi hedeflenmiştir. İngiliz sömürgesi devletleri elde etmek, İngiliz hakimiyetini kırmak için var gücüyle bölgeye yerleşmek istemektedir. Etkin nüfus elde edemediğinden de bu işi silah gücüyle yapmaya yönelmiştir. Ilımlı siyasetin etkin olmadığını gören Amerika Irak politikasında değişikliğe gideceğini yeni yönetimin iktidara gelmesiyle gösterdi. Bu doğrultuda Amerikanın üç ana hedefi vardır:

a- Bölgeye siyasi, askeri ve nüfus olarak yerleşmek,

b- Irak’ın parçalanması,

c- İsrail’in kendi güdümüne girmesi

a- Bölgeye siyasi, askeri ve nüfuz olarak yerleşmek,

Amerika ikinci dünya savaşından sonra Ortadoğu siyasetinde etkin arayışlara yönelmiş, bunu askeri ve siyasi olarak pekiştirmek için yoğun çaba sarf etmiştir. Şu ana kadar ancak askeri bir varlık olarak bölgede tutunma imkanına sahip olabilmiştir. Suriye, İran, Suudi Arabistan ve Mısır’daki yöneticiler her ne kadar ABD kuklaları olarak iş başında iseler de bu memleketlerin halkları Müslüman olduklarından Amerika’ya düşmanca bakmaktadırlar. Irak savaşı ve yapılan düzenli saldırılar neticesi bu düşmanlık daha da kabarmıştır. Gözüken o dur ki, Amerika bölgeye ancak askeri güç olarak yerleşecektir. Bu ise uzun vadeli olması zor bir yerleşimdir. Bölge halkları ilk fırsatta Amerikanın dişlerini sökebilir. Amerika bölgede menfaatini sürekli kılacak belirli bir nüfus elde etmişte değildir. Suudi Arabistan ve bölgedeki kukla idareciler dahi sayılıdır. Suudi ailesi içerisinde halen güçlü İngiliz nüfusunun olduğu da bilinmektedir. Bölgede İngilizlerin halen etkin nüfusu bulunmaktadır. Amerika önümüzdeki günlerde bu sorunu aşmak için çaba sarf edecektir. Bölgede gerçekleşecek temaslar, Ortadoğu’da siyasi yelpazenin yönünü belirleyici cinsten olacaktır. Amerika bu bağlamda dengeli bir siyasi yapılanmanın gerekliliğini görüyor ve Arap-İsrail dengesini korumak için bölge ülkelerinde siyasi etkinliğini artırmaya çalışıyor.

b-Irak’ın parçalanması,

Irak 1991 de uğradığı hezimetle bölgede etkinliğinin kalmadığı ortadadır. Siyasi ve askeri alanda tamamen bir baskı altında olan Irak yönetiminin ayakta tutulmasının tek nedeni Amerika ve İngiltere’nin gerekli gördükleri an bölgeye askeri bir güç olarak inmek ve tehdit içindir. Asıl sorun Saddam’ın iktidardan indirilmesiyle yaşanacağı kesindir. Amerikanın Irak’ın parçalanması politikası bölge ülkelerini de sarsacak düzeydedir. Bunun doğal bir konuma getirilmesi bir kanaat olarak ortaya çıkarsa Amerika ani darbe vurarak bu işi yapmakta tereddüt etmeyecektir. Bunca düşmanlıktan sonra Amerika’nın Irak halkı üzerinde sempati toplaması elbette beklenilmemelidir. Şu an bölünmeyi geciktiren İngiltere ve İngiliz güdümlü Türkiye’dir. Amerikanın Irak politikasını kınayan Rusya ve Çin gibi devletlerin tavırlar etkin ve ciddiyetten uzaktır. Rusya ve Çin gibi devletlerin kınaması ciddi olmuş olsa idi Amerika bu tepkileri değerlendirmeye alacak taciz girişimlerine değişik yön verecek ve yeni manevralar geliştirecekti. Fakat bunların hiç birini göremiyoruz. ABD bölgede istediği gibi hareket etmektedir.

c-İsrail’in ABD güdümüne girmesi

ABD Başkanı George Bush'un Şaron'a ''ABD, ikili ilişkilere, kendi güvenliğine önem verdiği ölçüde önem veriyor. İlişkilerimiz, kaya gibi sağlamdır.'' dediği belirtiliyor. Amerika'nın yeni Cumhuriyetçi yönetiminin İsrail'e "açık çek" vermeyecek nitelikteki "petrolcüler"in ağırlığı altında olmasından ötürüdür.

İsrail’in bölge devleti olma atılımları Amerikan vizesine tabidir. Amerika, İsrail-Avrupa ekseninde ki donukluğu değerlendirmek istemektedir. Var olan soğuklukla ilgili Amerika iki hususu benimsemiştir:

a-İsrail’in bölgede kontrol altında tutulması ve Arap ülkeleri ile yakın ilişkilerin kuvvetlendirilmesi,

b-Güvenliğinin korunması için İsrail’den beklentilerine cevap vermesi. Bu doğrultuda İsrail-Ürdün-Türkiye ilişkilerinin sekteye uğratılması gerekmektedir. Golan tepelerini elde etmesinin yolu İsrail’i yalnızlık kıskacına almaktan ve bölge ülkelerini dolaylı yollarla üzerine salmaktan geçmektedir. Askeri tatbikatlarla Amerika bu oluşumun arasına girmeyi başarmıştır. Filistin devleti planını geniş bir sürece yayabilir. Amerikanın baskıcı bir politika izleyeceğinin izleri yeni yönetimde hiçbir Yahudi bakanın bulunmamasından da anlaşılmaktadır. Bu yolda meydana gelecek sert çıkışlar ABD-İsrail arasında politik iplerin koptuğu anlamına gelmez. İsrail Amerikanın şımarık çocuğudur, onu mutlaka başka şeylerle ödüllendirecektir. ABD menfaati gereği İsrail’e daima sıcak bakmıştır. Amerika nezdinde İsrail’in konumu Türkiye’ninkinden farklıdır. İsrail bir nevi bölgede rahat hareket etmekte, üzerinde dış baskıya yeri geldiğinde karşı koyabilmekte ve elindeki siyonizm kozunu yerinde oynamaktadır. Siyasileri güdümlü politika yerine çıkarlarını gözetmektedirler. Bu devlet üzerinde Amerika yapacağı manevralarla siyasi nüfusunu yerleştirerek etkin olması mümkündür. Fakat Türkiye gibi ülkelerde ise bu ancak İngiliz hegemonyasını söküp atmakla gerçekleşir. Çünkü İngiliz siyaseti ve nüfusu ta derin devletin kanına işlemiştir. Bundan dolayı Amerika Türkiye’ye farklı bir konjektörden bakmaktadır.

Türkiye ABD ilişkileri

Türkiye ABD için çok büyük öneme haiz olan ülkelerden bir tanesidir. Türkiye-Ortadoğu, Türkiye-Asya, Türkiye-Avrupa üçgeni bu bölgenin etkinliğini ortaya koymaktadır. Bundan dolayı Amerika yeni yönetimle Türkiye üzerinde ağırlığını hissettirecektir.

ABD yeni Dışişleri Bakanı Colin Powell, Türkiye'den "yıllardır en sağlam müttefiklerimizden biri" diye söz etti. Bu çerçevede Türkiye-ABD ilişkileri önümüzdeki günlerde şu hususlar üzerinde ağırlığını hissettirecektir:

a- Ekonomik girişimleler ve İMF ilişkileri,

Bu hususta ekonomisi çökmüş olan Türkiye’nin dolaylı olarak ABD’den gelecek isteklere boyun bükmesi beklenmektedir. Ekonomik istikrarın tamamen IMF’nin ellerine teslim edilmesine rağmen ABD asıl amacına ulaşmış değildir. Bu alanda faaliyet gösteren bütün kurumların denetimini elde etmek isteyen ABD, Türkiye politikası önünde engel teşkil eden askerleri devre dışı bırakmak istemektedir. Bu meselenin aşılabilmesi için askerin denetiminde olan dış kaynaklı girdi ve çıktıları önlemede sorunlar çıkartmak gerekmektedir. Amerika bu doğrultuda askerleri politik ve askeri krizlerin içerisine çekme planları yapmaktadır. Nitekim ABD güdümlü basın krizin doğmasında askerlerin etkin olduğundan bahsetmektedirler. Yine Amerika Irak’tan kaçak olarak yurt içine sokulan ham petrolün denetiminin askerlerin elinden alınması istemektedir.

b-Kıbrıs sorunu: ABD bu yönetimde Kıbrıs sorununu dış siyasetinin ana meselelerinden saydı. Bu meselenin halli için yoğun girişimlerin ve baskıların Türkiye üzerinde etkinliğini göstermesi bekleniyor. Bu hususta Powell; "Denktaş'ın mümkün olan en kısa zamanda müzakerelere dönmesi için teşvik edilmesine çalışmalıyız.” diyerek mesele üzerindeki hassasiyetlerini ortaya koymuşlardır.

c-Ekonomik krizin ardından siyasi kriz beklentileri gündemdedir. Ekonomik kriz Amerika için yeterli unsurlardan değildir. Amerikanın asıl hedefi Türkiye siyaseti üzerinde etkin olmak, yönetimi kendi politik çizgileri doğrultusunda hareket ettirmektir. Amerikanın bu girişimini Kemal Derviş’in ve bazı siyasilerin verdiği demeçlerden de anlamak mümkündür. Kemal Derviş (kendisi Sebataycı bir Yahudi dönmesidir), Amerika ziyareti ve dönüşünde ısrarla; “Siyasi güvence, siyasi destek ve siyasi istikrardan” bahsetti. Mecliste gurubu bulunan bazı siyasilerde aynı görüşü savunmaktadırlar. Bu sorun aşılmadığı müddetçe ekonomik yardımlar askıda kalabilir veya cüzi bir yardımla yetinilebilir. Nitekim Kemal Derviş’ten beklenen umutlar yerini yavaş yavaş olumsuzluğa terk etmeye başladı. Amerika’dan büyük yardımlarla döneceği beklenen Kemal Derviş eli boş döndü ve IMF’ye ulusal program sunacaklarını söylemeye başladı. On gün içerisinde ekonomiyi düze çıkarması beklentileri yıl sonuna kaldı. Bundan dolayı Türkiye hükümeti yerli kaynak arayışlarına yöneldi. Paralı askerlik, vergi artırımı, silah alımının dondurulması, zamlar ve özelleştirme gibi.

Amerika AB’ye verilen güvenceler gibi Türkiye’den ulusal bir güvence istemektedir. Bu gerçekleşmediği takdirde, Türkiye bölgede İsrail gibi yalnızlığa yitilebilir, bölgede Amerikan güdümlü devletlerce rahatsız edilebilir ve Balkan olaylarının içerisine çekilebilir.

Türkiye Amerika ile ilişkilerinin çetin geçeceği işaretlerini daha Clinton döneminde almaya başlamıştı. Clinton yaptığı bir açıklamada; “Gelecek yüzyıl Türkiye-Amerika açısından büyük önem taşımaktadır.” diyerek işin önemini vurgulamıştı.

Balkanlar

Balkanlar meselesi Avrupa’nın can damarlarından bir tanesidir. Bu sıcak bölgede Amerika siyasi ve askeri aktif bir rol üslenmiştir. Balkanlarda çizdiği manevralarla istediği an Avrupa’nın başını ağrıtmakta ve önünü kesebilmektedir. Amerikanın bu stratejisinin ardında yatan esasları şu şekilde sıralamak mümkündür:

a-Avrupa’yı bölgede meşgul etmek, dünya siyaseti üzerinde etkinliğini azaltmak.

b-NATO’nun devamlılığını sağlamak ki; NATO’nun işlevliliğini kaybetmesi demek, Amerikanın Avrupa’dan askeri olarak dişlerinin sökülmesi anlamına gelir. Oysa Amerika Avrupa’da çok hızlı hareket edebilecek askeri gücü ancak NATO şemsiyesi altında bulundurma imkanına sahiptir.

c-Avrupa Birliğinin askeri yönden birleşimini engellemek veya sadece bölgesel kılmak. Avrupa ordusu kurulduğu vakit gerekli oluşumlardan sonra bölge sorunlarını kendisi çözmek isteyecektir. Bu girişimde Amerikanın işine gelmemektedir.

Arnavut-Makedonya sınırında çıkartılan olaylar Amerikanın kasıtlı girişimlerinin neticesidir. Çünkü bölgede görev üstlenen KFOR askerleri Amerikan birlikleridir. Amerika el altından Arnavut milislerine silah vererek olayları kışkırtmak istemektedir. Buda yetmezmiş gibi Arnavut ve Makedonya sınırında 5 km. boyunca tampon bölge oluşturarak buraya Sırp askerleri yerleştirmeyi planlamaktadır. Bu girişim bölge halkları arasında var olan düşmanlığı daha da körüklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Bütün bu girişimlerin neticesinde en büyük zararı Müslüman olan bölge halkları görecektir. Bosna ve Kosova’da olduğu gibi.

Amerika ve Avrupa’nın dünya siyasetinde askeri ve siyasi etkinlikleri sürdürdüğü müddetçe bütün dünya halkları sömürü çarkının malzemesi olarak sömürülmeye, ezilmeye, yoksullaşmaya, baskıya maruz kalacaktır. İslam Devleti Hilafetin yıkılmasının ardından Balkanlar, Ortadoğu, Asya ve diğer bölgelerde istikrarsızlık önlenebilmiş değildir. Çünkü kapitalizm etnik sorunları körüklemek için vardır. İslam Devleti hakim olduğu devrelerde etnik ayrılıklara asla müsaade etmemiştir.

Müslümanların olduğu kadar bütün insanlığın bugünkü enkazdan kurtuluşu ancak İslam Devleti Hilafetle mümkündür. Bu gün esen uluslararası terörü ancak İslam devleti durdurabilir. Balkanlar dahil bütün dünya sükunetini ancak İslam Devletinin altında bulacaktır. İnsanlık dünkünden çok bugün Hilafet devletine ne kadar da muhtaçtır...

Allah’tan niyazımız o günlerin bir an önce gelmesidir...