20.07.2002
Cumartesi günü Kenya’nın Nairobi kentinde „Mişakus
antlaşması ve ortak bildirisi” ortaya çıktı. Bu antlaşma
ve açıklamanın tarafları, Sudan Hükümetinin heyeti ile
Sudan Milli Kurtuluş Hareketi denilen ayrılıkçıları temsil
eden heyet idi. İlgili görüşmeler 35 gün sürmüştü. ”Hükümetler
arası Müşterek Geliştirme Komisyonu”(Igad) adlı barış
operasiyonu için özel delege, bunun görüşme Oturumlarına
başkanlık etmişti. Görüşmelere Amerika, İngiltere,
İtalya ve Norveç’ten gelen delegeler katılmıştı. Igad’a
bağlı yan komisiyonları temsil eden üç delege de katılmıştı.
Görüşmelerde Afrika’ dan sorumlu Amerika Dışişleri
Bakanı yardımcısı Walter Konstener ve özel delege John
Danforth Amerikan heyetine ve özel temsilci Elan Filitcher Goti
de İngiliz heyetine başkanlık yapmışlardı.
Sudan
yetkililerinin, Amerika’nın kendilerine yönelik baskılarını
ve Amerika’nın bu görüşmelerdeki fonksiyonunu inkar edip
Başkan Keyni Danyel Arabmoy ve Ordu Komutanı Lazaro Samboya’nın
sembolik fonksiyonunu ön plana çıkarsalar da, görüşmelerin
gerçek yürütücüsü Amerika’dır. Görüşmeler de fiilen
onun güdümüyle tamamlanmıştır. Onunla birlikte İGAD
devletlerinin topluluğu, İngiltere ve sair bölge devletleri
ve bölgeyle ilgilenen diğer devletler de katılmışlardır.
Amerika
kendisiyle beraber bunları da görüşmelere katarak baş rolü
ve fonksiyonunu gizlemiştir. Nitekim Amerika, Clinton’ın
başkanlığının son yılı olan 2000 yılından beri, Sudan’a
yönelik siyasetini değiştirdiğini göstermiştir. Başkan
Bush hükümeti de geçen Eylül ayının başında papaz ve
avukat olup geçen dönemin Sanato Meclisinin üyesi John
Danforth’u „Sudan’da barışı aramak” görüşmelerini
yönetecek özel temsilci olarak atadığı günden beri
güçlü hareket ediyor. Ardından İngiltere, diplomasi
deneyimi olan ve“ Sudan’ın gerçek, kalıcı ve adil bir
barışa ulaşması için” güya çalışan eski Sudan elçisi
Elan Goti’yi görevlendirerek Amerika’ya katıldı. Danforth
Sudan’da çalışmalarına başladığı andan itibaren Güney
Sudan ile ilgili mesele en tehlikeli bir duruma geldi ve ayrılıkçıların
isyanı baş gösterdi. Seksen yıldan ziyade İngiliz
egemenliğinin getirdiği nokta olan daha tehlikeli bir noktaya
geldi. Amerika, İngiltere’den varis ettiği ve benimsediği
İngiliz planının son aşamasını devreye sokmaya başladı.
Öyle
ki; bu plan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1922’de Sudan’ın
Güneyi için İngiltere’nin ortaya attığı plandı. Ne var
ki Amerika Muhammed Necib’in 1952’de devirimyle Mısır’ı
sömürgeci İngiltere’nin elinden aldıktan sonra Sudan’ı
da kendi eline geçirdi . Böyle olunca günümüze kadar Sudan
yönetimini elinde tutan uşaklarıyla uzun vadeli siyasetle bu
planı yürüttü. Her ne kadar Amerika ve uşakları Amerika’nın
görüşmelerdeki fonksiyonunu örtbas etmeye çalışsalar da
onlarca senedir Amerika’nın inisiyatifiyle olayların
geliştiği ortaya çıkmıştır.
Gerçek
şu ki; Nairobi görüşme ve antlaşmalarının doğurduğu
sonuç, 1956’dan beri bağımsızlık diye addedilen süreç
boyunca yönetimin ulaştığı en tehlikeli evredir. Zira bu
evre yönetimin kafir devletlerle birlikte Güney Sudan’ı
ülkeden koparma evresidir. Bu aynı zamanda Amerikan uşağı
Ömer Hasan Beşir’in Sudan yöneticisi olarak ulaştığı
tehlikeli durumu ve onun müslümanların maslahatlarını
hafife alan siyasetini ve Güneyi Sudan’dan koparacak Amerikan
entrika ve komplolarıyla olan gönül bağını göstermektedir.
Bu
ayrıca İngiltere’yi, diğer Avrupa ülkelerini ve piyonları
olan Afrika’daki sair devletleri arkasına takan Amerika’nın
İngiltere ile birlikte kurduğu planının son aşamasını
uygulamaya koyup Güney Sudan’ı Kuzeyinden, 1999’da Doğu
Timur’u müslüman Endonezya toprağından kopardığı gibi
kopararak tamamen bağımsız Hıristiyanlık boyasına sahip
olacak bir devlet kurmak amacında olduğunu da gözler önüne
sermektedir.
Üzerinde
ittifaka varılan “Çalışma Çerçevesi” adlandırılan
konuda sahife 30’da “Üzerinde İttifak Edilen Temel
İlkelerde” 3/1 nolu fıkrasında şöyle geçmektedir: “Güney
Sudan halkı kendilerine tanınan haklarla birlikte referandum
yoluyla geleceğini belirleme ve bu konuda karar alma hakkına
sahiptir”. 5/2 nolu fıkrada “Geçiş Operasiyonu”
adı altında şöyle geçiyor: “ Bu geçiş merhalesinin altı
yılının sonunda devletlerarası gözetimi altında bir
referandum yayınlanacaktır. Bununla ilgili işler Milli
Hareket Ordusu tarafı ve Sudan Hükümetince düzenlenecektir.”
Böylece
Barış görüşmeleriyle yönetim nizamının tasfiyesi
tamamlandıktan sonra Güney halkının bu yönetim altında
yaşamayı kabul edip Sudan’ın birliğini destekledikleri
ortaya çıkmış olur. Ya da Güneyin ayrılmasıyla ilgili düzenlemeler
yapılıp tamamlanır. Aynı ifade 5/2 nolu fıkrada tekrar
tekrar vurgulanmaktadır. Yani “Güney Sudan halkının
nihai geleceğiyle ilgili karar verme hakkı” defalarca
tekrarlanmaktadır. Ek olarak yetkili kişilerin çoğu güneyin
ayrılmasının seçeneğine dair açıklamalar yapıp
durmaktadırlar. Bunlardan biri olan Gazi Selahaddin Cezire
Televizyonu’na verdiği demeçte bu imkanı uzak görmemektedir
şöyle ki: “Güney’in ayrılması halkı bunu istediği
zaman olacaktır.” İşte bu şekilde “nihai
geleceğini belirleme hakkı”nın verilmesinin manası çıplak
bir şekilde ortaya çıkmış oluyor. Aslında Güney Sudan
meselesinin çözümü diye adlandırıldığı günden beri
söylenen şeylerin siyak ve sibakına bakılırsa hep aynı
şeyin kastedildiği görülür.
Halbuki
bu meseleyi Güney Sudan’ı ayırmak için Batı devletleri
ihdas etmişlerdir. Antlaşmada geçen diğer maddeler ise “ikinci
taraf” adını taşıyanların maslahatına olduğu açıktır,hepsi
birer yanıltıcı ifadelerdır ki bunları çürütmek için
yer yoktur. Kaldı ki bu ifadeler intikal evresi diye
öngörülen altı yılın sonunda kafir devletlerin
yardımıyla Güneyin Sudan’dan koparılmasını
sağlamlaştıran ve garanti eden bir kanun siğasıyla/üslubuyla
kaleme alınmıştır.
Kuşkusuz
bu; Dışişleri Bakanlığınca “Tarihi Bir Dönüm Noktası”
şeklinde vasfedilen ve Hükümetin temsilcisi olarak anlaşmaları
imzalayan Gazi Selahaddin tarafından da “Sudan Tarihinin
En Büyük Başarı” diye addedilen büyük bir ihanettir.
Öyle ki “Mişakus Cürmü”ne iştirak eden heyet büyük
kutlamalarla Fatihler gibi karşılanmışlardır. Hükümet
içerde ve dışarıda bu antlaşmaya propaganda yapmak ve bunu
Ümmete pazarlamak için münafık dostları, saptırıcı
basın yayın ve infarmasiyon organları aldatmanın en ucuz
siyasi üsluplarıyla kullanmaya hazırlanmıştır.
Yönetimin
İslam Şeriatına göre konumu ile ilgili ise hakikaten hiç değeri
olan bir şey yoktur. Nitekim Sudan’ın durumu İslam
Şeriatını kendine tek çözüm kaynağı seçmeyip onunla
birlikte başka çözüm kaynakları da edinen sair İslam
ülkelerin durumu gibidir. Ne yazık ki yeryüzünde tek bir
İslam devleti mevcut değildir. Bilakis bütün İslam
ülkeleri küfür ile yönetilmektedirler. Örneğin şöyle bir
göz ucuyla İslam alemindeki mahkemelerin ne ile hükmettiklerine,
Cumhuriyet veya krallık olan yönetim nizamlarına, iktisat
nizamlarına, faizle faaliyet yapan bankalarının
mevcudiyetine, muamaletine, ceza hukukuna, dış siyasetine,
eğitim-öğretim politikasına baktığımızda istinasız bütün
devletlerin dini, devletten ayırma esası üzerine kurulduklarına
ve Sudan’ın da bunlardan biri olduğuna şahit oluruz. Bu
nedenle bütün Sudan yönetim kadrosu İslam ile yönetim arasındaki
irtibatı ön plana çıkarmakta hırs gösterirken aynı
zamanda kafir ve uşaklarına bir sığınak açıp, kuzey ve güney
Sudan arasına da duvarlar örmeye zemin hazırlayan çirkin bir
üslup kullanmış oluyorlar. Ağustos ayının ortalarında görüşmelerin
devam etmesi kararlaştırılmıştır. Bundan maksat ise; “Tek
Bir Sudan”ı muhafaza etme örtüsü altında Güney Sudan’ın
kopmasını derinleştirmek, gerçeği de örtmek ve saptırmayı
devam ettirmektir. İşte bundan hedef; Servetleri ve yönetimi
paylaştırmak, Güney’in Anayasası, Kuzey’in Anayasası ve
Merkezi Hükümetin Anayasasını incelemek, ayrıca coğrafi
sınırlar ve askıda blunan diğer konuları bahıs edip
üzerinde anlaşmalar yapılmalıdır ki vakti geldiğinde yeni
varlığın doğması kolay olsun. Bu hedefi hızlaca gerçekleştirmek
için acelelik gösterildiği gözlenmektedir. Ta ki halk
Amerikanın yeni tahrikleriyle başlarına ne kadar büyük bir
facianın geldiğini daha anlamadan iş olup bitsin. Ayrıca
Libya ve Mısır yöneticileri tam bir sessizlik içine girmişlerdir.
Sanki bu durum onları hiç ilgilendirmiyor! Oysa “Mısır-Libya
Plan Önerisinin“ sahipleri kendilerine aittir!
Acaba
Amerika onlardan razı olsun diye mi susuyorlar? Doğrudur, ki
İngilizlerin 1969 da İdris Senusi’nin devrilmesinden sonra müslüman
Libya halkının iplerini ve yönetimi Kaddafi’ye teslim ettiği
günden beri o İngilizlerin emrinden hiç dışarı çıkmıyor.
Bu nedenle, İnglizlerin tutumlarını örtmek, bunların
entrikalarının sona erince ve onlar bir şey hakkında kesin
karar aldıklarında da Kaddafi’nin tutumları belli oluyor. Güney
Sudan’da baş gösteren isyana Kaddafi’nin muvafakat etmesi
İngilizlerin hesabına Afrika kıtasındaki nüfuzunu ispat
etmek içindir. Bu sebeple onun sessizliği geçicidir. Sorulması
gereken önemli soru şudur: Mısır müslüman olan ve olmayan
evlatllarının herbirisinin maslahatını olumsuz yönde
etkileyeceğini bilen Mısır yöneticileri Güney Sudan’ın
ayrılmasına karşı nasıl susabiliyorlar??? İsyancıların
ve kafir devletlerin istediği yeni devletin coğrafi
sınırları dolayısıyla Nil nehrinin suları üzerinde
hakimiyet kuracağını bilmiyorlar mı? Bunun etkisiyle meydana
gelecek çekişme ve tartışmaların boyutunu idrak edemiyorlar
mı? Türkiye ve Suriye arasında Fırat’ın suyu nedeniyle
yaşananları bilmiyorlar mı? Türkiye laik yöneticilerinin Fırat
nehrinin kaynaklarına tehakküm etmeleri ve edindikleri tutum
sebebiyle Suriye halkı susuzluğun büyük sorunları çekiyor.
Ayrıca Suriye’daki cerayan eden olaylarının akışını
etkilemek ve istediklerini elde etmek için o laik
yöneticilerin su meselesini bir koz olarak kullanıyor. Mısır
yöneticileri bundan ders almıyorlar mı? Yoksa Mısır yöneticileri
bunu biliyorlar?! Fakat büyük ihtimalle biliyorlar; öyleyse
ne diye susuyorlar? Amerika’nın “Güneyi Kuzeyden ayırmaya
çalışmıyoruz” demesine inanıyorlar mı?! İnceleme
neticesiyle; bu, 1952’den günümüze değin Mısır’a
egemenliğini sağlıyan Amerikanın sabit siyasetinin olduğuna
ve her Amerikan Başkanının bu siyasetten bir parça uyguladığına
dair kanıtlar kesinleşmiştir.
Gerçek
şu ki; Güneyin Sudan’dan koparılması Bush zamanında fiili
olarak gerçekleşmese bile onu takip edecek dönemlerde bu
kendini gösterecektir. Eğer, bu yöneticler Amerikanın bugün
dediklerini tasdik etmiyorlarsa ve onun siyasetinin bölücü
olduğunu öğrenmiş olurlarsa, acaba kendilerinin Amerikan
uşakları oldukları için mi ses çıkarmayıp susuyorlar? Bu
suskunluğa karşılık ne kadar ücret alıyorlar? Yardım adı
altında aldıkları milyarlar bu ve benzeri şeyler için
midir?
Halkı
yardım adı altında verdiği paralar sayesinde onu müslümanlara
ait meselelerin komisyoncusu yapmışlarki Amerika ve
Yahudilerin maslahatı doğrultusunda Filistindaki müslümanların
meselesini sonunu getirsin. Mübarek’in Dışişleri Bakanı
Ahmed Mahir’in Nairobi’de meydana gelenlerle ilgili olarak
yaptığı açıklama ve yorumu hangi akıl sahibi kabul
edebilir? Nitekim o şöyle demişti: “ O (Maşakus) ittifaka
dair hiçbir bilgi elimizde yok. Ben de bunu basın ve yayın
organları vasıtasıyla duydum!? O da biliyor ki Nairobi
antlaşması imzalanmadan önce nasıl ki Ömer Beşir Kahire’ye
geldiyse tıpkı bunun gibi Güney Sudan meselesi aslında daha
önceleri Bush ile Mübarek arasında konuşulmuş bir husustur.
Yoksa Mahir’in açıklaması konuyu saptırmak ve mesuliyetten
kaçmak için midir? Ondan önce de Kaddafi ona benzer bir açıklama
yapıp şöyle demişti “Sudanlılardan daha çok Sudanlı
olmıyacağız ”.
Antlaşma
metninde geçen ve Sudan’ın birliğine işaret eden “iki
taraf Sudan’ın Birliği esası üzerine barışa dayalı adil
bir çözüm üzerinde ittifak etmiştir. Sudan’ın birliği
her iki tarafın hedefidir...” gibi ifadeler örneğin
üçüncü bentte geçen ve ayrılmayı öngören ifadelerle
çelişmektedirler. Bu, güya Sudan’ın birliğine vurgu yapan
ifadeler 1922’ den günümüze kadar olup bitenlerle de çelişmektedir.
Tıpkı bunun gibi Amerika’nın, İngiltere’nin ve diğer
Avrupa devletlerinin bölgeyle ilgili gizli ve açık
planlarıyla da çelişmektedir. Bu nedenle metne giren benzer
ifadeler Sudan’ın birliğini koruma sloganı altında bu büyük
ihaneti örtmek, ümmetin saf çocklarını saptırmak ve
kandırmak içindir. Bunu daha iyi açıklamak için Küffarın
başı Amerika ve İngiltere’nin hazırlayıp uyguladığı
komplo ve entrikaların tarihine köklü bir bakışla yönelmemiz
gerekir ki başlarında yönetici diye duran uşakların
onların ikballerini nasıl yok ettiklerini ve kafirlerin onlar
üzerindeki hakimiyetinin boyutunu ve hazırladıkları
tuzakların iç yüzünü görüp kesin olarak ikna olsunlar.
Düşmanlarından gördükleri muamele ile karşılık
versinler.
1882’de
İngiltere Mısır’ı işgal ettiğinde, maslahatları
doğrultusunda sömürmek için çizdiği ve dünyaya ilan ettiği
planı gereği onu bölmeye başladı ki ona egemen olması ve
servetlerini alıp götürmesi kolay olsun. Öyle bir düzen
kurdu ki maslahatlarını tehlikeye sokacak etkin bir duruma bir
daha gelmesin. Bu siyaset çerçevesinde 1899’da Mısır’ı
iki bölgeye ayırdı. 22. enlemin güney kısmını birinci bölge
addedip ona Sudan namını verdi. 22. enlemin kuzeyinde kalanı
da ikinci bölge addedip ona şimdiki adı olan Mısır namını
verdi. Bu sinsi ve dahiyane icraat onu zihinlerden silmek içindi.
Tıpkı bugün esas topraklarının ancak dörtte biri için
Filistin denilmesi gibi.
Şüphesiz
Mısır İslam’ın onu fethetmesinden önce ve fethedildikten
sonra Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında ve Muhammed Ali
ailesinin yönetimi altında olduğu yakın geçmişe
değin,başka ifadeyle; 1899 senesine kadar Güneyiyle Kuzeyiyle
ve bütün bir Sudan ile birlikte Mısır tek bir ülke idi. Adı
da Mısır idi. Müslümanların Mısır’ın bölünmesine
şiddetli karşı çıkmasına rağmen o zaman dünyanın
birinci devleti konumunda olan İngiltere sinsi, çirkin plan ve
hilesini silah zoruyla uygulamaya koydu. Ardından iş daha da kötüye
gitti ve müslümanlardan kendine uşaklar edindi. Halkı
yatışırmak ve gönüllerini memnun ettirmek için şeklen
(yeni sınırlarıyla) Mısır’ı (yeni ülke olan) Sudan’ın
yönetiminde ve işlerinin idaresinde kendisiyle beraber
kıldı. Bu durum, bölünme kararı içeren 1899 İki tarafın
yönetmesi adlı antlaşmasında yazılıp belgelenmiş
şeklinde göstermiştir. Bu antlaşma Ocak 1956’ya kadar
şeklen sürdü. Bu, Sudan’a „Sudan Cumhuriyeti” diye isim
aldığı tarihtir. Bu da lazım olan devletlerarası ayırma
icraatları tamamlandıktan , Sudan yönetimine şeklen ortak
olan Mısır yöneticileri ve orada asıl sömürgeci ve nüfuz
sahibi olan İngiltere Sudan’ın ayrılmasına dair birlikte
karar aldıktan sonra gerçekleşmiştir.
Amerika,
Mısır’ı, Mısır ve Sudan diye iki ülkeye ayırma düşüncesini
İngiltere’den kapıp bu ayırma konusunda kararlı rol
oynadı. Mısır’daki işbirlikçilerine “Devrim adamlarına”
1953’ de İngiltere ile bir anlaşma yapmak için talimat
verdi.Bu anlaşma “Sudan halkı kendi geleceği konusunda
karar verme hakkına sahiptir” şeklindeki ifadeyi aynen
alıyordu. Nitekim o zaman intikal dönemi üç sene olarak
öngörülmüş ve ardından devletlerarası kontrolu altında
halk referandumu yapılacaktır diye ifadeler içerdi.
İşte
bu anlaşma aslında ayırmaya hazırlıktı. O zaman da intikal
evresinde İngiltere ve Amerika işbirlikçilerini kullanarak
kamuoyunu ayrılmadan yana hazırladılar. Halkın ezici çoğunluğu
ayrılmayı reddetmesine ve birlikten yana olmasına rağmen
intikal evresinde yapılan yoğun propaganda ve Amerikanın yönlendirmesi
sonucunda Sudan’ki Hatmiye etnik grubunu temsil eden Milli
Birlik Partisi “Nil Vadisinin Birliği” sloganı
yerine “Bağımsızlık” yani „Ayrılmak” sloganı
ortaya attı. Oysa bu parti Birlik sloganı atarak parlamantoda
büyük çoğunluk elde etmişti.Ensar etnik grubunu temsil eden
Ümmet Partisi ise kurulduğu günden beri İngilizlere
bağlıdır. Kuruluşundan beri İngilizlerin ayrılma fikirleri
için propafganda yapıyordu. İşte bu şekilde intikal dönemi
sona erdiğinde ayrılma atmosferi hazırlanmıştı. Netice de
Milli Birlik Partisi olarak en çok Nil vadisinin Birliği’ne
çağıranlar olmalarına rağmen 19/12/1955 tarihinde bu
partiye mensup ve aynı zamanda Başbakan olan İsmail El_ezheri
derisini değiştirdikten ve Mısır yöneticilerinden bir talep
geldikten sonra parlamentodan Bağımsızlık talebinde bulundu.
Parlamento da oybirliğiyle bunu kabul etti. Aslında bölünme
olan fakat onların bağımsızlık olarak algıladıkları
İngiltere tarihte Mısır olarak adı alan memleketi iki
ülkeye ayırma planı Amerikanın yardımıyla ve hatta
benimsemesiyle başarıya ulaşmıştı.
İngiltere’nin
planı Mısır’ın tarihi coğrafyasını biri Mısır diğeri
Sudan olmak üzere ikiye bölmekle yetinmiyordu. Bilakis biri
Güney diğeri Kuzey olmak üzere Sudan’ı da ikiye ayırmayı
öngörüyordu. Nitekim 1922’de birinci Dünya Savaşı sona
erince planının bu kısmını da uygulamaya koydu.
Kuzeylilerin Güneylilerle birlikte birer esas vatandaş gibi
ilişki kurup Güney bölgesine ait idari mekanizmalarda yer
almalarını engelleyerek “Kapalı Kapı”
politikasını uyguluyordu. Ekvator,Bahr-ı Gazal ve Nil üstü
bölgeleri kuzeylilere yasakladı. Onların bu alana girip çalışmalarına
ve ticaret yapmalarına engel oldu. İslam’ın yayılmasına
engel olduğu gibi kuzeye ait örf ve adetlerin vb. bile taklit
şeklinde de olsa güneye sirayet etmesine mani olmak için sert
sınırlandırmalar getirdi. Güneylilerin Kuzeylilere şüphe
ile bakmasını sağladı.
İşte
böylece İngiltere Kuzeyi, Güneyden ayırma siyasetini güdüyordu.
Aynı anda, Güney’lilerin Doğu Afrika’daki kendi (İngliz)
müstemlekelerinin kapıları önüne açarken kuzeylilerin
önlerine kapaittı. Bunlar ise; Etiyopya (Habeşistan), Uganda,
Kenya, Tanzanya ve komşularıdır. Güney Sudan’daki üç
tane Müdüriyeti bu müstemlekelere bağladı. 1930’da Güneylilerin
Kuzeylilerden ayrı ve farklı olduklarına dair kanun çıkardı.
Hıristiyan misyonerlerin, Protestan, Fırun papazları ve
Anglikan Kiliselerinin papazlarının bu müdüriyetlerde çalışmalarını
teşvik etti. Buralarda İngilizce mecburi ve resmi dil haline
getirdi. Kuzeyi Güneyden ayıracak ne varsa bütün icraatları
uyguladı. Nitekim İngiltere askerlerini oradan çekmeden önce
güneylileri isyan ve silahlı ayaklanmaya iyice teşvik etti.
Onları mal ve silah olarak doğrudan desteklediği gibi
Habeşistan’da ajanı olan Hila Silası, Uganda, Kenya ve
Tanzanya’da diğer uşakları yoluyla da bunu sağladı. Daha
henüz İngiltere güçleri Sudan topraklarını terk etmeden
önce isyancılar baş kaldırmaya koyuldular. Gelip geçen
bütün hükümetlere karşı aynı tutumu sergileyerek günümüze
kadar geldiler. Şartlara göre federatif, konfederatif,
özerklik ve hatta bağımsızlık isteyip durdular. Öyle ki
İngiltere amacına ulaşmak için hala parçalanmaya ve
bölünmeye götürecek her şeyi yaptığı gibi bunu
sağlayacak her vesileyi de kullanmaktadır.
İngiltere
geçen 20.asrın yirminci senelerinden beri günümüze kadar bıkmadan
ve yorulmadan Güney Sudan’ı Kuzey’inden ayırmak için
çalışmaktadır. Bunu gerçekleştirmek için de her araç,
vesile ve üslubu kullanmaktadır. Böyle uzun süre hedefine
ulaşmamasının sebebi; bu sorunun yulları elinden kaybedip
Amerika’ya kaptırmasıdır.Oysa Amerika bu düşünceyi
benimseyip üzerine yürüdü.
Ancak
Amerika kendisine has bir takım üslup ve araçlar kullanıp bölgesel
ve evresel konumunun zaaflanması ve güçlenmesine hareket
ediyordu.Ayrıca bu hareketi yaparken Sudan yönetimine geçen
ve kendisine bağlı olan ajanlarını olumsuz şekilde
etkliyecek veya onllara zarar getirecek durumun meydana
gelmemesi dikkata alıyordu.Özellikle bu ajanlar Ümmet Partisi
gibi İnglizlerin güçlü ajanlarından devamlı olarak
kuvvetli saldırılara maruz kalıyorlardı.
Amerika
ve İngiltere’nin Sudan’daki maslahatları farklı olmasına
rağmen aslında kapitalizm temel düşüncesinden kaynaklanan
menfaat kavramında birleşiyor. Bunun doğal sonucu olarak iki
ülke arasında keskin yarış hasıl oluyor ki; uşaklarının
çekişmesi şeklinde tezahür etmektedir. Buna rağmen tıpkı
daha önce İslam aleminin kalbine Yahudi hançerini saplamada
ve tarihi Mısır’ı Sudan ve Mısır diye ikiye ayırma
konusunda olduğu gibi bugün de Güney ve Kuzey diye Sudan’ı
ikiye bölme konusunda Amerika ve İngiltere’nin siyasetleri
bazen birleşiyor. Yine bunun gibi planlarını başarıyla
uygulamak için kullandıkları araçlar farklı olsa da
üsluplar bazen aynı olabilmektedir. Sudan’ı ikiye bölme
siyasetini yürütürken adı geçen iki devlet arasında
meydana gelen zıtlaşma birkaç araç ve gereçten öteye
gitmez. Fakat Güney Sudan’ı Kuzeyinden ayırma siyaseti
konusunda aralarında ihtilaf yoktur. İslam aleminin diğer
bazı ülkelerin konumu da buna uymaktadır. Örneğin Yahudi
varlığının İslam aleminin bağrına ekilmesi konusunda
kullanılacak üslup ve vesilelerde bazen ihtilaf etseler de çoğu
kez beraber bu siyaset üzere yürürler.
2.Dünya
Savaşından sonra Amerika’nin Sudan’ın içişlerine müdahale
etmeye başladığından bu yana ve özellikle 1952’de
İngiltere’nin Mısır’daki nüfuzunu kaldırıp yerine geçince
ve kendi nüfuzunu yerleştirdikten sonra Sudan’a yönelik
siyasetini izlediğimizde ve incelediğimizde nihai hedefinin
İngiltere’den miras olarak aldığı onun Güney’i kuzey’inden
ayırmak olduğunu görürüz. Bugüne değin bu yöndeki
siyasetini açıklamamış olsa ve bunu yetkili kişilerin sözlerinde
belli olmasa da bu gerçek değişmez. Çünkü;Onun Sudan’a
yönelik siyasetinde kullandığı üsluplar, Sudan yönetimine
ark arkaya geçen uşakları tarafından icraatlar ve
isyancıların halihazırda elde ettikleri kazanımlar ve yapa
geldikleri şüpheli icraatlar ve yaptığı şüpheli ve kuşkulu
kareketler güneyi koparmak olan habis niyetinin en açık
delilidir. Bunlar demeçlerden daha net delildir. Doğu Timur’u
Endonezya’dan ayırırken yaptığı şeyler bize ibret
olmalı. Nasıl ki önceki Endonezya lideri Suharto’ya 1975’te
Doğu Timur’u Portekizler bıraktıktan sıonra Endonezya’ya
onu kat demişti. Sonra Amerika onun aleyhine döndü. Diğer
Batı ülkeleriyle ve Avusturalya’yla birlikte aşama aşama
çalışıp gizli üsluplar geliştirdi ve neticede Doğu Timur’u
Hıristiyan renginde bir devlet olarak 1999’da Endonezya’dan
kopardı.
Muhakkak
ki; Kafir devletlerin özellikle Amerika ve İngiltere’nin
Sudan’a yönelik olarak üzerinde birleştikleri üslup güney
Sudan’ı kuzeyinden ayırmaktır. Bu da şöyle
yürütülüyor: Konuya devletler arası bir boyut kazandırmak,
Güneyi Hıristiyan misyonerlere ve insan haklarını savunan
örgütlere açmak, siyasi, diplomatik, askeri ve mali yönden
asileri desteklemek, çevre ülkelere de onlara lojistik destek
sağlamalarını telkin etmek, yönetimdeki uşakları yoluyla,
asilerin ayrılmaya bahane edebilecekleri farklı algılanabilir
kapalı yasalar çıkarmalarını sağlamak, devletin asilerle
masaya oturup antlaşma yapmasını sağlamak ve meseleyi sanki
güneyde yaşayan Hıristiyanlarla kuzeyde yaşayan müslümanlar
arasında süre gelen bir ihtilaf varmış gibi açığa vurmak.
Evet işte kafir devletler Sudan’ı bölmek için bütün bu
üslupları müşterek kullanmaktadırlar.
Hangi
siyasi mesele olursa olsun devletlerarası bir mesele haline
getirilirse o mesele sahiplerinin elinden çıkıp süper
devletlerin ve diğer büyük devletlerin eline düşerki onlar
onu muhakkak kendi maslahatları ve arzuları doğrultusunda
çözüp tasfiye edeceklerdir. Bu nedenle dünya siyasetine etki
eden her devlet bir meseleye müdahale edince ilk işi o
meseleyi bölgesel veya milli boyutlarından çıkartıp
devletlerarası bir mesele haline getirmektedir. Güney Sudan
meselesinde aynı şey hasıl oldu. Görüldüğü gibi
devletlerin müdahalesine açık bir hal almıştır. Sanki
orası Sudan değil, dahası sanki İslam toprağı değilmiş
gibi bir çok devlet müdahalesinin alanı olmuştur.
Gördüğümüz
kadarıyla kafir Batı İslam aleminden kat kat fazla bu
meseleyi önemsiyor. İrili ufaklı Batılı devletleri;
Amerika, İngiltere, Fransa, Norveç, Kanada, İsviçre vb.
müdahale etmektedirler. Sanki eyaletlerden birinin meselesiymiş
gibi Amerika bunu kendi iç meselesi olarak algılayıp kongrede
değerlendirmektedir. Sudan’la ilgisi ve alakası olmayan büyük
küçük kiliselerin konusu olmuştur. Öyle ki bu mesele Igad
deletlerinin peryodik zehirli toplantılarının prgramlarında
daimi bir mesele halina gelmiştir. Bunların toplantılarında
güneylilere kendi geleceği konusunda karar verme hakkının
verilmesinine dair “İlkelerin ilanı” diye
adlandırdıkları bir antlaşma imzalamıştır. Zira “geleceği
konusunda karar verme hakkı” ifadesi diplomasi dilinde
ayrılmak ifadesinden daha hafiftir. Bunun daha kötüsü;
devletlerarası müdahalesini övmek, teşvik etmek ve gerçekleştirmek
için Sudan sorumluların çalışmalarıdır. Hatta özel
olarak da Amerika’ya yönelmektedirler.Hiç utanmadan ve
çekinmeden böyle davranmaktadırlar. Ne yazık ki bunu Sudan yönetiminin
başında bulunan yöneticiden,yakın adamlarından ve
Bakanlarından duymaktayız. Oysa bu yöneliş İslam alemine ve
özellikle Sudan halkına bğyük zarar ve musibetlerin gelişini
sağlar. Bu tehlikeli konumlarının bu kimselere benzer
insanlara gizli kaldığını zannetmiyoruz.
Amerika
ve diğer Batı devletleri Hıristiyan misyonerlerin
desteklenmesiyle İngiltere siyasetine katıldılar. Terineti Dünya
Üniversitesi Müdür yardımcısı Jerry Bayton Sudan’ın güneyine
misyonerlerin gönderilmesinin desteklenmesiyle ilgili bir neşriyat
yayınladı. Bu neşriyatta 24’ü Amerikan, 3’ü Kanada, 2’si
İngiltere, 2’si Norveç, 1’i Yeni Zelandalı, 1’i Belçika,
1’i de İsviçreli olmak üzere 35 merkezin burada aktiv
misyonerlik faaliyetini yürüttüğü belirtilmekteydi. Bu
merkezlerin arasında, Afrika İnland Mention, Amirakan Anti
Slavergrob, Blue Nile project, Katolik Relife Service, Christian
Comfort International,Christian Freedom International, Christian
Solidarity World Wide ve C.S.I.U.S gibi dünyaca ünlü ve
büyük merkezler de mevcuttur. Bütün bunlar kontrolsüz ve
gayet rahat bir şekilde burada serbest faaliyet göstermektedirler.
Bu merkezler aynı zamanda hastane, enstitü, fakülte hastalıklarla
mücadele,yardım merkezleri vb. kurumlar inşa edip yardım
işleriyle de ilgilenmektedirler. Gösterdikleri bu faaliyetler
bünyesinde aynı zamanda asilere gıda,silah ve mühimmat sağlamaktadırlar.
İlaç sandıklarına silah koyabilmektedirler. Kasım 1999’da
Norveç Televizyonu yaptığı bir programda yalnız “Norwagian
Peoples N.B.A” örgütünü 80 ila 100 ton silahı asilere
ulaştırdığını belirtmişti.
Gerçek
şu ki bu güdümlü misyoner örgütler, asileri desteklemek,
bilgi toplamak için casusluk yapmak, adi düşünceler yayıp
isyan ruhunu yaygınlaştırıp fitne uyandırmak için Sudan’a
girmişlerdir. Bunlar yalana çağıran, bütün Müslümanlara
karşı koymak maksadıyla düşmanca fikirler yayan
örgütlerdir. Bunlar yalnız Sudan’da değil evrensel bir
boyutla bütün dünyada faaliyet göstermektedirler. İnsani
faaliyetler içinde olduklarını söylemeleri boş bir
iddiadır. Bu gerçek yüzlerini gizlemek içindir. Onlar aslında
tahribat için çalışıyorlar. Bu nedenle şerlerinden korunup
aleyhimize açtıkları fitne kapılarını kapayıp yalan
yanlış düşüncelerini yaymalarına engel olmak için onları
kovmak gerekir.
Kaldı
ki Sudan’ın bunların yardımına da ihtiyacı yoktur. Dünyanın
en fakir ülkesi şeklinde yaydıkları yanlış düşüncenin
aksine Allah’ın doğal kaynaklarla zengin kıldığı bir
ülkedir. Nitekim petrol, doğalgaz, altın, gümüş, nikel,
magnezyum, demir, kurşun, uranyum, çinko, bakır, granit,
mermer, kalay vb. pek çok maden yatakları mevcuttur. Ayrıca dünyada
eşine az rastlanır su kaynakları, ekin tarlaları ve
hayvancılık alanlarına sahiptir. 1999 yılında altın çıkarma
ile ilgili alt yapısını tamamladı. Petrol üreten ülkeler
örgütüne (OPEC)’e girdiğinde Sudan Enerji Bakanı “Şu
ana kadar tespit ettiğimiz petrol rezervi üç milyar varildir”
diye açıklama yapmıştı. Bazıları da seksen milyar varil
olduğunu belirttiler. Üstelik gıda maddesi bakımından da
Sudan, şüpheli yardım paketlerine ihtiyaç duymayacak kadar
zengindir. Zaten bu yardım paketlerinin bir kısmıyla asilere
silah yardımı yapılmaktadır. Kaldı ki Ziraat ve Orman
Bakanı Meczub Al-Halife; “Bizim eşsiz ovalarımız,
iklimimiz, su kaynaklarımız ve meralarımız vardır. Bu da
Sudan’ı gıda maddesi bakımından dünyanın en önemli
ülkeleri arasına koyuyor” diye bir konuşma
yapmıştır. Ayrıca Dünya Bankası’nın yaptığı bir
araştırmada şöyle geçmektedir. “Eğer bütün dünya
kaynakları kurusa Sudan tek başına bir milyar insanı bir
yıl boyunca doyurabilir”. Artı Sudan’ın nehir, göl
ve yağmur suları da maden bakımından zengindir. Verimli ekim
tarlaları da buna eşlik etmektedir. Daha yarısı mera olan bu
alanlar iki yüz milyon hektar dolayındadır. Bütün bunlara
et ve süt ürünlerine kaynaklık eden zengin
hayvancılığını da eklerseniz Sudan’ın ne denli zengin
bir ülke olduğu görülecektir.
Evet
Sudan, fitne ve savaş kuklalarını elinde tutan kafir
devletlerin yardım fonlarına muhtaç olmayan zengin bir
ülkedir. Sudan; servet, mal mülk açısından fakir değil
ihlaslı yöneticiler açısından fakirdir. Sudan, servetlerine
göz diken kafir devletlerin maslahatlarına yarasa bile mevki
makam çekişmelerine sahne olup büyük devletlerin elinde
oyuncak olmayı kabul ettiği 1956’dan beri hain işbirlikçilerin
musibetine duçar olmuştur. Zira bu yöneticiler üretimi kıstılar,
kötü bir istihdam politikası uygulayıp servetleri
hesaplarına ve dostlarının hesaplarına geçirip Sudan halkını
büyük miktarlara ulaşan dış borç yükünün altına
soktular. Öyle ki bu borç şimdi 20 milyar doları geçmiştir.
Nitekim 05.08.2002’de Sudan Dışişleri Bakanı “Sudan’ın
dış borcu 20 milyar doları bulmuştur. Dünya Bankasının
%48 karla bize verdiği 1.6 milyar dolarda buna dahildir”
diye bir beyanda bulunmuştur. Allah’ın ahkamından
uzaklaşıp küfür üzere yapılan yasamalar neticesinde
kişilerin özel mülkiyetlerine kötü bir kasıtla yönelen
hükümet halk arasında panik meydana getirmiştir. Bu nedenle
sermaye sahipleri servetlerini ülke dışına taşıyıp halkı
bu servetlerin yatırıma dönüşmesiyle doğacağı hayırdan
mahrum bırakmıştır. Kaldı ki dışarıya kaçırılan
sermaye dış borca deng gelecek şekilde 20 milyar doları
bulmuştur. Buna İngiltere’nin 1955’de ülkeyi terk ederken
geride bıraktığı ve halkı iktisadi alanda çekişmeye sürükleyen
kötü ekonomik yasaları da eklerseniz-ki İngiltere’den
sonra kontrolü ele geçiren Amerika’ da aynı yasaları devam
ettirmiştir- o zaman Sudan’ın neden bu halde olduğunu
anlarsınız.
Güney
Sudan’ı ayırmak için Amerika’nın en çok kullandığı
üslup Müslümanların eliyle İslam’ı buna alet etmek
şeklinde olmaktadır.Bu bize pek acı gelir. Gerçek şu ki
Amerika bu üslubu kullanmak için kıdemli İngiliz uşağı
olan Turabi’yi kolay bir lokma olarak görmüştür. Nitekim o
da Amerika’nın yanında olduğunu göstermiştir. Onun
Milliyetçi Cephe’sini de buna uygun görmüştür. Amerika bu
üslubu kullandığı o zamanın Amerikan uşağı Sudan yöneticisi
olan Cafer Nemiri’nin Hasan Turabi’yi 1981’de Baş Savcı
ilan etmesiyle ortaya çıkmıştır. Ardından 1983’de Cafer
Nemiri İslam Şeriatını yasama kaynaklarından biri olarak
resmen ilan etti. Kaldı ki bu ilanın İslam ile bir ilgisi
yoktu ve gerçek adına hiçbir şey ifade etmiyordu. Aksine
Amerikanın 1983’de harekete geçirdiği asilerin 1981 Adis
Ababa antlaşmasının ilga edildiği gerekçesiyle ateşlenmelerini
sağladı. Amerika 1989’de uşağı Ömer Beşir’i yönetime
getirdiğinde kendisiyle işbirliği yapacağını bildiği
Turabi’yi ona ortak yaparak ondan ve onun hareketinden Ömer
Beşir’in yönetimine İslami bir çehre kazandırdı. Bu
ikili birlikte içeriği boşaltılmış İslami sloganları yükselttiler.
Buna karşılık İslam Şeriatının anayasanın tek ve yegane
kaynağı değil de diğer kaynaklarla beraber onun da yasamaya
kaynak kabul edildiği bir metni tazmin ettiler. Böylece
Numeyri zamanında çıkarılan ve asilerin isyanına bahane
veren İslam Ceza kanunu ile ilgili anayasa maddesi yerinde
kaldı.Oysa bu kanun uygulanmıyordu.Sadece isyancılar için
bir gerekçe sağlamak üzere ortaya atılmıştır.Ayrıca
Silahlı İslami hareketlere göz kırpan ve Sudan’ın
kapılarını ardına kadar açması dikkat çekici idi!
Batının
ve özellikle Amerika’nın Sudan’ın İslami bir devlet
olduğu şeklindeki iddia ve yaygaralarını her tarafta yaymaya
başladı. Bu bağlamda Hasan Turabi Sudan’ın İslam’a
davetin cihana yayılmasının merkezi olduğunu iddia ederek dünyayı
dolaşmaya başladı. Amerika’nın Sudan’da ki İslami
dalganın inisiyatifini eline almasıyla kendi ajanı olan Ömer
Beşir için halkın büyük sempeti toplatıldı.Zira İslam müslümanların
kalplarında derin kökler almıştır. Amerika bunu istismar
etmiştir. Başka taraftan asilere isyan etmeleri için bunu
bahane ihdas etmiştir. Amerika dış siyasetinde İslam’ı
ilk kez istismar etmemiştir; İran’dan İngiltere’nin nüfuzuna
son vermek üzere bunun güdümünde olan Şah’ı İran’dan
kovarken kendi nüfuzunu oraya yerleştirdi. Lübnan’daki
Maruni gücünü de bu şekilde kırdı. Neticede doğal olarak
buradaki İngiltere ve Fransa’nın nüfuzu zayıflayınca
yerine Amerika geçti. Bu nedenle İslam için çalışanların
Amerika’nın İslam alemindeki siyasetini irdelerken tam bir
bilinçle bu üsluba dikkat etmeleri gerekmektedir.
Kafir
Batı ülkeleri doğuşundan beri asileri desteklemektedirler.
1955-1972 tarihleri arasında Batı devletlerinden ve özellikle
daha Sudan’dan çıkmadan önce onları silahlandıran ve
isyana teşvik eden İngiltere’den çok büyük maddi kuvvet
aldılar. Tıpkı 1948’den önce İngiltere Filistin’den
çekilmeden önce yahudileri destekleyip her imkanı
sağladığı gibi... İngiltere uşağı olan
Habeşistan/Etiyopya İmparatoru Hilasilasi yoluyla da asilere büyük
miktarlarda maddi kuvvet sağlamıştı.Yinede Uganda, Kenya vb.
komşu Afrika devletleri yoluyla da aynı asilere maddi destek
temin etmişti. Hatta bu asilere Filistin’deki Yahudi
varlığına bakan bir pencere açtı.Nitekim asilerin lideri
Joshep Laco kendisini silahla destekleyen Yahudi varlığı ile
ilişki içindeydi. İçerde de asilere ilk kez „yuvarlak masa”
etrafında toplanma fikrini ortaya atıp onlara cumhurbaşkanın
yardımcılığı teklif eden ve 1965’te Başbakanlığa
getirilen İnglizlerin ajanı olan Sadık Mehdi eliyle
desteklemiştir. Aslında asiler meselesini bu zemine taşıyan
ilk Sudan’lı da Sadık Mehdi’dir. O vakitlerde Amerika
gelişmelerden memnun olduğunu gösteren bir sessizlikle aleni
bir şekilde asileri desteklemiyordu. Çünkü Amerika söz
konusu bölgeyi sömürme konusunda daha yeniydi ve uşaklarının
ayağının yere basmasını bekliyordu. Hatta eğer
uşaklarının hayatını tehlikede gördüğünde asilerin eğitimi
için hafif dövülmesine bile göz yumuyordu. Örneğin;Amerika
kendi ajanı olan İbrahim Abud’un asilere bir darbe
indirmesine, misyonerleri kovuşturmasına ve faaliyet
alanlarını kısıtlamasına emir vermişti.
Amerika
27.3.1972’de Adis Ababa anlaşmasını Sudan cumhurbaşkanı
Numeyri’nin asilerle imzalamasına emir vererek bunlara ilk
kuvvetli destek sağlamış oldu.Böylece Numeyri daha önce
hiçbir Sudanlının vermediği tarihi tavizleri asilere vermiş
oldu.Bu asiler devlete başkaldıran kimseler durumunda
oldukları haldayken onları bir devlet sevyesine getirip
kendesine bir rakip haline getirdi ve onları siyasi bir varlık
olarak tanıdı. Adı geçen antlaşma gereği asilere
Üstüvaiye (Ekvator bölgesi), Gazel Denizi, Yukarı Nil denen
üç bölgeye birlikte olacak şekilde özerklik hakkı
verildi.Vilayetlere Ait Mahalli Meclisinin tavsiyesiyle buraya
bir başkanın atanması kabul edildi. Bu başkanın da
özerklik kazanan bölgenin işlerini bakanlar adına yürütecek
bir meclisi atayacağı kararlaştırıldı. Yine adı geçen
antlaşma gereği İngilizce dili bu bölgenin idarelerinde baş
dil olarak seçildi. İşte bu şekilde Sudan’ın tarihinde
ilk kez satılığa çıkan bu tavizler gerçekten büyük bir
boyuta varıp Sudan’ın kuzeyi ile güneyi uçurum açtı.
1983’de Numeyiri bu antlaşmadan vazgeçmişse de geçen on
bir yıl zarfında yeteri kadar tehlikeli gelişmeler
kaydetmişti. Zira Sudan’daki müslümanlara kötülük
isteyen her kes bu antlaşmayı dayanak gösteriyordu.
Amerika’nın
asilere verdiği güçlü destek 1983’ten bu yana günümüze
değin daha açık bir şekilde kendini gösterdi.ABD
Milyonlarca dolar ve komşu ülkeler yoluyla silah yardımı
sağladı.Bu komşu memleketlere askeri eğitim kampları açtırıp
Sudan maslahatlarına ve halkının güven ve selametine
yönelik saldırı destek noktaları oluşturdu. Sudan
topraklarında gösterdikleri faaliyetlerini koordine eden bir
komuta merkezini Eritre’de oluşturmayı sağladı. İnsani
yardım yapan örgütler ismiyle gıda maddesi diye gönderdikleri
konteynırların içine gizlice silah koyup asilere ulaştırdı.
Örneğin 24.03.1999’ da Amerikan parlamentosu asileri, diğer
adıyla Sudan Milli Kurtuluş Ordusu’nu uçaksavarları temin
etme kararını aldı.Bu karar asilerin egmenliği altında
bulunan bölgelere mali destek sağlamaya dair bir bend içerdi.Ayrıca
“Barışı sağlamakla ilgili IGAD devletlerinin çabalarını
destekleyen bir bend de içerdi.Çünkü bu çabalar asilerin
maslahatını teşkil ediyor. Ayrıca Güvenlik Konseyi’ne,
Güney bölgesini uçuşa kapalı bölge ilan edilmesini tavsiye
eden bir karar da aldı. 08.06.2001’de de içlerinde asilerin
de yer aldığı ve muhalefetçi diye adlandırdıklarına on
milyon dolar yardım edilmesine dair de bir tavsiyede bulundu.
Nitekim bundan önce 01.07.1999’da Senato benzer bir tavsiye
kararı daha almıştı. Diğer taraftan Sudan tarihinde benzeri
bulunmayan tavizler veren Ömer Beşir yoluyla asilere güçlü
bir destek vermeyi de kararlaştırdı. Bunun için de biri
meseleyi devletler arası boyuta taşımak diğeri halkoylaması
yapmak şeklinde olan iki sinsi üslupla baskıcı
politikalarını sürdürdü.
Devletlerarası
boyutundan kasıt “İGAD” denilen devletlerin topluluğu
çalışmaktır. Bunlar 1994’de Beşir ile birlikte “İlkelerin
ilanı” diye bir metin ortaya koydular ki içinde
güneylilerin “ kendi gelecekleri konusunda karar verme
hakkını” kabul eden ifade de geçmiştir. Bununla
birlikte „ayrılma” hakkını elde etmek bir seçenek olarak
saymıştır. Halk oylamasından maksat Beşir ve Turabi’nin
1998’de anayasa için yaptıkları (sahte) halk oylamasıdır.
Bu, Sudan halkı tarafından onaylandığı iddia ettiler. Buna
139. maddedenin son paragrafından önceki fıkra (g) kattı;Bu
paragraf “kendi geleceği konusunda karar verme hakkını”
asilere veriyor. Üstelik bu fıkra anayasanın değişmez
unsuru olarak belirlenmişti. Kaldı ki bu fıkra 21.04.1997’de
asilerle yapılan zilletli antlaşmada onlara tanınan “yasama
hakkı” ve “birleşme veya ayrılma hakkı”
ifadeler eklenmiştir. Mişakus antlaşmasından önce akdedilen
ziletli tavizkar anlaşması ve ekleri „Cibal-un Nube (Nube
Dağı) bölgesin için ateşkes anlaşması ” buna (Mişakus
antlaşmasına) ilhak edildi. Oysa bu ateşkes anlaşması
Amerikanın gözetiminde İsviçre’de gözlerden uzak bir
şekilde imzalanmıştı.
Kaldı
ki bu anlaşma, asilere karşı mukavemet konusunda elimizi
kolumuzu bağlar diye ordu tarafından red edilmişti. Fakat
Ömer Beşir askerlere rağmen bunu kabul etti. Hukukçu ve
Papaz John Danforth tarafından özenle onun bentleri çizilmiştir.
Ayrılıkçıların maslahatlarını kapsadığı açıkça
bunda görülmüştür. En çok korktuğumuz şey de Amerikanın
girişimiyle Cibal-un Nube bölgesinin sair bölgelerden ayrı
tutulup ayrılıkçıların arzu ettiği şekilde
sınırlarının çizilip koparılmasıdır. Nitekim ayrılıkçılar
12. enleme kadar istiyorlar. Böylece ayrılıkçılar ve
onların arkasında duran Batı devletlerinin Sudan’ın doğal
zenginliklerine göz diktikleri belli oluyor.
Bu
ölüm-kalım meselesinin devletlerarası bir boyuta
taşınmasının büyük tehlikeleri ortaya çıkar -ken Sudan yöneticisi
hala aynı sapık şaşkınlık üzerinde ısrarlı olarak devam
ediyor.Bu Yönetici ümmetin içişlerine doğrudan karışsın
diye ülkenin kapılarını Amerikan müdahalesine açtığında
ümmetin duygularına meydan okuduğu gibi kendisine karşı
onun kızgınlığını kışkırtıyor. Kaldı ki hepimiz
Amerika’nın asilere mal ve silah yardımı yapan, onlara
siyasi destek veren ve çeşitli yardım türleriyle destek sağlayan
bir azılı düşmanımızın olduğunu hepimiz biliyoruz.
Ayrıca füzelerle bizi kırıp geçiren, devletlerin
aleyhimizde ambargo kararını 1995’de Güvenlik Konseyinden
geçiren bir düşman olduğunun da bilincindeyiz. Bütün
bunları yaparken aynı zamanda ayrılıkçı isyancılara
yardım etmeyi organize eden hayati bir düşman olduğunun da
farkındayız. Öyle ki bu düşman güç, memleketimiz olan
Arap yarımadasını, körfezi işgal etmiş kardeşlerimiz olan
Irak halkına karşı tek taraflı bir savaş ilan etmiş,
Afganistan, Filistin ve Pakistan’da terörle mücadele adı
altında aleyhimize bir vahşiyane savaşı komuta etmiş,
Filistin de can düşmanımız yahudileri desteklediğini
gizlemeye bile gerek duymayan düşman bir iradedir.
Kaldı
ki ;
Ve
Allah kafirler için mu’minler aleyhine kesinlikle yol
vermeyecektir. [Nisa 141]
ayetinin
bir gereği olarak kafir devletlerin işlerimize
karışmasının haram olduğu ve buna yol verip alet olmanın
Allah’a, Rasulüne ve mü’minlere karşı işlenmiş bir
ihanet olduğu da bir gerçektir.
Amerika;
öngördüğü plan üzere güneyi kuzeyden ayırma konusunda
uzun bir mesafe aldığı, ayrılıkçı asilerin ayrılma
işini sağlama aldığı ve onları güçlendirdiği, Kafir
Batının desteğiyle maslahatlarımızı tehdit edecek ve
askeri yöntemlerle servetlerimizi alıp götürecek bir kudrete
sahip oldukları günümüzde üslup değiştirdi. Evet 1999’da
Sudan’da petrol çıkarılıp miktarının çeyrek milyon
varile ulaştığı ve ülkeye bir milyar dolar gelir sağladığı
ve yöneticilerin, Amerikanın Müslümanlara karşı
başlattığı haçlı seferinde en iyi destekçi oldukları şu
zamanda ABD Sudan ile olan ilişkilerinde üslup değişimine
gitti. Örneğin ambargoyu kaldırıp bağlarını gevşeterek
diplomatik ilişkileri yeniden başlattı. Bunu yaptı ki güneyliler
zaman kazanıp kurumlarını tesis ederek bağımsızlığa ve yönetime
hazır bir hale gelsinler. Böylece Sudan’ın kapıları
Amerikanın petrol şirketleri ve diğer şirketlerin önünde
ardına kadar açılsın. Onlar da ülkenin servetini ve
zenginliklerini alıp götürsünler. Nitekim bu kapitalist
şirketler iktidara geldiği günden beri Bush’a bu yönde
baskılar yapıyordu. Kaldı ki Kanada ve Çin’e ait
şirketlerin aynı yönde hedefleri Amerikan şirketlerinden
önce vardı. İşte bu nedenle güneydeki asilerin meselesi
Bush yönetiminin öncelikleri arasındadır. Denilebilir ki
eğer Amerika 11 Eylül Washington ve New York’ta meydana
gelen olaylarla meşgul olmasaydı bu meselede şimdikinden daha
büyük bir yol almış olacaktı.
Bu
halihazırda Amerika’nın Sudan’a yönelik siyasetini kuşatan
şartlar bunlardır. Buna göre eğer Amerika hedefine ulaşmak
için aldığı yol itibariyle uzlaşma zamanının geldiğine
inanırsa asileri güçlü bir pozisyona getirecektir. Yani
onları Sudan’ın servetlerini ve yönetimini paylaşmayı açıkça
talep eden ve bağımsızlık isteyen mevcut yönetime eşit
ikinci bir taraf haline getirecektir. Barışa çağrı adı
altında yalancı sloganlarla asilerin taleplerinin en yüksek
seviyede karşılanmasına çalışacaktır. Aslında akmasına
kendisinin sebep olduğu kanları, zulüm ve kötü uygulamaları
kaldırmaya çağıracaktır. Nitekim Sudan’ın güneyini
kuzeyinden ayırma siyaseti İngiltere ve Amerikanın geniş
boyutlara sahiptir; Yani bütün Batılı devletlerin kurum ve
kuruluşlarıyla arkasında oldukları değişmez
stratejileridir. Birleşik, federatif yada konfederatif adına söylenenler
aslı astarı olmayan yalan yanlış sözlerdir. Esas
niyetlerini gizleyip hilelerini neticeye ulaştırmak içindir.
Olayların seyri de bu gerçeği doğrulamaktadır. Siyasetçilerin
yaptığı aykırı açıklamalar şaşırtmak ve ilgili şüpheleri
gidermek içindir.
Gerçek
şu ki eğer Ömer Beşir başta olmak üzere Sudan
siyasetçileri şu anda yapa geldikleri gibi bu ölüm-kalım
meselesiyle böyle oynamaya devam ederler ve bu ümmetin ihlaslı
evlatları buna engel olmazlarsa bu facia güneyin ayrılmasıyla
sonuçlanacaktır. Ömer Beşir, Endonezya’nın sabık yöneticisi
Abdurrahman Vahid’in yaptığı gibi yapacaktır. Nitekim o
kafirler hesabına Doğu Timur dan vazgeçtiğini ifade eden
antlaşmayı kabul ettiğinde B.M. Genel Sekreterine 25.10.1999’da
şöyle yazmıştı: “Doğu Timur’un Birleşik Endonezya
cumhuriyetinden bir parça olmasına dair Vl/MPR/1978 nolu karar
ilga edildiği sana bildirmekten şeref duyarım”. Böylece
daha önce Doğu Timur’u Endonezya’ya katan antlaşma ilga
edilmiş oldu.
Ey
Müslümanlar!
Şüphe
yok ki güneyin kopması, biri de petrol olan Sudan hazine ve
servetlerinin kafir devletler hesabına soyulması demektir.
Yeni yönetimin güneyde hakimiyet kurmasıyla Nil nehrinin
sularını da egemenliğine alacaktır. Dolayısıyla bu
girişim beraberinde varsayıma göre savaş ve benzeri
tehlikeli durumlar meydana getirecektir. Kaldı ki siyasilerin güneydeki
ümmetin ölüm-kalim meselesini ve ilgili maslahatlarını boş
verdikleri gerçeği ortaya çıkmıştır. Biz ülkenin içine
düştüğü bu faciadan kurtarmak için hızlı ve kuvvetli
şekilde hareket etmeye güce sahip oaln her samimi kimseyi
bütün hararetle çağırıyoruz.
Şu
da bir gerçek ki İslam ümmetinin başında yalnız Sudan
faciası bulunmuyor. Aksine bu ümmet her karış toprağında
her gün bir facia yaşamaktadır. Bunun nedeni Hilafetin
yıkılmasından sonra koca ümmetin çobansız bir sürü
durumuna düşmesidir. Böylece göz diken herkes ondan bir
parça koparmıştır. Nitekim kafirler ümmeti elli küsur
parçaya ayırıp gelirlerine el koyup halklarını zelil bir
duruma sokmuşlardır. Neticede biz Rasul (sav)’in bizi
sakındırdığı duruma düştük. Zira Rasul (sav)
(mealen) şöyle buyurmuştur:
„Yiyiciler
tabaklarına saldırdığı gibi diğer ümmetlerin size saldırması
neredeyse vuku bulacaktır.”Bunu dinleyenlerden biri, o gün
sayımız az mı olacak? dedi. “Aksine o gün siz çok olacaksınız
fakat suyun üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah
sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden söküp atacaktır.
Kalbinize de “Vehn” atacaktır” diye buyurdu. Ey Allah’ın
Rasulü “Vehn” nedir? denildi. ”Vehn dünyayı sevmek ve
ölümü kerih görmektir” diye buyurdu.
Kafirlerin
İslam ümmetine egemen olmasına yardımcı olan uşak
işbirlikçi yöneticiler, işlerimizin kilidini ellerinde
tuttukları sürece Müslümanların sorunlarının
çözülmesine imkan yoktur. Çözüm; bu uşak yöneticilerin
yerlerinden alaşağı edilip kendisiyle hükmettikleri küfür
nizamlarının yıkılarak, yerine İslam diniyle, Allah’ın
indirdikleriyle hükmederek, ümmeti birleştirerek İslam
Risaletini cihana taşıyacak Raşidi Hilafet Devleti’ni
kurmaktadır.
Ey
iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz
Allah’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar. [Muhammed
7]
|