Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

Arap Zirvesi, Amerikan Siyasetinin Bir Maşasıdır 

İslam Ümmeti’nin Onun Şerrinden Kurtulması Gerekir

 27 Mart 2002’de Beyrut’ta Arap Zirvesi Konferansı’nın gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu zirve öncesi, bir ayı aşkın bir zamandan beridir Abdullah b. Abdulaziz, zirvede Arap aleminin yöneticilerine sunup muvafakatlerini almak için, bazı öneriler sunmaya hazırlandığını açıkladı. Arap yöneticiler de daha ayrıntılar belirmeden, peşinen muvafakat gösterip önerileri onayladılar. Ayrıntılar üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Amerika ve Avrupa Birliği’nin, bu önerileri kutsaması üzerine, buna büyük bir önem verip dört elle sarıldılar. Birleşmiş Milletler’in lütfettiği 12 Mart 2002 tarih ve 1397 sayılı karar üzerinde toplandılar. Adı geçen kararda “B.M. Suudi Veliahdı Emir Abdullah’ın katkısından hoşnut olmuştur. ifadesi yer aldı. Neyse ki BM, hoşnutluğunu dile getirmesine karşılık Yahudiler bunu reddettiklerini açıkladılar.

Sonuçta şu ayrıntılar kendini göstermiştir:

- Yahudi varlığı ile Arap camiasının üyesi olan bütün Arap devletleri arasında, gerçek anlamda ilişkiler kurmayı sağlamak.

- BM’in 242, 338, 425 nolu kararlarına uygun bir şekilde muamele de bulunmak. Üstelik 194 nolu karara bağlı kalmak.

- Ayrıca görüşmelerin başarıya ulaşması ve yahudi varlığın bunlara bağlı kalmasını sağlamak için, Amerika’nın yazılı garantörlüğünü gerçekleştirmek.

- 1967’de işgal edilmiş olması itibarıyla, Kudüs’ün durumunu sınırlandırmak.

- İki devletin sınırlarını 4 Haziran 1967’de meydana gelen fiili duruma itibar etmek.

- 1991 Madrid Konferansı gereği barışa karşılık toprak esası ile hareket etmek.

İşte “Abdullah’ın Girişimi” diye addedilen önerilerin ihaneti, böylece ortaya çıkmış olmaktadır. Onun ihaneti, hile ve entrika olup köpürmektedir. Nitekim o, Amerika’nın en çok okunan ve dağıtılan gazetesi olan Newyork Times gazetesinin, yahudi muhabiri Freidman kanalıyla bu girişimini ilan etti. Halbuki girişiminin konusu, Müslümanlara yeni bir ihanettir. Nerdeyse Arap yöneticiler, yahudilerin maslahatı gereği Mescid-i Aksa’dan ve çevresindeki mübarek topraklardan, Filistin’den vazgeçecekler! Filistin halkının haklarından, tamamen taviz verecekler! Bütün bu tavizleri de sırf onlara arka çıkan hilekar, entrikacı Batı diye addedilen Avrupa ve Amerika kafirlerini memnun etmek için vermektedirler. Zira görünen o ki; söz konusu girişim, daha önce gerçekleştirilen zirvelerde tasarlanan ihanetleri ve vermeyi kabullendikleri bütün tavizleri kapsamaktadır.

Açıkça belli oldu ki, bu girişim Beyrut’ta yapılması kararlaştırılan konferanstan önce, özellikle başlatılmıştır ki; Beyrut Zirvesi’nde yürütülen çalışmalar, resmi bir boyut kazansın. Dahası Arap yöneticiler, Filistin meselesi ile ilgili tasarladıkları ihanetlerini, bundan böyle resmen yürütsünler. Böylece bir “sükunet” aşamasına girilsin. Ardından barışa giden yol açılsın.

Bu, Arap diplomasisinin “Arap Zirvesi” olarak Amerika’ya sunduğu ilk fırsat değildir. Bu zirveler sayesinde daha önce adı geçen bölge ile ilgili birçok sakıncalı planı, tehlikeli siyasi üsluplarla sağladıkları bilinmektedir. Mesela; Arap yöneticileri 1967’de BM’in aldığı 242 nolu karara, Hartum’da düzenledikleri zirvede muvafakat göstermişlerdi. Ayrıca, 1964’de İskenderiye Konferansında FKÖ’nü kurmayı kararlaştırdılar. Bu örgüt de, “Oslo” ve “Way River” anlaşmalarında, yahudilerin lehine Filistin’den taviz verdi. Daha sonra 1974’de, Ribat’ta yapılan zirvede, yine bu Arap yöneticileri Filistin meselesinde adı geçen örgütü yetkili kılıp, güya böylece bu sorumluluktan kurtuldular. İşte, “Arap Zirvesi Konferansı” geçmişte hep böyle idi. Bugün de hala, Amerika’nın söz konusu bölge ile ilgili siyasetinin bir maşası olmaya devam etmektedir. Bu nedenle ümmetin başına getirdiği felaketlere engel olmak için, “Arap Zirvesi”ne karşı çıkmak gerekmektedir.

Bu konferansa dikkatli bir şekilde bakıldığında, alacağı muhtemel olan bütün önemli kararların; çok erken bir tarihte Abdullah b. Abdulaziz tarafından açıklanan ve Arap yöneticilerin de aynı hızla onayladıkları kararlar oldukları görülecektir. Geçmişte yapılan Arap zirvelerine dönüp bakıldığında, bunların neticesinde alınan kararların ilan edilmediği görülecektir. Nitekim 1967’de Hartum’da yapılan 4.üncü Konferans, 1969’da Ribat’da yapılan 5.inci Konferans ve 1974’de yine Ribat’da yapılan 7.inci Konferans’ta alınan kararlar ilan edilmedi. Bunlar, Arap yöneticilerin çekmecelerinde gizlendi. Ancak bazı derin kavrayış sahibi insanlar; karine ve şartlardan yola çıkarak, alınan kararları deşifre edebildiler. Bunun nedeni; alınan kararların, ümmeti tehdit etmesiydi. İşte bugün, Filistinlileri yakan ve gelecek nesiller boyu milyonlarca şehidin kanına mal olacak olan kararlar, ta o zaman alınmıştı. Onlar Arap halkının, onları hesaba çekeceğinden de korkuyorlardı.

Gerçek şu ki; günümüzün Arap yöneticileri, dünkü hain babalarının izinde yürümektedirler. Öyle ki; son derece tehlikeli kararlar, daha toplantı başlamadan ilan edilip, muvafakat alınabilmektedir. Bu vaziyet şu gerçeği ifade eder: Babalardan sonra oğulların hüküm sürdüğü bu yönetici aile ve aşiretlerin içinde bulundukları ihanetin ve verdikleri tavizlerin boyutu, ümmetin istikbalini karartmaya kadar varmıştır. Öyle ki; bu ihanetlerini artık alenen işlemekten çekinmez hale gelmişlerdir. Onların buna cesaret etmelerinin sebebi, ümmetin onların hainliklerine karşı susmalarıdır. Onları değiştirmek için çaba göstermemeleridir. Halbuki onları muhasebe etmek ve gerektiğinde değiştirmek kaçınılmazdır.

Ey İslam Ümmeti!

Afganistan’da ve Filistin’de sizi kuşatan bu savaşta, sizin önünüzde düşmanla savaşacak yöneticileriniz hani nerede!? Filistin’de kardeşlerinizi her geçen gün katleden, muharemat ve mukaddesatınızı çiğneyen yahudilere karşı, hani nerede onlar!? Afganistan’da kardeşlerinize karşı tek taraflı vahşiyane bir savaş sürdüren Amerika’ya karşı, hani onlar neredeler!? Öyle ki İngiltere, Fransa, Kanada, Almanya kısacası bütün Batı, bu vahşiyane savaşta ABD’nin yanında yer aldı. Bu savaşın haksız bir saldırı olduğunu bildikleri halde, Avustralya ve Rusya da onlara katıldı. Bu yöneticilerin bunlara cevabı, Abdullah’ın düşmanınız olan yahudilerin lehine başlattığı bu girişim mi!? Bir mükafat olarak yahudilere, Filistin’in mübarek topraklarında güvence ve eman mı veriyorlar!? Bunun cevabı; yahudilere Mescid-i Aksa’ya hakimiyet kurma imkanını bahşetmek mi olmalıydı!? Bunlar, yahudiler onları katletsinler diye, kardeşlerinizi yalnız başına bırakarak mı karşılık veriyorlar!? Bunların Amerika ve onun arkasında yer alan kafir düşmana hava ve deniz sahalarını açarak ve topraklarında askeri birlik konuşlandırmaya müsaade ederek mi cevap veriyorlar!?

Gerçek şu ki; bu yöneticilerin bu sorumsuzlukları ve ihanetleri Allah(cc)’nın, Rasulü (sav)’in ve Müslüman toplumun rızasına uygun değildir! Bilakis bütün bu yaptıkları, alçak düşmanın rızasını kazanmak içindir.

Gerçekte İslam Ümmeti, din konusunda aşağılanmaya razı olmaz. Oysa kendilerine saldıranlarla savaşıp, onları hezimete uğratmaya da kadirdirler. Nitekim Güney Lübnan’da yahudileri kovduklarında bunu ispatladılar. Şimdi aynısını Filistin’de yapıyorlar. Şu anda Filistin’deki Müslümanlar, muhasara altındadırlar. Ellerinde hafif silahlar, iman ve canlarından başka hiçbir silah yoktur. Onlara cephe açan düşmanlarının elinde ise, en gelişmiş silahlar vardır. Buna rağmen bugün Filistin’de, daha önce Lübnan’da olanlar cereyan etmektedir. Bütün bunlar; Müslüman ve Arap aleminin yöneticilerinin sandığının aksine, bu Ümmetin yahudilerle savaşıp, onları hezimete uğratacak güçte olduğunu göstermektedir. Unutulmamalıdır ki düşman, korkak ve hain yöneticilerin yaptığı gibi yalan, hile, taviz ve ihanet üzerine yürütülen siyasi manevralarla değil, ancak Allah yolunda yapılacak cihad ile dışarı atılır. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Onlarla savaşın ki; Allah sizin ellerinizle, onlara azap etsin ve onları hezimete uğratsın. Onlara karşı size, zafer versin ve mü’min toplumun kalplerini ferahlatsın.” [Tevbe 14]

“Kim size saldırırsa, siz de onlara misilleme olacak kadar saldırın!” [Bakara 194]

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, onları dost edinmeyin! Zira onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir.” [Mumtehine 1]

Ey Müslümanlar!

Siz ve asıl meseleniz nerede!? Hilafeti kurmak için ne yapıyorsunuz? Hilafeti kurma işinin neresindesiniz? Size musallat olan ve hayatınıza hükmeden küfrün boyunduruğundan kurtulmak için, hani nerdesiniz? Bunun için yaptığınız bir şey var mı?İslam topraklarını, küffarın egemenliğinden kurtarmak için neredesiniz!?

İşte uğruna kan dökmeye değer, ölüm-kalım meselemiz budur. Oysa ki; bu ölüm-kalım meseleniz, mevcut nesilleri ateşiyle dağlayan ve gelecekte İslam için kendini kurban edecek, ihlaslı nesilleri yakacak ateşi tutuşturan ve sayıları yirmiyi aşan bu zirvelerin, umurunda bile değil!...

Ey Müslümanlar!

Başınızdaki esas musibet, kafirlerin uşakları olan yöneticilerinizdir! Onlar size vaat ettikleri hiçbir sözü tutmazlar. Allah’tan da korkup sakınmazlar!... Allah’ın emir ve yasaklarına bağlı kalmazlar! Sizin hayatla ilgili işlerinize ve maslahatlarınıza da riayet etmezler. Bunlardan ve kurdukları sistemlerinden kurtularak, Müslüman halkları ve ülkeleri birleştirecek bir Halifeye, Allah (cc)’nın Kitabı ve Resulü (sav)’in Sünneti üzerine biat etmekten başka çareniz yoktur. İşte böylece biat edilmiş bir Halife, İslam ordusunu; Allah (cc) ve Resulü (sav)’in düşmanı olan yahudilere karşı silahlandıracak ve yahudi varlığını kökünden söküp atacaktır. Kafirlerin, İslam ülkeleri üzerindeki egemenliğini kaldıracaktır. İslam’ı bir nur ve hidayet olarak cihana taşıyacaktır.

“O gün mü’minler, Allah’ın verdiği zaferle sevinirler. Allah dilediğine yardım eder. Allah Aziz’dir, Rahim’dir.” [Rum 4-5]

Hizb-ut Tahrir

H. 6 Muharrem 1423 

M. 20 Mart 2002

Yukarı