Karşılıklı
sayılı ziyaretler ve yoğun görüşmelerden sonra, ABD ve
Ürdün; üzerinde anlaştıkları Serbest Ticaret Bölgesi
Antlaşmasını, 17.12.2001 tarihinde yürürlüğe koydular. Bu
antlaşmanın genel çerçevesi ve Ürdün’e etkisi nedir?
Antlaşmanın kanunları iki esas üzere bina edildiği görülmektedir.
Birincisi:
Serbest Ticaret Bölgesi; ticari antlaşmaların genel
ilkelerine ve Dünya Ticaret Örgütü’nün antlaşmalar için
öngördüğü esaslara göre kurulacaktır.
İkincisi:
Her bir taraf, antlaşmanın maddelerine göre diğer tarafın
pazarına girecektir. Bu sermayesini artırmak, ticaret veya iş
gücü için olabilecektir. Bu iki amacın gerçekleşmesi için
taraflar, aşağıdaki maddelere göre hareket edeceklerdir:
·
Her bir taraf, diğer tarafın mallarından on yıl süreyle
tedrici olarak (aşama aşama) gümrük vergisini ve diğer
vergileri kaldıracaktır. Bunlardan 238 dolayında çeşitli
mallardan adı geçen vergiler kaldırılacaktır,
denilmiştir.
·
Dünya Ticaret Örgütü’nün kayıt altına aldığı
ve evrensel belgelerde geçen maddede belirtildiği
üzere, “Düşünce Mülkiyetinin Korunması” ile
ilgili esaslara bağlı kalınacağı belirtilmiştir.
Antlaşmada “Düşünce Mülkiyeti’ne diğer
şeylerden daha çok önem verilmiş olup, antlaşmanın dörtte
biri buna ayrılmıştır.
·
Antlaşmanın uygulanmasını gözetleyecek heyeti, iki
tarafın ortaklaşa oluşturacağı belirtilmiştir.
İki
devlet arasında, çevre ve sanat alanlarında yardımlaşmanın
olması öngörüsü eklenerek; bu ticari antlaşma bu haliyle,
bir ilk olma özelliğini kazanmıştır. Ayrıca ek maddelerin
bir çoğunda “İhtilaf/anlaşmazlık meydana geldiğinde
İngilizce yazılan metin esas alınacaktır.”
denilmiştir. Bu antlaşmadan önce ABD; Meksika, Kanada ve
İsrail ile olmak üzere bu antlaşmaya benzer üç antlaşma
daha imzalamıştır. Bunların her birinde, antlaşmalar
yoluyla gerçekleştirmek istediği belirli hedefleri vardır.
Meksika
ile yaptığı benzer antlaşmanın birinci hedefi, daha fazla
kazanmaktır. Nitekim çeşitli Amerikan şirketleri, yüz
milyon nüfusu bulunan Meksika’da, değişik büyüklükte
fabrikalar kurdular. Çok ucuza işçi, hammadde ve özellikle
göstermelik bir fiyata satılan petrole kavuştular. Bu
fabrikalar başlangıçta, ürünlerinin fiyatını yüksek
tuttular. Daha birkaç ay geçmişti ki; yabancı fabrikalar ve
ürünleri, Meksika pazarlarını kuşattı. Ürünlerine öyle
düşük bir fiyata satıyorlardı ki; yerli fabrikaların
rekabet şansı hiç mi hiç kalmadı. Neticede 15 bin orta
ölçekli yerli fabrika, iflas bayrağını çekti. Üç milyon
dolayında Meksikalı, işini kaybetti. Halkın üçte bir oranında
satın alma gücü azaldı. Borçlanma ve ABD ile yapılmış
olan Serbest Ticaret bölgesi Antlaşması üzerine kurulu olan
Meksika ekonomisi, aniden çöktü. ABD duruma el koydu ve IMF’in
Meksika’ya 50 milyon dolar vermesini sağladı. 17.7 milyon
dolarlık kısmının, Dünya Bankasınca karşılanmasının
sağladı. Zira Meksika’da fırtınaya dönüşen faiz
oranlarından korkuluyordu. Sağlanan kredi ile borçların
ödenmesi öngörülmüştü. İşte bu krizden sonra Meksika,
ekonomik ve siyasi olarak ABD’nin çözümlerine sağlam bir
şekilde bağlı kalmaya mahkum oldu. Üstelik ağır borçların
kuşatılmışlığına duçar oldu.
Kanada’ya
gelince; ABD ile 64.000 km’ye ulaşan uzun bir sınırı
vardır. Bu iki komşu ülkenin, pazarlarını birbirlerine açmaksızın
resmi olarak, ticareti kayıt altına almaları zordur. ABD’nin
Kanada ile yaptığı Serbest Ticaret Bölgesi antlaşmasının
amacı da budur. Üstelik Kanada ile imzaladığı seçkin bir
antlaşma sayesinde, onu etkisi altına almayı başarmaktadır.
İsrail
ise; ABD’nin nazlı veledidir. Batılılar kendi devletleri
gibi, kapitalizme dayalı bir yahudi varlığını Filistin’de
meydana getirmek için yardım ettiler ki; İslam
coğrafyasının kalbinde, onlar için ileri bir cephe görevini
yapsın. Nitekim İslam ve küfür arasında, nihai bir savaş
meydana geldiğinde, Batı alemi İsrail’e muhtaç olacaklardır.
ABD’nin
Ürdün ile yaptığı söz konusu antlaşmadaki hedefinin, bu
şekilde muayyen olması gerekmez. Ancak iktisadi bir hedefi
olmadığı kesindir. Çünkü Ürdün ticari kapasitesi az,
fakir ve borçlu bir ülkedir ki; ABD’nin ekonomik sorunlarını
çözmekten ve bir yarar sağlamaktan uzaktır. Üstelik Serbest
Ticaret Bölgesi antlaşması olmaksızın, zaten ABD
şirketleri Ürdün’e girmiştir. Aynı şekilde bir
antlaşmayı menfaati doğrultusunda Ürdün yerine, serveti ve
kapasitesi daha büyük olan, Suudi Arabistan veya Mısır ile
yapabilir (bu tür anlaşmalar bu ülkeler arasında mevcuttur).
Öyle ise; Ürdün’ü seçmedeki hedefi ekonomik değil
siyasidir. Nitekim Hilafet Devleti’nden koparıldığı günden
bu yana Ürdün, İngiltere’ye bağlı bir yapı olmaya devam
etti. ABD, Suriye’yi ve diğerlerini kendisine bağladığı
gibi Ürdün’ü kendisine bağlayamadı. Ürdün’ün içine
girdiği ekonomik çöküntüyü fırsat bilerek, Ürdün
üzerinde nüfuzunu yaymayı söz konusu antlaşmayla
becerebilecektir. Çünkü İsrail’in varlığını beslemek
ve Filistin meselesini çözmek için, Ürdün’ün jeopolitik
konumu ABD’ye lazımdır. İslam aleminin kalbi ve ruhu olan
Ortadoğu’da egemenlik kurmak için, Ürdün onun için
gereklidir. Kaldı ki; Başkan Bush, Müslümanlara karşı Haçlı
seferlerini zaten ilan etmiş bulunmaktadır.
Bu
antlaşmanın Ürdün’e getirisi, şişeye tıkılmış zehir
gibidir. Ürdün’ün ekonomik sorunlarını halletmede, ticari
dengeyi sağlamada, borçların ödenmesinde, işsizlik ve
fakirlik problemlerini çözmede, sanayi ve zirai ürünlerin
geliştirilmesinde, herhangi bir fayda sağlamayacaktır.
Bilakis adı geçen sorunlara, yenilerini ekleyecektir. Çünkü
Serbest Ticaret Bölgesi yasaları, güçlü olanın daha fazla
kazanması için vazedilmiştir. Ürdün söz konusu antlaşma
ve IMF’in şartları gereği, hükümet olarak daha sert
icraatlar uygulayacaktır. Daha fazla vergi ve zam yapacak ve
kamu hizmetlerini daha pahalı yapmak zorunda kalacaktır ki; bu
da halkın sırtına yük olacaktır. Borçlandığı
devletlerin baskısıyla, geride kalan KİT’leri ve eğitim,
sağlık ve iletişim gibi alanları da özelleştirecektir.
Ardından çimento, su ve elektrik gibi stratejik alanlar,
özelleştirme kapsamına alınacaktır. Böylece halk, hayatlarına
ve servetlerine kasteden ve hükmeden bu sömürgecilerin
merhametine terk edilecektir. Ürdün kapitalist Batı’nın ve
yahudilerin, ucuz iş gücü ve hammaddeye kavuştukları, açık
bir pazar haline gelecektir. Öyle ki bu açık pazarda, bazı
Ürdünlüler küçük servetleri ve mütevazi teknolojileriyle;
milyarlarca dolarlık servetler, gelişmiş teknolojiler ve
kapitalist hırslarla yarışacaklardır. Bugüne kadar zaten
hep başlarında ABD’nin bulunduğu kafir devletler, Ürdün
krallarını bazı aşağılayıcı şartlar altında tahta çıkardılar.
Washington’a gittiğinde aynı durum ll.Abdullah için de
geçerli oldu. ABD onu, Irak’ın bir “şer odağı”
olduğu konusunda, muvafakat vermeye zorladı. O da bunu yaptı.
Halbuki Irak da Ürdün gibi Müslümanların ülkesidir. Kaldı
ki o, Ürdün petrolünü ucuz bir fiyata satıp, ABD’ye
peşkeş çekiyor. Ürdün kralı, ABD kendisinden razı olsun,
kendileriyle Serbest Ticaret antlaşmasını gerçekleştirsin
diye böyle yapıyor. Oysa ki; söz konusu antlaşma, Ürdün’e
egemen olması için ABD’nin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Ey Müslümanlar!
Başta
Kapitalizm olmak üzere, mevcut sistemlerin ve siyasi hakimiyet
tarzı olan demokrasinin, insanların fıtri olan içgüdülerini
ve organik ihtiyaçlarını sahih bir şekilde doyuma
ulaştırma noktasında, iflas ettikleri ortaya çıktı.
Bilakis bu sistemler, bütün insanlığa ve özellikle sırf
İslam’a iman ettikleri için Müslümanlara yıkıcı
savaşlar getirdi. Gerçek şu ki; İslam ülkelerinde yönetimi
elinde tutanlar, onlardan biri olan Ürdün ABD ve diğer kafir
Batı devletlerinin atadığı valiler gibi onlara boyun
eğmektedirler. Müslümanların nüfusu ve servetleri pek çok
olmasına rağmen kafirlerin egemenliği altında
yaşamaktadırlar. Allah (cc)’nun buyurduğu gibi:
Bir
toplum kendisinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların
durumunu değiştirmez. [Ra’d 11]
Öyle
ise, toplumsal yapımızı değiştirmemiz gerekiyor ki; bu kötü
durumdan kurtulabilelim. Muhakkak ki; bu yöneticilerin, memnun
etmek ve ekonomik problemlerini çözmek için Amerikan Başkanlarına
sığınmaları; Ramazanda oruç tutup karşılığında,
Cehennemi kazanma durumuna benziyor. Çünkü Allah (cc) kafir
devletlerden yardım istemeyi haram kılmıştır. Özellikle
onların güdümüne girmek manasına geliyorsa... Nitekim şöyle
buyurmuştur:
Allah
kafirler için, mü’minler aleyhine asla bir yol
vermeyecektir. [Nisa 141]
Bu ve
benzer ülkelerde yaşayan Müslümanlara düşen; özellikle
onları hor ve hakir gören, onları açlık ve sefalete mahkum
eden bu tür antlaşmalardan sonra, hayatın bütün alanlarında
işlerini düzeltecek olan, iman ettikleri İslam nizamın
tekrar geri getirilmesi için çalışmaları gerekmektedir.
Bunun için çalışmanın en güzel yolu da, ihlaslı bir
şekilde Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmaktır
ki; Raşidi Hilafet Devleti, onları Kapitalizmin zulmünden
kurtaracak ve onları birleştirip, eski izzetlerini onlara
tekrar iade edecektir. Kaldı ki; Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
Kim
İslam’dan başka bir din ararsa o ondan kabul edilmeyecektir
ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. [Al-i
İmran 85]
|