Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

 Kafir Batılılar: Amerika, İngiltere Ve Diğer Avrupa Devletleri; Doğu Timur’u Endonezya’dan Kopardıkları Gibi, Güney Sudan’ı Da Kuzeyinden Koparıp Hıristiyan Boyasına Sahip Olacak Bir Devlet Kurdurmaya Çalışıyorlar

20.07.2002 Cumartesi günü Kenya’nın Nairobi kentinde „Mişakus antlaşması ve ortak bildirisi” ortaya çıktı. Bu antlaşma ve açıklamanın tarafları, Sudan Hükümetinin heyeti ile Sudan Milli Kurtuluş Hareketi denilen ayrılıkçıları temsil eden heyet idi. İlgili görüşmeler 35 gün sürmüştü. ”Hükümetler arası Müşterek Geliştirme Komisyonu”(Igad) adlı barış operasiyonu için özel delege, bunun görüşme Oturumlarına başkanlık etmişti. Görüşmelere Amerika, İngiltere, İtalya ve Norveç’ten gelen delegeler katılmıştı. Igad’a bağlı yan komisiyonları temsil eden üç delege de katılmıştı. Görüşmelerde Afrika’ dan sorumlu Amerika Dışişleri Bakanı yardımcısı Walter Konstener ve özel delege John Danforth Amerikan heyetine ve özel temsilci Elan Filitcher Goti de İngiliz heyetine başkanlık yapmışlardı.

Sudan yetkililerinin, Amerika’nın kendilerine yönelik baskılarını ve Amerika’nın bu görüşmelerdeki fonksiyonunu inkar edip Başkan Keyni Danyel Arabmoy ve Ordu Komutanı Lazaro Samboya’nın sembolik fonksiyonunu ön plana çıkarsalar da, görüşmelerin gerçek yürütücüsü Amerika’dır. Görüşmeler de fiilen onun güdümüyle tamamlanmıştır. Onunla birlikte İGAD devletlerinin topluluğu, İngiltere ve sair bölge devletleri ve bölgeyle ilgilenen diğer devletler de katılmışlardır.

Amerika kendisiyle beraber bunları da görüşmelere katarak baş rolü ve fonksiyonunu gizlemiştir. Nitekim Amerika, Clinton’ın başkanlığının son yılı olan 2000 yılından beri, Sudan’a yönelik siyasetini değiştirdiğini göstermiştir. Başkan Bush hükümeti de geçen Eylül ayının başında papaz ve avukat olup geçen dönemin Sanato Meclisinin üyesi John Danforth’u „Sudan’da barışı aramak” görüşmelerini yönetecek özel temsilci olarak atadığı günden beri güçlü hareket ediyor. Ardından İngiltere, diplomasi deneyimi olan ve“ Sudan’ın gerçek, kalıcı ve adil bir barışa ulaşması için” güya çalışan eski Sudan elçisi Elan Goti’yi görevlendirerek Amerika’ya katıldı. Danforth Sudan’da çalışmalarına başladığı andan itibaren Güney Sudan ile ilgili mesele en tehlikeli bir duruma geldi ve ayrılıkçıların isyanı baş gösterdi. Seksen yıldan ziyade İngiliz egemenliğinin getirdiği nokta olan daha tehlikeli bir noktaya geldi. Amerika, İngiltere’den varis ettiği ve benimsediği İngiliz planının son aşamasını devreye sokmaya başladı.

Öyle ki; bu plan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1922’de Sudan’ın Güneyi için İngiltere’nin ortaya attığı plandı. Ne var ki Amerika Muhammed Necib’in 1952’de devirimyle Mısır’ı sömürgeci İngiltere’nin elinden aldıktan sonra Sudan’ı da kendi eline geçirdi . Böyle olunca günümüze kadar Sudan yönetimini elinde tutan uşaklarıyla uzun vadeli siyasetle bu planı yürüttü. Her ne kadar Amerika ve uşakları Amerika’nın görüşmelerdeki fonksiyonunu örtbas etmeye çalışsalar da onlarca senedir Amerika’nın inisiyatifiyle olayların geliştiği ortaya çıkmıştır.

Gerçek şu ki; Nairobi görüşme ve antlaşmalarının doğurduğu sonuç, 1956’dan beri bağımsızlık diye addedilen süreç boyunca yönetimin ulaştığı en tehlikeli evredir. Zira bu evre yönetimin kafir devletlerle birlikte Güney Sudan’ı ülkeden koparma evresidir. Bu aynı zamanda Amerikan uşağı Ömer Hasan Beşir’in Sudan yöneticisi olarak ulaştığı tehlikeli durumu ve onun müslümanların maslahatlarını hafife alan siyasetini ve Güneyi Sudan’dan koparacak Amerikan entrika ve komplolarıyla olan gönül bağını göstermektedir.

Bu ayrıca İngiltere’yi, diğer Avrupa ülkelerini ve piyonları olan Afrika’daki sair devletleri arkasına takan Amerika’nın İngiltere ile birlikte kurduğu planının son aşamasını uygulamaya koyup Güney Sudan’ı Kuzeyinden, 1999’da Doğu Timur’u müslüman Endonezya toprağından kopardığı gibi kopararak tamamen bağımsız Hıristiyanlık boyasına sahip olacak bir devlet kurmak amacında olduğunu da gözler önüne sermektedir.

Üzerinde ittifaka varılan “Çalışma Çerçevesi” adlandırılan konuda sahife 30’da “Üzerinde İttifak Edilen Temel İlkelerde” 3/1 nolu fıkrasında şöyle geçmektedir: “Güney Sudan halkı kendilerine tanınan haklarla birlikte referandum yoluyla geleceğini belirleme ve bu konuda karar alma hakkına sahiptir”. 5/2 nolu fıkrada “Geçiş Operasiyonu” adı altında şöyle geçiyor: “ Bu geçiş merhalesinin altı yılının sonunda devletlerarası gözetimi altında bir referandum yayınlanacaktır. Bununla ilgili işler Milli Hareket Ordusu tarafı ve Sudan Hükümetince düzenlenecektir.

Böylece Barış görüşmeleriyle yönetim nizamının tasfiyesi tamamlandıktan sonra Güney halkının bu yönetim altında yaşamayı kabul edip Sudan’ın birliğini destekledikleri ortaya çıkmış olur. Ya da Güneyin ayrılmasıyla ilgili düzenlemeler yapılıp tamamlanır. Aynı ifade 5/2 nolu fıkrada tekrar tekrar vurgulanmaktadır. Yani “Güney Sudan halkının nihai geleceğiyle ilgili karar verme hakkı” defalarca tekrarlanmaktadır. Ek olarak yetkili kişilerin çoğu güneyin ayrılmasının seçeneğine dair açıklamalar yapıp durmaktadırlar. Bunlardan biri olan Gazi Selahaddin Cezire Televizyonu’na verdiği demeçte bu imkanı uzak görmemektedir şöyle ki: “Güney’in ayrılması halkı bunu istediği zaman olacaktır.” İşte bu şekilde “nihai geleceğini belirleme hakkı”nın verilmesinin manası çıplak bir şekilde ortaya çıkmış oluyor. Aslında Güney Sudan meselesinin çözümü diye adlandırıldığı günden beri söylenen şeylerin siyak ve sibakına bakılırsa hep aynı şeyin kastedildiği görülür.

Halbuki bu meseleyi Güney Sudan’ı ayırmak için Batı devletleri ihdas etmişlerdir. Antlaşmada geçen diğer maddeler ise “ikinci taraf” adını taşıyanların maslahatına olduğu açıktır,hepsi birer yanıltıcı ifadelerdır ki bunları çürütmek için yer yoktur. Kaldı ki bu ifadeler intikal evresi diye öngörülen altı yılın sonunda kafir devletlerin yardımıyla Güneyin Sudan’dan koparılmasını sağlamlaştıran ve garanti eden bir kanun siğasıyla/üslubuyla kaleme alınmıştır.

Kuşkusuz bu; Dışişleri Bakanlığınca “Tarihi Bir Dönüm Noktası” şeklinde vasfedilen ve Hükümetin temsilcisi olarak anlaşmaları imzalayan Gazi Selahaddin tarafından da “Sudan Tarihinin En Büyük Başarı” diye addedilen büyük bir ihanettir. Öyle ki “Mişakus Cürmü”ne iştirak eden heyet büyük kutlamalarla Fatihler gibi karşılanmışlardır. Hükümet içerde ve dışarıda bu antlaşmaya propaganda yapmak ve bunu Ümmete pazarlamak için münafık dostları, saptırıcı basın yayın ve infarmasiyon organları aldatmanın en ucuz siyasi üsluplarıyla kullanmaya hazırlanmıştır.

Yönetimin İslam Şeriatına göre konumu ile ilgili ise hakikaten hiç değeri olan bir şey yoktur. Nitekim Sudan’ın durumu İslam Şeriatını kendine tek çözüm kaynağı seçmeyip onunla birlikte başka çözüm kaynakları da edinen sair İslam ülkelerin durumu gibidir. Ne yazık ki yeryüzünde tek bir İslam devleti mevcut değildir. Bilakis bütün İslam ülkeleri küfür ile yönetilmektedirler. Örneğin şöyle bir göz ucuyla İslam alemindeki mahkemelerin ne ile hükmettiklerine, Cumhuriyet veya krallık olan yönetim nizamlarına, iktisat nizamlarına, faizle faaliyet yapan bankalarının mevcudiyetine, muamaletine, ceza hukukuna, dış siyasetine, eğitim-öğretim politikasına baktığımızda istinasız bütün devletlerin dini, devletten ayırma esası üzerine kurulduklarına ve Sudan’ın da bunlardan biri olduğuna şahit oluruz. Bu nedenle bütün Sudan yönetim kadrosu İslam ile yönetim arasındaki irtibatı ön plana çıkarmakta hırs gösterirken aynı zamanda kafir ve uşaklarına bir sığınak açıp, kuzey ve güney Sudan arasına da duvarlar örmeye zemin hazırlayan çirkin bir üslup kullanmış oluyorlar. Ağustos ayının ortalarında görüşmelerin devam etmesi kararlaştırılmıştır. Bundan maksat ise; “Tek Bir Sudan”ı muhafaza etme örtüsü altında Güney Sudan’ın kopmasını derinleştirmek, gerçeği de örtmek ve saptırmayı devam ettirmektir. İşte bundan hedef; Servetleri ve yönetimi paylaştırmak, Güney’in Anayasası, Kuzey’in Anayasası ve Merkezi Hükümetin Anayasasını incelemek, ayrıca coğrafi sınırlar ve askıda blunan diğer konuları bahıs edip üzerinde anlaşmalar yapılmalıdır ki vakti geldiğinde yeni varlığın doğması kolay olsun. Bu hedefi hızlaca gerçekleştirmek için acelelik gösterildiği gözlenmektedir. Ta ki halk Amerikanın yeni tahrikleriyle başlarına ne kadar büyük bir facianın geldiğini daha anlamadan iş olup bitsin. Ayrıca Libya ve Mısır yöneticileri tam bir sessizlik içine girmişlerdir. Sanki bu durum onları hiç ilgilendirmiyor! Oysa “Mısır-Libya Plan Önerisinin“ sahipleri kendilerine aittir!

Acaba Amerika onlardan razı olsun diye mi susuyorlar? Doğrudur, ki İngilizlerin 1969 da İdris Senusi’nin devrilmesinden sonra müslüman Libya halkının iplerini ve yönetimi Kaddafi’ye teslim ettiği günden beri o İngilizlerin emrinden hiç dışarı çıkmıyor. Bu nedenle, İnglizlerin tutumlarını örtmek, bunların entrikalarının sona erince ve onlar bir şey hakkında kesin karar aldıklarında da Kaddafi’nin tutumları belli oluyor. Güney Sudan’da baş gösteren isyana Kaddafi’nin muvafakat etmesi İngilizlerin hesabına Afrika kıtasındaki nüfuzunu ispat etmek içindir. Bu sebeple onun sessizliği geçicidir. Sorulması gereken önemli soru şudur: Mısır müslüman olan ve olmayan evlatllarının herbirisinin maslahatını olumsuz yönde etkileyeceğini bilen Mısır yöneticileri Güney Sudan’ın ayrılmasına karşı nasıl susabiliyorlar??? İsyancıların ve kafir devletlerin istediği yeni devletin coğrafi sınırları dolayısıyla Nil nehrinin suları üzerinde hakimiyet kuracağını bilmiyorlar mı? Bunun etkisiyle meydana gelecek çekişme ve tartışmaların boyutunu idrak edemiyorlar mı? Türkiye ve Suriye arasında Fırat’ın suyu nedeniyle yaşananları bilmiyorlar mı? Türkiye laik yöneticilerinin Fırat nehrinin kaynaklarına tehakküm etmeleri ve edindikleri tutum sebebiyle Suriye halkı susuzluğun büyük sorunları çekiyor. Ayrıca Suriye’daki cerayan eden olaylarının akışını etkilemek ve istediklerini elde etmek için o laik yöneticilerin su meselesini bir koz olarak kullanıyor. Mısır yöneticileri bundan ders almıyorlar mı? Yoksa Mısır yöneticileri bunu biliyorlar?! Fakat büyük ihtimalle biliyorlar; öyleyse ne diye susuyorlar? Amerika’nın “Güneyi Kuzeyden ayırmaya çalışmıyoruz” demesine inanıyorlar mı?! İnceleme neticesiyle; bu, 1952’den günümüze değin Mısır’a egemenliğini sağlıyan Amerikanın sabit siyasetinin olduğuna ve her Amerikan Başkanının bu siyasetten bir parça uyguladığına dair kanıtlar kesinleşmiştir.

Gerçek şu ki; Güneyin Sudan’dan koparılması Bush zamanında fiili olarak gerçekleşmese bile onu takip edecek dönemlerde bu kendini gösterecektir. Eğer, bu yöneticler Amerikanın bugün dediklerini tasdik etmiyorlarsa ve onun siyasetinin bölücü olduğunu öğrenmiş olurlarsa, acaba kendilerinin Amerikan uşakları oldukları için mi ses çıkarmayıp susuyorlar? Bu suskunluğa karşılık ne kadar ücret alıyorlar? Yardım adı altında aldıkları milyarlar bu ve benzeri şeyler için midir?

Halkı yardım adı altında verdiği paralar sayesinde onu müslümanlara ait meselelerin komisyoncusu yapmışlarki Amerika ve Yahudilerin maslahatı doğrultusunda Filistindaki müslümanların meselesini sonunu getirsin. Mübarek’in Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir’in Nairobi’de meydana gelenlerle ilgili olarak yaptığı açıklama ve yorumu hangi akıl sahibi kabul edebilir? Nitekim o şöyle demişti: “ O (Maşakus) ittifaka dair hiçbir bilgi elimizde yok. Ben de bunu basın ve yayın organları vasıtasıyla duydum!? O da biliyor ki Nairobi antlaşması imzalanmadan önce nasıl ki Ömer Beşir Kahire’ye geldiyse tıpkı bunun gibi Güney Sudan meselesi aslında daha önceleri Bush ile Mübarek arasında konuşulmuş bir husustur. Yoksa Mahir’in açıklaması konuyu saptırmak ve mesuliyetten kaçmak için midir? Ondan önce de Kaddafi ona benzer bir açıklama yapıp şöyle demişti “Sudanlılardan daha çok Sudanlı olmıyacağız ”.

Antlaşma metninde geçen ve Sudan’ın birliğine işaret eden “iki taraf Sudan’ın Birliği esası üzerine barışa dayalı adil bir çözüm üzerinde ittifak etmiştir. Sudan’ın birliği her iki tarafın hedefidir...” gibi ifadeler örneğin üçüncü bentte geçen ve ayrılmayı öngören ifadelerle çelişmektedirler. Bu, güya Sudan’ın birliğine vurgu yapan ifadeler 1922’ den günümüze kadar olup bitenlerle de çelişmektedir. Tıpkı bunun gibi Amerika’nın, İngiltere’nin ve diğer Avrupa devletlerinin bölgeyle ilgili gizli ve açık planlarıyla da çelişmektedir. Bu nedenle metne giren benzer ifadeler Sudan’ın birliğini koruma sloganı altında bu büyük ihaneti örtmek, ümmetin saf çocklarını saptırmak ve kandırmak içindir. Bunu daha iyi açıklamak için Küffarın başı Amerika ve İngiltere’nin hazırlayıp uyguladığı komplo ve entrikaların tarihine köklü bir bakışla yönelmemiz gerekir ki başlarında yönetici diye duran uşakların onların ikballerini nasıl yok ettiklerini ve kafirlerin onlar üzerindeki hakimiyetinin boyutunu ve hazırladıkları tuzakların iç yüzünü görüp kesin olarak ikna olsunlar. Düşmanlarından gördükleri muamele ile karşılık versinler.

1882’de İngiltere Mısır’ı işgal ettiğinde, maslahatları doğrultusunda sömürmek için çizdiği ve dünyaya ilan ettiği planı gereği onu bölmeye başladı ki ona egemen olması ve servetlerini alıp götürmesi kolay olsun. Öyle bir düzen kurdu ki maslahatlarını tehlikeye sokacak etkin bir duruma bir daha gelmesin. Bu siyaset çerçevesinde 1899’da Mısır’ı iki bölgeye ayırdı. 22. enlemin güney kısmını birinci bölge addedip ona Sudan namını verdi. 22. enlemin kuzeyinde kalanı da ikinci bölge addedip ona şimdiki adı olan Mısır namını verdi. Bu sinsi ve dahiyane icraat onu zihinlerden silmek içindi. Tıpkı bugün esas topraklarının ancak dörtte biri için Filistin denilmesi gibi.

Şüphesiz Mısır İslam’ın onu fethetmesinden önce ve fethedildikten sonra Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında ve Muhammed Ali ailesinin yönetimi altında olduğu yakın geçmişe değin,başka ifadeyle; 1899 senesine kadar Güneyiyle Kuzeyiyle ve bütün bir Sudan ile birlikte Mısır tek bir ülke idi. Adı da Mısır idi. Müslümanların Mısır’ın bölünmesine şiddetli karşı çıkmasına rağmen o zaman dünyanın birinci devleti konumunda olan İngiltere sinsi, çirkin plan ve hilesini silah zoruyla uygulamaya koydu. Ardından iş daha da kötüye gitti ve müslümanlardan kendine uşaklar edindi. Halkı yatışırmak ve gönüllerini memnun ettirmek için şeklen (yeni sınırlarıyla) Mısır’ı (yeni ülke olan) Sudan’ın yönetiminde ve işlerinin idaresinde kendisiyle beraber kıldı. Bu durum, bölünme kararı içeren 1899 İki tarafın yönetmesi adlı antlaşmasında yazılıp belgelenmiş şeklinde göstermiştir. Bu antlaşma Ocak 1956’ya kadar şeklen sürdü. Bu, Sudan’a „Sudan Cumhuriyeti” diye isim aldığı tarihtir. Bu da lazım olan devletlerarası ayırma icraatları tamamlandıktan , Sudan yönetimine şeklen ortak olan Mısır yöneticileri ve orada asıl sömürgeci ve nüfuz sahibi olan İngiltere Sudan’ın ayrılmasına dair birlikte karar aldıktan sonra gerçekleşmiştir.

Amerika, Mısır’ı, Mısır ve Sudan diye iki ülkeye ayırma düşüncesini İngiltere’den kapıp bu ayırma konusunda kararlı rol oynadı. Mısır’daki işbirlikçilerine “Devrim adamlarına” 1953’ de İngiltere ile bir anlaşma yapmak için talimat verdi.Bu anlaşma “Sudan halkı kendi geleceği konusunda karar verme hakkına sahiptir” şeklindeki ifadeyi aynen alıyordu. Nitekim o zaman intikal dönemi üç sene olarak öngörülmüş ve ardından devletlerarası kontrolu altında halk referandumu yapılacaktır diye ifadeler içerdi.

İşte bu anlaşma aslında ayırmaya hazırlıktı. O zaman da intikal evresinde İngiltere ve Amerika işbirlikçilerini kullanarak kamuoyunu ayrılmadan yana hazırladılar. Halkın ezici çoğunluğu ayrılmayı reddetmesine ve birlikten yana olmasına rağmen intikal evresinde yapılan yoğun propaganda ve Amerikanın yönlendirmesi sonucunda Sudan’ki Hatmiye etnik grubunu temsil eden Milli Birlik Partisi “Nil Vadisinin Birliği” sloganı yerine “Bağımsızlık” yani „Ayrılmak” sloganı ortaya attı. Oysa bu parti Birlik sloganı atarak parlamantoda büyük çoğunluk elde etmişti.Ensar etnik grubunu temsil eden Ümmet Partisi ise kurulduğu günden beri İngilizlere bağlıdır. Kuruluşundan beri İngilizlerin ayrılma fikirleri için propafganda yapıyordu. İşte bu şekilde intikal dönemi sona erdiğinde ayrılma atmosferi hazırlanmıştı. Netice de Milli Birlik Partisi olarak en çok Nil vadisinin Birliği’ne çağıranlar olmalarına rağmen 19/12/1955 tarihinde bu partiye mensup ve aynı zamanda Başbakan olan İsmail El_ezheri derisini değiştirdikten ve Mısır yöneticilerinden bir talep geldikten sonra parlamentodan Bağımsızlık talebinde bulundu. Parlamento da oybirliğiyle bunu kabul etti. Aslında bölünme olan fakat onların bağımsızlık olarak algıladıkları İngiltere tarihte Mısır olarak adı alan memleketi iki ülkeye ayırma planı Amerikanın yardımıyla ve hatta benimsemesiyle başarıya ulaşmıştı.

İngiltere’nin planı Mısır’ın tarihi coğrafyasını biri Mısır diğeri Sudan olmak üzere ikiye bölmekle yetinmiyordu. Bilakis biri Güney diğeri Kuzey olmak üzere Sudan’ı da ikiye ayırmayı öngörüyordu. Nitekim 1922’de birinci Dünya Savaşı sona erince planının bu kısmını da uygulamaya koydu. Kuzeylilerin Güneylilerle birlikte birer esas vatandaş gibi ilişki kurup Güney bölgesine ait idari mekanizmalarda yer almalarını engelleyerek “Kapalı Kapı” politikasını uyguluyordu. Ekvator,Bahr-ı Gazal ve Nil üstü bölgeleri kuzeylilere yasakladı. Onların bu alana girip çalışmalarına ve ticaret yapmalarına engel oldu. İslam’ın yayılmasına engel olduğu gibi kuzeye ait örf ve adetlerin vb. bile taklit şeklinde de olsa güneye sirayet etmesine mani olmak için sert sınırlandırmalar getirdi. Güneylilerin Kuzeylilere şüphe ile bakmasını sağladı.

İşte böylece İngiltere Kuzeyi, Güneyden ayırma siyasetini güdüyordu. Aynı anda, Güney’lilerin Doğu Afrika’daki kendi (İngliz) müstemlekelerinin kapıları önüne açarken kuzeylilerin önlerine kapaittı. Bunlar ise; Etiyopya (Habeşistan), Uganda, Kenya, Tanzanya ve komşularıdır. Güney Sudan’daki üç tane Müdüriyeti bu müstemlekelere bağladı. 1930’da Güneylilerin Kuzeylilerden ayrı ve farklı olduklarına dair kanun çıkardı. Hıristiyan misyonerlerin, Protestan, Fırun papazları ve Anglikan Kiliselerinin papazlarının bu müdüriyetlerde çalışmalarını teşvik etti. Buralarda İngilizce mecburi ve resmi dil haline getirdi. Kuzeyi Güneyden ayıracak ne varsa bütün icraatları uyguladı. Nitekim İngiltere askerlerini oradan çekmeden önce güneylileri isyan ve silahlı ayaklanmaya iyice teşvik etti. Onları mal ve silah olarak doğrudan desteklediği gibi Habeşistan’da ajanı olan Hila Silası, Uganda, Kenya ve Tanzanya’da diğer uşakları yoluyla da bunu sağladı. Daha henüz İngiltere güçleri Sudan topraklarını terk etmeden önce isyancılar baş kaldırmaya koyuldular. Gelip geçen bütün hükümetlere karşı aynı tutumu sergileyerek günümüze kadar geldiler. Şartlara göre federatif, konfederatif, özerklik ve hatta bağımsızlık isteyip durdular. Öyle ki İngiltere amacına ulaşmak için hala parçalanmaya ve bölünmeye götürecek her şeyi yaptığı gibi bunu sağlayacak her vesileyi de kullanmaktadır.

İngiltere geçen 20.asrın yirminci senelerinden beri günümüze kadar bıkmadan ve yorulmadan Güney Sudan’ı Kuzey’inden ayırmak için çalışmaktadır. Bunu gerçekleştirmek için de her araç, vesile ve üslubu kullanmaktadır. Böyle uzun süre hedefine ulaşmamasının sebebi; bu sorunun yulları elinden kaybedip Amerika’ya kaptırmasıdır.Oysa Amerika bu düşünceyi benimseyip üzerine yürüdü.

Ancak Amerika kendisine has bir takım üslup ve araçlar kullanıp bölgesel ve evresel konumunun zaaflanması ve güçlenmesine hareket ediyordu.Ayrıca bu hareketi yaparken Sudan yönetimine geçen ve kendisine bağlı olan ajanlarını olumsuz şekilde etkliyecek veya onllara zarar getirecek durumun meydana gelmemesi dikkata alıyordu.Özellikle bu ajanlar Ümmet Partisi gibi İnglizlerin güçlü ajanlarından devamlı olarak kuvvetli saldırılara maruz kalıyorlardı.

Amerika ve İngiltere’nin Sudan’daki maslahatları farklı olmasına rağmen aslında kapitalizm temel düşüncesinden kaynaklanan menfaat kavramında birleşiyor. Bunun doğal sonucu olarak iki ülke arasında keskin yarış hasıl oluyor ki; uşaklarının çekişmesi şeklinde tezahür etmektedir. Buna rağmen tıpkı daha önce İslam aleminin kalbine Yahudi hançerini saplamada ve tarihi Mısır’ı Sudan ve Mısır diye ikiye ayırma konusunda olduğu gibi bugün de Güney ve Kuzey diye Sudan’ı ikiye bölme konusunda Amerika ve İngiltere’nin siyasetleri bazen birleşiyor. Yine bunun gibi planlarını başarıyla uygulamak için kullandıkları araçlar farklı olsa da üsluplar bazen aynı olabilmektedir. Sudan’ı ikiye bölme siyasetini yürütürken adı geçen iki devlet arasında meydana gelen zıtlaşma birkaç araç ve gereçten öteye gitmez. Fakat Güney Sudan’ı Kuzeyinden ayırma siyaseti konusunda aralarında ihtilaf yoktur. İslam aleminin diğer bazı ülkelerin konumu da buna uymaktadır. Örneğin Yahudi varlığının İslam aleminin bağrına ekilmesi konusunda kullanılacak üslup ve vesilelerde bazen ihtilaf etseler de çoğu kez beraber bu siyaset üzere yürürler.

2.Dünya Savaşından sonra Amerika’nin Sudan’ın içişlerine müdahale etmeye başladığından bu yana ve özellikle 1952’de İngiltere’nin Mısır’daki nüfuzunu kaldırıp yerine geçince ve kendi nüfuzunu yerleştirdikten sonra Sudan’a yönelik siyasetini izlediğimizde ve incelediğimizde nihai hedefinin İngiltere’den miras olarak aldığı onun Güney’i kuzey’inden ayırmak olduğunu görürüz. Bugüne değin bu yöndeki siyasetini açıklamamış olsa ve bunu yetkili kişilerin sözlerinde belli olmasa da bu gerçek değişmez. Çünkü;Onun Sudan’a yönelik siyasetinde kullandığı üsluplar, Sudan yönetimine ark arkaya geçen uşakları tarafından icraatlar ve isyancıların halihazırda elde ettikleri kazanımlar ve yapa geldikleri şüpheli icraatlar ve yaptığı şüpheli ve kuşkulu kareketler güneyi koparmak olan habis niyetinin en açık delilidir. Bunlar demeçlerden daha net delildir. Doğu Timur’u Endonezya’dan ayırırken yaptığı şeyler bize ibret olmalı. Nasıl ki önceki Endonezya lideri Suharto’ya 1975’te Doğu Timur’u Portekizler bıraktıktan sıonra Endonezya’ya onu kat demişti. Sonra Amerika onun aleyhine döndü. Diğer Batı ülkeleriyle ve Avusturalya’yla birlikte aşama aşama çalışıp gizli üsluplar geliştirdi ve neticede Doğu Timur’u Hıristiyan renginde bir devlet olarak 1999’da Endonezya’dan kopardı.

Muhakkak ki; Kafir devletlerin özellikle Amerika ve İngiltere’nin Sudan’a yönelik olarak üzerinde birleştikleri üslup güney Sudan’ı kuzeyinden ayırmaktır. Bu da şöyle yürütülüyor: Konuya devletler arası bir boyut kazandırmak, Güneyi Hıristiyan misyonerlere ve insan haklarını savunan örgütlere açmak, siyasi, diplomatik, askeri ve mali yönden asileri desteklemek, çevre ülkelere de onlara lojistik destek sağlamalarını telkin etmek, yönetimdeki uşakları yoluyla, asilerin ayrılmaya bahane edebilecekleri farklı algılanabilir kapalı yasalar çıkarmalarını sağlamak, devletin asilerle masaya oturup antlaşma yapmasını sağlamak ve meseleyi sanki güneyde yaşayan Hıristiyanlarla kuzeyde yaşayan müslümanlar arasında süre gelen bir ihtilaf varmış gibi açığa vurmak. Evet işte kafir devletler Sudan’ı bölmek için bütün bu üslupları müşterek kullanmaktadırlar.

Hangi siyasi mesele olursa olsun devletlerarası bir mesele haline getirilirse o mesele sahiplerinin elinden çıkıp süper devletlerin ve diğer büyük devletlerin eline düşerki onlar onu muhakkak kendi maslahatları ve arzuları doğrultusunda çözüp tasfiye edeceklerdir. Bu nedenle dünya siyasetine etki eden her devlet bir meseleye müdahale edince ilk işi o meseleyi bölgesel veya milli boyutlarından çıkartıp devletlerarası bir mesele haline getirmektedir. Güney Sudan meselesinde aynı şey hasıl oldu. Görüldüğü gibi devletlerin müdahalesine açık bir hal almıştır. Sanki orası Sudan değil, dahası sanki İslam toprağı değilmiş gibi bir çok devlet müdahalesinin alanı olmuştur.

Gördüğümüz kadarıyla kafir Batı İslam aleminden kat kat fazla bu meseleyi önemsiyor. İrili ufaklı Batılı devletleri; Amerika, İngiltere, Fransa, Norveç, Kanada, İsviçre vb. müdahale etmektedirler. Sanki eyaletlerden birinin meselesiymiş gibi Amerika bunu kendi iç meselesi olarak algılayıp kongrede değerlendirmektedir. Sudan’la ilgisi ve alakası olmayan büyük küçük kiliselerin konusu olmuştur. Öyle ki bu mesele Igad deletlerinin peryodik zehirli toplantılarının prgramlarında daimi bir mesele halina gelmiştir. Bunların toplantılarında güneylilere kendi geleceği konusunda karar verme hakkının verilmesinine dair “İlkelerin ilanı” diye adlandırdıkları bir antlaşma imzalamıştır. Zira “geleceği konusunda karar verme hakkı” ifadesi diplomasi dilinde ayrılmak ifadesinden daha hafiftir. Bunun daha kötüsü; devletlerarası müdahalesini övmek, teşvik etmek ve gerçekleştirmek için Sudan sorumluların çalışmalarıdır. Hatta özel olarak da Amerika’ya yönelmektedirler.Hiç utanmadan ve çekinmeden böyle davranmaktadırlar. Ne yazık ki bunu Sudan yönetiminin başında bulunan yöneticiden,yakın adamlarından ve Bakanlarından duymaktayız. Oysa bu yöneliş İslam alemine ve özellikle Sudan halkına bğyük zarar ve musibetlerin gelişini sağlar. Bu tehlikeli konumlarının bu kimselere benzer insanlara gizli kaldığını zannetmiyoruz.

Amerika ve diğer Batı devletleri Hıristiyan misyonerlerin desteklenmesiyle İngiltere siyasetine katıldılar. Terineti Dünya Üniversitesi Müdür yardımcısı Jerry Bayton Sudan’ın güneyine misyonerlerin gönderilmesinin desteklenmesiyle ilgili bir neşriyat yayınladı. Bu neşriyatta 24’ü Amerikan, 3’ü Kanada, 2’si İngiltere, 2’si Norveç, 1’i Yeni Zelandalı, 1’i Belçika, 1’i de İsviçreli olmak üzere 35 merkezin burada aktiv misyonerlik faaliyetini yürüttüğü belirtilmekteydi. Bu merkezlerin arasında, Afrika İnland Mention, Amirakan Anti Slavergrob, Blue Nile project, Katolik Relife Service, Christian Comfort International,Christian Freedom International, Christian Solidarity World Wide ve C.S.I.U.S gibi dünyaca ünlü ve büyük merkezler de mevcuttur. Bütün bunlar kontrolsüz ve gayet rahat bir şekilde burada serbest faaliyet göstermektedirler. Bu merkezler aynı zamanda hastane, enstitü, fakülte hastalıklarla mücadele,yardım merkezleri vb. kurumlar inşa edip yardım işleriyle de ilgilenmektedirler. Gösterdikleri bu faaliyetler bünyesinde aynı zamanda asilere gıda,silah ve mühimmat sağlamaktadırlar. İlaç sandıklarına silah koyabilmektedirler. Kasım 1999’da Norveç Televizyonu yaptığı bir programda yalnız “Norwagian Peoples N.B.A” örgütünü 80 ila 100 ton silahı asilere ulaştırdığını belirtmişti.

Gerçek şu ki bu güdümlü misyoner örgütler, asileri desteklemek, bilgi toplamak için casusluk yapmak, adi düşünceler yayıp isyan ruhunu yaygınlaştırıp fitne uyandırmak için Sudan’a girmişlerdir. Bunlar yalana çağıran, bütün Müslümanlara karşı koymak maksadıyla düşmanca fikirler yayan örgütlerdir. Bunlar yalnız Sudan’da değil evrensel bir boyutla bütün dünyada faaliyet göstermektedirler. İnsani faaliyetler içinde olduklarını söylemeleri boş bir iddiadır. Bu gerçek yüzlerini gizlemek içindir. Onlar aslında tahribat için çalışıyorlar. Bu nedenle şerlerinden korunup aleyhimize açtıkları fitne kapılarını kapayıp yalan yanlış düşüncelerini yaymalarına engel olmak için onları kovmak gerekir.

Kaldı ki Sudan’ın bunların yardımına da ihtiyacı yoktur. Dünyanın en fakir ülkesi şeklinde yaydıkları yanlış düşüncenin aksine Allah’ın doğal kaynaklarla zengin kıldığı bir ülkedir. Nitekim petrol, doğalgaz, altın, gümüş, nikel, magnezyum, demir, kurşun, uranyum, çinko, bakır, granit, mermer, kalay vb. pek çok maden yatakları mevcuttur. Ayrıca dünyada eşine az rastlanır su kaynakları, ekin tarlaları ve hayvancılık alanlarına sahiptir. 1999 yılında altın çıkarma ile ilgili alt yapısını tamamladı. Petrol üreten ülkeler örgütüne (OPEC)’e girdiğinde Sudan Enerji Bakanı “Şu ana kadar tespit ettiğimiz petrol rezervi üç milyar varildir” diye açıklama yapmıştı. Bazıları da seksen milyar varil olduğunu belirttiler. Üstelik gıda maddesi bakımından da Sudan, şüpheli yardım paketlerine ihtiyaç duymayacak kadar zengindir. Zaten bu yardım paketlerinin bir kısmıyla asilere silah yardımı yapılmaktadır. Kaldı ki Ziraat ve Orman Bakanı Meczub Al-Halife; “Bizim eşsiz ovalarımız, iklimimiz, su kaynaklarımız ve meralarımız vardır. Bu da Sudan’ı gıda maddesi bakımından dünyanın en önemli ülkeleri arasına koyuyor” diye bir konuşma yapmıştır. Ayrıca Dünya Bankası’nın yaptığı bir araştırmada şöyle geçmektedir. “Eğer bütün dünya kaynakları kurusa Sudan tek başına bir milyar insanı bir yıl boyunca doyurabilir”. Artı Sudan’ın nehir, göl ve yağmur suları da maden bakımından zengindir. Verimli ekim tarlaları da buna eşlik etmektedir. Daha yarısı mera olan bu alanlar iki yüz milyon hektar dolayındadır. Bütün bunlara et ve süt ürünlerine kaynaklık eden zengin hayvancılığını da eklerseniz Sudan’ın ne denli zengin bir ülke olduğu görülecektir.

Evet Sudan, fitne ve savaş kuklalarını elinde tutan kafir devletlerin yardım fonlarına muhtaç olmayan zengin bir ülkedir. Sudan; servet, mal mülk açısından fakir değil ihlaslı yöneticiler açısından fakirdir. Sudan, servetlerine göz diken kafir devletlerin maslahatlarına yarasa bile mevki makam çekişmelerine sahne olup büyük devletlerin elinde oyuncak olmayı kabul ettiği 1956’dan beri hain işbirlikçilerin musibetine duçar olmuştur. Zira bu yöneticiler üretimi kıstılar, kötü bir istihdam politikası uygulayıp servetleri hesaplarına ve dostlarının hesaplarına geçirip Sudan halkını büyük miktarlara ulaşan dış borç yükünün altına soktular. Öyle ki bu borç şimdi 20 milyar doları geçmiştir. Nitekim 05.08.2002’de Sudan Dışişleri Bakanı “Sudan’ın dış borcu 20 milyar doları bulmuştur. Dünya Bankasının %48 karla bize verdiği 1.6 milyar dolarda buna dahildir” diye bir beyanda bulunmuştur. Allah’ın ahkamından uzaklaşıp küfür üzere yapılan yasamalar neticesinde kişilerin özel mülkiyetlerine kötü bir kasıtla yönelen hükümet halk arasında panik meydana getirmiştir. Bu nedenle sermaye sahipleri servetlerini ülke dışına taşıyıp halkı bu servetlerin yatırıma dönüşmesiyle doğacağı hayırdan mahrum bırakmıştır. Kaldı ki dışarıya kaçırılan sermaye dış borca deng gelecek şekilde 20 milyar doları bulmuştur. Buna İngiltere’nin 1955’de ülkeyi terk ederken geride bıraktığı ve halkı iktisadi alanda çekişmeye sürükleyen kötü ekonomik yasaları da eklerseniz-ki İngiltere’den sonra kontrolü ele geçiren Amerika’ da aynı yasaları devam ettirmiştir- o zaman Sudan’ın neden bu halde olduğunu anlarsınız.

Güney Sudan’ı ayırmak için Amerika’nın en çok kullandığı üslup Müslümanların eliyle İslam’ı buna alet etmek şeklinde olmaktadır.Bu bize pek acı gelir. Gerçek şu ki Amerika bu üslubu kullanmak için kıdemli İngiliz uşağı olan Turabi’yi kolay bir lokma olarak görmüştür. Nitekim o da Amerika’nın yanında olduğunu göstermiştir. Onun Milliyetçi Cephe’sini de buna uygun görmüştür. Amerika bu üslubu kullandığı o zamanın Amerikan uşağı Sudan yöneticisi olan Cafer Nemiri’nin Hasan Turabi’yi 1981’de Baş Savcı ilan etmesiyle ortaya çıkmıştır. Ardından 1983’de Cafer Nemiri İslam Şeriatını yasama kaynaklarından biri olarak resmen ilan etti. Kaldı ki bu ilanın İslam ile bir ilgisi yoktu ve gerçek adına hiçbir şey ifade etmiyordu. Aksine Amerikanın 1983’de harekete geçirdiği asilerin 1981 Adis Ababa antlaşmasının ilga edildiği gerekçesiyle ateşlenmelerini sağladı. Amerika 1989’de uşağı Ömer Beşir’i yönetime getirdiğinde kendisiyle işbirliği yapacağını bildiği Turabi’yi ona ortak yaparak ondan ve onun hareketinden Ömer Beşir’in yönetimine İslami bir çehre kazandırdı. Bu ikili birlikte içeriği boşaltılmış İslami sloganları yükselttiler. Buna karşılık İslam Şeriatının anayasanın tek ve yegane kaynağı değil de diğer kaynaklarla beraber onun da yasamaya kaynak kabul edildiği bir metni tazmin ettiler. Böylece Numeyri zamanında çıkarılan ve asilerin isyanına bahane veren İslam Ceza kanunu ile ilgili anayasa maddesi yerinde kaldı.Oysa bu kanun uygulanmıyordu.Sadece isyancılar için bir gerekçe sağlamak üzere ortaya atılmıştır.Ayrıca Silahlı İslami hareketlere göz kırpan ve Sudan’ın kapılarını ardına kadar açması dikkat çekici idi!

Batının ve özellikle Amerika’nın Sudan’ın İslami bir devlet olduğu şeklindeki iddia ve yaygaralarını her tarafta yaymaya başladı. Bu bağlamda Hasan Turabi Sudan’ın İslam’a davetin cihana yayılmasının merkezi olduğunu iddia ederek dünyayı dolaşmaya başladı. Amerika’nın Sudan’da ki İslami dalganın inisiyatifini eline almasıyla kendi ajanı olan Ömer Beşir için halkın büyük sempeti toplatıldı.Zira İslam müslümanların kalplarında derin kökler almıştır. Amerika bunu istismar etmiştir. Başka taraftan asilere isyan etmeleri için bunu bahane ihdas etmiştir. Amerika dış siyasetinde İslam’ı ilk kez istismar etmemiştir; İran’dan İngiltere’nin nüfuzuna son vermek üzere bunun güdümünde olan Şah’ı İran’dan kovarken kendi nüfuzunu oraya yerleştirdi. Lübnan’daki Maruni gücünü de bu şekilde kırdı. Neticede doğal olarak buradaki İngiltere ve Fransa’nın nüfuzu zayıflayınca yerine Amerika geçti. Bu nedenle İslam için çalışanların Amerika’nın İslam alemindeki siyasetini irdelerken tam bir bilinçle bu üsluba dikkat etmeleri gerekmektedir.

Kafir Batı ülkeleri doğuşundan beri asileri desteklemektedirler. 1955-1972 tarihleri arasında Batı devletlerinden ve özellikle daha Sudan’dan çıkmadan önce onları silahlandıran ve isyana teşvik eden İngiltere’den çok büyük maddi kuvvet aldılar. Tıpkı 1948’den önce İngiltere Filistin’den çekilmeden önce yahudileri destekleyip her imkanı sağladığı gibi... İngiltere uşağı olan Habeşistan/Etiyopya İmparatoru Hilasilasi yoluyla da asilere büyük miktarlarda maddi kuvvet sağlamıştı.Yinede Uganda, Kenya vb. komşu Afrika devletleri yoluyla da aynı asilere maddi destek temin etmişti. Hatta bu asilere Filistin’deki Yahudi varlığına bakan bir pencere açtı.Nitekim asilerin lideri Joshep Laco kendisini silahla destekleyen Yahudi varlığı ile ilişki içindeydi. İçerde de asilere ilk kez „yuvarlak masa” etrafında toplanma fikrini ortaya atıp onlara cumhurbaşkanın yardımcılığı teklif eden ve 1965’te Başbakanlığa getirilen İnglizlerin ajanı olan Sadık Mehdi eliyle desteklemiştir. Aslında asiler meselesini bu zemine taşıyan ilk Sudan’lı da Sadık Mehdi’dir. O vakitlerde Amerika gelişmelerden memnun olduğunu gösteren bir sessizlikle aleni bir şekilde asileri desteklemiyordu. Çünkü Amerika söz konusu bölgeyi sömürme konusunda daha yeniydi ve uşaklarının ayağının yere basmasını bekliyordu. Hatta eğer uşaklarının hayatını tehlikede gördüğünde asilerin eğitimi için hafif dövülmesine bile göz yumuyordu. Örneğin;Amerika kendi ajanı olan İbrahim Abud’un asilere bir darbe indirmesine, misyonerleri kovuşturmasına ve faaliyet alanlarını kısıtlamasına emir vermişti.

Amerika 27.3.1972’de Adis Ababa anlaşmasını Sudan cumhurbaşkanı Numeyri’nin asilerle imzalamasına emir vererek bunlara ilk kuvvetli destek sağlamış oldu.Böylece Numeyri daha önce hiçbir Sudanlının vermediği tarihi tavizleri asilere vermiş oldu.Bu asiler devlete başkaldıran kimseler durumunda oldukları haldayken onları bir devlet sevyesine getirip kendesine bir rakip haline getirdi ve onları siyasi bir varlık olarak tanıdı. Adı geçen antlaşma gereği asilere Üstüvaiye (Ekvator bölgesi), Gazel Denizi, Yukarı Nil denen üç bölgeye birlikte olacak şekilde özerklik hakkı verildi.Vilayetlere Ait Mahalli Meclisinin tavsiyesiyle buraya bir başkanın atanması kabul edildi. Bu başkanın da özerklik kazanan bölgenin işlerini bakanlar adına yürütecek bir meclisi atayacağı kararlaştırıldı. Yine adı geçen antlaşma gereği İngilizce dili bu bölgenin idarelerinde baş dil olarak seçildi. İşte bu şekilde Sudan’ın tarihinde ilk kez satılığa çıkan bu tavizler gerçekten büyük bir boyuta varıp Sudan’ın kuzeyi ile güneyi uçurum açtı. 1983’de Numeyiri bu antlaşmadan vazgeçmişse de geçen on bir yıl zarfında yeteri kadar tehlikeli gelişmeler kaydetmişti. Zira Sudan’daki müslümanlara kötülük isteyen her kes bu antlaşmayı dayanak gösteriyordu.

Amerika’nın asilere verdiği güçlü destek 1983’ten bu yana günümüze değin daha açık bir şekilde kendini gösterdi.ABD Milyonlarca dolar ve komşu ülkeler yoluyla silah yardımı sağladı.Bu komşu memleketlere askeri eğitim kampları açtırıp Sudan maslahatlarına ve halkının güven ve selametine yönelik saldırı destek noktaları oluşturdu. Sudan topraklarında gösterdikleri faaliyetlerini koordine eden bir komuta merkezini Eritre’de oluşturmayı sağladı. İnsani yardım yapan örgütler ismiyle gıda maddesi diye gönderdikleri konteynırların içine gizlice silah koyup asilere ulaştırdı. Örneğin 24.03.1999’ da Amerikan parlamentosu asileri, diğer adıyla Sudan Milli Kurtuluş Ordusu’nu uçaksavarları temin etme kararını aldı.Bu karar asilerin egmenliği altında bulunan bölgelere mali destek sağlamaya dair bir bend içerdi.Ayrıca “Barışı sağlamakla ilgili IGAD devletlerinin çabalarını destekleyen bir bend de içerdi.Çünkü bu çabalar asilerin maslahatını teşkil ediyor. Ayrıca Güvenlik Konseyi’ne, Güney bölgesini uçuşa kapalı bölge ilan edilmesini tavsiye eden bir karar da aldı. 08.06.2001’de de içlerinde asilerin de yer aldığı ve muhalefetçi diye adlandırdıklarına on milyon dolar yardım edilmesine dair de bir tavsiyede bulundu. Nitekim bundan önce 01.07.1999’da Senato benzer bir tavsiye kararı daha almıştı. Diğer taraftan Sudan tarihinde benzeri bulunmayan tavizler veren Ömer Beşir yoluyla asilere güçlü bir destek vermeyi de kararlaştırdı. Bunun için de biri meseleyi devletler arası boyuta taşımak diğeri halkoylaması yapmak şeklinde olan iki sinsi üslupla baskıcı politikalarını sürdürdü.

Devletlerarası boyutundan kasıt “İGAD” denilen devletlerin topluluğu çalışmaktır. Bunlar 1994’de Beşir ile birlikte “İlkelerin ilanı” diye bir metin ortaya koydular ki içinde güneylilerin “ kendi gelecekleri konusunda karar verme hakkını” kabul eden ifade de geçmiştir. Bununla birlikte „ayrılma” hakkını elde etmek bir seçenek olarak saymıştır. Halk oylamasından maksat Beşir ve Turabi’nin 1998’de anayasa için yaptıkları (sahte) halk oylamasıdır. Bu, Sudan halkı tarafından onaylandığı iddia ettiler. Buna 139. maddedenin son paragrafından önceki fıkra (g) kattı;Bu paragraf “kendi geleceği konusunda karar verme hakkını” asilere veriyor. Üstelik bu fıkra anayasanın değişmez unsuru olarak belirlenmişti. Kaldı ki bu fıkra 21.04.1997’de asilerle yapılan zilletli antlaşmada onlara tanınan “yasama hakkı” ve “birleşme veya ayrılma hakkı” ifadeler eklenmiştir. Mişakus antlaşmasından önce akdedilen ziletli tavizkar anlaşması ve ekleri „Cibal-un Nube (Nube Dağı) bölgesin için ateşkes anlaşması ” buna (Mişakus antlaşmasına) ilhak edildi. Oysa bu ateşkes anlaşması Amerikanın gözetiminde İsviçre’de gözlerden uzak bir şekilde imzalanmıştı.

Kaldı ki bu anlaşma, asilere karşı mukavemet konusunda elimizi kolumuzu bağlar diye ordu tarafından red edilmişti. Fakat Ömer Beşir askerlere rağmen bunu kabul etti. Hukukçu ve Papaz John Danforth tarafından özenle onun bentleri çizilmiştir. Ayrılıkçıların maslahatlarını kapsadığı açıkça bunda görülmüştür. En çok korktuğumuz şey de Amerikanın girişimiyle Cibal-un Nube bölgesinin sair bölgelerden ayrı tutulup ayrılıkçıların arzu ettiği şekilde sınırlarının çizilip koparılmasıdır. Nitekim ayrılıkçılar 12. enleme kadar istiyorlar. Böylece ayrılıkçılar ve onların arkasında duran Batı devletlerinin Sudan’ın doğal zenginliklerine göz diktikleri belli oluyor.

Bu ölüm-kalım meselesinin devletlerarası bir boyuta taşınmasının büyük tehlikeleri ortaya çıkar -ken Sudan yöneticisi hala aynı sapık şaşkınlık üzerinde ısrarlı olarak devam ediyor.Bu Yönetici ümmetin içişlerine doğrudan karışsın diye ülkenin kapılarını Amerikan müdahalesine açtığında ümmetin duygularına meydan okuduğu gibi kendisine karşı onun kızgınlığını kışkırtıyor. Kaldı ki hepimiz Amerika’nın asilere mal ve silah yardımı yapan, onlara siyasi destek veren ve çeşitli yardım türleriyle destek sağlayan bir azılı düşmanımızın olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca füzelerle bizi kırıp geçiren, devletlerin aleyhimizde ambargo kararını 1995’de Güvenlik Konseyinden geçiren bir düşman olduğunun da bilincindeyiz. Bütün bunları yaparken aynı zamanda ayrılıkçı isyancılara yardım etmeyi organize eden hayati bir düşman olduğunun da farkındayız. Öyle ki bu düşman güç, memleketimiz olan Arap yarımadasını, körfezi işgal etmiş kardeşlerimiz olan Irak halkına karşı tek taraflı bir savaş ilan etmiş, Afganistan, Filistin ve Pakistan’da terörle mücadele adı altında aleyhimize bir vahşiyane savaşı komuta etmiş, Filistin de can düşmanımız yahudileri desteklediğini gizlemeye bile gerek duymayan düşman bir iradedir.

Kaldı ki ;

Ve Allah kafirler için mu’minler aleyhine kesinlikle yol vermeyecektir. [Nisa 141]

ayetinin bir gereği olarak kafir devletlerin işlerimize karışmasının haram olduğu ve buna yol verip alet olmanın Allah’a, Rasulüne ve mü’minlere karşı işlenmiş bir ihanet olduğu da bir gerçektir.

Amerika; öngördüğü plan üzere güneyi kuzeyden ayırma konusunda uzun bir mesafe aldığı, ayrılıkçı asilerin ayrılma işini sağlama aldığı ve onları güçlendirdiği, Kafir Batının desteğiyle maslahatlarımızı tehdit edecek ve askeri yöntemlerle servetlerimizi alıp götürecek bir kudrete sahip oldukları günümüzde üslup değiştirdi. Evet 1999’da Sudan’da petrol çıkarılıp miktarının çeyrek milyon varile ulaştığı ve ülkeye bir milyar dolar gelir sağladığı ve yöneticilerin, Amerikanın Müslümanlara karşı başlattığı haçlı seferinde en iyi destekçi oldukları şu zamanda ABD Sudan ile olan ilişkilerinde üslup değişimine gitti. Örneğin ambargoyu kaldırıp bağlarını gevşeterek diplomatik ilişkileri yeniden başlattı. Bunu yaptı ki güneyliler zaman kazanıp kurumlarını tesis ederek bağımsızlığa ve yönetime hazır bir hale gelsinler. Böylece Sudan’ın kapıları Amerikanın petrol şirketleri ve diğer şirketlerin önünde ardına kadar açılsın. Onlar da ülkenin servetini ve zenginliklerini alıp götürsünler. Nitekim bu kapitalist şirketler iktidara geldiği günden beri Bush’a bu yönde baskılar yapıyordu. Kaldı ki Kanada ve Çin’e ait şirketlerin aynı yönde hedefleri Amerikan şirketlerinden önce vardı. İşte bu nedenle güneydeki asilerin meselesi Bush yönetiminin öncelikleri arasındadır. Denilebilir ki eğer Amerika 11 Eylül Washington ve New York’ta meydana gelen olaylarla meşgul olmasaydı bu meselede şimdikinden daha büyük bir yol almış olacaktı.

Bu halihazırda Amerika’nın Sudan’a yönelik siyasetini kuşatan şartlar bunlardır. Buna göre eğer Amerika hedefine ulaşmak için aldığı yol itibariyle uzlaşma zamanının geldiğine inanırsa asileri güçlü bir pozisyona getirecektir. Yani onları Sudan’ın servetlerini ve yönetimini paylaşmayı açıkça talep eden ve bağımsızlık isteyen mevcut yönetime eşit ikinci bir taraf haline getirecektir. Barışa çağrı adı altında yalancı sloganlarla asilerin taleplerinin en yüksek seviyede karşılanmasına çalışacaktır. Aslında akmasına kendisinin sebep olduğu kanları, zulüm ve kötü uygulamaları kaldırmaya çağıracaktır. Nitekim Sudan’ın güneyini kuzeyinden ayırma siyaseti İngiltere ve Amerikanın geniş boyutlara sahiptir; Yani bütün Batılı devletlerin kurum ve kuruluşlarıyla arkasında oldukları değişmez stratejileridir. Birleşik, federatif yada konfederatif adına söylenenler aslı astarı olmayan yalan yanlış sözlerdir. Esas niyetlerini gizleyip hilelerini neticeye ulaştırmak içindir. Olayların seyri de bu gerçeği doğrulamaktadır. Siyasetçilerin yaptığı aykırı açıklamalar şaşırtmak ve ilgili şüpheleri gidermek içindir.

Gerçek şu ki eğer Ömer Beşir başta olmak üzere Sudan siyasetçileri şu anda yapa geldikleri gibi bu ölüm-kalım meselesiyle böyle oynamaya devam ederler ve bu ümmetin ihlaslı evlatları buna engel olmazlarsa bu facia güneyin ayrılmasıyla sonuçlanacaktır. Ömer Beşir, Endonezya’nın sabık yöneticisi Abdurrahman Vahid’in yaptığı gibi yapacaktır. Nitekim o kafirler hesabına Doğu Timur dan vazgeçtiğini ifade eden antlaşmayı kabul ettiğinde B.M. Genel Sekreterine 25.10.1999’da şöyle yazmıştı: “Doğu Timur’un Birleşik Endonezya cumhuriyetinden bir parça olmasına dair Vl/MPR/1978 nolu karar ilga edildiği sana bildirmekten şeref duyarım”. Böylece daha önce Doğu Timur’u Endonezya’ya katan antlaşma ilga edilmiş oldu.

Ey Müslümanlar!

Şüphe yok ki güneyin kopması, biri de petrol olan Sudan hazine ve servetlerinin kafir devletler hesabına soyulması demektir. Yeni yönetimin güneyde hakimiyet kurmasıyla Nil nehrinin sularını da egemenliğine alacaktır. Dolayısıyla bu girişim beraberinde varsayıma göre savaş ve benzeri tehlikeli durumlar meydana getirecektir. Kaldı ki siyasilerin güneydeki ümmetin ölüm-kalim meselesini ve ilgili maslahatlarını boş verdikleri gerçeği ortaya çıkmıştır. Biz ülkenin içine düştüğü bu faciadan kurtarmak için hızlı ve kuvvetli şekilde hareket etmeye güce sahip oaln her samimi kimseyi bütün hararetle çağırıyoruz.

Şu da bir gerçek ki İslam ümmetinin başında yalnız Sudan faciası bulunmuyor. Aksine bu ümmet her karış toprağında her gün bir facia yaşamaktadır. Bunun nedeni Hilafetin yıkılmasından sonra koca ümmetin çobansız bir sürü durumuna düşmesidir. Böylece göz diken herkes ondan bir parça koparmıştır. Nitekim kafirler ümmeti elli küsur parçaya ayırıp gelirlerine el koyup halklarını zelil bir duruma sokmuşlardır. Neticede biz Rasul (sav)’in bizi sakındırdığı duruma düştük. Zira Rasul (sav) (mealen) şöyle buyurmuştur:

„Yiyiciler tabaklarına saldırdığı gibi diğer ümmetlerin size saldırması neredeyse vuku bulacaktır.”Bunu dinleyenlerden biri, o gün sayımız az mı olacak? dedi. “Aksine o gün siz çok olacaksınız fakat suyun üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden söküp atacaktır. Kalbinize de “Vehn” atacaktır” diye buyurdu. Ey Allah’ın Rasulü “Vehn” nedir? denildi. ”Vehn dünyayı sevmek ve ölümü kerih görmektir” diye buyurdu.

Kafirlerin İslam ümmetine egemen olmasına yardımcı olan uşak işbirlikçi yöneticiler, işlerimizin kilidini ellerinde tuttukları sürece Müslümanların sorunlarının çözülmesine imkan yoktur. Çözüm; bu uşak yöneticilerin yerlerinden alaşağı edilip kendisiyle hükmettikleri küfür nizamlarının yıkılarak, yerine İslam diniyle, Allah’ın indirdikleriyle hükmederek, ümmeti birleştirerek İslam Risaletini cihana taşıyacak Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmaktadır.

Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar. [Muhammed 7]

Hizb-ut Tahrir

16 Cemadiye’l Ula 1423

M. 26 Temmuz 2002

 

Yukarı