27
Mart 2002’de Beyrut’ta Arap Zirvesi Konferansı’nın gerçekleştirilmesi
kararlaştırılmıştır. Bu zirve öncesi, bir ayı aşkın
bir zamandan beridir Abdullah b. Abdulaziz, zirvede Arap
aleminin yöneticilerine sunup muvafakatlerini almak için, bazı
öneriler sunmaya hazırlandığını açıkladı. Arap yöneticiler
de daha ayrıntılar belirmeden, peşinen muvafakat gösterip
önerileri onayladılar. Ayrıntılar üzerinde çalışmalar
devam etmektedir. Amerika ve Avrupa Birliği’nin, bu
önerileri kutsaması üzerine, buna büyük bir önem verip
dört elle sarıldılar. Birleşmiş Milletler’in lütfettiği
12 Mart 2002 tarih ve 1397 sayılı karar üzerinde toplandılar.
Adı geçen kararda “B.M.
Suudi Veliahdı Emir Abdullah’ın katkısından hoşnut
olmuştur.” ifadesi yer aldı. Neyse
ki BM, hoşnutluğunu dile getirmesine karşılık Yahudiler
bunu reddettiklerini açıkladılar.
Sonuçta
şu ayrıntılar kendini göstermiştir:
-
Yahudi varlığı ile Arap
camiasının üyesi olan bütün Arap devletleri arasında,
gerçek anlamda ilişkiler kurmayı sağlamak.
-
BM’in 242, 338, 425 nolu
kararlarına uygun bir şekilde muamele de bulunmak.
Üstelik 194 nolu karara bağlı kalmak.
-
Ayrıca görüşmelerin başarıya
ulaşması ve yahudi varlığın bunlara bağlı kalmasını
sağlamak için, Amerika’nın yazılı garantörlüğünü
gerçekleştirmek.
-
1967’de işgal edilmiş olması
itibarıyla, Kudüs’ün durumunu sınırlandırmak.
-
İki devletin sınırlarını 4
Haziran 1967’de meydana gelen fiili duruma
itibar etmek.
-
1991 Madrid Konferansı gereği
barışa karşılık toprak esası ile hareket etmek.
İşte
“Abdullah’ın Girişimi” diye addedilen önerilerin
ihaneti, böylece ortaya çıkmış olmaktadır. Onun ihaneti,
hile ve entrika olup köpürmektedir. Nitekim o, Amerika’nın
en çok okunan ve dağıtılan gazetesi olan Newyork Times
gazetesinin, yahudi muhabiri Freidman kanalıyla bu girişimini
ilan etti. Halbuki girişiminin konusu, Müslümanlara yeni bir
ihanettir. Nerdeyse Arap yöneticiler, yahudilerin maslahatı
gereği Mescid-i Aksa’dan ve çevresindeki mübarek
topraklardan, Filistin’den vazgeçecekler! Filistin halkının
haklarından, tamamen taviz verecekler! Bütün bu tavizleri de
sırf onlara arka çıkan hilekar, entrikacı Batı diye
addedilen Avrupa ve Amerika kafirlerini memnun etmek için
vermektedirler. Zira görünen o ki; söz konusu girişim, daha
önce gerçekleştirilen zirvelerde tasarlanan ihanetleri ve
vermeyi kabullendikleri bütün tavizleri kapsamaktadır.
Açıkça
belli oldu ki, bu girişim Beyrut’ta yapılması
kararlaştırılan konferanstan önce, özellikle başlatılmıştır
ki; Beyrut Zirvesi’nde yürütülen çalışmalar, resmi bir
boyut kazansın. Dahası Arap yöneticiler, Filistin meselesi
ile ilgili tasarladıkları ihanetlerini, bundan böyle resmen
yürütsünler. Böylece bir “sükunet” aşamasına
girilsin. Ardından barışa giden yol açılsın.
Bu,
Arap diplomasisinin “Arap Zirvesi” olarak Amerika’ya
sunduğu ilk fırsat değildir. Bu zirveler sayesinde daha önce
adı geçen bölge ile ilgili birçok sakıncalı planı,
tehlikeli siyasi üsluplarla sağladıkları bilinmektedir.
Mesela; Arap yöneticileri 1967’de BM’in aldığı 242 nolu
karara, Hartum’da düzenledikleri zirvede muvafakat göstermişlerdi.
Ayrıca, 1964’de İskenderiye Konferansında FKÖ’nü kurmayı
kararlaştırdılar. Bu örgüt de, “Oslo” ve “Way River”
anlaşmalarında, yahudilerin lehine Filistin’den taviz verdi.
Daha sonra 1974’de, Ribat’ta yapılan zirvede, yine bu Arap
yöneticileri Filistin meselesinde adı geçen örgütü yetkili
kılıp, güya böylece bu sorumluluktan kurtuldular. İşte,
“Arap Zirvesi Konferansı” geçmişte hep böyle idi. Bugün
de hala, Amerika’nın söz konusu bölge ile ilgili
siyasetinin bir maşası olmaya devam etmektedir. Bu nedenle
ümmetin başına getirdiği felaketlere engel olmak için, “Arap
Zirvesi”ne karşı çıkmak gerekmektedir.
Bu
konferan sa dikkatli bir şekilde
bakıldığında, alacağı muhtemel olan bütün önemli
kararların; çok erken bir tarihte Abdullah b. Abdulaziz tarafından
açıklanan ve Arap yöneticilerin de aynı hızla
onayladıkları kararlar oldukları görülecektir. Geçmişte
yapılan Arap zirvelerine dönüp bakıldığında, bunların
neticesinde alınan kararların ilan edilmediği görülecektir.
Nitekim 1967’de Hartum’da yapılan 4.üncü Konferans, 1969’da
Ribat’da yapılan 5.inci Konferans ve 1974’de yine Ribat’da
yapılan 7.inci Konferans’ta alınan kararlar ilan edilmedi.
Bunlar, Arap yöneticilerin çekmecelerinde gizlendi. Ancak bazı
derin kavrayış sahibi insanlar; karine ve şartlardan yola çıkarak,
alınan kararları deşifre edebildiler. Bunun nedeni; alınan
kararların, ümmeti tehdit etmesiydi. İşte bugün,
Filistinlileri yakan ve gelecek nesiller boyu milyonlarca
şehidin kanına mal olacak olan kararlar, ta o zaman
alınmıştı. Onlar Arap halkının, onları hesaba çekeceğinden
de korkuyorlardı.
Gerçek
şu ki; günümüzün Arap yöneticileri, dünkü hain babalarının
izinde yürümektedirler. Öyle ki; son derece tehlikeli
kararlar, daha toplantı başlamadan ilan edilip, muvafakat
alınabilmektedir. Bu vaziyet şu gerçeği ifade eder:
Babalardan sonra oğulların hüküm sürdüğü bu yönetici
aile ve aşiretlerin içinde bulundukları ihanetin ve
verdikleri tavizlerin boyutu, ümmetin istikbalini karartmaya
kadar varmıştır. Öyle ki; bu ihanetlerini artık alenen
işlemekten çekinmez hale gelmişlerdir. Onların buna cesaret
etmelerinin sebebi, ümmetin onların hainliklerine karşı
susmalarıdır. Onları değiştirmek için çaba
göstermemeleridir. Halbuki onları muhasebe etmek ve
gerektiğinde değiştirmek kaçınılmazdır.
Ey İslam Ümmeti!
Afganistan’da
ve Filistin’de sizi kuşatan bu savaşta, sizin önünüzde
düşmanla savaşacak yöneticileriniz hani nerede!? Filistin’de
kardeşlerinizi her geçen gün katleden, muharemat ve
mukaddesatınızı çiğneyen yahudilere karşı, hani nerede
onlar!? Afganistan’da kardeşlerinize karşı tek taraflı
vahşiyane bir savaş sürdüren Amerika’ya karşı, hani
onlar neredeler!? Öyle ki İngiltere, Fransa, Kanada, Almanya
kısacası bütün Batı, bu vahşiyane savaşta ABD’nin
yanında yer aldı. Bu savaşın haksız bir saldırı olduğunu
bildikleri halde, Avustralya ve Rusya da onlara katıldı. Bu yöneticilerin
bunlara cevabı, Abdullah’ın düşmanınız olan yahudilerin
lehine başlattığı bu girişim mi!? Bir mükafat olarak
yahudilere, Filistin’in mübarek topraklarında güvence ve
eman mı veriyorlar!? Bunun cevabı; yahudilere Mescid-i Aksa’ya
hakimiyet kurma imkanını bahşetmek mi olmalıydı!? Bunlar,
yahudiler onları katletsinler diye, kardeşlerinizi yalnız
başına bırakarak mı karşılık veriyorlar!? Bunların
Amerika ve onun arkasında yer alan kafir düşmana hava ve
deniz sahalarını açarak ve topraklarında askeri birlik
konuşlandırmaya müsaade ederek mi cevap ver iyorlar!?
Gerçek
şu ki; bu yöneticilerin bu sorumsuzlukları ve ihanetleri
Allah(cc)’nın, Rasulü (sav)’in ve Müslüman toplumun rızasına
uygun değildir! Bilakis bütün bu yaptıkları, alçak düşmanın
rızasını kazanmak içindir.
Gerçekte
İslam Ümmeti, din konusunda aşağılanmaya razı olmaz. Oysa
kendilerine saldıranlarla savaşıp, onları hezimete
uğratmaya da kadirdirler. Nitekim Güney Lübnan’da
yahudileri kovduklarında bunu ispatladılar. Şimdi aynısını
Filistin’de yapıyorlar. Şu anda Filistin’deki Müslümanlar,
muhasara altındadırlar. Ellerinde hafif silahlar, iman ve
canlarından başka hiçbir silah yoktur. Onlara cephe açan düşmanlarının
elinde ise, en gelişmiş silahlar vardır. Buna rağmen bugün
Filistin’de, daha önce Lübnan’da olanlar cereyan
etmektedir. Bütün bunlar; Müslüman ve Arap aleminin
yöneticilerinin sandığının aksine, bu Ümmetin yahudilerle
savaşıp, onları hezimete uğratacak güçte olduğunu göstermektedir.
Unutulmamalıdır ki düşman, korkak ve hain yöneticilerin
yaptığı gibi yalan, hile, taviz ve ihanet üzerine
yürütülen siyasi manevralarla değil, ancak Allah yolunda
yapılacak cihad ile dışarı atılır. Nitekim Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
“Onlarla
savaşın ki; Allah sizin ellerinizle, onlara azap etsin ve
onları hezimete uğratsın. Onlara karşı size, zafer versin
ve mü’min toplumun kalplerini ferahlatsın.”
[Tevbe 14]
“Kim
size saldırırsa, siz de onlara misilleme olacak kadar
saldırın!” [Bakara
194]
“Ey
i man edenler! Benim de düşmanım,
sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, onları dost
edinmeyin! Zira onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir.”
[Mumtehine 1]
Ey Müslümanlar!
Siz ve asıl
meseleniz nerede!? Hilafeti kurmak için ne yapıyorsunuz?
Hilafeti kurma işinin neresindesiniz? Size musallat olan ve
hayatınıza hükmeden küfrün boyunduruğundan kurtulmak için,
hani nerdesiniz? Bunun için yaptığınız bir şey var
mı?İslam topraklarını, küffarın egemenliğinden kurtarmak
için neredesiniz!?
İşte
uğruna kan dökmeye değer, ölüm-kalım meselemiz budur. Oysa
ki; bu ölüm-kalım meseleniz, mevcut nesilleri ateşiyle
dağlayan ve gelecekte İslam için kendini kurban edecek,
ihlaslı nesilleri yakacak ateşi tutuşturan ve sayıları
yirmiyi aşan bu zirvelerin, umurunda bile değil!...
Ey Müslümanlar!
Başınızdaki esas
musibet, kafirlerin uşakları olan yöneticilerinizdir! Onlar
size vaat ettikleri hiçbir sözü tutmazlar. Allah’tan da
korkup sakınmazlar!... Allah’ın emir ve yasaklarına bağlı
kalmazlar! Sizin hayatla ilgili işlerinize ve
maslahatlarınıza da riayet etmezler. Bunlardan ve kurdukları
sistemlerinden kurtularak, Müslüman halkları ve ülkeleri
birleştirecek bir Halifeye, Allah (cc)’nın Kitabı ve Resulü
(sav)’in Sünneti üzerine biat etmekten başka çareniz
yoktur. İşte böylece biat edilmiş bir Halife, İslam
ordusunu; Allah (cc) ve Resulü (sav)’in düşmanı olan
yahudilere karşı silahlandıracak ve yahudi varlığını kökünden
söküp atacaktır. Kafirlerin, İslam ülkeleri üzerindeki
egemenliğini kaldıracaktır. İslam’ı bir nur ve hidayet
olarak cihana taşıyacaktır.
“O
gün mü’minler, Allah’ın verdiği zaferle sevinirler.
Allah dilediğine yardım eder. Allah Aziz’dir, Rahim’dir.”
[Rum 4-5]
|