Haber
kaynakları ve iletişim organları hep bir ağızdan, Suud
Veliahdı Abdullah b. Abdulaziz’in gelecek ay yapacakları
Arap Zirvesinde, Arap aleminin yöneticilerine; “İsrail’in
BM kararları doğrultusunda işgal ettiği bölgelerden
çekilmesine karşılık, yahudi varlığını gerçek manada
tanıma” önerisini sunmayla ilgili bir planla ortaya çıktığını
yayınladılar. Ayrıca kendisinin Arap aleminin bu öneriye
destek olmaları için çaba harcayacağını söylediğini de
belirttiler. Gerçek şu ki bu öneri, yahudi çevreleri ve Batı
alemi tarafından aynı oranda kabul gördü. Nitekim yahudi
varlığının yöneticileri, bu öneriye dört elle sarılıp
gizli yada açık her yerde, bu önerinin ayrıntılarını
konuşmak üzere Abdullah’la görüşmeyi talep ettiler.
Üstelik başta Amerika ve Avrupa olmak üzere bütün Batı
alemi, Müslüman ve yahudiler arasında Filistin’de süregelen
çekişmeyi durdurabilecek bu olumlu adımdan dolayı onu
övdüler. Haber kanalları diğer Arap liderlerinin
ayrıntıları henüz açıklanmayan bu planı, peşinen kabul
ettiklerini duyurdular. Böylece kafir ve münafıkların
borazanları, ülkenin her tarafında ötmeye başladı.
Veliaht
Abdullah, Mescid-i Aksa İntifadası boyunca öldürülen ve
evleri başlarına yıkılan Filistinlilerin imdadına, onları
kurtarmak için böyle koşuyordu! Bu uğurda onun yapacağı
kahramanlık bu olmuştu! Aslında bu kan dökücü katil Şaron’a,
mübarek İsra ve Mi’rac topraklarına siyonizmin ayaklarını
yerleştirip sağlamlaştırması için verilen bir mükafattır.
O Mescid-i Aksa’yı yahudilerin pençesinden kurtarmak için,
Müslüman orduları harekete geçirip bütün imkanları
seferber etmek yerine; yahudilerin Mescid-i Aksa’yı yıkıp
enkazı üzerine uydurdukları Davud Heykeli’ni diksinler
diye, kafirler ile birlikte toplantılar ve konferanslar düzenlemek
için koşuşturmaktadır. İslam ümmetinin ve ondan bir parça
olan Arap dünyasının ordularını ve silahlarını, onlarca
senedir terkedilmiş olan cihad farzını yerine getirmek üzere
birleştirmek önerisiyle ortaya çıkması ona daha çok yakışırdı.
Çocuklarını kaybeden, bağrı yaralı annelerin feryatları
Abdullah ve onunla ortak hareket eden Arap liderlerin
kulaklarını inletmiyor mu? O ve diğerleri bizzat gözleriyle,
Filistin topraklarında akan o pak ve nezih kanları görmüyorlar
mı? Hayır!... Bilakis onlar bunları duyuyor ve görüyorlar!
Lakin bunlar erkeklik ve mertliklerini kaybetmişlerdir. İslam’ı
himaye etme duygusundan yoksun kalmışlardır. Bu çığlıkları
ve olup biteni duyup gördükten sonra, bir de yahudilerin yanında
Müslümanlara karşı savaşacaklar mı?! Doğrusu Abdullah ve
bu işte ona ortak olan İslam aleminin sair liderlerine, böylesi
büyük bir ihanet yakışıyor! Baksanıza ele güne karşı ne
ihanetlere girişiyorlar! Oysa Allah Subhanehu ve Teala şöyle
buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah’a, Rasulü’ne ihanet
etmeyin. (Sonra) bile bile size verilen ema- netlere ihanet etmiş
olursunuz! [Enfal 27]
Allah ihanet edenleri sevmez. [Enfal
58]
Veliaht
Abdullah’ın bu lanetli ilanıyla, Suudi yöneticilerin ve
Müslümanların diğer hain yöneticilerinin, elli yıldan
fazla bir süreden beri, yahudi varlığının yararına ve Müslümanların
zararına gizledikleri habis niyetleri ortaya çıkmış oldu.
Bu niyet; 1948’de daha yahudi varlığı oluşmadan önce
beliren ve günümüze kadar gelen aynı niyettir. Batı,
bunları yönetici olarak tayin ettiği günden bu güne kadar
İslam ümmeti için yıkım ve talandan başka bir şey gerçekleştirmemişlerdir.
Nitekim Suudi yöneticiler, Müslümanların baş düşmanı
olan Amerika’nın, yeryüzünün en temiz bölgesi ve vahyin
indiği yer olan Arap Yarımadası’na yerleşmesini ve askeri
yığınak yapmasını sağladılar. Öyle ki bu askeri
birlikler ve yığınaklar, Irak ve Afganistan’ı vurmada
hareket noktası oldular. Dahası bundan böyle de Amerika’nın
egemenliğinden kurtulmak isteyen her Müslüman ülkeye saldırmak
için de hareket noktası olacaktır. Üstelik Suudi
yöneticiler, İslam ümmetinin servetini, Amerikan pazarlarında
yerli ve yabancı entrikacılara peşkeş geçmektedirler. Örneğin;
Kral Fahd yönetime geçince Amerika’nın maslahatlarına,
özellikle Amerika’nın İslam alemiyle ilgili maslahatlarına
göre hareket etti. Amerika’nın direktifleriyle her biri
birer ihanet olan pek çok konferans düzenledi. Amerikan
pazarlarının tercih edilmesi için yardım ve hibe adı
altında milyarlarca dolar para dağıttı. Ta ki Suudi devleti,
2001 sonu itibariyle 173 milyar dolarlık bir borcun altına
girdi. (Bu miktar, Suudi Maliye Bakanlığı’na göredir.)
Gerçek
şu ki; veliaht Abdullah’ın İslam ümmetinin yarım
asırdır devam eden bu meselesine korkunç bir ihmal ve alçaklıkla
yaklaşması, olsa olsa kendinden önceki Suudi yöneticilerin
ihanetini tamamlamak içindir. Ya da; kardeşi Fahd’ın 1981
Fas konferansında gösterdiği ihaneti tekrarlamaktır. Bu
nedenle onun üstü kapalı konuşmasındaki tehlikeye rağmen,
bu girişimin zamanı daha büyük bir önem arz etmektedir.
Nitekim 1967’de, Ürdün’ün önceki lideri Kral Hüseyin’in
yahudilere toprak teslim edeceği sırada benzer olaylar cereyan
etmişti. İngilizler işgale son verip, Filistin topraklarını
1948’de yahudilere teslim ettikleri zaman da aynı hadiseler
meydana gelmişti.
1967’de
işgal edilen topraklarda bugün meydana gelen olaylar bu
bölgeleri bir ziyafet lokması olmaktan çıkardı. Kan dökücü
Şaron’a bile vahşiyane askeri metotlarla vaat ettiği güvenliği
sağlayamayacağını kavratacak derecede şiddetini artırdı.
Bu nedenle yahudilerin düşüncelerinde esaslı bir değişim
meydana geldi. Sıkıştıklarını idrak edip bu durumdan çıkmak
için bir çıkış aramaya başladılar.
1948’de
işgal edilen topraklardaki yahudi varlığın içinde bulunduğu
duruma gelince; burayı yahudi gruplar kendi aralarında bölüşmüşlerdi.
Şimdilerde ise; yahudilerin Şaron’un yönetimi ve
siyasetinden şikayetleri artmıştır. Nitekim Telaviv’de,
onun aleyhine gürültülü gösteriler yapıldı. Hatta
sınırdaki askerler, alenen ona karşı çıktılar.
Kendisinden asker ve generallerini toplayıp, tek taraflı
olarak geri çekilmesini istediler. Amansız siyasi tehditler
kendisine yönelmiştir. Sağcısıyla solcusuyla bütün
önemli gazeteler ona saldırmaktadır. Kendisi de yüz günde
gerçekleştirmeyi vaad ettiği güvenliği sağlamada bir yıl
geçmesine rağmen başarısız olduğunu gördü. Yahudi varlığının
karşı karşıya kaldığı iktisadi kriz de işi daha da içinden
çıkılmaz bir hale getirdi. Bugünlerde Şaron dahili bir çıkmaz
(iç sorunlar) ve zor şartlarla karşı karşıyadır. Bugün
kendisiyle yarışanlar, geride bırakan o kamuoyu desteği
artık yoktur. Yönetimi elde ettiği günden bu yana en zayıf
zamanını yaşamaktadır.
Devletler
açısından duruma bakıldığında da; yahudi varlığından
şikayetlerin ortaya çıktığı ve yahudi varlığının
Mitchell kararlarında geçen tavsiyelere uyması gerektiği
belirtilmektedir. Nitekim bu kararlar Bush yönetiminin işbaşına
gelmesinden bu yana süren diyalogların sonucunda
alınmıştır. Bununla birlikte Roma toplantısında bütün
devletler, toplu olarak, yahudi varlığının uyarmışlardı.
Fakat ne Avrupa ve ne de Amerika yahudi varlığına bir adım
mesafe aldıramamıştı. Şimdi ise, durum Şaron öncesine
döndü. Bu nedenle askeri eylemleri dondurmak ve kararları
uygulamak fırsatı doğmuş oluyor. İşte bunun için dünya
devletleri, yahudi varlığını yeniden düşünmeye çağırıp,
daha önce alınan kararlar çerçevesinde hareket etmeye davet
ediyorlar. İşte Fransa’nın; “önce Filistin devletini
ilan edelim. Sonra yahudi varlığıyla görüşmeler yeniden
başlasın.” demesi bu nedenledir. Ortadoğu’da takip
edilmesi gereken siyaset noktasında Avrupa ülkeleri ihtilafa
düştü. Buna rağmen; “terörizm ile mücadele” ediyor
bahanesiyle, Şaron’u yaptıklarında serbest bırakan
Amerikan siyasetine karşı keskin bir eleştiri seslendirdiler.
Nitekim Kofi Annan da, yeni bir düşünce zemininin zorunluluğunu
dile getirmiştir. Zira onun sözcüsü şöyle dedi: “Genel
Sekreter, düşünceleri paylaşmanın zamanının geldiğini ve
Emir Abdullah’ın seslendirdiği şeylerin önemsenmeye değer
şeyler olduğu görüşündedir”.
Veliaht
Abdullah’ın gerçekleştirmek için uğraştığı şey,
Mitchell kararlarında öngörülenlerdir. Bunlar dolaylı bir
tarzda, yeni bir üslup ile ortaya sürülmektedir. Bu tutum,
Şaron’dan kaynaklanmaktadır. Zira o, bir yıldır bu
kararları dondurmaya imkan buldu. Aynı kararlar iki tarafı
keskin bir bıçak gibi Şaron’a yöneltilmiş durumdadır.
Eğer Şaron, Abdullah’ın dilinden yeniden sunulan bu
kararlara gerçekten uyarsa içine sürüklendiği dahili
krizden zaferle çıkar ve son aylarda kaybettiği kamuoyu
desteğini tekrar kazanabilir. Amerika da onu desteklemeye devam
eder. Yok eğer Şaron bunu kabul etmezse, Abdullah bu olup
bitenlerin sorumluluğunu Şaron’a yükleyecektir. Onun
siyasetteki acizliğine bağlayacaktır. Onun muhaliflerine
destek verilecektir. Şu halde ne Avrupa ve ne de Amerika onun
yok olmasına üzülmeyeceklerdir.
Yönetimi
elde ettiği ilk günden bugüne dek yaklaşık bir yıl geçmesine
karşılık, Şaron’un bakışında bir değişim
olmamıştır. Birinci merhalede görüşmelere bizzat kendisi sürekli
katıldı. Süreklilik sağlayacak olan düzenlemelerin konuşulduğu,
ikinci merhaleye de bizzat kendisi katıldı. Bu merhalelerde
öngörülen kararların bilincindedir. 21 şubat 2002 tarihinde
halkına yönelik yaptığı son önemli konuşmasında,
bunları tekrar dile getirdi. Şöyle dedi: “Hepimiz barış
istiyoruz. Barış hepimize lazım. Amacım Filistinlilerle köklü
ve kapsamlı bir barış yapmaktır. Yaptığımız antlaşma,
iki aşamadan oluşuyor. Birinci aşama, sükuneti sağlayıp
savaşı durdurmaktan ve Filistin bölgesini kayıtsız
şartsız silahtan arındırmaktan ibarettir. İkinci aşama
ise, sürekliliği sağlayacak düzenlemeleri yaparak Filistin
ile olan sınırımızı tespit etmekten ibarettir. Çizilecek
olan bu sınır aramızdaki ilişkilerin içeriğini
yansıtacaktır.”
İşte
Şaron’un bu sözleri, tamamen ilgili devletlerin üzerinde
ittifak ettikleri Mitchell kararlarını yansıtmaktadır. Aynı
zamanda bunlar, Oslo’da alınan kararlardır. Bu nedenle
yahudilerin destekçisi Abdullah b. Abdulaziz’in kahramanlığı,
kendisine yarar sağlamayacaktır. Kıyamet gününe kadar bir
utanç ve eziklik abidesi olacaktır. Bunun yanı sıra Filistin’de
Müslümanların kesilmesine devam edilecek ve yeni vahşiyane
askeri saldırılar, Filistin halkına yönelecektir.
Ey
Müslümanlar! Bilin ki; bu girişimin tehlikesi,
yapısından ve içeriğinden kaynaklanmaktadır. Nitekim bu
tasarladıkları şeyi, Arap yöneticilerinin Mart ayının
sonuna doğru Beyrut’ta yapacakları konferansta
sunacaklardır. Böylece Filistin meselesi üzerinde
gösterdikleri faaliyetler resmi bir boyut kazanmış olarak
ilan edilmiş olacaktır. Zira öngörülen haliyle Filistin
meselesi, 1967’de işgal edilmiş topraklara münhasır
kılınacaktır. Sonuçta Filistin’de, resmen ilan edilmiş
bir İsrail devletinin bütün Arap devletleri tarafından
tanınmasına karşılık, 1967’de işgal edilen topraklardan
çekilmiş olacaktır.
Unutulmamalıdır
ki; Filistin meselesi, Filistin yönetimi diye adlandırılan
topraklardan İsrail’in çekilmesi meselesi olmadığı gibi,
Şeria’dan ve Kudüs’ten çekilmesi meselesi de değildir. Aksine
asıl mesele; Filistin’i gasp eden yahudi varlığının
mevcudiyetidir. Asıl mesele; yahudi varlığının Filistin’in
tamamından kökünden sökülüp atılmasıdır. Nitekim
Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
“Onları
bulduğunuz yerde öldürün ve onları sizi çıkardıkları
yerden çıkarın.” [Bakara 191]
Evet!
Yahudi varlığını tanımak ve onunla görüşmeler yapmak
anlamına gelen her faaliyet; Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere
karşı işlenmiş bir ihanettir. Bunu kabullenmek ve buna
karşı susmak asla caiz değildir. Bu cürümü işleyenler; şüphesiz
dünyada rezil ve rüsvay olup, Ahirette de acıklı bir azaba
uğrayacaklardır.
|