Dünya ve Türkiye’de siyasi gelişmeler
A.Seyfulislam
17/5/2001
Dünya siyasetinde ana
noktayı oluşturan sömürü güncelliğini korurken yine bu
bağlamda yeni gelişmeler, siyasi yönlenmeler, devletlerarası
planlar ve bu noktalarda farklı üsluplar kamuoyuna yansımaktadır.
Dünya siyasetinde yön belirleyici vasfa sahip olan ABD, Bush’la
beraber yeni dünya düzeni bağlamında bazı yeniliklere
gitme gereğini duymuştur. ABD’nin ''21. yüzyılda nereye
gidilmesi gerektiğine ilişkin vizyonun'' ana hatları
belirginlik kazanmaya başladı.
ABD’nin yeni siyasi
kriterleri
ABD kominizim olgusunun ortadan
kalkmasından sonra stratejisini yeniden çizmek zorunda kaldı.
Ona göre büyük düşman yok olmuştu. Fakat düşman
olmadan hedef tayın etmek, belirli normlarda ortaya çıkmak
süper devlet açısından büyük zaaflardan sayılmaktadır.
ABD bu doğrultuda ideolojik bazda düşmanını tespit
etmiştir. O da, şu an hayatta olmayıp varlığının dahi düşünülmesinin
kapitalist devletler ve onların kuklaları için büyük
tehlike unsuru sayılan İslam Devleti ve bu doğrultuda çalışan
İslami kitlelerdir.
a-
İdeoloji alanında ABD’nin tek düşmanı
İslam’dır. Kapitalizmin
yayılmacı metodunun, toplumlar üzerinde rahat hareket
etmesinin önünde tek engel İslam düşüncesidir. İslam
Devleti yokluğunda dahi kapitalistler İslami eğilimler
önünde ideolojik bazda yenilgilerini açıkça
gördüklerinden bu nizamın hayata gelişini mutlaka
engellemeleri gerekliliği üzerinde durmaktadırlar. Bundan
dolayı kapitalizmin bütün organları tek düşman olarak
İslamı ilan ettiler. Batı kendi normlarına uygun bir
İslam anlayışını enjekte etmek istese de bunda
başarılı olduğu söylenemez. Deforme etmeye çalıştığı
bir çok hususlarda başarısız kaldıkları ortadadır.
Dinler arası diyalog, İslam dini siyasete karışmaz, İslam
ruhani bir dindir, laiklik-demokrasi-İslam bir arada
yaşaması mümkündür gibi geliştirmeye çalıştıkları
bir çok fikri girişimlerin etkinlik sağlayamadığı, hatta
gülünç bir konuma gelindiği görüldü. Bu aşamadan sonra
açıkça siyasal İslam’a karşı olduklarını zikretmeye
başladılar. Siyaseti içerisinde barındıran İslam’ın
ilerleyişi onları tedirgin etmektedir. Bundan dolay da bir
çok bölgelerde İslam’a ve Müslümanlara karşı ağır
suçlamalar ve şiddet kendini göstermektedir. Avrupa’nın
göbeğinde yok edilen İslami değerler, Bosna’da, Kosova’da,
Makedonya’da, Cezayir’de, Filistin’de Türkiye’de ve
bir çok İslam beldelerinde estirilen kapitalizmin canavarca
eylemleri bu düşmanlığın gizlilik tarafının
kalmadığının birer numuneleridir. “NATO’nun düşman
konsepti”nde “kırmızı” ile sembolize edilen
Sovyetlerin yerini, “yeşil” ile sembolize edilen “İslâm
dünyası” aldı. Tabi ki; NATO’nun bir üyesi olan
Türkiye içinde tek düşman İslam’dır.
Kapitalistlerin yetiştirdiği siyasiler
artık bu düşmanlıklarını kamuoyuna çekinmeden
duyurabilmektedirler. Bunlardan bir tanesi olan Devlet Bakanı
Kemal Derviş ABD’nin dünyaca ünlü gazetelerinden
Washington Post’a verdiği demeçte aynen şu cümleleri
sarf etmiştir: “Biz başarılı
olmazsak, Türkiye, kökten dinci ya da milliyetçi partilerin
eline geçer. O zaman da ABD’nin Türkiye’deki menfaatleri
zarar görür.” Bütün bunlar
gösteriyor ki, İslam’ın gelişini engellemek için ABD ve
AB Müslümanların üzerindeki polisiye devletleri ekonomik
ve siyasi açıdan beslemeye devam edeceklerdir. Bu onlar için
büyük hayatiyet içermektedir.
b- Global ekonomik konsepti.
Bu konu, sömürü alanında
yapılan savaşta geliştirilmiş yeni bir taktiktir. Aslı
yine emperyalizmden kaynaklanmaktadır. Sadece ismen ve üslup
açısından bir değişme söz konusudur. ABD bu alanda rakip
olarak kendisine AB’ni seçmiştir. Çünkü AB Amerika’dan
sonra dünya devletlerini sömüren ikinci büyük güçtür.
Bu alanda tüm etkinliği eline geçirmek isteyen ABD çeşitli
oluşumlarla tek güç olmayı hedeflemektedir. IMF, G 7’ler,
Küresel ekonomi, Serbest ekonomi, Serbest bölge gibi oluşumlarla
dünya ekonomisine yön vermeyi amaçlamaktadır. Meksika,
Kanada ve ABD arasında 1990'da imzalanan Kuzey Amerika
Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) çerçevesinde ABD, son 10
yıldır Kuzey Amerika ticaretine damgasını vurmakla
kalmayıp FTAA ile de şimdi gözünü Latin Amerika
ülkelerine çevirmiştir. Bu ara kapitalist ekonomi
sisteminin toplumlar arasında huzursuzluklara sebebiyet
verdiği bariz bir şekilde yansımaya başladı. Dünyanın dört
bir yanında küreselleşme karşıtı ayaklanmalar, IMF
karşıtı gösteriler, IMF reçetesi ile ekonomisi tamamen
çöken (Arjantin, Türkiye, Meksika, Endonezya gibi) bir çok
ülke ve ülkelerde sıkıntılar hat safhaya ulaşmıştır.
Nitekim IMF’nin “Dünya Ekonomisinin Görünümü” adlı
raporunda küresel ekonominin,1997-1998’de dünya çapında
yaşanan mali krizden bu yana en kötü tehlikelerle karşı
karşıya bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Böyle olmasına
rağmen ABD Başkanı Bush bu çizgiden (sömürü yarışından)
vazgeçmediklerinin altını Almanya Başkanı Gerhard Schröder’e
sarf ettiği şu sözlerle ortaya koymuştur: “ABD
ekonomisine zarar verecek bir anlaşmayı kabul edemem.”
Bu yüzden verilen krediler ve maddi yardımlar, ekonomi
konusunda yapılacak bütün anlaşmalar ABD menfaati
doğrultusunda olacaktır.
c- Öncelikli bölgeler. Rusya’nın
devletlerarası siyasette etkinliği yok olunca iki kutuplu dünyada
tek kutupluluk hasıl oldu. AB’nin cılız kalan etkinliği,
ABD’yi dünya siyasetinde zorlanmadan hareket etmesini sağlamaktadır.
Bundan dolayı ABD siyasetinde öncelikli bölgeler olarak bir
sınırlamaya gitti. Bu sınırlamasını işin önemine
binaen gerçekleştirdiği sezilmektedir. Öncelikli
bölgeler; Orta Asya, Ortadoğu, Balkanlar olarak ABD
siyasetinde ön plana çıkmaktadır.
Bu siyasetin izlerini Orta
Asya’da; Cin-ABD gerginliği, Tayvan-ABD ilişkileri,
Pakistan-ABD bağlantıları, ABD’nin Orta Asya’da askeri
üs kurma planları, Radikal dinciliği gündeme taşıyarak bölge
devletleriyle askeri, siyasi, istihbarat alanlarında yoğun
kulislerin gerçekleştirilmektedir. ABD askeri birliklerinin
stratejisinde olası savaş bölgeleri arasında Orta Asya’nın
yer alması, Türkiye üzerinden Orta Asya’ya yönelik
ekonomik planların gerçekleştirilmesinde ısrarcı bir
tavır sergilemesi, bölgenin Rusya tarafından talan edilen
ekonomisini ve insan pazarını ele geçirmek istemesi
şekillenen Orta Asya politikasının cüzleridir. Ayrıca
Amerika Pakistan'da askeri komando birlikleri bulundurmaya
başladı. Nitekim ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld
Washington Post'a verdiği demeçte askeri
stratejisinin Doğu Asya üzerinde yoğunlaşılması
çağrısında bulundu.
Ortadoğu bölgesi ABD için önemini
kaybetmeden siyasi ve ekonomik alanda güncelliğini
korumaktadır. Her ne kadar dünya enerji ağı Orta Asya’ya
doğru kaymaya başlasa da Orta doğu kadar işlek ve pratik
halde değildir. Bu Ortadoğu’da taşımı genelde deniz
yolu ile gerçekleştirilmektedir. Bu yol da ABD’nin
koruması altında bulunmaktadır. Irak savaşından sonra
Ortadoğu petrolünün büyük bir kesimi Amerikanın kontrolüne
geçmiştir. İngiliz şirketleri cüzi bir payla Amerikan
şirketlerinin yanında durmaktadır. Petrolün dışında bölgenin
sıcak yapısı dünya siyasetinde etkinliğini sürdürmektedir.
Halen Irak üzerinde Amerikan çıkarları tam anlamıyla gerçekleşmiş
değildir. Kuveyt-ABD askeri anlaşması zoraki şartlar
altında gerçekleşmiş olmasına rağmen İngiltere Kuveyt
üzerinde siyasi ağırlığını halen devam ettirmektedir.
İsrail’in bölgede Filistinliler
üzerinde estirdiği terör hareketi Amerika tarafından da
tasvip edilmemektedir. Çünkü bölge halkları ile Amerika
arasında pürüzlere sebep olmaktadır. Amerika, çıkarlarını
korumak için İsrail ve Araplar arasında ara yolu bulmak
istemesine rağmen İsrail’in buna yanaşmaması bölgede
Amerikan politikasını zora sokabilir. Bu ve diğer
sebeplerden dolayı ABD’nin ikinci askeri stratejik bölge
alanı olarak Ortadoğu seçilmiştir. ABD ordusu her türlü
savaş olasılığı üzerinde durarak; asker, silah, uçak ve
gemi sayısını bölgede yoğun bir şekilde
bulundurmaktadır. Amerikalı yetkililer, hatta başbakanları
sürekli ve düzenli olarak bölge ülkeleri ve askeri
üslerine ziyaretler gerçekleştirerek bölgeye verdikleri
önemi vurgulamaktadırlar.
Balkanlar,
Amerika’nın Avrupa politikasının diğer bir yüzüdür.
Amerika Avrupa ülkeleriyle yakın bir zamanda doğrudan
sıcak bir savaşa girmesi mümkün gözükmemektedir. ABD-AB
çatışması genelde sömürü üzerinde değişik bölgelerde
menfaat kavgası şeklinde ortaya çıkmaktadır. Buna nazaran
Avrupa önce kendi bütünlüğünü sağlamayı amaçlamakta
ve dünya siyasetinde ABD’ye karşı güçlü bir muhalefet
olarak çıkmak istemektedir. Bu hususta Amerika Avrupa’yla
doğrudan kapışma yerine Avrupa’yı bölgesinde rahatsız
edici ve oyalayıcı işlerle uğraştırmak istemektedir.
Bundan dolayı Bosna, Arnavut, Kosova, Makedonya bölgelerinde
kasıtlı çatışmalar meydana getirmektedir. Bu gerekçeden
hareketle de bölgede sürekli asker bulundurmayı
planlamaktadır. NATO Amerikanın kontrolünde olmasına
rağmen bazen Avrupa’nın engeline takılabilmektedir.
Amerika kendi askeri birliklerini Balkan ülkelerinde belirli
bölgelerde konuşlanmasını hedeflemiştir. Bu gücün hızlı
hareket kabiliyeti ve güçlü silahlarla donatılması da
tasarımları arasındadır. Amerika Balkanlarda pozisyonunu güçlendirerek
olası bir Avrupa ordusu girişimlerine karşı önlem ve caydırıcılık
tezini gerçekleştirmek istemektedir.
Bu saydığımız alanların dışında
Amerika, Afrika ülkeleri ve Rusya gibi bölgelere önem verse
de bu ilk etapta askeri nitelikli değildir. Rusya ve Afrika
ülkelerinden herhangi birinden siyasi ve askeri bir saldırı
beklememektedir. Hatta Amerika Suriye ve diğer sömürgesi
olan Arap ülkelerini ticari alanda ilişkilerde bulunmaları
için Rusya’ya yöneltmiştir. Rusya’nın bölge
ülkelerine yakınlaşması ve ekonomik bağlantılar
kurmasını engellememektedir. Böylece Rusya sadece ekonomik
çerçeve içerisinde hareket etmesi sağlanarak sınırlı
tutulmaya çalışılmaktadır. Hatta Amerika Rusya yolu ile
İngiliz kuklalarına da el atmayı düşünmektedir. Son
dönemlerde Rusya taşeron şirketlerle Irak’ta enerji
alanında büyük projeler gerçekleştirmektedir.
Konu ile alakalı diğer husus ise, ABD
savunma harcamalarında sınırlamaya gitmek istemesidir. Bunu
da ancak hızlı hareket eden bir ordu, gelişmiş uydu,
sistemi konvansiyonel silahlarla istediği yeri vurma
kabiliyetini elde etmekle sağlayabilir. Uzaydan güdümlü
silahlarla bir çok ülkenin hava gücü ve radar sistemlerini
vurma ve bertaraf etme imkanlarını geliştirdiği
teknolojiyle yakalamıştır. Cin ve Amerika arasında
yaşanan casus uçağı meselesinde Amerikan casus uçaklarının
internet ağlarına varana kadar uzaydan kontrol ettiği
ortaya çıktı. Görülen odur ki, Amerika bu yönde geliştirdiği
teknolojiyi kullanarak diğer hususlarda tasarrufa gitmeyi
planlamaktadır. Nitekim Savunma Bakanı Donald Rumsfeld; bazı
bölgelerd e asker azaltmaya,
ordudaki harcamaların kısıtlanmasına, hareket kabiliyeti güçlü
bölüklerin oluşturulmasına
gidileceğinden bahsetti.
Ortadoğu’daki gelişmeler
Ortadoğu kanayan bir yara olmaya devam
etmektedir. İsrail bölgenin tek gücü imajını çok iyi
kullanarak istediği an istediği şekilde istediği yere
vurmaktadır. 1,5 milyar Müslümanın gözleri önünde
İslam beldelerini kirletmeye ve Müslümanların kanını
akıtmaya devam etmektedir. Filistin toprakları her gün
Müslüman kanlarıyla yıkanmaktadır. Amerika, İsrail’in
yaptıklarını tasvip etmektedir. Amerikanın hedefi bölgede
Müslümanları daha fazla ezdirmektir ki, böylelikle
Müslümanlar tamamen kafirlere teslim olsunlar. İsrail bu
doğrultuda onları daha zelil hale getirmeye çalışıyor.
Ayrıca kafirler tarafından planlananın (Filistin Özerk
Bölgesine tahsis edilenin) dışında başka bir şey
istemesinler. Şu anda İsrail-Amerika ilişkileri sıcaktır.
ABD, İsrail’de radikal dinci ve milliyetçi kanatları
tavsiyesi için yönetimle ortak çalışmaktadır. Bunun için
aşırı dinci (Likud) parti iktidara getirilmiştir. ABD
İsrail-Filistin meselesini uzun bir vadeye yaymıştır. Bush
Clinton döneminde olduğu kadar Filistin meselesini hemen
çözme eğiliminde gözükmemektedir. Peres, BM Genel
Sekreteri Kofi Annan ile yaptığı görüşmeden sonra
yaptığı basın toplantısında, "ateşkes a nlaşmasının
henüz yazılı hale gelmediğini, ortada sadece mutabakat
bulunduğu"nu söylemesi
Amerikanın belirli planlar doğrultusunda meseleye
yaklaştığını göstermektedir. ABD’nin isteği bölgede
çok sıcak çatışmaların çıkması ve akabinde son
noktayı koyan taraf olarak ortaya çıkmaktır. Suudi ve
diğer Arap yöneticilerinin savaş çığırtkanlığı ve
sert tedbirler alınması konusu sadece göstermelikten
ibarettir. Eğer bu hususta ciddi olunsa idi İsrail’in
omuzlarına çoktan çökülmüş olacaktı. Ayrıca şu
husussuda burada zikretmek gerekir. ABD Golan tepelerinden
vazgeçmiş değildir. Papanın Suriye tarafında kalan Golan
tepelerini ziyaret etmesi de bu bağlamdadır. Papa
ziyaretinde “zorbalığın
kalkması ve toprakların eski haline dönüştürülmesinden”
bahsetti. Bu İsrail’e yönelik bir Amerikan mesajıdır.
Her ne olursa olsun bölgede istikrar ancak
İslam Devletinin hakimiyeti ile huzura kavuşacaktır. Ancak
o zaman İsrail denen ur bölgeden sökülüp atılacak ve bölge
sükuna kavuşacaktır.
TÜRKİYE’DE SİYASİ VE EKONOMİK
GELİŞMELER
Türkiye, tarihinin içerisinde bulunduğu
zor günleri ve kötü gidişatı yeni ittihatçılar
eşliğinde, yabancılardan alacağı iyileştirme fikriyle düzeltmeye
çalışmaktadır. Osmanlının temellerine dinamit koyan bu
zihniyet, bahsettikleri siyasi ve ekonomik
bağımsızlığını elde etmiş (!) Türkiye Cumhuriyetinin
de temellerini dinamitlemeye devam etmektedirler. Çünkü
onlar çok iyi biliyorlar ki, her ne kadar bu memleketler
kendi yönetimleri altında da olsa Müslümanların
kalkınması kendilerine zarardan başka bir şey getirecek
değildir. Onun için toplumun sesine kulak tıkayarak
duyarsız tavırlarla, o pembe hayatın peşinde tenis topunun
arkasından koşuyorlar. Onlar bu ümmete o kadar düşman ki,
zorba düzenlerini daha da acımasız hale getirip halka zulüm
ve işkence etmek için yarışıyorlar. Kafirlerin boyası
ile boyanmış siyasiler ve ekonomistlerden ümit bekleyen
halk artık gerçeği görmek zorundadır. Türkiye hükümeti
her ne kadar kendini batılı gibi görmeye çalışsa da
üzerinde oynanan oyunlardan kendini kurtaramadığını görüyoruz.
Tarihine küfrederek batılılara uşaklık yapanlar,
batılıları pek memnun etmiş gözükmüyorlar. Batılıların
her isteği yerine getirilmesine rağmen bu halden memnun
olacak gibi de değillerdir. Çünkü, halk halen
Müslüman...
Türkiye’de gerçekleşen siyasi
polemiğe geldiğimizde bunu iki noktada ele almak mümkündür.
Kemal Derviş ve Etrafında Gelişen
Olaylar
Kemal Derviş kimdir?
İslam düşmanlarının İslam’a ve onun
bütün değerlerine karşı savaştıkları hepimizin
malumudur. Hatta bu o noktadadır ki, Hz. Muhammed (sav)’e,
sahabelere, dünyaya damgasını vuran halifelerin
şahsiyetlerine ve yönetimlerine kin kusanlar nedense hain
(Türkiye cumhuriyetini kuran ve diğer) idarecilerin
şahsiyetlerine toz kondurmak istemezler. Onların geçmişlerini
araştırmayı kanunla yasaklayıp haklarında basında
yazılmasına ambargo koyarlar ve halktan kimliklerini
gizlemeye çalışırlar. Galiba bu tavırları bir korkunun
eseri olsa gerek. Onlar asıl kimlikleri ve kokuşmuş
fikirleriyle doğrudan halkın önüne çıkmaya korkarlar.
Çünkü onlar bu halktan değillerdir. Onlar hem fikren hem
de kişilik itibariyle bu toplumda yaban otu gibidirler. Onlar
Müslüman kişiliğe sahip değil, yahudi, İngiliz, Amerikan
fikri ve kişiliğine sahiptirler. Kemal Derviş’te
bunlardan bir tanesidir. Derviş, kimliği ve ailesi üzerinde
durulması ve basında çıkmasından pek hoşlanmadığı
bellidir. Kısaca: Kemal Dervişin babası Rıza Bey Nazi döneminde
akti fliği ile tanınan biridir.
Gizli servislerle ilişkileri vardır. Nazi döneminin
elçisine düzenlenmek istenen suikastı gizli servislerden
aldığı haberlerle önlemekle ünlüdür. Alman elçiliğinde
görevlerde bulunur. Bu dönem içerisinde elçilikte tanıdığı
Alman bayanla evlenir. Derviş 1949 ta İstanbul’da doğdu.
Kemal derviş İsviçre’de büyümüş, bir müddet Almanya’da
kalmış, 25 yılını Amerika’da geçirmiştir. Eşi
Amerikalıdır. (Kanal D 15/5/2001
Politika durağı) Dr. Kemal Derviş Sabetay (yahudi dönmesi)
kökenlidir. (Abdurrahman Dilipak), London School of
Economics'i birincilikle bitirdi. Princeton Üniversitesinde kısa
sürede doktora yaptı. 1970'lerin başında ODTÜ'de ders
verdi. Derviş, Orhan Bilgin tarafından da yetiştirildi. Bu
şahıs derin devlete
yakınlığıyla tanınan biridir. Derviş, Ecevit'in yanında
yer aldı. Akla ve bilime dayanan görüşleri CHP içindeki
devletçi ve üçüncü dünyacı kesimle ters düştü.
Dünya Bankasına gitti. London School of Economics and
Political Science Lisans ve Lisansüstü, doktorasını ise
Princeton Üniversitesinde yaptı Derviş, 1978 yılında Dünya
Bankası'nın araştırma bölümünde çalışmaya başladı.
1982 yılında Global Endüstri Bölümü Endüstri
Stratejileri ve Politikası Dairesi Başkanlığına
atandı.1986´ya kadar bu görevde kaldı. Daha sonra, Avrupa,
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ekonomi Uzmanları Başkanlığı görevini
yürüttü. Meslek kariyerinde ve Dünya Bankası bünyesinde
hızla yükselen Derviş, Doğu Bloğunun yıkılmasından
sonra Orta ve Doğu Avrupa masalarının başkanlığına
getirildi. Bu ülkelerin, pazar ekonomisine geçmesine büyük
katkı sağlayan Derviş ayni zamanda Dünya Bankası ve
Avrupa Birliğinin Bosna Hersek´in yeniden imarı
programlarını da yönetti. 1996 yılında Orta Avrupa ve
Kuzey Afrika´dan Sorumlu Dünya Bankası Başkan
Yardımcılığı görevine getirildi.
Kemal Derviş’in IMF’nin adamı, ajan,
mason olduğu ileri sürülen görüşler arasında. MHP
İstanbul Milletvekili Mehmet Gül, Derviş’in; RP’yi
kapatan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı
Recep Tayyib Erdoğan’a siyaset yasağı getirten güçler
tarafından Türkiye’ye getirildiğini ifade etti. Kanal 7’de
yayınlanan “İskele Sancak” isimli programa katılan MHP
İstanbul Milletvekili Mehmet Gül, Kemal Derviş’in
annesinin gayrimüslim Kemal Derviş’in de mason olduğunu
ileri sürdü. (Akit 16/4/2001) Derviş
Türkiye’ye, güven ortamının yeniden tesisi için yeterli
olacak yeniden yapılanma, özelleştirme ve makro ekonomik
önlemler planıyla geldi. Türk siyasi sistemi daima, kökeni
1908 jön Türkler ihtilaline kadar uzanan Kemalizm dayanıyor.
(Le Fıgaro 27/4)
Karizmatik bir portreye sahip olan Derviş’in
bu ümmetle yakından uzaktan bir alakasının olmadığı
ortadadır. Kemal Derviş, yurtdışında yetişip gelen veya
getirilen diğer siyasiler gibidir. Temelleri çürük
Türkiye’nin gidişatına yön vermesi için DSP tarafından
getirilmiştir. DSP’li bir milletvekili katıldığı açık
oturumda bunu açıkça dile getirmiştir. Ekonomik alanda büyük
bir boşluk bularak TC. üzerinde siyasi ve ekonomik baskısını
artıran Amerikanın baskılarını hafifletme, Türkiye
üzerindeki siyasetini deşifre etmek için, Amerika’yı
yakından tanıyan Kemal Derviş bir kurtarıcı olarak
getirilmiştir. Böylece Türkiye bir krizi daha Kemal Derviş
yoluyla atlatmayı planlamaktadır. Kemal Derviş’in Amerika’dan
gelmesi onun Amerika adına çalıştığını ortay koymaz.
Derviş öncesinde ve Derviş’in Bakan olmasından sonra
devam eden sürece baktığımızda, Kemal Derviş için derin
devlet tarafından bir zemin oluşturulduğunu görürüz.
Hatta önceki yazılarımızda yeni
cumhuriyetçiler ve derin
devletteki değişimden bahsetmiştik. İşte bu girişim
de onun bir uzantısıdır. Kıvrıkoğlu, Ecevit, Mesut
Yılmaz ve İsrail Dışişleri Bakanı Peres’in Kemal
Dervişin arkasında durması Kemal Dervişin bağlı olduğu
merkezi biraz daha aydınlatmaktadır. Askerlerin ve solcu
kesimin Derviş’e çok sıkı bir şekilde sahip çıktıklarını
da görüyoruz.
Derviş ve Siyasi Yapılanma
Derviş her ne kadar ekonomist olarak
tanıtılsa da asıl işi siyasidir. Devleti idare edenlerin içerisinde
bulundukları dumanlı hava veya yansıtılan kaoslu ortamda
Kemal Derviş için siyasi ortam hazırlanmaktadır. Bunun son
göstergelerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
a- Sağda yaşanan yenilikçi
hareketler bir çok liberal ve milliyetçi partiler doğurdu.
Demokrat Parti ve daha sonrasında oluşan partiler gibi.
Fakat sol kendisini bir türlü yenileyemedi ve bunun acısını
halen çekmektedir. Ecevit kendisinden sonra partisinin dağılacağını
sezdiği için de kurultayda sert bir görünüm sergileyerek
biten bir partinin yeni adresi yani Kemal Dervişi gösterdi.
Kemal derviş bu yenilenmeyi yakalayacak tek isim olarak
ortaya çıktı. Bundan dolayı da sol kesim partilerde bir
telaş baş göstermeye başladı.
b- Yolsuzluklar, siyasi kargaşalar,
meclisin içeriğini kaybetmesi kasıtlı olarak toplumda günümüz
siyasilerinin yıpratılma politikası yeni siyasi oluşumun
önünü açmak içindi. İşte bu noktada Derviş Amerika’dan
getirtilerek yeni siyasi oluşuma aday gösterildi. Derviş
erken çıkışlar yaparak ta bu tavrını göstermiş oldu.
Kemal Derviş, kendini "liberal sosyal demokrat"
olarak lanse ederken solu toparlayacağı sinyallerinide
vermektedir.
c- Yolsuzluklardan ve
polimiklerden uzak kalacak ve güncel acil işlerin
yapılanmasınını üsletmesi ki, bu noktada Ecevit’in taşıdığı
yetkileri aşan bir tavırla engameli bir çalışmaya
koyulmuştur. Mecliste gurubu bulunan bütün partiler çekişme
ve sürtüşmelerle politik hayatlarını sürdürürken Derviş
hepsini aşan yetkilerle ekonomi ve siyasi işleri tek
başına yüklenmiş vaziyettedir. Derviş, "hükümetin
bir önceki ekonomik programının bürokratlara bırakılmış
olması ve sahipsizliği nedeniyle çöktüğünü"
söylüyor. O nedenle, kendi koordinasyonunu sürdürüyor. Ve
tabii, kendisi de yalnız kalmamak için kapalı devre dar bir
kadro oluşturmaya çalışmaktadır. Bürokratlardan, bilim
adamlarından, yakın dostlarından bir çevre... Çalışma
arkadaşlarını ve gelecekte yönetime aday kişilerden
bazılarıyla özellikle Tunca Toskay ve Sümer Oral gibi
komplekssiz ve katkıda bulunmaya hazır, alanlarında yetkin
kişilerle iş birliği yaparak, son 20 yılda sadece Özal'ın
yakalayabildiği oranda bir desteğe sahip olmayı
planlamaktadır. Bugün kü kirlenen siyasi yapılanmadan uzak
olduğunu hissettirmek istemektedir. Abartısız söylemleri,
ciddi konuşması, dünyadaki prestiji, düşük gelir gruplarına
yaklaşımı, yolsuzluklara ve kötü siyasete karşı açık
tavrıyla, halkla kurduğu ilişkilerle bir Özal portresi
çizmek istemektedir. Bazen basın toplantılarında halkın
cazip karşılayacağı demeçleri ve çizeceği politik
yapılanmanın izlerini sunmaktadır. Şu demecinde olduğu
gibi:“Annemin Alman, eşimin Amerikalı olması halkı
rahatsız etmiyor. 6 yıl önce
Ankara'da ders veriyordum, beni dinlemeye gelen iki kız yan
yana oturuyordu. Biri türbanlı, diğeri mini etekliydi. Türkiye
böyle olmalı..” Siyasi alanda
ciddiyetini göstermek için halkın çıkarlarını koruyucu
bir şahsiyet sergilemeye çalışmaktadır. ABD ve AB'ye: "Yardımın
politik şartlara bağlanması büyük
hata olur, ters etki yaratır"
diyerek kahraman rolüne bürünmek istemektedir. Derviş
zoraki alacağı kredilerle Türkiye’nin tıkanan siyasi
yapısının önünü açmak için caba gösterecektir. Zoraki
diyoruz çünkü; Amerika işin başından beri kredi verme
taraflısı değildi. Kredi için konan ağır şartlar,
Amerika Maliye Bakanının sert bir üslupla “Bundan
sonra Türkiye’ye kredi vermeyeceğiz”diye demeç
vermesi, arkasından Bush’un ültimatom niteliğinde gönderdiği
mektup bütün bunlar ve diğer kredi hakkında ortaya çıkan
hususlar Amerikanın krediye sıcak bakmadığına
delillerdir.
IMF’den gelecek kredilerin
kullanılacağı alanlara baktığımız da ekonomik gelişme
ve yeni sanayi atılımları söz konusu değildir. Yeni
istihdam alanları yerine bu paranın ekonomiyi zarara
uğratan siyasilerin açtığı delikleri tıkamak için birer
yama olarak kullanılması amaçlanmaktadır. Bu yükü taşıyacak
olan Kemal Derviş elbette ki, maddi kaynak olmadan bu işleri
yürütemez. Bundan dolayı da gelecek bütün mali kaynaklar
Kemal Dervişin avuçları arasına bırakılacaktır.
Alınan krediler ekonomik sıkıntı içerisinde bulunan
Müslüman halk düşünülerek değil, kendi çıkarları
doğrultusunda harcamak için alınmak istenmektedir. Bu
kredilerle halk biraz daha yoksulluk sınırlarına itilecek,
kredi borçları zam ve vergi olarak halktan çıkarılacak,
hantallaşmış devletin milyarlarca dolar yükünü bir
parça ekmek uğruna halkın omuzlarında taşıması reva görülecektir.
Kapitalizm ekonomik sistemi, fikirleri ve onların siyasetçi
olarak önümüze sürdükleri kişiler bu ümmeti kurtaracak
güçte değillerdir. Onlar ancak köleleştirmek için görev
başına getirilirler. İttihat-ı Terakkicilerle başlayan ve
günümüze kadar gelen batı zihniyetli siyasilerin güttükleri
siyaset ve yaptıkları işler bunları ispatlamaya yeter de
artar bile!...
|