Rasulullah
(sav) şöyle buyurdu: Siz bir adama biatta birleşmiş iken,
birisi gelir de asanızı kırmak veya cemaatınızı parçalamak
isterse, onu hemen öldürün. [Muslim, 3443]
Rasulullah
(sav), Müslümanların yani İslâm Ümmetinin birliğini ve
varlığını asaya benzetmiştir. Asa kendisine dayanılarak, yürünebilen
bir dayanaktır. Efendimiz (sav) İslam Ümmeti’nin birlikteliğini
asaya benzetmiştir ki; böylece o asa olmadan, İslam Ümmeti’nin
yürüyemeyeceğini ifade buyurmuştur. Bu dayanak kırılırsa,
ümmetin birliği dağılır, cemaatı parçalanır ve
varlığı ölümcül darbe alır. Çünkü bu, ümmetin
tefrikaya düşmesi, gücünü kaybedip zillete ve yenilgiye uğraması
demektir. Bunu Allah (cc) şöyle belirtmektedir:
“Birbirinizle
çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da, gücünüz
(devletiniz) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenler ile
beraberdir.” [Enfal 46]
İslâm
Ümmeti cemaat varlığını ancak, birlik ve beraberlik içinde
koruyabilir. Ümmetin birlik ve beraberliğinin dayanağı olan asası
ise, Raşidi Hilâfet Devleti’dir. Kendisine biat
edilmiş meşru halifedir. Devlet (Halife) ortadan kalkarsa,
ümmetin birlikteliği de ortadan kalkar. Ümmetin birlikteliği
ortadan kalkınca, ümmetin devleti/gücü -günümüzde olduğu
gibi- elinden gider. Korku ve panik içinde, zelil ve yenik bir
konuma düşer.
İşte
ümmetin bu konuma düştüğü gün, yani asasının
kırıldığı gün 3 Mart 1924’dür. Hilâfet’in yıkıldığı
gün… Ümmetin kara günü... Ümmetin dizlerinin çöktüğü
gün... Cemaatının başının kesildiği gün... Dev vücudun
ayaklar altına yığıldığı gün… Haşaratlar
mesabesindeki aşağılık mahluklar olan kâfirlerin saldırılarına
maruz kaldığı gün... Bu saldırılar karşısında zırhsız,
kalkansız, korumasız ve savunmasız kaldığı gün...
Dengeyi
koruyan güç ve sistem, tâ o tarihte kaybedilmiştir. Her
işte asıl olan; siyasi güç ve otoritedir. Yani, dünya
devletleri arasında itibar kazandıran şey ancak, güçlü
otoriter varlıktır. M. Kemal İngilizlerin yardımı ile
ümmetin elindeki en güçlü otorite olan Hilafeti ortadan kaldırmış,
bu yolla ümmeti güçsüz hale getirmiştir. Koskoca bir
coğrafyayı kafir sömürgecilere parsellemiş, her şeyi ile
onların hizmetine sunmuştur. Daha sonra bu bölgelerde küfür
nizamları hakim olmuş, yönetime de yerli kukla uşaklar
getirilmiştir.
Rasulullah
(sav) şöyle buyurdu: İmam (halife) bir kalkandır.
Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur. [Buhari,
2737; Muslim, 3428; Nesai, 4125; Ahmed b. Hanbel, 10359]
Rasulullah
(sav) yine imamı yani halifeyi kalkana
benzetmiştir. Kalkan, düşmandan gelen ok, kılıç, süngü
gibi saldırılar ve darbelerden koruyan bir araçtır. Bütün
bu benzetmeler, edebiyat yapmak için değildir. Hilâfet’in,
ümmetin varlığı açısından ne kadar hayati olduğunu
vurgulamak içindir. Hilâfet’in bu hayati önemi,
günümüzde açıkça görülmüyor mu?
Günümüzde
Müslümanlar, Rasulullah(sav)’in de tasvir ettiği gibi, çeşitli
saldırılara uğramıştır. Rasulullah (sav) bunu şöyle
tasvir etmiştir: Yemek yiyen obur kimselerin yemek
sofrasına üşüştükleri gibi, çeşitli din mensuplarının
(kâfirlerin) size karşı birleşip başınıza üşüşmeleri
yakındır. Birisi şöyle sordu: “Acaba o zaman biz
sayıca az mı olacağız?“ Efendimiz (sav) şöyle cevap
verdi: Hayır. Bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız.
Fakat siz, selin sürüklediği çerçöp gibi olacaksınız.
Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkartacak
ve sizin kalbinize de “vehen” koyacaktır. “Vehen
nedir, ey Allah’ın Rasulü?” diye sorduklarında şöyle
buyurdu: Dünya sevgisi ve ölümü kerih (çirkin)
görmektir. [Ebu Davud, 3745]
Ey
müslümanlar!
İslâm
Ümmetinin günümüzdeki haline bir baksanız ya!
-
Olayların ve komploların önünde sürüklenen, her tür
entrikanın mahkemesiz kurbanı, günah keçisi, dağınık,
paramparça, perişan, çerçöp gibi değiller mi? Başlarına
bela olan bir avuç mutlu azınlık ve onların avaneleri, onlar
adına kararlar alıp, yasalar çıkartıp, onları yeni dünya
düzeninin kölesi haline getirmiyorlar mı? Onları, sahip
oldukları tüm güç ve servetleri kafirlere peşkeş çekerek,
IMF ve Dünya Bankası’nın vereceği üç kuruşa mahkum
etmiyorlar mı?
-
Sayıları bir buçuk milyar olmasına rağmen, dünyanın
herhangi yerindeki siyasî ve sosyal olaylarda herhangi bir
konumları, itibarları veya ağırlıkları var mı? İran-Irak
Savaşı’nda, Körfez Savaşı’nda, Afganistan Savaşı’nda
ve devam eden Haçlı Seferlerinde kafirlere boyun eğmekten
başka ne yaptılar? Ne yapabildiler? Açlık ve sefalet içerisinde
yok olan, dilendirilen, garibanlar sürüsü haline getirilen
günümüz Müslümanlarının çığlık ve feryatlarına kulak
verebildiler mi? Her gün televizyonlarda izledikleri
haberlerde, gördükleri acı ve içler parçalayıcı
manzaralar, katliamlar, hırsızlıklar, kapkaçlar, aile
dramları, hastane kapılarından kovulanlar hiç canlarını
yakar oldu mu? Kafirlerin üzerlerine sırtlanlar çetesi gibi
üşüşerek, kendilerini vahşice kemirdiklerini görmüyorlar
mı?
-
Üç buçuk yahudi, üç buçuk Ermeni ya da Rum, bulundukları
bölgelerde milyonlarca müslümanı aşağılamıyorlar mı?
Milenyumun firavunu Amerika ve İngiltere, başlattıkları Haçlı
Seferleri serisiyle, “terörizmle mücadele” palavrası
adı altında, Afganistan’daki Müslümanları helak
etmediler mi? Şimdi de Keşmirli, Iraklı, Somalili, Yemenli
ve diğer birçok müslümanı mezbahanelerinde doğramaya
hazırlanmıyorlar mı? Ve başlarındaki hain ve uşak yöneticiler,
efendileri olan kafirlerin bu katliam ve cürümlerine ortak
olmuyorlar mı?
Hele
Allah için, İslâm coğrafyasındaki şu dehşet verici
manzaraya bir bakın!
-
Türkiye’de bir avuç dönme (yahudi bozuntusu) laik Kemalist,
-
Mısır’da bir avuç Kıptî,
-
Irak’ta bir avuç Baasçı ateist,
-
Suriye’de bir avuç Nusayri,
-
Cezayir’de bir avuç Fransız bozuntusu,
-
Arap Yarımadası’nda bir avuç kraliyet çetesi,
-
İran’da bir avuç ırk ve mezhep asabiyetçisi,
-
Pakistan’da bir avuç Kadıyani,
-
Orta Asya’da bir avuç Amerikan ajanı, azgın İslam düşmanı,
-
Endonezya’da bir avuç Nasrani…
Bu
bölgelerdeki Müslüman halkların başına musallat olmuş,
kan kusturmuyorlar mı? Göz yaşı döktürmüyorlar mı? Müslümanları
katliamlara maruz bırakmıyorlar mı? Zindanlara tıkmıyorlar
mı? Ülkelerini Müslüman halklara birer zillet hapishaneleri
konumuna getirmiyorlar mı? Onlara geçimlerini dahi çekilmez
bir dert kılmıyorlar mı? Kâfir Batı kültürünü ve
hadaratını zehirli iğne vurur gibi Müslümanların evlâtlarına
enjekte etmiyorlar mı? Meselâ; Türkiye gibi bazı yerlerde
Allah (cc)’nin dininin toplum ve devlet hayatından, laiklik
adına uzaklaştırılması yetmezmiş gibi, Müslümanların
inançları doğrultusunda giyinmeleri, ibadet etmeleri, hatta
Kur’an öğrenmeleri yasaklanmıyor mu? Müslümanlar
dinlerinde fitneye düşürülmüyorlar mı? Akılları,
duyguları ifsat edilmiyor mu? Ahlâksızlık ve diğer
İslam-dışı pislikler ile fert ve toplumlar kirletilmiyor mu?
- Müslümanların
ülkelerindeki servetleri çalmak için, aç gözlü vahşî
kâfir devletler Müslümanların topraklarına üşüşmüyorlar
mı? İşte kafir Amerika hiçbir inanılır gerekçe olmadan
Afganistan’a ne için saldırdı? Azgın yahudi Şaron,
işbirlikçi yahudi Arafat ile hazırladığı entrikalar
yoluyla Filistinli Müslümanları helak etmiyor mu? Ki; onlar
yeryüzünün en alçak ve korkak milleti iken, buna nasıl
cesaret edebiliyorlar? Keşmir, Karabağ, Kıbrıs,
Çeçenistan, Orta Asya ve daha birçok İslam beldesi neden
alevler içerisinde? Kafir Amerika ve İngiltere binlerce
kilometre uzaktan savaş uçakları, gemileri, bombaları ve füzeleriyle
kalkıp, Müslümanların bağrına saplanan bir hançer olmak
için gelmiyorlar mı? Hele İslam’a ve Müslümanlara karşı
giriştikleri bu kahredici savaşlarına, ajanları yoluyla
ordular göndertip, Müslümanların evlatlarını dahil
etmiyorlar mı?
- Müslümanların
ülkelerinde, onların servetlerini çalarken Müslümanların
başlarına binlerce ton bombaları yağdırmadılar mı? En son
Afganistan Savaşı’nda; kafir Bush bu savaşın İslam’a ve
Müslümanlara karşı başlatılmış bir Haçlı Savaşı
olduğunu açıkça ilan etmedi mi? Bunu da herhangi bir kaygı
duymadan, utanmadan yüzsüzce ifade etmiyorlar mı? Afganistan’da,
Pakistan’da, Özbekistan’da, Bosna’da, Kosova’da, Keşmir’de,
Filistin’de, Lübnan’da ve Çeçenistan’da Müslümanlar
vahşi bir şekilde katledilirken ve bir çok ülkede inançları
ve gösterdikleri İslami çözümlerden dolayı zindanlara
atılırken, bırakın bütün dünya devletleri ve halklarının
buna seyirci kalmasını, en vahimi Müslümanlar, korkak ve
ürkek bir şekilde buna seyirci olmuyorlar mı? Bütün bu
gerçek, acı ve vahim görüntüler, Müslümanların içine
düşürüldükleri o iğrenç, zelil, perişan durumu
sergilemiyor mu?
Üstelik
“asalarının” kırılıp, “kalkanlarının”
parçalanması, Müslümanları dünyada bu vahim konuma düşürdüğü
gibi, ahirette de hüsrana düşme tehlikesi ile baş başa
bırakıyor. Zira Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: Kim
(imama-halifeye) itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde
Allah’ın huzuruna lehinde herhangi bir delil olmaksızın çıkacaktır.
Kim boynunda bir biat olmadan ölürse, cahiliyye ölümü ile
ölmüş olur. [Muslim, 3441]
Ne
acı bir durum! Ne büyük bir kayıp! Dünyada
zillet, ahirette hüsran! (Allah korusun, Allah kurtarsın)
3 Mart 1924. İşte bu kötü sonucun kapısıdır. Müslümanların
en kara günüdür. Müslümanların cehalete, zulme, sefalete,
öldürülmeye, ayıplanmaya ve ezilmeye mahkum edildiği gündür!…
Bütün
bunların sebebi nedir? Bütün bu olaylar karşısında Müslümanlar
niçin bir varlık gösteremiyorlar? Hatta kendi mallarını,
canlarını, evlatlarını, namuslarını ve dinlerini
koruyamıyorlar!? Düşmanları olan kâfirler niçin
Müslümanlardan korkmuyorlar ve bu kadar rahat olabiliyorlar?..
İslam Ümmeti, aziz ve kerim bir ümmet iken, muazzam bir
potansiyele, servete ve insan gücüne sahip iken ve kafirler
Allah’ın kendilerine lanet ettiği korkak ve aşağılık
mahluklar iken, nasıl oluyor da bütün bunları yapmaya
cesaret edebiliyorlar? İslam Ümmeti’nin Hilafet Devleti çatısı
altında, adaletli, güçlü ve korkutucu bir güce sahip olduğu
zamanlarda, yerinden kımıldamaktan çekinen kafirler, bugün
İslam’a ve Müslümanlara karşı, nasıl bu kadar babayiğit
kesilmiştir?
Neden?..
Çünkü Müslümanların asası ve kalkanı
kırıldı. Neden?.. Çünkü Müslümanların akıllarında,
kalplerinde ve toplumlarında kötü bir değişim oldu.
Allah(cc)’nin dinini gereği gibi anlayıp, toplumsal
yaşantıda gereği gibi uygulamada zayıflıklar göstermeye başlayınca,
hayatlarından Dinlerinin hakimiyeti ve onun getirdiği izzet,
kuvvet, nusret yani hayat veren unsur uzaklaştı ve Allah (cc)’nın
şu hükmünü unuttular, Allah (cc) da onları unuttu. Böylece
yardımsız ve çaresiz kaldılar:
“Allah size yardım
ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi
bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a
güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160]
İşte böyle
bir durumda iken, asalarını ve kalkanlarını 3
Mart 1924’de kaybettiler. Paramparça olup, bu perişan hale düştüler.
Ne yek vücut olup ayakta durabiliyorlar, ne de aşağılık
mahluklar olan kâfirlerin çeşitli iğrenç saldırılarına
karşı ve başlarının belâsı olan rezil ve asalak yöneticilere
karşı, kendilerini koruyabiliyorlar. Asaları ve kalkanları
kırıldı… Bu Allah (cc)’nin yasasının gereğidir. Zira
Allah (cc) bu yasasını şöyle izah etti:
“Bunun sebebi
şudur: Bir toplum bünyelerinde olanı (kötü hallerini) değiştirmedikçe,
Allah o topluma vermiş olduğu nimetini değiştirecek değildir. Allah çok
iyi işiten, pek iyi bilendir.” [Enfal 53]
Allah (cc)’nın bu
yasası, her zaman geçerlidir. Bu, iyi halin kötüye, kötü halin iyiye değişmesinin
yasasıdır. Eğer İslâm ümmeti Allah (cc)’nın kendisine vermiş olduğu
izzet, kuvvet, nusret ve onların vesileleri olan asa ve kalkanını kaybetmiş
ve bu duruma düşmüş ise bu, yasanın gereğidir. Bu durumdan kurtulmasının
yolu da yine bu yasanın gereği olarak, kendi bünyesinde hayırlı yönde değişiklik
yapmasıdır. Bireysel olarak zihniyet ve nefsiyetlerini (fikirlerini ve
duygularını) tertemiz İslam fikirleri ve duyguları ile değiştirerek, İslâmî
şahsiyeti kazanmaları gerekir. Yani demokrasi, laiklik, insan hakları,
özgürlükler, reform gibi küfür fikirleri anlayışları, bakışları ve
duygularını terk etmeleri ve hayatlarının her noktasında ve her anında
şer’î hükümlere (İslami fikirlere ve çözümlere) bağlanarak, salih
amel işlemeleridir. Akıl ve kalplerinin, fikir ve duygularının merkezi Allah’ın
rızasını, ebedi Ahiret mükafatını kazanmak olmalıdır. Geçici dünya
menfaatlerini değil. Toplumsal olarak da, sosyal ilişkileri belirleyen değer
ölçüleri, yasalar, sistemler ve kurumlar İslâmî açıdan değişmelidir. Küfür
kanun, nizam, değer ölçüleri, adetleri, kurumları, devletleri atılmalı
yerine hayırlı ve seçkin İslâmî değer ölçüleri, şer’î hükümler
alınmalı ve İslam Ümmetinin tek kurtuluşu olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni
kurmak için çalışmalıdırlar. Allah’a yemin olsun ki; bundan başka
kurtuluş yolu yoktur. Çünkü, İslâm ümmeti ancak İslâmî hayat ile
tekrar can bulur, kendisine gelir, kalkınır. Layık olduğu izzet ve
şerefine, cesaret ve kuvvetine, asasına ve kalkanına sahip
olur. Bu, ilahî yasanın gereğidir. Müslümanlar asa ve kalkanlarının
kırıldığı bu kara günlerinde, bu gerçeği düşünüp gereğini yapmaya
yani kalkınma ve kurtuluşlarının tek yolu olan İslâmî hayatı tekrar
başlatıp aleme nur ve hidayet olarak taşıyacak Raşidî Hilâfet Devleti’ni
kurmak için ihlasla çalışan Müslümanlara katılmaya koşmalıdırlar!
Ey Müslümanlar!
Bekleyip durduğunuz,
sürekli nerede diye sorduğunuz çıkış yolu işte buradadır! Artık çektiğiniz
sıkıntıların, katlandığınız musibetlerin ve yaşadığınız acıların
sonu -Allah’ın izniyle- gelmiştir. Fakat sizin bu kötü ve durgun haliniz
ve bekleyişiniz, olaylar karşısındaki anlamsız duruşunuz, bu sonu
geciktirmektedir. Hatırlayın ki; Allah çok sevdiği kerim Rasulü (sav)’e
dahi hak etmeden yardım etmemişti. Peygamber (sav) ve beraberindeki seçkin
Sahabeleri, birçok belaya, musibete, felakete, işkenceye, öldürülmeye,
yurtlarından uzaklaştırmaya maruz kalmışlardı. Oysa Allah onlara yardım
etmeye kadir olduğu halde, onları imtihan etti. İşte o samimi Müslümanlar
ne zaman ki; karşılaştıkları her tür bela ve musibet karşısında, Allah’tan,
Rasulü’nden kopmadılar ve seçkin İslam hidayetine taviz göstermeden, sımsıkı
sarıldılar, işte o zaman Allah da kendilerine hak ettikleri ve layık
oldukları yardımı gönderdi. Oysa sizler, henüz bu samimiyeti Allah’a karşı
göstermediniz. Hala dininize sapasağlam sarılacağınıza, kafirlerin sizin
kanınıza bulaşmış ellerine sarılıyorsunuz. Hala İslam dışı unsurları
bünyenizde barındırıyorsunuz. Ne zaman ki; bu pislikleri bünyenizden atar,
İslam’ın dışından gelen her şeyi reddeder, tüm samimiyetinizi
göstererek İslam hidayetine hayatınızın her zerresinde bağlanır, İslam’ın
hayata hakim olması için malınızla, canınızla mücadele eder, her türlü
sıkıntı, bela ve musibet karşısında İslam’a bağlılığınızı sürdürür,
kerim dava adamlarıyla birlikte olup, İslam ümmetinin hayırlı ve seçkin
kitlesi ile birlikte çalışırsanız, işte o zaman, Allah bu samimiyetiniz ve
içtenliğinizin mükafatı olarak, size yardımını gönderecektir. Eğer siz
bundan yüz çevirirseniz, Allah’a yemin olsun ki; bu dünyada zaten çektiğiniz
bunca eziyet, rezillik ve aşağılanmalara ek olarak Hesap gününde Allah’a
verecek cevap bulamazsınız. Sonra Allah sizi helak eder de yerinize sizin gibi
olmayan, sadece Rablerine yönelen, hayırlı ve yiğit bir mümin toplum
getirir de aziz dinini, kafirlerin tüm çabalarına rağmen, onların eliyle
üstün kılar. Sonra pişman olan siz olursunuz.
Hatırlayın
ki; siz, geçmişte İslam’ı kabullenerek şanlı bir tarih
yazmış bir ümmetin evlatlarısınız. Altı kıtada İslam’ın
bayrağını dalgalandırmış, küfür sistemleri ve
devletlerini diz çöktürmüş bir neslin torunlarısınız.
Sizi güçsüz kılan, kafirlere boyun büktüren, malınızı
canınızı kafirler eliyle heder eden, bu sistem ve
uşaklarına daha ne zamana kadar müsaade edeceksiniz?! Buna
sessiz kalmanız, bu küçük düşürücü duruma sabretmeniz,
onu değiştirmek için kılınızı dahi kıpırdatmamanız,
sizi Allah (cc)’nun şu uyarısına muhatap edecektir:
“Ey iman edenler!
Eğer kafirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye (eski dininize) döndürürler
de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” [Al-i İmran 149]
Sizler daha 77 yıl
öncesine kadar dünyanın en güçlü devleti idiniz. Siz o gücü İslam’la
kazandınız ve Hilafet bayrağı altında yıllarca başı dik dünyaya
hükmettiniz. Sizi o halden (hilafetten) uzaklaştıran bu cumhuriyeti, daha ne
zamana kadar korumaya devam edeceksiniz?! Allah sizleri, bizleri ve tüm
müminleri bağışlasın, hepimizi yolunun yolcusu kılsın, Allah hepimize
ikram etsin de, helak olmaktan kurtarsın, Hilafetin yıkılışının yıldönümü
olan bu 3 Mart gününü hatırlamayı, sizi onu tekrar kurmaya sevk eden
bir unsur kılsın... Muhakkak ki, Allah müminlere karşı çok şefkatlidir.
Fakat siz buna layık olmak için, gayret sarf ederseniz...
“Ey iman edenler!
Sizi size hayat verene davet ettiğinde, Allah ve Rasulüne icabet edin ve bilin
ki Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda
toplanacaksınız.” [Enfal 24]
|