DEVLET
64- Sulta (otorite), ümmette veya ümmetin en güçlü
bir gurubunda mevcuttur. Ancak bu otorite, ümmetten veya o gurubtan
bir şahısta temsil edilir ki o, emirdir. Emir bulunmazsa fiilî
olarak sulta da yoktur. Sulta; insanların işlerini gözetmek ve
maslahatlarını idare etmek olduğuna göre, insanlar kendi
menfaatlerini gözetmekten uzak kalmazlar. Onun için ümmetin emirden
yoksun olması doğru olmaz. Zira, ümmette emirin bulunması kaçınılmaz
bir vaciptir. Bunu ümmetin hayatının tabiatı gerektirir. Bundan
dolayı emirin bulunması gerekli ve zorunludur. Ümmetin hiç bir
halde emirsiz yaşaması ve emirden yoksun kalması doğru değildir.
Nitekim, şerî nasslar bir emir nasbetmenin farziyetini emrediyor. Ümmetin
emirsiz kalmaması hususunda sahabenin icmaı vardır. Abdullah b. Ömer'den
rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV) şöyle buyurdu :
"Üç
kişilik bir topluluğa; aralarından birisini kendilerine emir tansip
etmeden açık bir yerde bulunmaları helâl olmaz." Ebu Said (RA) ise, Resulullah (SAV)'den şöyle rivayet ediyor :
"Üç kişi yolculuğa çıktıkları zaman
aralarından birini emir yapsınlar." Bezzar'ın sahih bir senedle Ömer b. Hattab
(RA)'den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah
(SAV) şöyle diyor :
"Üç kişi seferde olduğunuz zaman birinizi emir yapsın." Görüldüğü gibi bütün
bu hadisler, ümmetin üzerine kendilerini idare edecek bir emir
tansip etmelerinin farz olduğuna delalet ediyor. Müslümanların
üç günden fazla emirsiz yaşamalarının caiz olmadığına dair
sahabenin icmaı vardır. Sahabenin icmaına göre müslümanlar en çok
üç gün emirsiz yaşayabilirler. Sahabe Resulullah (SAV)'in vefat haberini alır almaz bir halife nasbetmek
için Sakife'de toplandılar ve orada bu konu üzerinde münakaşalara
devam ettiler. Sonra ikinci gün insanlar mescidde toplandılar. Bu
durum iki gece ve üç gün devam etti. Aynı şekilde, vefatına
sebeb olan yaralanma olayı sırasında Ömer (RA)
şura ehlini toplayarak, onlara üç gün içerisinde
bir halife seçmelerini emretti. Sonra üç gün geçtiği halde bir
halife seçimi üzerinde ittifak olmazsa karşı gelenin öldürülmesini
vasiyyet etti. Bunu gerçekleştirmek için Yani karşı gelenin öldürülmesi
için, müslümanlardan elli kişiyi görevlendirdi. Halbuki olanlar
şura ehlinden ve sahabenin ileri gelenlerindendi. Ayrıca bu husus
herkesin görebile-ceği ve her sahabenin haberdar olduğu ve işittiği
bir yerde yapıldığı halde, bu işe sahabeden herhangi bir
muhalefet ve kerih görme nakledilmedi. Halbuki bu kerih görülebilecek
hususlardan idi. Çünkü, onda sahabelerin ileri gelenlerinin
muhalefet ederlerse öldürülmeleri emri vardı. İşte bu olay, müslümanların
iki gece üç günden fazla halifesiz yaşamalarının caiz olmadığına
dair sahabenin icmaı oluyor. Ömer (RA)
şura ehline vasiyyet
ederken şöyle demişti : "Üç
gün müşavere edin. Müşavere yaptığınız bu üç günlük süre
içerisinde size Suheyb namaz kıldırsın."
65- Sulta ümmetindir. Halife olma şartlarını taşıyan
herkesin ümmetten bu yetkiyi almak üzere ortaya çıkma hakkı vardır.
Hilâfet makamı boşalınca, Ehli Hal ve-l Akd
halifelik için, Hilâfet şartlarını taşıyan adayları
tesbit eder. Aday tesbiti yapıldıktan sonra ümmet bu adaylardan
istediğini emir olarak seçer. Ancak bu süre zarfında (en çok üç
gün) Ehli Hal ve-l Akd, daimi
emir şeçilinceye kadar geçici olarak bir emir seçer. Eğer ilk
halife veya emir (bu görevden ayrılmadan önce) kendisinden sonra,
ümmet kendi emirini ve müslümanların halifesini seçesiye kadar yönetimde
kendisine halef olacak bir emir nasb etmiş ise o kişi, geçici emir
olur. Nitekim ümmet, Ömer (RA)'dan kendisinden sonra
bir halife adayını tesbit etmesini istediği zaman Ömer (RA), halife seçimi için altı kişiyi aday olarak gösterdi.
Abdurrahman b. Avf ise, insanların bu altı kişiden hangisini halife
seçmek istediği konusunda halkın görüşlerini almaya başladı ve
şöyle dedi : "Ben kadın erkek herkesin görüşünü aldım ve
onlarla istişare ettim." Seçim bitip bu altı kişiden biri
halife seçilinceye kadar Ömer (RA)
Suheyb'i emir tayin etti.
66- Devlet; ümmetin kabul ettiği ölçüler, mefhumlar
ve kanaatlerin tümünü yani şerî hükümleri yerine getiren yürütücü
bir varlıktır. Devlet, belli bir toprak parçası üzerinde hayat mücadelesi
esnasında ümmeti idare eden bir varlıktır. Ümmetin varlığı ve
devletin varlığı bu toprak parçası içinde tek bir varlık meydan
getirir. Devlet, bu varlığın içinde liderlik merkezini işgal
eder. İki varlıktan meydana gelen bu varlığın mevcudiyetini sürdürebilmesi
için, devletin varlığının insanların işlerini ümmetin kabul
ettiği kanaatlar, mefhumlar ve ölçülerin toplamına göre yürüten
salih bir varlık olarak kalabilmesi için, ümmetin sükunet ve
istikrarını garanti edebilmesi için, ümmetin varlığında mevcud
inzibat mefhumlarının devletin yapısında da mutlaka bulunması lazımdır.
Bu kavramların (mefhumların) nefislere yerleşik, alakalara hakim
atmosfer oluşturur şekilde olmaları gerekir ki böylece genel fikrî
uyanıklıktan fışkıran genel örf oluşsun. Bu kavramların en önemlilerinden
beş tanesi şunlardır:
Birincisi: Sulta (sevk ve idare,
otorite), pratik olarak ümmette kalır. (Ümmet kendisini idare
edecek kimseyi bizzat kendisi seçer.) Bu yetkinin ümmetten alınması
ve gasbı, şiddetli bir cezayı gerektiren bir suç olarak telakki
edilir. Zira Şeriat, halife nasbını biat yolu ile ümmete vermiştir.
Halife, sultayı ancak bu
biat ile alabilir. Şeriat, sultanın alınabilmesini biata bağlamıştır.
Biat hakkını bütün müslümanlara ait kılması, sultanın ümmette
olduğuna delâlet eder. Bu yetki ancak ümmetten alınabilir. Ayrıca
biatın diğer akidler gibi, rıza ve ihtiyara bağlı bir akid olması
nedeniyle, bu yetkinin zor ve baskı kullanmadan ümmetten rıza ile
alınması lazımdır. Eğer zorla ve baskı ile alınırsa, bu batıl
bir akid olur, ona bağlanılmaz. Kim ümmetten zor kullanarak biat
almış ise, onun biatı şer'an gerçekleşmiş olmaz. Aynı zamanda
yetkiyi (sultayı) de almamış olur. Ümmetten herhangi bir biat
almadan yetkiyi eline geçiren kimse, bunu gasbetmiş olur. Çünkü
bu yetkiye ancak ümmetin rıza ve ihtiyarına dayanan bir biat akdi
ile sahib olunabilir.
İkincisi: İdareciye, emir ettiği
ve nehyettiği her hususta istek ve sukunetle tam bir itaattır. Özellikle
halifenin kendi rey ve içtihadına dayanarak ortaya koyduğu
hususlarda ona itaat şeriatın bir gereğidir. Bu konuda zulmetse ve
hakları çiğnese dahi yine ona itaat gerekir. Zira, halifeye itaat
farz olarak kalır. Masiyetle emretmediği müddetçe ona isyan
edilmez. Nafi İbni Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah
(SAV)
şöyle buyuruyor :
"Masiyetle (haramla) emretmediği müddetçe
hoşuna gitse de gitmese de müslümanın dinleyip itaat etmesi lazımdır.
Masiyetle emrettiği zaman dinlemek ve itaat yoktur." Ebu Hureyre (RA)'ın rivayet ettiği bir
hadiste ise şöyledir :
"Benden sonra sizi idare edecek idareciler
olacaktır. Bunların bir kısmı iyi olacak ve sizi iyi idare
edecektir. Bir kısmı da kötü olacak ve sizi kötü idare
edecektir. Hakka uygun olan her şeyde onları dinleyip itaat
ediniz." Buhari'nin İbni Abbas
(RA)'dan rivayet ettiğine göre
Resulullah (SAV) şöyle diyor :
"Emirinden hoşuna gitmeyen bir şey gören kimse ona karşı
sabretsin. Zira emire karşı bir karış isyan eden kimse öldüğünde
ancak cahiliyye ölümü üzere ölmüş olur." Yine Buhari'nin Abdullah'tan rivayet ettiği bir
hadiste Resulullah (SAV);"Siz
benden sonra hoşunuza gitmeyen kötü şeyler göreceksiniz." dedi. Ashab; "Bu
durumda bize ne emredersin ya Resulullah." diye sordu.
Resulullah (SAV)) ise onlara: Siz
onlara hakkını verin. (Onlara karşı yapmanız gereken görevleri
yerine getirin.) Kendi hakkınızı da Allah'tan isteyiniz."
Bu Hadis-i Şerif'lerden; müslümanlardan olan yöneticiler ve emirler,
insanların mallarını yese ve zulmetseler dahi, Şeriat'ın onlara
itaatı ne kadar çok teşvik ettiği görülüyor.
Üçüncüsü: İdarecilere itaat
etmenin farziyetine rağmen, onları muhasebe etmek, sözle tenkid
hatta onları rahatsız edici sözlerle uyarmak farzdır. Zira ümmet,
idarecinin sorumluluklarını yerine getirmesinin gözetleyicisi ve o
mes'uliyetini yerine getirinceye kadar onu ayıplayıp nehyetmek
mecburiyetinde olandır. Nitekim, Ümmü Seleme'den rivayet edildiğine
göre Resulullah (SAV), dedi ki:
"Muhakkak sizin başınıza bir takım emirler
gelecektir ki, siz onların bazı işlerini beğenecek bazılarını
da beğenmeyeceksiniz. Kim onların kötü işlerini beğenmezse
onlardan değildir. Kim o kötü işleri inkâr ederse kurtulur. Fakat
o kötü işlere razı olursa ve uyarsa..."
Bu
hadise göre kötülüğü görüp ona karşı gelerek değiştirmeye
çalışanlar kendisini ondan arındırmış olur. Değiştirmeye gücü
yetmeyen fakat kalbiyle buğz eden kimse de kurtulmuş olur. Fakat
zulma razı olup zalimi destekleyen kimse ise ondan beri olmayacağı
gibi kurtuluşa da ermemiş olur. Resulullah (SAV) buyurdu ki:
"Şehidlerin efendisi Hamza (RA)'dır. Bir de zalim
idareciye karşı koyup ona öğütlerde bulunduğu için öldürülen
kimsedir."
Dördüncüsü: Acık küfrü görülen idareciyle savaşmak; yani idareci küfür hükümleriyle
hükmettiği zaman veya ülkede sapıklığını yayılmasına karşı
sustuğu zamanlarda idareci ile savaşmak farz olur. Ümmü Seleme'nin
rivayet ettiği bir hadiste; "Ashab; "Onlarla
savaşmayalım mı ya Resulullah?" Resulullah (SAV); "Namaz
kıldıkları müddetçe hayır."
cevabını verdi. Bir rivayette de;"Onlarla savaşalım
mı?" Resululah (SAV); "Namaz
kıldıkları müddetçe hayır."
dedi. Avf b. Malik'in rivayetinde ise; "Denildi ki: "Ya
Resulullah onlarla kılıçlarımızla savaşmayalım mı?"
Resulullah (SAV); "Aranızda
namazı ikâme ettikleri müddetçe hayır."
dedi. Übade b. Samit'in rivayetinde; "Ulul emirle çekişmemek üzere (biat ettik).
Resulullah (SAV); "Eğer
sizde Allah katında bir delil olarak gösterebileceğiniz onlarda açık
küfür görürseniz, o zaman onlara karşı koyabilirsiniz."
diye buyurdu. Tebarani bir rivayetinde; "Açık küfür" diye bir tabir koymuştur. Ahmed İbni Hanbel'in rivayetinde ise: "Sana
açık bir günahı emretmediği müddetçe"
Bütün
bu deliller apaçık olarak küfrünü açıklayan bir idareciye
silahla karşı koymanın farz olduğunu ifade eder.
Beşincisi: İdarecinin durumu ne
olursa olsun müslümanların onun idaresi altında düşmana karşı
savaşması farzdır. İdareci ister takvalı ister fasık olsun aynıdır.
Zira Resulullah (SAV) bir hadisinde: "Takvalı
ve fasık ile birlikte cihad kıyamete kadar geçerlidir." Bu hadisi Ebu Davut Ebu Hüreyre (RA)'dan rivayet etmiştir.
İşte bu beş mefhum inzibat mefhumlarıdır. Devletin ve ümmetin yapısında
ve varlığında bu beş mefhumun bulunması ve her kesimde yer etmesi
lazımdır. Bunların yokluğu ise ümmetin ve devletin felaketini hazırlar.
67- İslâmın bir defada ve tam bir şekilde tatbiki
farzdır. İslâm hükümlerinin tatbikinde tedriciliğe gitmek haramdır.
"Bugün
dininizi tamamladım." Bu ayetin inmesinden sonra, müslümanlar şerî hükümlerin
tamamına göre amel etmekle muhatab oldular. Bu hükümler ister
akideyle, ister ibadetlerle, ister ahlâkla, ister muamelatla, ister yönetimle,
ister iktisadla, ister sosyal ilişkilerle, ister savaş ve barış
durumlarında halk, ümmet ve devletlerin birbirleriyle alakalı dış
siyasetlerinde olsun, İslâmî hükümlerin hepsini tatbik etmek müslümanların
üzerine farzdır. Zira bir hükmün diğer bir hükümden, bir farzın
diğer bir farzdan farkı olmadığı gibi bir haramın da diğer bir
haramdan farkı yoktur. Namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermemiz
farz olduğu gibi, Allah'ın indirdiği ile hükmedilmesi için küfür
hükümlerini ortadan kaldırarak bir halife nasbetmemiz de farzdır.
İçki içmek ve faiz yemek bize haram olduğu gibi, zalim ve fasık
idarecilere ve küfür hükümlerinin
tatbik edilmesine karşı susmak ve kâfir devletlerle dost olmak da
bize haramdır.
Böylece, İslâmın bütününü hakim kılıp hepsini uygulamak farzdır.
Onun tatbikatında tedricilik (aşama aşama tatbik ciheti) caiz değildir.
Çünkü müslümanlar onu tamamıyla uygulamakla muhatabtırlar.
Nitekim, Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :
"Resul size neyi getirdiyse onu alın ve sizi neden nehyettiyse
onu da bırakın." Yani, ayetin manası; "Resul'ün getirdiği bütün
farzlarla amel etmeniz size farz olduğu gibi, haram olarak size hangi
şeyleri yasakladıysa onlardan kaçınmanız da size farz olur."
demektir. Çünkü ayette geçen (Neyi getirdiyse ve neden nehyettiyse) kelimesi
umumu ifade eden lafızlardandır. Yapılması gereken bütün şeylere
şamil olduğu gibi, yapılması yasaklanan bütün şeylere de şamildir.
Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :
"Aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmet." Bu, hem Resul'e hem de ondan sonra gelecek idarecilerin Allah'ın
indirdiklerinin tamamıyla hükmetmeleri için bir emirdir. Zira
ayette geçen (neyi) umum ifade eden sigalardandır. Allah (C.C) bu ayette, hem Peygamber'i hem de ondan sonra gelen
idarecilerin, insanların arzu ve isteklerine uymalarını yasakladığı
gibi, hem Peygamber'i hem de ondan sonra gelecek olan idarecileri,
insanların baskısıyla Allah'ın indirdiği hükümlerin bazısından
vazgeçmelerini yasaklamış ve onları uyarmıştır. Çünkü Allah,
Allah'ın indirdiklerinin tamamıyla hükmetmeyen idarecileri, zalim,
fasık ve kâfir olarak nitelendirmiştir. Bu üç hüküm ayetinde geçen
(neyi) kelimesi umumu ifade eden sigalardan olduğu için
indirilen bütün hükümlere şamildir. Ayrıca, Resulullah (SAV) açık ve seçik olarak küfrünü idareciye karşı
kılıç çekilmesini ve savaşmayı farz kılmıştır. Açık küfür,
idareciyle yapılacak savaşı meşru kılar. Yani bir hüküm dahi
olsa, idareci küfür hükümleriyle hükmettiği zaman ona karşı
koymamız için bu açık küfür, bize Allah katında delil olur.
Ubade b. Samit'in rivayet
ettiği hadiste olduğu gibi:
"Ulul emirle çekişmemek
üzere (biat ettik), Resulullah (SAV)
dedi ki; Ancak iktidarda bulunan kimsede açık küfür görürseniz ve onun inkâr
ve küfrü hakkında Allah'ın katında ve kuvvetli delilleriniz varsa
(o vakit onlara karşı koyabilirsiniz)."
Bunun için; "İslâmî
hükümlerin tümünü gücümüz yoktur" diyerek tedrice başvurmadan
bir defada uygulamamaya hiç bir mazeret yoktur. Aynı şekilde; "Şartlar uygun değil, devletlerarası kamuoyu veya büyük
devletler bunun tatbikini kabul etmez" şeklindeki zayıf ve
geçersiz mazeretler İslâm'ı tamamıyla uygulamamak için değersiz,
asılsız delil ve özürlerdir. Bunların hiçbirisinin geçerliliği
yoktur. Ve Allah da bunların özürünü ve amellerini asla kabul
etmez.
|