| Hizb-ut Tahrir davasından yargılanan
                  Metin Aydoğan’ın Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik
                  Mahkemisinde 28.02.2001 tarihinde yapılan duruşmada
                  Mahkemeye vermiş olduğu savunma metnidir. Bismillahirrahmanirrahim Hamd Alemlerin Rabbı olan Allah'a, salat ve selam ise
                  Peygamberlerin efendisi Hz.Muhammed Sallallahu Aleyhi ve
                  Sellem'e, seçkin İslam hidayetine tabi olanlara ve
                  Rasulullah'ın metodu ile Raşidi Hilafeti tesis etmeye çalışanların
                  üzerine olsun. Sayın Mahkeme Üyeleri! İddia makamı tarafından hazırlanan iddianamede,
                  yasadışı Hizb-ut Tahrir örgütüne mensup olduğum gerekçesiyle
                  Terörle Mücadele Kanununa muhalefet etmekten suçlanıyorum. Benim Hizb-ut Tahrir üyesi olduğum doğrudur. Ben Hizb-ut
                  Tahrir üyesi olduğumu reddetmiyor, bilakis Hizb-ut Tahrir
                  üyesi olmakla iftihar ediyor, Hizb-ut Tahrir'e üye olmanın
                  beni şereflendirdiğine inanıyorum. Ancak Hizb-ut Tahrir'in yasadışı bir terör örgütü
                  olduğu suçlaması kesinlikle doğru değildir, elinizde terör
                  örgütü olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bu nedenle bu
                  suçlama isbattan yoksun, basit ve değersiz bir suçlamadır.
                  Ben şimdi sizlere Hizb-ut Tahrir'in yasadışı bir terör
                  örgütü olmadığını kesin delillerle isbat edeceğim. Sayın Mahkeme Üyeleri! Hizb-ut Tahrir ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir.
                  İslami hayatı yeniden başlatmak için Raşidi Hilafeti
                  tesis etmeye çalışmaktadır. Raşidi Hilafet Devleti; müslümanları
                  içinde bulundukları geri kalmış, zelil hayattan kurtararak
                  kalkınmalarını, eskiden olduğu gibi yeniden dünyanın en
                  seçkin medeniyetini inşa etmelerini, müslümanların tek
                  bir devlette birleşmelerini ve insanlar için çıkarılmış
                  en hayırlı ümmet olmalarını sağlayacaktır. Hizb-ut Tahrir, Rabbımız Allahu Teala'nın kitabı Kur'an-ı
                  Kerim'de Al-i İmran suresinin 104. ayetinde yer alan "Sizden
                  hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten uzaklaştıran
                  bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır."
                  emrini yerine getirmek için kurulmuştur. Bu ayet, ideolojisi İslam olan siyasi bir partinin
                  kurulmasını zaruri kılmaktadır. Zira ayette geçen "Hayra
                  çağırmak" 'tan maksat İslam'a davet etmektir.
                  İyiliği emredip, kötülükten uzaklaştırmak ise hem yöneticileri
                  hem de yönetilenleri kapsayan bir umumiliği ifade
                  etmektedir. Bu ise siyasi bir çalışmayı gerektirmektedir.
                  İdeolojisi İslam olan siyasi bir partinin kurularak İslam'a
                  davet etmesi, hem yöneticilere hem de yönetilenlere iyiliği
                  emrederek, kötülükten uzaklaştırmak için çalışmasının
                  sağlanması bütün müslümanların yerine gertirmeleri
                  gereken en önemli farzlardandır. Bir başka açıdan ise Allahu Teala İslam Şeriatı'nın
                  tatbik edilmesini bütün müslümanlara emretmektedir. Yüce
                  Allah Maide suresi 48. ayette "Aralarında Allah'ın
                  indirdikleri ile hükmet. Sana gelen haktan vazgeçip onların
                  arzularına uyma!" Maide suresi 49. ayette "Allah'ın
                  indirdikleri ile aralarında hükmet, onların arzularına
                  uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bazısından seni
                  saptırmalarından sakın!" Nisa suresi 65. ayette
                  "Hayır! Rabbına yemin olsun ki, aralarında çıkan
                  anlaşmazlıklarda seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş
                  sayılmazlar." ve Maide suresi 44. ayette "Her
                  kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar
                  kafirlerin ta kendileridir." buyurmaktadır. İslam Şeriatı'nın tatbiki ise ancak İslam Devleti olan
                  Raşidi Hilafet Devleti kanalı ile gerçekleşebilir. Bir
                  farzın yerine getirilebilmesi için gerekli hususlar da farzdır
                  şer’i kaidesi gereğince İslam Şeriatını tatbik
                  edecek Raşidi Hilafet Devleti'nin tesisi için çalışacak
                  bir partinin kurulması müslümanlara farz olmaktadır. İşte kesin olan bu deliller gösteriyor ki; İslam esası
                  üzerine kurulmuş bulunan Hizb-ut Tahrir'in Raşidi Hilafet'i
                  tesis etmek için çalışması sadece Hizb-ut Tahrir
                  mensuplarına değil aynı zamanda sayın mahkeme üyeleri,
                  sizin üzerinize ve bütün müslümanların üzerine de farzdır.
                  Bu açıklamalardan Hizb-ut Tahrir'in İslam'a göre yasal bir
                  parti olduğu ortaya çıkmaktadır. Şimdi siz, biz İslam ile hükmetmiyoruz, Türkiye
                  Cumhuriyeti yasalarına göre hüküm veriyoruz ve kim
                  Türkiye Cumhuriyeti yasalarına muhalefet ederse onu
                  yasadışı kabul ediyoruz diyebilirsiniz. Ancak Hizb-ut
                  Tahrir mensubu olarak ben de diyorum ki; Yaratıcının
                  yasaları kulların yasalarından elbette daha üstün ve
                  kuvvetlidir. Allahu Teala'nın hükümlerinin, aciz ve zayıf
                  olan insanların hükümlerinden daha doğru olduğu sizin de
                  malumunuzdur. Burada Hizb-ut Tahrir'in İslam'a göre yasadışı
                  bir parti olmadığı açıklıkla belli olmuştur. Sayın Mahkeme Üyeleri! Hizb-ut Tahrir'in yasadışı olmadığını delilleriyle
                  ortaya koyduktan sonra terörist olarak vasıflandırılamayacağını
                  da kesin delillerle açıklamak istiyorum. Hizb-ut Tahrir,
                  Rasullullah Sallahu Aleyhi Vesellem'in risaletinden itibaren
                  Mekke-i Mükerreme'de İslam'a davet aşamasından Medine-i Münevveredeki
                  İslam Devleti'ni tesis etmesine kadar olan metodunu
                  benimsemiştir. Rasulullah Sallahu Aleyhi Vesellem Mekke'de
                  insanları fikri ve siyasi çalışmalarla İslam'a davet
                  etmiş bu aşamada maddi ya da sizin terör diye vasıflandırabileceğiniz
                  her hangi bir eyleme başvurmamış, bu durum Medine'de
                  Devleti kurana değin devam etmiştir. Hizb-ut Tahrir de
                  Rasullullah Sallahu Aleyhi Vesellem'in Mekke'd! eki İslam'a
                  davet metodunu kendine metod olarak seçmiştir. Hiç şüphe
                  yok ki Hizb-ut Tahrir, kendi kitap ve yayınlarında terör
                  diye vasıflanabilecek maddi eylem ve yöntemlerin doğru
                  olmadığını açıkça beyan etmiştir. Sizde bu kitap ve
                  yayınlar mevcuttur. Yoksa Emniyet Müdürlüğünden
                  isteyebilir ve inceleyebilirsiniz. Örneğin İslam Devleti,
                  Hizb-ut Tahrir'in Tarifi ve Hizb-ut Tahrir'in Değiştirmedeki
                  Metodu kitaplarını incelediğinizde, metodumuzda maddi yöntemlere
                  başvurmanın doğru olmadığının açıkça izah edildiğini
                  görürsünüz. Hizb-ut Tahrir bu değiştirme metodu ile bütün
                  müslüman ülkelerde uzun yıllardır gösterdiği
                  faliyetlerde herhangi bir maddi eyleme başvurmamış, hiç
                  kimseyi öldürmemiş veya buna benzer bir tahribatta
                  bulunmamıştır. Sadece ve sadece fikri ve siyasi faaliyette
                  bulunmuştur. Bu şekildeki açıklamalarıma birçok delil getirmek
                  mümkündür, ben iki tane delil göstermekle yetineceğim. Birincisi: Karşımda görmekte olduğum sayın mahkeme
                  üyelerinin yaşları ile Hizb-ut Tahrir'in faaliyet süresinin
                  birbirine yakın olduğu anlaşılmaktadır. Hizb-ut Tahrir'in
                  faaliyet süresi ile aynı dönemde yaşayan sayın mahkeme
                  üyelerine açıkça soruyorum: Gerek Türkiye'de gerekse çalıştığı
                  diğer müslüman ülkelerde Hizb-ut Tahrir’in terör diye
                  vasıflanabilecek herhangi bir maddi eylemde bulunduğunu görmüşler
                  yada duymuşlar mıdır? Haydi bu konuda bir delil gösteriniz! İkincisi: Halkı müslüman olan birçok ülkede, Hizb-ut
                  Tahrir mensupları çok ağır baskı ve işkenceye maruz
                  kalmış ve halen de kalmaktadır. Ayrıca bu işkencelerin
                  bir kısmı öldürme sınırına ulaşarak Hizb-ut Tahrir'in
                  bir çok mensubunun şehit olmasına neden olmuştur. Bütün
                  bunlara rağmen Hizb-ut Tahrir intikam almak için maddi bir
                  eylemde bulunmamıştır. Kendi mensuplarına işkence yapan,
                  öldüren ve zindanlara dolduranlara karşı maddi eylemle
                  karşılık vermeye gücü yettiği halde Hizb-ut Tahrir bunu
                  yapmamıştır. Hizb-ut Tahrir mensupları isteselerdi bunu
                  yapabilirlerdi. Zira Hizb-ut Tahrir mensupları Allah'tan
                  başka hiçbir kimseden korkmazlar. Hizb-ut Tahrir mensuplarını
                  maddi intikam eylem! lerinden alıkoyan şey, Rasullullah
                  Sallahu Aleyhi Vesellem'in Devleti tesis etmedeki davetinin
                  metodudur. Rasulullah Sallahu Aleyhi Vesellem maddi eylem
                  kullanmamıştır. İşte Hizb-ut Tahrir de Rasulullah'ın bu
                  metoduna bağlanmıştır. Benim burada özellikle vurgulamak
                  istediğim şudur; Hizb-ut Tahrir maddi eylemde bulunmaz,
                  dolayısıyla terör örgütü olarak asla vasıflandırılamaz.
                  Bunu sizi yanıltmak ya da benim hakkımda ağır bir karar
                  vereceğinizden korktuğumdan ya da mahkemenizin kararının
                  hafifletilmesi için söylemiyorum. Sadece Hizb-ut Tahrir'in
                  maddi eylemlerde bulunmadığını vurgulamak için
                  söylüyorum. Rasulullah Sallahu Aleyhi Vesellem Medine'de
                  Devleti kurana değin maddi eyleme başvurmadığından Hizb-ut
                  Tahrir de Raşidi Hilafeti kuruncaya kadar maddi eyleme
                  başvurmayacaktır. Eğer Rasulullah Sallahu Aleyhi Vesellem
                  Medine'de İslam Devleti'ni kurmadan önce Mekke'de maddi
                  eyleme başv! ursaydı, Hizb-ut Tahrir de korkmadan ve
                  çekinmeden bunu yapardı. Hizb-ut Tahrir'in her üyesi Allah'ın
                  rızası ve cenneti kazanabilmek için canını vermeye
                  hazırdır. İşte bizi maddi eylemden alıkoyan budur ve Hizb-ut
                  Tahrir'in kendi kitaplarında maddi eyleme başvurmanın
                  doğru olmadığına yer vermesi de bundandır. Bütün bunlardan sonra, Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü
                  olduğuna dair elinizde herhangi bir deliliniz var mı?
                  Olmadığını ben de biliyorum, sizde biliyorsunuz. Sayın Mahkeme Üyeleri ! Hangi şey için yargılanıyorum? Allah'ın emrine icabet
                  ettiğim ve Allah'ın emrine bağlandığım için mi yargılanıyorum?
                  Müslümanları Hilafet Sancağı altında birleştirecek, parçalanmışlıktan
                  kurturacak, müslümanları uluslararası sahada evrensel bir
                  güç haline getirecek, müslümanları küfür fikir ve
                  sistemlerinden, kafirlerin ülkeleri üzerindeki tasallut ve
                  istilalarından, servetlerini ve zenginliklerini sömürmelerinden
                  kurtaracak, kafirlerin ve kafirlerle işbirliği içindeki
                  müslümanların başındaki idareciler tarafından gasbedilen
                  bu servet ve zenginlikleri asıl sahipleri olan müslümanlara
                  geri verecek olan Raşidi Hilafet Devleti'ni istediğim için
                  mi yargılanıyorum ? Kafirlerin, İslam ülkelerini kendi orduları için birer
                  üs ve kale, kendi devletleri için stratejik bir merkez
                  olarak kullanmalarını engellemek istediğim için mi,
                  Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer kafir devletlerin
                  elleriyle, müslüman memleketlerinin idarecilerinin entrika
                  ve yardımlarıyla, müslümanların kalbine hançer gibi
                  saplanan Yahudi varlığı İsrail'den müslümanları
                  kurtarmak istediğim için mi yargılanıyorum? Yeryüzünde
                  yaşayan bütün müslümanları koruyan bir kalkan olacak
                  Raşidi Hilafet'i istediğim için mi yargılanıyorum? İşte mahkemenizde yargılanmama neden olan suçlamanın
                  gerçeği budur. Yargılanmama neden olan bu itham için kafir
                  bir memlekette, kafir idareciler ve hakimler tarafından çağrılsaydım
                  meseleyi basitçe karşılayacaktım. Bu durumu normal kabul
                  edip, garipsemeyecektim. Ancak yüzyıllar boyu İslam risalet
                  ve hidayetinin sancaktarlığını yapmış, Hilafet'in kalbi
                  ve merkezi durumundaki, halkının %99'unun müslüman olduğu
                  Türkiye'de müslüman Emniyet Teşkilatı, müslüman savcı
                  ve hakimler tarafından yargılanıyor olmamı kabul edilemez
                  büyük bir günah olarak görüyor ve garipsiyorum. Sayın Mahkeme Üyeleri ! Demokrasi ve Laiklik gibi küfür fikir ve sistemlerini
                  esas alan siyasi partilerin kurup faaliyet göstermelerine
                  izin verilir de, İslamiyeti esas alan, bu esas üzerine
                  iktidara ulaşmak ve İslam'ı tatbik edecek bir devlet olan
                  Raşidi Hilafet için faaliyette bulunulması nasıl
                  engellenebilir. Sayın Mahkeme Üyeleri ! İslam ne zamandan beri sanık sandalyesinde bulunuyor? Ve
                  ne zamandan beri İslam davasını yüklenmek bir suç ve
                  terör faaliyeti sayılmakta! Müslümanların böylesi bir değerlendirmede
                  bulunmaları son derece çirkin ve büyük bir yanılgıdır. Müslümanların İslam'ı sanık sandalyesine oturtma gibi
                  büyük bir yanılgıya düşmeleri, ancak kafir devletlerin müslümanlar
                  üzerindeki vahşi misyonerlik ve fikri saldırılarından, bu
                  saldırılardaki başarılarından sonra da Hilafet Devleti'ni
                  parçalamada elde ettikleri büyük başarıdan sonra gerçekleşti. Kafirlerin ve kafir devletlerin İslam memleketlerinde
                  İslamla hükmedilmesini engelleyip Hilafet Devleti'ni yok
                  etmekle elde ettikleri başarıdan sonra gerçekleştirdikleri
                  en büyük başarı; kendilerinden daha şiddetli İslam'a düşmanlık
                  eden, İslam ve müslümanlarla savaşan idareciler
                  yetiştirmekte elde ettikleri başarıdır. Hatta bu
                  idareciler, İslam'ın iktidara geri dönmesini, bütün
                  müslümanların tek bir devlette birleşmelerini, eskiden
                  olduğu gibi devletlerarası sahada evrensel bir güç olmalarını
                  engellemek için hayatlarını vakfediyorlar. Yine benim gibi
                  herhangi bir müslüman İslam'ı siyasi olarak yüklenirse bu
                  idareciler, onunla mücadele etmek, onu takip edip acımasızca
                  sıkıştırmak, o! na işkence etmek ve hayatını
                  zindanlarda geçirmesini sağlamak için de kendilerini
                  vakfediyorlar ki İslam hayata hakim olmasın ve İslam adına
                  ortada herhangi bir güç kalmasın. Sayın Mahkeme Üyeleri ! Hizb-ut Tahrir olarak biz, Hilafet yok edilip, İslam
                  iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra, Hilafet toprakları
                  üzerinde kurulan yeni yönetimlerin, İslam'ın haram
                  kıldıklarına riayet etmediklerini, İslam'ı siyasi olarak
                  yüklenip hayat alanına geri getirmek için çalışan müslümanlarla
                  savaştıklarını, bu yönetimlerin küfür fikir ve
                  sistemlerinin propagandalarını yaptıklarını, yürüttükleri
                  siyasi faaliyetlerde küfür fikir ve sistemlerini esas alarak
                  müslümanları bunlara davet ettiklerini anladık. Yine bu yönetimlerin
                  kafirlerle işbirliğine giderek Yahudi varlığı olan
                  İsrail'in kurulması, korunması ve güçlendirilmesine ortak
                  olduklarını da anladık. Yine biz Hilafet'in ve İslamla hükmetmenin
                  ! tekrar tesis edilmesi için çalışmanın bütün
                  müslümanlara farz olduğunu, bu farzında ancak ve ancak düşünce
                  ve metod olarak İslam'ı benimseyen partisel bir kitleleşme
                  ile siyasi çalışma yaparak gerçekleşebileceğini
                  anladık. İslam'ı yüklenmeye, Raşidi Hİlafet ile
                  Allah'ın indirdiklerinin tekrar hakim olması için çalışmaya,
                  müslümanları kafirlerin sömürülerinden, küfür fikir ve
                  sistemleriyle istilalarından kurtarmaya azmettik. İşte ben
                  inceledikten, araştırdıktan ve düşündükten sonra Hizb-ut
                  Tahrir'in benimsediği, Allah'ın kitabı ve Rasulünün
                  sünnetinden alınan, Kur'an ve sünnetin gösterdiği
                  delillere dayanan, müslümanların fakih ve müçtehidlerinin
                  içtihadlarından alınan İslami fikir, görüş ve hükümlere
                  tabi oldum. Hizb-ut Tahrir müslümanların içine düşdükleri
                  durumu, hangi hale getirildiklerini ve bunların sebeplerini,
                  müslümanları kalkındırmak gayesiyle kurulmuş ve
                  başarısızlığa uğramış diğer kitle hareketlerinin
                  başarısızlığa uğrama nedenlerini, tarihte etki yapıp iz
                  bırakan! siyasi hareketleri ve bu hareketlerin başarılı
                  olma sebeplerini uyanık ve basiretli bir şekilde
                  inceledikten sonra açıkladığım fikir, görüş ve hükümleri
                  benimseyip, siyasi bir şekilde yüklendi ve müslümanları
                  siyasi olarak buna davet etmeye başladı. Bu esaslar üzerine
                  partisel kitleleşmesini kurdu ve Rasulullah'ın Mekke'deki
                  İslam davetinden Medine'deki Devlet olma için kullandığı
                  metodu benimsedi. Bunların bir kişiye yada bir memlekete has
                  olmadığını, İslami fikirler olduğunu gördükten sonra,
                  bu fikirleri ve kitleleşmeyi benimsedim. İslamiyeti bu esasa
                  göre yüklendim ve ona davet etmeye başladım. İçinde
                  fikri çatışmanın ve siyasi mücadelenin parladığı
                  siyasi bir çalışma olarak bu esas üzerinde çalışmaya ve
                  halkımızı da buna davet etmeye başladım. İşte sayın
                  mahkeme üyeleri sizide buna davet ediyorum. Çünkü siz
                  müslümanlardansınız, İslam'ı yüklenmek ve Allah'ın
                  indirdikleriyle hükmedilmesi gayesiyle çalışmak bize, size
                  ve bütün müslümanlara farzdır. Sayın Mahkeme Üyeleri ! İşte yakalanmamın ve zalim idareciler tarafından
                  mahkemenizde yargılanmak için tutuklanmamın gerçek sebebi
                  budur. Bu sebep benim için utanılacak bir sebep değildir.
                  Bilakis iftihar edilecek bir sebeptir. Allahu Teala'nın beni
                  kendisiyle şereflendirdiği ve şeref olarak kabul ettiğim
                  bir sebeptir. Sayın Mahkeme Üyeleri ! Sonuç olarak ben sizden beni serbest bırakmanızı talep
                  etmiyorum. Çünkü ben doğru bir yol üzerindeyim. Şimdi
                  siz iki seçenek arasındasınız ve kendiniz için bir
                  tercihte bulunacaksınız. Ya davayı düşürmek suretiyle doğru
                  yolda olanla beraber olur ve Allah'a itaati seçersiniz. Ya da
                  Allah'ın indirmediği kanunlarla hükmederek hakka tecavüz
                  eder ve zulüm yolunu tercih edersiniz. Zaten Yüce Allah
                  Yusuf suresi 21. ayetinde buyuruyor ki: "Allah kendi
                  emrinde galiptir. Ancak insanların çoğu bilmezler."      |