DEVLETİN
ŞEKLİ
68- İslâm'daki idare şekli, diğer idare şekillerinden
temelde büyük farklılıklar arzeder. O, bir krallık rejimi değildir,
krallık rejimini de kabul etmez. Zira o, ümmetin fertlerinden bir
fert için tanıdığı hakkın dışında devlet başkanına bir hak
tanımaz. Devlet reisini bir yönetim sahibi olarak değil, Allah'ın
şeriatını icra eden bir kimse olarak görür. Şeriat, devlet
reisini yönetime sahib fakat hükmetmeyen ümmet için bir sembol
olarak da görmez. Bilakis onu, ümmet tarafından idareye nasb edilen
ve onun yerine idareyi yürüten, bu yönetimden herhangi bir şeye
malik olmayan bir kimse olarak görür. İslâm'daki yönetimde
kesinlikle veliahtlık yoktur.
İslâm idaresi bir cumhuriyet rejimi de değildir. Zira İslâmî
sistemde devlet başkanlığı belli bir süre ile sınırlandırılmaz.
O ancak, belirli keyfiyetle sınırlandırılır. Nitekim halifenin,
Hilâfet'e ehil olabilmesi için bazı şartların kendisinde bulunması
lazımdır. Bu şartlardan birisi bozulursa Hilâfet'ten dışarı çıkmış
olur ve o görevden uzaklaştırılır. Veya uzaklaştırmaya mustahak
olur. Fakat bu şartları kendisinde tam olarak bulunduğu sürece ölünceye
kadar halifeliğe devam eder. Ayrıca, İslâmî sistemin tersine,
cumhuriyet rejiminde, devlet başkanının yetkileri halk tarafından
sınırlandırılır. İslâm'da ise devlet başkanının (halifenin)
yetkileri sınırsızdır. O, bütün yetkilere sahiptir ve bütün
yetkileri ile o, devlet demektir.
İslâm nizamı, diktatörlük nizamı da değildir. Zira, İslâm'da
devlet başkanı şerî hükümlere bağlıdır. Bir helâlı haram
yapamıyacağı gibi, bir haramı da helâl yapamaz. O, bütün
yetkilerinde şerî hükümlerle kayıtlıdır. Diktatörlük nizamı
ise, bunun tersinedir. Devlet başkanı mutlak şekilde (kayıtsız ve
şartsız) yetkilere sahiptir. Sorgusuz sualsiz istediği gibi hareket
eder. O, hem kanun koyucu hem de uygulayıcıdır. Halife ise kanun
koyucu olmayıp sadece Şeriat'ı uygulayandır.
İslâm nizamı imparatorluk nizamı da değildir. İslâm nizamında ırkları
ve renkleri ne olursa olsun, İslâmın hakim olduğu bütün beldeler
tek bir merkeze bağlıdır. İslâm Devleti'nin her bölgesinde
bulunan ve çeşitli farklılıklar arzeden toplumlara eşit davranılır.
Devlet merkezini diğer yerlerden farklı ve üstün duruma getirmez.
Devletin bütün bölgelerinde tahsil edilen mal ve mülk, bütün
toplumun malıdır. Bir bölgeye oradan toplanan miktar kadar harcama
yapılmaz. Toplanan miktara bakılmaksızın, bölgenin muhtaç olduğu
miktar oraya harcanır. İslâm'ın bütün bölgelere ait kanunu ve hükmü
birdir. İdare ve sevk de devletin her bölgesinde aynıdır.
İslâm nizamı; beldeleri iç idarede bağımsız olup genel yönetimde
birleşen federal bir nizam da değildir. Bilâkis İslâm nizamı bütün
bölgeleri tek bir memleket olarak kabul eden tek bir nizamdır. Hiç
bir bölge, onun iç ve dış siyasetinde, iktisatta, eğitimde ve her
şeyde kesinlikle ayrı bir sultaya (idareye) sahip değildir. Bütün
otorite tek elde ve tek merkezde toplanmıştır. Zira şeriat, birliği
muhafaza etmek için savaşı ve savaşmayı emrediyor. Nitekim,
Resulullah (SAV) buyurdu ki :
"Kim bir imama biat ederse ona avcunun ve kalbinin
meyvesini verirse gücü yettiği kadar itaat edsin. Eğer ondan başkası
gelir de halifelik için çekişirse sonra çıkanın boynunu
vurunuz."
Böylece, İslâm'ın devlet şekli bütün devlet şekillerinden farklı
olmaktadır. Zira, şeriatı tatbik eden halifedir. Bir kişi, rıza
ve ihtiyara dayanan biat ile müslümanlar tarafından tayin edilmedikçe,
halife olmaz yani sulta sahibi olmaz. Halife olduğunda ise bütün
idare yetkilerini elinde bulundurur.
69-
Sulta (otorite), kuvvetten başka bir şeydir. Her
ne kadar sulta, kuvvet olmadan yaşamazsa da. Kuvvet de, sultadan başka
bir şeydir. Her ne kadar kuvvetin işi sulta olmadan düzenlenmezse
de. Sulta (otorite); hükmetmektir, devletin yönetimidir. Sulta, ümmetin
kabul ettiği ölçü, mefhum ve fikirlerin toplamını uygulayan varlıktır.
Otoritenin işi, hükümleri uygulamak, insanların işlerini gütmek
ve onların durumlarını idare etmektir.
Böylece otorite, kuvvet olmadan yaşama şansına sahip olmamakla
beraber, kuvvetten farklı bir konuma sahiptir. Çünkü kuvvet;
otoritenin ikâme ettiği, fikir, mefhum, ölçü ve hükümlerin ve yönetimin
koruyucu vasıtasıdır. Aynı zamanda o; hükümleri tatbik etmek,
zalim, haksız ve suçluları sindirmek, hükümlere uyasıya kadar
onları boyun eğdirmek için otoritenin elinde kullandığı bir vasıtadır.
Devlette kuvvetin varlığı; halkın işlerini idare ve onların durumlarını
gözetmek demek değildir. Yani kuvvet, sulta (otorite) demek değildir.
Otorite olmadan kuvvetin varlığı, oluşumu, seyri ve hazırlanması
ve düzenlemesi de mümkün
olmaz...
Kuvvet maddî varlığı ifade edip, ordu ile temsil edilir. Polis teşkilatı
ondan bir parçadır. Otorite bu maddî güç yardımıyla hükümleri
tatbik eder. Yine onunla, canileri ve fasıkları kahreder, başkaldıranları
ezer. Hakkı tanımayanlara onunla engel olur. Otorite, kendisinin
dayandığı fikir, mefhum ve ölçüleri korumak için onu vasıta
olarak kullanır.
Bu izahattan; otoritenin, kuvvetten başka bir şey, kuvvetin de
otoriteden başka bir şey olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.
Bunun için otoritenin kuvvet olması doğru olmaz. Çünkü, eğer sulta
(otorite) kuvvete dönüşürse, insanların işlerini yürütmek
fesada uğrar. Çünkü, o zaman otoritenin mefhumları ve ölçüleri;
idare ve yönetim mefhumları değil de baskı, ezmek ve zorbalık
mefhumlarına dönüşür. Sulta (otorite), polisiye yönetimine dönüşür.
Onda terör, zorba, baskı, öfke ve kan dökmeden başka bir şey
olmaz.
Otoritenin kuvvet yerine geçmesi nasıl doğru değilse, kuvvetin de
otorite yerine geçmesi doğru değildir. Çünkü, o zaman kuvvet
mantığı ile hükmet-meye gider. İnsanların işlerinin idaresi,
askerî hükümlerin ölçü ve kavramlarına göre, baskı ve ezme ölçüleri
ile yürütülür. Her iki durum, devletin yok olup gitmesine neden
olabileceği gibi, halkta da korku ve dehşet hislerini doğurur. Ümmeti
felâket çukuruna götürür. Böylece ümmette en büyük zararı
ortaya çıkarır. Halbuki bir şerî kaide:"Ne
zarar vermek ne de zarara maruz kalmak"
şeklindedir
70- Hükmetme nizamı dört temele dayanır :
A- Hakimiyet halkın değil,
Şeriat'ındır.
B- Otorite ümmete aittir.
C- Tek bir halife nasbetmek
müslümanlar üzerine farzdır.
D- Devlette, şerî hükümleri
benimseme hakkı yalnız halifeye aittir.
Bu nedenle anayasa ve diğer kanunları halife hazırlar.
Hakimiyeti, demokratik anayasaların belirlediği gibi halka değil de Şeriat'a
vermenin sebebi şudur: İslâm ümmeti, kendi istek ve iradesiyle
hareket eden istediğini yapan bir toplum değildir. Bilâkis o,
Allah'ın emir ve nehiylerine göre yürüyen ve Şeriat'a boyun eğen
bir toplumdur. Bundan dolayı hakimiyet, Şeriat'ındır. Demokratik
anayasalarda ise, hakimiyet halka aittir.
Sultanın (otoritenin ve yetkinin), ümmete ait olması
ise; halifenin ümmet tarafından seçilmesini, sultanın biatla alınmasını
emreden şerî nassa dayanır.
Üçüncü kaideye gelince; bir halife nasbetmenin farziyeti hadisi şerif
ile sabittir. Resulullah (SAV) bir hadisinde;"Kim
elini itaattan çekerse, Kıyamet Günü Allah'a hüccetsiz
gidecektir. Kim de boynunda biat olmadan ölürse, cahiliyye ölümü
üzere ölmüş olur."2] Vacip olan her müslümanın boynunda biatın
bulunmasıdır. Yani halifenin varlığı, her müslümanın boynunda
biatın varlığını gerekli kılar.
Dördüncü kaide ise; sahabenin icmaı ile sabittir.
Bu icmadan şu meşhur kaideler çıkarılmıştır :
"İmamın emri anlaşmazlıkları ortadan
kaldırır."
"İmamın
emri geçerlidir."
"İmam meydana gelen problemler kadar hükümler ve çözümler
ortaya koyabilir."
71- Devlet sekiz rükne ayrılır :
1- Halife
2- Tefviz Muavini
3- Tenfiz Muavini
4- Cihad Emiri
5- Valiler
6- Kadılar
7- Devlet Maslahatları
(Devlet işleriyle ilgili idarî teşkilat)
8- Ümmet Meclisi
Resulullah
(SAV) devlet reisi olarak,
devlet teşkilâtını bu şekilde kurmuştur. Nitekim o kurduğu
devletin başı idi. Müslümanlara bir halife nasbını emrederken,
onlara kendileri için bir devlet reisi nasbetmelerini emretmiş
bulunuyordu. Resulullah (SAV) Ebu Bekir ve Ömer
(RA)'ı kendisine iki vezir yani iki muavin olarak seçmişti.
Nitekim o dedi ki:"Yer ehlinden iki vezirim vardır. Onlar da Ebu
Bekir ve Ömer'dir."3] Çeşitli bölgelerde valiler tayin ettiği gibi,
insanlar arasında hükmetmesi için de kadılar tayin etmiştir. İdarî
Teşkilâta gelince: Resulullah (SAV) devletin maslahat ve işlerini idare etmek için
katipler tayin etmiştir. Sanayî, haricî ve dahilî işler ve harp işlerini
yürüten Cihad Emirliğine
gelince: Resulullah
(SAV) ve onun halifeleri bizzat bu işi yürütüyorlardı.
Ancak Ömer (RA) ordu işlerinin
görüşülüp tartışıldığı bir divan icad etmiştir. Bu
divanda sorumlu bir kişi tayin etmiştir. Bu iş cihad emirinin
yetkileri arasında yer alır. Ümmet
Meclisine gelince: Resulullah
(SAV) istediği zaman müslümanlarla istişare ederdi.
Daimi şekilde kavmin seçkinlerinden belli kişileri çağırır
onlarla istişare ederdi.
Bundan da anlaşılıyor ki Resulllah
(SAV) devlet için özel bir şekil üzerinde belli bir
mekanizma tesis etmiştir.
72- Halife, kendisine yardım için tefviz muavini
(genel yetkili yardımcı) tayin eder. Bu kimse idarenin mesuliyetini
taşır. Halife ona, işleri kendi reyi ile idare etme ve onları
kendi ictihadı ile yürütme konusunda genel yetki verir.
Bu nedenle bu temsilin, bir vekalet akdi olabilmesi için hükmetme
yetkilerinin hepsini taşıyan ifadelerin ve kelimelerin bu yetki
belgesinde bulunması şartı koşulur. Yine onun halife vekili olduğunu
ifade eden lafızları kapsaması şartı da koşulur. Yani halife
yardımcılığı pusulasında, yardımcılığa delalet eden lafızların
bulunması lazımdır. Bu lafızların manası, halife vekaletinden
ibaret olup halifeye ait olan bir çok yetkilere sahip olduğunu ifade
eder. Halife gibi o da hükmetme yetkilerinin hepsine sahiptir. O,
otoritede halife gibidir. Bundan dolayı Ebu Bekir (RA), Ömer (RA)'ı muavin (yardımcı)
olarak tayin ettiği zaman insanlar Ebu Bekir (RA)'e Ömer'den şikayette bulunuyorlardı. Ebu Bekir'e
şöyle soruyorlardı: "Sen mi halifesin yoksa Ömer (RA)
mı?"
Ebu Bekir (RA) ise ; "Ben de o da."
diyordu. Bunu söylerken bütün sahabeler görüp işittiler.
Ancak yardımcı tayin edilen kişi, halifenin haberi olmadan bir işi
yapamaz. Yapacağı işi önce halifeye arzeder. Eğer halife razı
olmazsa o işten vazgeçer. Şayet bir şey demezse onu yapar. Yardımcı,
halifeden izin almak için onu haberdar etmez. Sadece haberi olması için
ona takdim eder ve iznini almadan harekete geçer. Şayet halife o işin
yapılmamasını isterse yandımcı o işi yapmaktan vazgeçer. Aynı
şekilde halife, yardımcısının yaptığı işlerin bozulmasını
uygun görürse bozabilir. Ancak halifenin bizzat kendisinin yaptığı
işlerden dönmesi uygun olmaz. Halife, yardımcısının teklifi ile
yapmış olduğu işleri de bozamaz. Meselâ; kendisinin uygun gördüğü
bir şekilde uyguladığı bir hüküm ve kendisinin uygun gördüğü
şekilde dağıttığı bir mal gibi. Doğru olanın tesbiti ve hatayı
telâfi etmek için halifenin, yardımcısının bütün işlerini
detaylı olarak incelemesi gerekir. Zira muavin (yardımcı), Hilâfet
işlerinin hepsinde halifenin vekilidir. Ancak yardımcısının
yapacağı bütün işler tatbik sahasına konmadan önce halifenin mütealası
alınır. Ve onun tasvibine sunar. Muavinin yapacağı her iş aynı
zamanda halifenin tasvibini yansıtır. Eğer halife, işin yapılmasını
tasvib etmezse yardımcı o işi yapamaz. Bu durumda olan bir yardımcılığa
Tevfiz Muavinliği denir.
73- Halife icraat (tenfiz) için bir yardımcı tayin
eder. Onun görevi idarî işlerin yürütülmesidir. O, yönetimle
ilgili işlerden sorumlu değildir. Bunun sahası haricî ve dahilî işlerle
ilgili olarak "Halife" veya "Tefviz Muavini" tarafından
ortaya konan hususları yerine getirmektir. Ayrıca haricî ve dahilî
işlerle ilgili birimlerden gelen istekleri halifeye ve halifeden
gelen emirleri de ilgili birimlere intikal ettirmek gibi bir vasıtadır.
Bu teşkilât da halife yardımcılığı mesabesindedir. Ancak bu
yardımcılık yönetimde değil icraattadır. Bu bir memurluk görevi
olup idarecilik niteliği yoktur. Bu, Tenfiz Muavini
diye isimlendirilir. Bu görevi aslında bir kişi yürütür.
Ancak işlerin yürütülebilmesi için onunla birlikte birden fazla
kişinin tayin edilmesi de caizdir. Eğer birden fazla kişi tayin
edilirse, herkesin yapacağı iş ve kısım ayrıca belirtilir.
Tenfiz Muavini direkt olarak devlet reisine bağlıdır. İlişkilerini
doğrudan doğruya devlet reisi ile kurar. Ve onun isteklerini yerine
getirir, gelen istekleri ona sunar. O, her ne kadar hükümden (yönetimden)
bir teşkilat değilse de, bir bakıma halifeye bağlı bir teşkilât
olarak görev yapar. Buna göre Hilâfet teşkilâtı üç kısımdan
oluşuyor. Birincisi; devlet başkanı olan Halife. İkincisi; yardımcı,
diğer bir ifade ile Tefviz Muavini. Üçüncüsü ise;
icra teşkilâtı veya Tenfiz Muavini.
74- Ümmet Meclisi; idarecileri muhasebe etmek ve halkın
görüşlerini halifeye ulaştırmak için müslümanları temsilen seçilen
şahıslardan oluşur. İdarecilerin zulümlerinden ve onlara İslâmı
kötü uygulamalarından doğacak şikayetleri Ümmet Meclisi'ne götürmeleri
için gayri müslimlerin de ümmet meclisinde bulunmaları caizdir.
Fakat gayri müslimlerin, Şura işinde hakları yoktur. Yine onlar,
halife adaylarını tesbit etme işine de katılmazlar. Halifenin seçimine
de katılamazlar, seçilen
bir halifeye biat edemezler ve kanunlar üzerindeki konuşma ve tartışmalara
katılamazlar. Bu meclise girecek olan üyeler doğrudan doğruya halk
tarafından seçilir. İslâm Devleti tabiyyetini taşıyan her yetişkin,
akıllı kimse, erkek olsun, kadın olsun müslüman veya gayri müslim
olsun bu meclise üye olabilirler. Meclisin müslüman olan üyeleri
Hilâfet için adayları tesbit ederler ve bu hususta görüşleri bağlayıcıdır.
75- Müslümanların;
idarecileri muhasebe etmek veya ümmet yolu ile iktidara ulaşmak için,
İslâm akidesini esas almak ve benimsenen hükümlerin şerî hükümler
olması şartıyla siyasî partiler kurma hakları vardır. Parti
kurulurken herhangi bir izne ihtiyaç yoktur. Sosyalist, milliyetçi
veya vatancı gibi İslâm esası dışında bir esas üzerine
partiler veya kitleleşmeler kurulmasına asla izin verilmez ve men
edilirler.
76- İslâm Devleti'nin her
tabiyyetlisinin, siyasî veya gayri siyasî dergi ve gazete çıkarabilme
ve herhangi bir izne bağlı olmadan kitap çıkarabilme hakkı vardır.
Devlet yönetiminin dayandığı esasa yani, İslâm akidesine ters düşen,
herhangi bir şeyi çıkartan, yayınlayan veya bastıran her kişi
cezalandırılır.
|