İSLAM AKİDESİ VE ETKİSİ

İslam akidesi odur ki; âlemlerin Rabbı olan Allah’ın tek ilah olduğuna, Kuran’ın Allah’ın vahyi ile Resulü olan Muhammed (sav)’e nazil olduğuna, kainat, insan ve hayatı yarattığına, kainatta ne varsa O’nun iradesinin altında bulunduğuna, hayatın fani, insanların ahiret hayatında varacakları yerin ya cennet ya da cehennem olduğuna, rızk ve ecelin yalnız O’nun elinde olduğuna kesin bir şekilde inanmaktır. Buna kim inanırsa, iman kuvveti kişinin de harekete geçmesinin sırrı oluşturur.

İslam akidesi; tevhid akidesi olup arapları yepyeni bir hale dönüştüren, bambaşka insanlar seviyesine ulaştıran yegane akidedir. Tevhid çekirdeği halkın bünyesinde saf, tertemiz ve pürüzsüz bir şekilde bulunursa, o halkta öyle bir ruhani güç oluşur ki, onun gücünün derecesinin ne kadar yüksek olduğunu tasavvur etmekte insan aciz kalır.

Bu akidenin varlığı nedeniyle Ammar’ın babası Allah’ın uğrunda ölmeyi hoşça karşıladı. Annesi Sumeyye Allah uğrunda kalbinden yediği her darbeyi bir sevap sayarak İslam’ın ilk şehidi oldu. Bu akideyle Resulullah (sav), sahabelerine Kureyş’ten gelen işkenceye karşı dayanabilmesi için güç verdi. Yasiroğulları işkence gördüğü bir anda yanlarıdan geçerken onlara şöyle dedi:

“Ey Yasiroğulları sabredin, size cenneti vaat ediyorum”.

Allah’u Teala bu dünyayı insanlar için imtihan yeri olarak yarattığını Kur’anda şöyle bildiriyor:

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”(Mülk 2)

Bu dünya hayatından sonra Cennet ve Cehennem olacaktır. Cennet ve Cehennem ise başlangıcı var olan ve sonu olmayan bir karargahtır. Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” (Ankebut 64)

Bunun delilleri ve delaletleri kesindir. İnsan buna inanırsa akide uğrunda karşılaşacağı her işkence ve eziyete karşı direnecektir. Bu akide üzerine sebatlık göstererek, her yerde yüksek ve insanlara egemen olsun diye mücadele eder. Eğer insan cennete ve içindeki daimi nimetlere, cehenneme ve içindeki daimi azaba inanırsa, bu imanın gerçeğini zihninde idrak ederek, tasavvur ederse bunun aşağısındaki yaratılmış olan beşerin azabı ve eziyeti ona çok basit gelir. Böylece mümin dağ gibi olup sarsılmaz hale gelir. Mücrimlerin kırbaçları, zalimlerin verecekleri hapis, toplumdan uzaklaştırma ve işkence cezaları kendisini asla etkilemez. Daha doğrusu, akidesi uğrunda çekeceği azabı tatlı görür.

Allah’ın kitabı ve Resulünün (sav) sünnetindeki delaleti kesin olan kati naslara dayanarak İslam akidesinin fikirlerini beyan ederken; Allah’ın ve Resulünün sevgilerini kalplerinde taşıyan o salih insanların (sahabelerin) akideye olan bağlılıklarını günümüz insanlarının araştırmalarını ve tekrar bu akideyi kendi şahsiyetlerinde diriltmelerini umuyoruz. Ki, böylece Allah (cc) İslam ümmetine fetihleri gerçekleştirsin ve vaat ettiği zafer gününü yaklaştırsın. Nitekim yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur 55)

İslam akidesi akli bir akidedir

İslam, insanın yaratıcısıyla, kendisiyle ve diğer insanlarla ilgili ilişkileri düzenlemek için Allah-u Tealanın Nebisi ve Resulü olan Muhammed (sav)’e indirdiği dindir. Bu ise son semavi risalettir. Kim buna inanırsa kurtulmuş ve hidayete kavuşmuş olur. Kim de bunu inkar eder veya üstünü örterse sapmış ve helak olmuş olur. Allah-u Teala bu hususta buyurmuştur:

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.” (En’am 125)

İslam, evrensel bir ideoloji ve risalet olduğu gibi nizamın kendisinden fışkırdığı akli bir akidedir. Nitekim, bu ideoloji akla ve fıtrata uygundur. Komünizm gibi maddeciliğe ve kapitalizm gibi orta çözüme dayalı değildir. Tedbir sahibi olan Allah’ın varlığını, Resullere olan ihtiyacı, Kuran’ı Kerimin mucize oluşunu idrak ederek ve düşünerek akli yolla bulmayı esas almıştır. İnsanın bunlara iman edebilmesi için aklını kullanması gerekir.

Kuran’ı Kerimin mucizeliği ise; Allah (cc) yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis oluncaya (kıyamete) kadar devam edecektir. Kıyamet gününe kadar insanlara ve cinlere onun meydan okuması devam edecektir.

İnsanın varlığının sebepleri, geleceği ve gayesi hakkındaki soruların cevabı büyük düğümü çözen İslam akidesidir. Öyleyse; bu fikir (İslam akidesi) temeli teşkil eder. Bu ise kendisinden bütün fikirlerin fışkırdığı ve onun üzerine fikirlerin tesis edildiği fikri kaidedir. Aynı anda fikri liderliktir. Dünya hayatında insana liderlik eder ve insan bu alternatifsiz fikirlere boyun eğer. Buna kesin tasdik insanı sağlam bir akide sahibi yapmış olur.

İslam akidesi ve kendisinden fışkıran fikirlerle kulların fiillerini tanzim ettiği gibi yasaları ve ahkamı kapsayan usulleri de tanzim eder. Usuller ve füruatlar birbirlerine o kadar sağlam şekilde bağlıdır ki, onları birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. Hükümlerin akideye bağlılığı tabii olup meyvelerin ağaçlara veya neticelerin mukaddimelerine bağlılığı gibidir. Bundan dolayı amellerin yerine getirilmesinde esas bir çok muhkem ayette gösterildiği gibi Allah’a iman etmeye bağlandı. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 97) Başka bir ayeti Kerimede;

“İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 96) buyurmaktadır.

Allah’ın kullarından istediği iman öyle bir iman; ki aydın tefekkürle gerçekleşen kesin bir imandır. Bu İmanın, koca karı imanı diye adlandırdıkları imanla hiç bir ilgisi yoktur.

İmanın veya akidenin mefhumu incelenirken ona bağımlı bazı hususların da incelenmesi gerekir. Allah (cc) bu hususları şöyle beyan ediyor:

“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa 136)

Buna göre Allah’u Tealanın varlığına delalet eden azameti, yüceliği, ilmi ve hikmetini kapsayan hususları da bilmek gerekir. Ayrıca Allah’ın gaybı bildiğine akli ikrarla inanmak gerekir. Meleklere, cinlerin ve şeytanların varlığına, peygamberlerine indirdiği kitaplara, kıyamet günü tekrara dirilişe, amellerimizden dolayı hesaba çekilme, günahlardan dolayı cehennemle cezalandırılma, sevapların karşılığı olarak ta cennete girme ve kaza ve kederle ile ilgili hususları en iyi şekilde öğrenip kesin şekilde tasdik etmek kaçınılmaz bir şeydir.

İslam akidesi tek bir bütündür ve kalıcıdır. Bu akide davranışları düzeltir, nefisleri temize çıkartır, insanı dürüst ve dosdoğru yapar. İmana ait olan bu mefhum, Allah’ın Resullerine gönderdiği risalet olup önceki ve sonraki insanlara tavsiye ettiği akidedir. Öyleyse, bu akide zaman ve mekanın, kavimler ve fertlerin değişmesiyle asla değişmez, sabittir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.” (Şura 13)

Bize iman etmemiz istenen tevhidi esas Resulleri ve nebileri yolu ile önceki kavimlerden de istenmiştir. Tevhidi dinlerin hepsinde imanî esaslar aynıdır. Ancak şeriatlarda ve teferruatlarda farklılıklar vardır. Çünkü yüce Allah (cc) her ümmete ayrı ayrı şeriat ve metot vahyetti. Bunu Allah (cc) şöyle beyan ediyor:

“(Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik.” (Maide 48)

Buna göre öncekilere inen şeriatlar İslam geldikten sonra bağlayıcı değildir. İslam’ın gelmesiyle Ehli-i Kitap gibi milletler önceki şeriatlarını terk edip İslam’a girmekle emrolundular.

“Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”(Ali İmran 85)

Akide; ferdin, cemaatın ve ümmetin ruhu veya canıdır. Bu akide ne kadar açık net ve vazıh olursa o kadar hayat sahnesinde ümmette ve fertlerde üretkenlik, icat edicilik, canlılık ve faaliyet kazandırır. Allah (cc) bu konuda şöyle buyuruyor:

“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu! İşte kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir.” (Enam 122)

Bu akide, her güzel duyu ve hissin kaynağıdır. Her hangi bir fazilet, güzellik ve iyilik varsa ancak ondan kaynaklanır ve ona ait olur. Kuranı Kerim salih amel veya iyiliklerden söz ederken önce akideden ve imandan bahseder. Zira, iyiliklerin öncüsü ve kaynağı bu akidedir. Diğer iyilikler ve güzellikler ondan teferruat olarak fışkırır, onun dalları olur. Ve o akide onların esası olur. Allah-u Teala şöyle buyurdu:

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!”(Bakara 177)

Allah-u Tealanın varlığının hakikatı

İslam, insandaki büyük düğümü akla kanaat veren, fıtrata uygun olan ve kalbe güven kazandıran bir şekilde çözdü. Daha doğrusu, bu akideye inanmak ve İslam’a girmek için akla kanaat getirmeyi şart koşmuştur. Şöyle ki; tedbir sahibi olan bu yaratıcının varlığı gereklidir. Yaratıcı (Allah) ezeli olup bir şeye muhtaç değildir. Her şey ona muhtaçtır ve her şeyin varlığı ona dayanır. Nitekim, Allahu Teâla’nın varlığını idrak etmek kolay ve herkesin gücü dahilindedir. Çünkü, onun varlığının idraki aklın ihsası altındadır. Fakat Allah’ın zatını akıl hissedemez ve idrak edemez. Zira akıl bundan acizdir. Çünkü, akıl sınırlı olduğu için Allah’ın zatını düşünemez. Sınırlı olanın gücü her ne kadar yüksek ve büyük olursa olsun sınırını aşamaz.. Bu nedenle, ötesine ulaşamaz ve malik olamayacağı gücün dışına da çıkamaz.Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura 11)

Aklın hissettiği sınırlar dahilinde yaratıklar idrak edilip düşünülerek Allah’ın varlığı idrak edilir. Allah’ın kelamı Kuranı Kerim, insanın etrafında bulunan bütün yaratıklara dikkati çekmiştir ki, insan bunları düşünsün, incelesin, araştırsın ve tefekkür ederek Allah-u Teâla’nın varlığını iman etsin. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“(Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.” (Neml 60)

“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (Gaşiye 17-20)

“Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” (Nahl 68-69)

Kuranı Kerim insanı Allah’a inanma hususunda aklını kullanmaya davet ediyor. İnsanın dikkatini eşyalar üzerinde yoğunlaştırıyor. Bu noktada Allah (cc) şöyle buyuruyor;

“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah kusurlardan münezzehtir.” (Yasin 36)

“Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan çifti O yarattı.” (Necm 45-46)

Bütün bu deliller insanları bir yere getirip, bütün kapıları kapatarak, kaçınılmaz ve inkar edilmez bir gerçek karşısında teslimiyete sürüklemektedir. Allah (cc) bu hususta şöyle buyurdu:

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.” (Tur: 35-36)

“İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek (kibir ve azamet içinde) Allah hakkında tartışmaya kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız. İşte bu, önceden yapıp ettiklerin yüzündendir (denilir). Elbette Allah kullarına haksızlık edici değildir.” (Hac 8-9-10)

Bütün bunlardan sonra Kuranı Kerim şu kesin neticeye ve ebedi gerçeği ortaya koymaktadır: Yaratıcı birdir, tektir ezelidir ve O’ndan başka ilah yoktur. Değerli Resulüne şu ayetle hitap ediyor (bu hitap aynı anda ümmetine de hitaptır).

“Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 19)

Allah’ın zâtı asla idrak edilemez

Allahu Teala insanı yarattı ve onu yeryüzünde halifesi kıldı. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak galip ve merhamet sahibi O'dur. O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde 6-7-8-9)

Allah (cc) insana akıl verdi. Nitekim, sahabelerden rivayet edildiği gibi, Allah’ın yarattığı şeyler arasında en değerli şey akıldır. Çünkü, araştırmak, algılamak ve fikir üretmek için tek araç odur. İnsanın insan olmasını ispatlayan temel unsurun düşünme kabiliyeti olmasıdır. Allah insanı düşünme ve irade ve seçmede iradesini serbest bırakmıştır. Ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

“Takdir edip yol gösteren O’dur.”(Ala 3-4)

Bundan dolayı, Allah (cc)’ın varlığı hakkında araştırmak insana göre tabii ve kaçınılmazdır. Çünkü, tefekkür ve irade imkanına sahip olan tek canlı varlık insandır. Zira insan kendisini, çevresindeki ve etrafındaki varlıkları inceleyebilir. Başka ifadeyle, kainatı, insanı ve hayatı düşünebilir. Bunların durum, hal ve onlarla ilgili bütün hususları araştırabilir. Böylece, kendisinin en üstün varlık olmasına rağmen aciz, eksik, sınırlı ve muhtaç olduğu kanaatine varacaktır. Bu aydın bakışla akıl mutlak kemale sahip olan yaratıcı ve düzenleyicinin var olduğuna kesin kanaat getirir.

Doğru neticeye varabilmek için aydın bakışla bakmak kaçınılmaz olur. Zira insanın kendine ve etrafındaki varlıklara yüzeysel veya derin bakışla bakması hiç yeterli değildir. Daha doğrusu, doğru gerçeklere ulaşmak ancak aydın şekilde düşünülerek gerçekleşir.

Aydın veya münevver şekilde düşünmek ise; eşyalar ve olayları, onların durumlarını ve onlarla ilgili her hususu derince düşünmekten geçer. Şöyle ki; insan yalnız eşyalara bakıp onlarla ilgili durum ve hususlara bakmazsa düşüncesi ve araştırması üzerine bir ışık tutmuş sayılmaz. Ancak varlıkların durumlarına ve onlarla ilgili hususların aciz, eksik ve muhtaç oldukları göz önünde bulundurularak yapılacak araştırma ve düşünme operasyonuna insanı bir hedefe götürebilir. Böylece de aydın şekilde düşünmüş olur. Bu düşünme yoluyla doğru neticelere varılır. Nitekim Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”(Ali imran 191)

İslam akidesiyle ilgili husus düşünmek, öğrenmek ve sormaktır. Allah’ın zatını tartışmak ve cedelleşmek akıl sahiplerinin işi değildir. Çünkü onlar bilir ki, Allah’ın zâtını anlamak aklın sınırı dahilinde olmadığı için imkansızdır ve insanın düşüncesinin kudretini ve ölçülerini aşar. Nitekim insanın düşüncesi ve ölçüleri sınırlıdır. Gücü belli bir oranda olduğu için akıl mutlak olanın zatını idrak edemez. Akıl bunu idrak etme ve tasavvur etmekte acziyet ve güçsüzlük gösterecektir. Buna göre İslam dini Allah’ın zatıyla ilgili sahada aklın meşgul olmasını nehyediyor. Böylece hem akıl korunur ve de zatı ilahi için hakkıyla takdir ve icmali sağlanmış olur. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!” (Hac 73)

İslam akidesi, akla değer verip ve hitap etmekle beraber aklın üzerinde duracağı sınırları belirtmiştir. Gayb alemiyle ilgili hususlarda Müslümanlar akla başvurmaz, ancak vahye baş vururlar. Gaybla ilgili bilgiyi oradan alır, onunla yetinirler. Yine gaybla ilgili haberleri ancak Allah’ın Resulünden alırlar. Çünkü vahiy ancak peygamberlere gelir. Bu hususta Allah (cc) Kur’anı Kerimde şöyle buyurdu:

“Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (Bakara 1-5)

Allah’ın zatı hakkında soru sormak dönüşü olmayan derin denizlere dalmak gibidir. İlahın zatından söz eden insanlar sapıklığa düşmüşlerdir. Onların bu hususta söz etmeleri, ayrı ayrı ihtilaflı guruplara bölünmelerine ve fitneye düşmelerine sebep olmuştur. Çünkü, bilemeyecekleri ve bilmek için hiç bir zaman bir güce sahip olmayacakları konu hakkında konuşmuşlardır. Bu nedenle Resülullah (sav) şöyle buyurarak Allah’ın zatını düşünmeyi nehyetti. “Allah’ın yarattığı şeyleri düşünün fakat, Allah’ın zatını düşünmeyin yoksa helak olursunuz.” (Hadis)

Bu nehy veya yasaklama, akla kilit vurmak için değil, aklı korumak içindir. Çünkü, akıl helak olabilir veya boşuna düşünmeye başlar. Zira aklın sınırını aşan bir konuyu tedavi etmeye çalışır, fakat tedavi imkanlarına malik olamaz. İncelenmesi mümkün olmayan bir konuyu incelemeye kalkışmış olur. Halbuki, zat-ı ilahiye yaratılmışlara benzetilemez Allah-u Teala kendisinin yaratığı bir şeyle vasıflanamaz. Fakat akıl Allah’ın var olduğunu idrak edebilir. Çünkü, bu konu kendi imkanı ve sınırı dahilindir. Fakat, yaratıcının zatını idrak etmekten acizdir. Allah (cc) bu noktada şöyle buyurdu:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” (Al-i imran 190)

“De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.” (Yunus 101)

Allah’a iman İslam akidesinin zirvesidir

Şüphesiz ki, yaratıcı ve tedbir sahibi olan Allah’a iman, imanın en yüksek noktası ve zirvesidir. Kainat, hayat ve insan gibi aklın ihsası altında vuku bulan her şeyin idrak edilmesinden dolayı Allah’ın varlığı bilinir.

Bundan dolayı, Allah’u Tealanın varlığı akıl tarafından idrak edilebilen bir gerçektir. O, gayri müslimlerin inandıkları ve zihinlerinde tasarladıkları hayali felsefeler gibi bir düşünce değildir. Mutlak şekilde imandan söz edilince Allah’a iman kastedilir. Buda aklın eşyaya bakarak idrak ettiği, kalbin üzerinde istikrar bulup kanaat getirdiği ve münakaşaların son bulduğu noktadır.

Hayatta insanın hareket etmesi, hak olan yaratıcının varlığına delalet eder. Bundan dolayı insanlar başıboş yaratılmış değillerdir. İnsan hayata bakışını, hal ve hareketlerini ciddi, hedefli ve bir sorumluluk içerisinde ele almalıdır. İnsanın hayvanlar gibi sırf yemek, içmek ve sorumsuzca yaşaması hiç doğru olmaz.

Allah’a inanmak imanın zirvesidir. İmana bağlı olarak Allah’ın sıfatlarıyla ilgili feri meseleler de var. Bu feri meseleler insanın yaratıcısı olan Allah’la ilişkisine ve hayattaki hareketinin boyutlarına tahakküm eder. Misal olarak; Allah’ın dirilten ve öldüren olmasıdır. İnsanın eceli yalnız Allah’ın elindedir. Rızkı verenin yalnız Allah olduğuna iman etmek gerekir. İnsanın rızkını sınırlandırma konusunda hiç bir mahlukun rolü yoktur. Ayrıca, zafer veren ve yardımcı olan yalnız Allah’tır. Buna göre, Allah’tan başka hiç bir güçten yardım dilenmez ve yalnız O’ndan zaferin gerçekleşmesi talep edilir.

Allahu Teala’ya iman, hayatla ilgili bilgimizi artırır. Çünkü, insanın aklının erişemediği bir çok konular aydınlığa kavuşur. Allah’ın bize bildirdiği kıyamet günü cennet ve cehennem ve diğer gaybi konularla ilgili bilgiler gibi. Yaratıcıya inanmayanların bilgileri kısır ve eksik olur. Müminler ise bu ilmi ve onunla beraber başka bilgiyi elde ederler. Kur-anda Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara 32)

Böylece, Allah’a inanmak, imanın zirvesi sayılır. Çünkü, Allah mutlak sıfatlara sahiptir. Yaratıcı O’ dur, rızkı veren, dirilten, öldüren, daimi ve ezeli olan O’ dur. Her şeyi bilen O’ dur. Dönüşüm O’nadır. Bu nedenle, yüce Allah’a iman, imanın en temelidir.

Bu akli iman sayesinde ilk müminler hayat sahnesinde yükselip terakki etmişlerdi. İmanları sayesinde kemale erişmek için verdikleri mücadelede onlar daima önde anılmaktadır. Onlar imanlarında gösterdikleri sebat ile faziletleri elde etmek için yarışıyorlardı. Değerlilik, haysiyet ve yükseklik konularında bütün insanlık için en güzel örnek oldular. İzzet ve şerefe nail olan o insanlar övgünün en yüksek derecesine eriştiler. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (Munafıkun 8)

Evet... Şaşılacak bir şey yoktur. Onların nefisleri bu imanla temiz oldu. Nitekim, Allah onları temize çıkarttı. Onlar bu imanla sadık, doğru, samimi, ihlaslı, sabırlı, takvalı, rahmetli, mütevazı, hayakar, iffetli, cömert, Allah uğrunda harcayan, ve başkalarını kendilerine tercih eden kimseler oldular.Allah (cc) bu konuda şöyle buyuruyor:

“Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir. (Fetih 29)

Yüce kudrete sahip olan Allah’a iman sayesinde, toplumları salih ve faziletli oldu. Fetihlerle toplumlara, marufu emrediyor ve münkerden sakındırıyorlardı. O toplumda yalnızca hak davet ve hak söz yükseliyordu. Dönemin fasıkları, münafıkları ve kafirleri alçaldıkça alçalıyordu. Müminlerin yanında izzet ve şerefleri kalmadı. İzzet yalnız Allah’a Resulüne ve müminlere aittir. Bu imanla, yeryüzünde Allah’ın dinini yükseltmek için hakkıyla cihad etmişlerdi. Allah’ın uğrunda canlarını ve mallarını esirgemeden harcadılar. Dünyanın bir çok beldelerine İslam sancağını taşıdılar. Böylece insanları kula kulluk etmekten kurtarıp, kulları yaratan yalnız Allah’a kulluk etmeğe yönelttiler. Bu imanla otorite sahibi oldular. Hatta kayserler ve Kisralar kendilerine boyun eğdiler.

Müminler inşallah sahabelerin taşıdığı o iman dermesini yakalayarak, günümüzde yıkılmaz bilinen Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer büyük devletleri kendilerine boyun eğdireceklerdir. Bu devletler salih iman etmiş İslam ümmetinin yokluğundan dolayı yeryüzünde yükseldiler. Ancak şunu bilmeliler ki; ümmetin bugünkü içerisine düştüğü hal geçicidir. Ümmet düştüğü bu sefihlikten elbette bir gün kurtulacaktır. Tekrar kendine gelecek, tekrar meydanlara insanlara çıkartılmış en hayırlı ümmet olarak dönecektir. Bu Allah’a zor değildir. Allah emrine galip gelecektir. Fakat, İnsanların çoğu bilmezler.