Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

İslâm Ümmeti’nin Asasının Kırılıp, Kalkanının Parçalandığı Gün

3 MART 1924

 Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Siz bir adama biatta birleşmiş iken, birisi gelir de asanızı kırmak veya cemaatınızı parçalamak isterse, onu hemen öldürün. [Muslim, 3443]

Rasulullah (sav), Müslümanların yani İslâm Ümmetinin birliğini ve varlığını asaya benzetmiştir. Asa kendisine dayanılarak, yürünebilen bir dayanaktır. Efendimiz (sav) İslam Ümmeti’nin birlikteliğini asaya benzetmiştir ki; böylece o asa olmadan, İslam Ümmeti’nin yürüyemeyeceğini ifade buyurmuştur. Bu dayanak kırılırsa, ümmetin birliği dağılır, cemaatı parçalanır ve varlığı ölümcül darbe alır. Çünkü bu, ümmetin tefrikaya düşmesi, gücünü kaybedip zillete ve yenilgiye uğraması demektir. Bunu Allah (cc) şöyle belirtmektedir:

“Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da, gücünüz (devletiniz) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenler ile beraberdir.” [Enfal 46]

İslâm Ümmeti cemaat varlığını ancak, birlik ve beraberlik içinde koruyabilir. Ümmetin birlik ve beraberliğinin dayanağı olan asası ise, Raşidi Hilâfet Devleti’dir. Kendisine biat edilmiş meşru halifedir. Devlet (Halife) ortadan kalkarsa, ümmetin birlikteliği de ortadan kalkar. Ümmetin birlikteliği ortadan kalkınca, ümmetin devleti/gücü -günümüzde olduğu gibi- elinden gider. Korku ve panik içinde, zelil ve yenik bir konuma düşer.

İşte ümmetin bu konuma düştüğü gün, yani asasının kırıldığı gün 3 Mart 1924’dür. Hilâfet’in yıkıldığı gün… Ümmetin kara günü... Ümmetin dizlerinin çöktüğü gün... Cemaatının başının kesildiği gün... Dev vücudun ayaklar altına yığıldığı gün… Haşaratlar mesabesindeki aşağılık mahluklar olan kâfirlerin saldırılarına maruz kaldığı gün... Bu saldırılar karşısında zırhsız, kalkansız, korumasız ve savunmasız kaldığı gün...

Dengeyi koruyan güç ve sistem, tâ o tarihte kaybedilmiştir. Her işte asıl olan; siyasi güç ve otoritedir. Yani, dünya devletleri arasında itibar kazandıran şey ancak, güçlü otoriter varlıktır. M. Kemal İngilizlerin yardımı ile ümmetin elindeki en güçlü otorite olan Hilafeti ortadan kaldırmış, bu yolla ümmeti güçsüz hale getirmiştir. Koskoca bir coğrafyayı kafir sömürgecilere parsellemiş, her şeyi ile onların hizmetine sunmuştur. Daha sonra bu bölgelerde küfür nizamları hakim olmuş, yönetime de yerli kukla uşaklar getirilmiştir.

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: İmam (halife) bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur. [Buhari, 2737; Muslim, 3428; Nesai, 4125; Ahmed b. Hanbel, 10359]

Rasulullah (sav) yine imamı yani halifeyi kalkana benzetmiştir. Kalkan, düşmandan gelen ok, kılıç, süngü gibi saldırılar ve darbelerden koruyan bir araçtır. Bütün bu benzetmeler, edebiyat yapmak için değildir. Hilâfet’in, ümmetin varlığı açısından ne kadar hayati olduğunu vurgulamak içindir. Hilâfet’in bu hayati önemi, günümüzde açıkça görülmüyor mu?

Günümüzde Müslümanlar, Rasulullah(sav)’in de tasvir ettiği gibi, çeşitli saldırılara uğramıştır. Rasulullah (sav) bunu şöyle tasvir etmiştir: Yemek yiyen obur kimselerin yemek sofrasına üşüştükleri gibi, çeşitli din mensuplarının (kâfirlerin) size karşı birleşip başınıza üşüşmeleri yakındır. Birisi şöyle sordu: “Acaba o zaman biz sayıca az mı olacağız?“ Efendimiz (sav) şöyle cevap verdi: Hayır. Bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat siz, selin sürüklediği çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkartacak ve sizin kalbinize de “vehen” koyacaktır. “Vehen nedir, ey Allah’ın Rasulü?” diye sorduklarında şöyle buyurdu: Dünya sevgisi ve ölümü kerih (çirkin) görmektir. [Ebu Davud, 3745]

Ey müslümanlar!

İslâm Ümmetinin günümüzdeki haline bir baksanız ya!

- Olayların ve komploların önünde sürüklenen, her tür entrikanın mahkemesiz kurbanı, günah keçisi, dağınık, paramparça, perişan, çerçöp gibi değiller mi? Başlarına bela olan bir avuç mutlu azınlık ve onların avaneleri, onlar adına kararlar alıp, yasalar çıkartıp, onları yeni dünya düzeninin kölesi haline getirmiyorlar mı? Onları, sahip oldukları tüm güç ve servetleri kafirlere peşkeş çekerek, IMF ve Dünya Bankası’nın vereceği üç kuruşa mahkum etmiyorlar mı?

- Sayıları bir buçuk milyar olmasına rağmen, dünyanın herhangi yerindeki siyasî ve sosyal olaylarda herhangi bir konumları, itibarları veya ağırlıkları var mı? İran-Irak Savaşı’nda, Körfez Savaşı’nda, Afganistan Savaşı’nda ve devam eden Haçlı Seferlerinde kafirlere boyun eğmekten başka ne yaptılar? Ne yapabildiler? Açlık ve sefalet içerisinde yok olan, dilendirilen, garibanlar sürüsü haline getirilen günümüz Müslümanlarının çığlık ve feryatlarına kulak verebildiler mi? Her gün televizyonlarda izledikleri haberlerde, gördükleri acı ve içler parçalayıcı manzaralar, katliamlar, hırsızlıklar, kapkaçlar, aile dramları, hastane kapılarından kovulanlar hiç canlarını yakar oldu mu? Kafirlerin üzerlerine sırtlanlar çetesi gibi üşüşerek, kendilerini vahşice kemirdiklerini görmüyorlar mı?

- Üç buçuk yahudi, üç buçuk Ermeni ya da Rum, bulundukları bölgelerde milyonlarca müslümanı aşağılamıyorlar mı? Milenyumun firavunu Amerika ve İngiltere, başlattıkları Haçlı Seferleri serisiyle, “terörizmle mücadele” palavrası adı altında, Afganistan’daki Müslümanları helak etmediler mi? Şimdi de Keşmirli, Iraklı, Somalili, Yemenli ve diğer birçok müslümanı mezbahanelerinde doğramaya hazırlanmıyorlar mı? Ve başlarındaki hain ve uşak yöneticiler, efendileri olan kafirlerin bu katliam ve cürümlerine ortak olmuyorlar mı?

Hele Allah için, İslâm coğrafyasındaki şu dehşet verici manzaraya bir bakın!

- Türkiye’de bir avuç dönme (yahudi bozuntusu) laik Kemalist,

- Mısır’da bir avuç Kıptî,

- Irak’ta bir avuç Baasçı ateist,

- Suriye’de bir avuç Nusayri,

- Cezayir’de bir avuç Fransız bozuntusu,

- Arap Yarımadası’nda bir avuç kraliyet çetesi,

- İran’da bir avuç ırk ve mezhep asabiyetçisi,

- Pakistan’da bir avuç Kadıyani,

- Orta Asya’da bir avuç Amerikan ajanı, azgın İslam düşmanı,

- Endonezya’da bir avuç Nasrani…

Bu bölgelerdeki Müslüman halkların başına musallat olmuş, kan kusturmuyorlar mı? Göz yaşı döktürmüyorlar mı? Müslümanları katliamlara maruz bırakmıyorlar mı? Zindanlara tıkmıyorlar mı? Ülkelerini Müslüman halklara birer zillet hapishaneleri konumuna getirmiyorlar mı? Onlara geçimlerini dahi çekilmez bir dert kılmıyorlar mı? Kâfir Batı kültürünü ve hadaratını zehirli iğne vurur gibi Müslümanların evlâtlarına enjekte etmiyorlar mı? Meselâ; Türkiye gibi bazı yerlerde Allah (cc)’nin dininin toplum ve devlet hayatından, laiklik adına uzaklaştırılması yetmezmiş gibi, Müslümanların inançları doğrultusunda giyinmeleri, ibadet etmeleri, hatta Kur’an öğrenmeleri yasaklanmıyor mu? Müslümanlar dinlerinde fitneye düşürülmüyorlar mı? Akılları, duyguları ifsat edilmiyor mu? Ahlâksızlık ve diğer İslam-dışı pislikler ile fert ve toplumlar kirletilmiyor mu?

- Müslümanların ülkelerindeki servetleri çalmak için, aç gözlü vahşî kâfir devletler Müslümanların topraklarına üşüşmüyorlar mı? İşte kafir Amerika hiçbir inanılır gerekçe olmadan Afganistan’a ne için saldırdı? Azgın yahudi Şaron, işbirlikçi yahudi Arafat ile hazırladığı entrikalar yoluyla Filistinli Müslümanları helak etmiyor mu? Ki; onlar yeryüzünün en alçak ve korkak milleti iken, buna nasıl cesaret edebiliyorlar? Keşmir, Karabağ, Kıbrıs, Çeçenistan, Orta Asya ve daha birçok İslam beldesi neden alevler içerisinde? Kafir Amerika ve İngiltere binlerce kilometre uzaktan savaş uçakları, gemileri, bombaları ve füzeleriyle kalkıp, Müslümanların bağrına saplanan bir hançer olmak için gelmiyorlar mı? Hele İslam’a ve Müslümanlara karşı giriştikleri bu kahredici savaşlarına, ajanları yoluyla ordular göndertip, Müslümanların evlatlarını dahil etmiyorlar mı?

- Müslümanların ülkelerinde, onların servetlerini çalarken Müslümanların başlarına binlerce ton bombaları yağdırmadılar mı? En son Afganistan Savaşı’nda; kafir Bush bu savaşın İslam’a ve Müslümanlara karşı başlatılmış bir Haçlı Savaşı olduğunu açıkça ilan etmedi mi? Bunu da herhangi bir kaygı duymadan, utanmadan yüzsüzce ifade etmiyorlar mı? Afganistan’da, Pakistan’da, Özbekistan’da, Bosna’da, Kosova’da, Keşmir’de, Filistin’de, Lübnan’da ve Çeçenistan’da Müslümanlar vahşi bir şekilde katledilirken ve bir çok ülkede inançları ve gösterdikleri İslami çözümlerden dolayı zindanlara atılırken, bırakın bütün dünya devletleri ve halklarının buna seyirci kalmasını, en vahimi Müslümanlar, korkak ve ürkek bir şekilde buna seyirci olmuyorlar mı? Bütün bu gerçek, acı ve vahim görüntüler, Müslümanların içine düşürüldükleri o iğrenç, zelil, perişan durumu sergilemiyor mu?

Üstelik “asalarının” kırılıp, “kalkanlarının” parçalanması, Müslümanları dünyada bu vahim konuma düşürdüğü gibi, ahirette de hüsrana düşme tehlikesi ile baş başa bırakıyor. Zira Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: Kim (imama-halifeye) itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde Allah’ın huzuruna lehinde herhangi bir delil olmaksızın çıkacaktır. Kim boynunda bir biat olmadan ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur. [Muslim, 3441]

Ne acı bir durum! Ne büyük bir kayıp! Dünyada zillet, ahirette hüsran! (Allah korusun, Allah kurtarsın) 3 Mart 1924. İşte bu kötü sonucun kapısıdır. Müslümanların en kara günüdür. Müslümanların cehalete, zulme, sefalete, öldürülmeye, ayıplanmaya ve ezilmeye mahkum edildiği gündür!…

Bütün bunların sebebi nedir? Bütün bu olaylar karşısında Müslümanlar niçin bir varlık gösteremiyorlar? Hatta kendi mallarını, canlarını, evlatlarını, namuslarını ve dinlerini koruyamıyorlar!? Düşmanları olan kâfirler niçin Müslümanlardan korkmuyorlar ve bu kadar rahat olabiliyorlar?.. İslam Ümmeti, aziz ve kerim bir ümmet iken, muazzam bir potansiyele, servete ve insan gücüne sahip iken ve kafirler Allah’ın kendilerine lanet ettiği korkak ve aşağılık mahluklar iken, nasıl oluyor da bütün bunları yapmaya cesaret edebiliyorlar? İslam Ümmeti’nin Hilafet Devleti çatısı altında, adaletli, güçlü ve korkutucu bir güce sahip olduğu zamanlarda, yerinden kımıldamaktan çekinen kafirler, bugün İslam’a ve Müslümanlara karşı, nasıl bu kadar babayiğit kesilmiştir?

Neden?.. Çünkü Müslümanların asası ve kalkanı kırıldı. Neden?.. Çünkü Müslümanların akıllarında, kalplerinde ve toplumlarında kötü bir değişim oldu. Allah(cc)’nin dinini gereği gibi anlayıp, toplumsal yaşantıda gereği gibi uygulamada zayıflıklar göstermeye başlayınca, hayatlarından Dinlerinin hakimiyeti ve onun getirdiği izzet, kuvvet, nusret yani hayat veren unsur uzaklaştı ve Allah (cc)’nın şu hükmünü unuttular, Allah (cc) da onları unuttu. Böylece yardımsız ve çaresiz kaldılar:

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160]

İşte böyle bir durumda iken, asalarını ve kalkanlarını 3 Mart 1924’de kaybettiler. Paramparça olup, bu perişan hale düştüler. Ne yek vücut olup ayakta durabiliyorlar, ne de aşağılık mahluklar olan kâfirlerin çeşitli iğrenç saldırılarına karşı ve başlarının belâsı olan rezil ve asalak yöneticilere karşı, kendilerini koruyabiliyorlar. Asaları ve kalkanları kırıldı… Bu Allah (cc)’nin yasasının gereğidir. Zira Allah (cc) bu yasasını şöyle izah etti:

“Bunun sebebi şudur: Bir toplum bünyelerinde olanı (kötü hallerini) değiştirmedikçe, Allah o topluma vermiş olduğu nimetini değiştirecek değildir. Allah çok iyi işiten, pek iyi bilendir.” [Enfal 53]

Allah (cc)’nın bu yasası, her zaman geçerlidir. Bu, iyi halin kötüye, kötü halin iyiye değişmesinin yasasıdır. Eğer İslâm ümmeti Allah (cc)’nın kendisine vermiş olduğu izzet, kuvvet, nusret ve onların vesileleri olan asa ve kalkanını kaybetmiş ve bu duruma düşmüş ise bu, yasanın gereğidir. Bu durumdan kurtulmasının yolu da yine bu yasanın gereği olarak, kendi bünyesinde hayırlı yönde değişiklik yapmasıdır. Bireysel olarak zihniyet ve nefsiyetlerini (fikirlerini ve duygularını) tertemiz İslam fikirleri ve duyguları ile değiştirerek, İslâmî şahsiyeti kazanmaları gerekir. Yani demokrasi, laiklik, insan hakları, özgürlükler, reform gibi küfür fikirleri anlayışları, bakışları ve duygularını terk etmeleri ve hayatlarının her noktasında ve her anında şer’î hükümlere (İslami fikirlere ve çözümlere) bağlanarak, salih amel işlemeleridir. Akıl ve kalplerinin, fikir ve duygularının merkezi Allah’ın rızasını, ebedi Ahiret mükafatını kazanmak olmalıdır. Geçici dünya menfaatlerini değil. Toplumsal olarak da, sosyal ilişkileri belirleyen değer ölçüleri, yasalar, sistemler ve kurumlar İslâmî açıdan değişmelidir. Küfür kanun, nizam, değer ölçüleri, adetleri, kurumları, devletleri atılmalı yerine hayırlı ve seçkin İslâmî değer ölçüleri, şer’î hükümler alınmalı ve İslam Ümmetinin tek kurtuluşu olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için çalışmalıdırlar. Allah’a yemin olsun ki; bundan başka kurtuluş yolu yoktur. Çünkü, İslâm ümmeti ancak İslâmî hayat ile tekrar can bulur, kendisine gelir, kalkınır. Layık olduğu izzet ve şerefine, cesaret ve kuvvetine, asasına ve kalkanına sahip olur. Bu, ilahî yasanın gereğidir. Müslümanlar asa ve kalkanlarının kırıldığı bu kara günlerinde, bu gerçeği düşünüp gereğini yapmaya yani kalkınma ve kurtuluşlarının tek yolu olan İslâmî hayatı tekrar başlatıp aleme nur ve hidayet olarak taşıyacak Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için ihlasla çalışan Müslümanlara katılmaya koşmalıdırlar!

Ey Müslümanlar!

Bekleyip durduğunuz, sürekli nerede diye sorduğunuz çıkış yolu işte buradadır! Artık çektiğiniz sıkıntıların, katlandığınız musibetlerin ve yaşadığınız acıların sonu -Allah’ın izniyle- gelmiştir. Fakat sizin bu kötü ve durgun haliniz ve bekleyişiniz, olaylar karşısındaki anlamsız duruşunuz, bu sonu geciktirmektedir. Hatırlayın ki; Allah çok sevdiği kerim Rasulü (sav)’e dahi hak etmeden yardım etmemişti. Peygamber (sav) ve beraberindeki seçkin Sahabeleri, birçok belaya, musibete, felakete, işkenceye, öldürülmeye, yurtlarından uzaklaştırmaya maruz kalmışlardı. Oysa Allah onlara yardım etmeye kadir olduğu halde, onları imtihan etti. İşte o samimi Müslümanlar ne zaman ki; karşılaştıkları her tür bela ve musibet karşısında, Allah’tan, Rasulü’nden kopmadılar ve seçkin İslam hidayetine taviz göstermeden, sımsıkı sarıldılar, işte o zaman Allah da kendilerine hak ettikleri ve layık oldukları yardımı gönderdi. Oysa sizler, henüz bu samimiyeti Allah’a karşı göstermediniz. Hala dininize sapasağlam sarılacağınıza, kafirlerin sizin kanınıza bulaşmış ellerine sarılıyorsunuz. Hala İslam dışı unsurları bünyenizde barındırıyorsunuz. Ne zaman ki; bu pislikleri bünyenizden atar, İslam’ın dışından gelen her şeyi reddeder, tüm samimiyetinizi göstererek İslam hidayetine hayatınızın her zerresinde bağlanır, İslam’ın hayata hakim olması için malınızla, canınızla mücadele eder, her türlü sıkıntı, bela ve musibet karşısında İslam’a bağlılığınızı sürdürür, kerim dava adamlarıyla birlikte olup, İslam ümmetinin hayırlı ve seçkin kitlesi ile birlikte çalışırsanız, işte o zaman, Allah bu samimiyetiniz ve içtenliğinizin mükafatı olarak, size yardımını gönderecektir. Eğer siz bundan yüz çevirirseniz, Allah’a yemin olsun ki; bu dünyada zaten çektiğiniz bunca eziyet, rezillik ve aşağılanmalara ek olarak Hesap gününde Allah’a verecek cevap bulamazsınız. Sonra Allah sizi helak eder de yerinize sizin gibi olmayan, sadece Rablerine yönelen, hayırlı ve yiğit bir mümin toplum getirir de aziz dinini, kafirlerin tüm çabalarına rağmen, onların eliyle üstün kılar. Sonra pişman olan siz olursunuz.

Hatırlayın ki; siz, geçmişte İslam’ı kabullenerek şanlı bir tarih yazmış bir ümmetin evlatlarısınız. Altı kıtada İslam’ın bayrağını dalgalandırmış, küfür sistemleri ve devletlerini diz çöktürmüş bir neslin torunlarısınız. Sizi güçsüz kılan, kafirlere boyun büktüren, malınızı canınızı kafirler eliyle heder eden, bu sistem ve uşaklarına daha ne zamana kadar müsaade edeceksiniz?! Buna sessiz kalmanız, bu küçük düşürücü duruma sabretmeniz, onu değiştirmek için kılınızı dahi kıpırdatmamanız, sizi Allah (cc)’nun şu uyarısına muhatap edecektir:

“Ey iman edenler! Eğer kafirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” [Al-i İmran 149]

Sizler daha 77 yıl öncesine kadar dünyanın en güçlü devleti idiniz. Siz o gücü İslam’la kazandınız ve Hilafet bayrağı altında yıllarca başı dik dünyaya hükmettiniz. Sizi o halden (hilafetten) uzaklaştıran bu cumhuriyeti, daha ne zamana kadar korumaya devam edeceksiniz?! Allah sizleri, bizleri ve tüm müminleri bağışlasın, hepimizi yolunun yolcusu kılsın, Allah hepimize ikram etsin de, helak olmaktan kurtarsın, Hilafetin yıkılışının yıldönümü olan bu 3 Mart gününü hatırlamayı, sizi onu tekrar kurmaya sevk eden bir unsur kılsın... Muhakkak ki, Allah müminlere karşı çok şefkatlidir. Fakat siz buna layık olmak için, gayret sarf ederseniz...

“Ey iman edenler! Sizi size hayat verene davet ettiğinde, Allah ve Rasulüne icabet edin ve bilin ki Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir

H. 18 Zilhicce 1422

Türkiye Vilayeti 

M. 03 Mart 2002

Yukarı