28
Şubat’ta gerçekleşen tren olayından dolayı fanatik
Hindular Gujarat’ta en az iki bin Müslümanı kıyasıya döverek,
zulmederek öldürdü. İnsanların hunharca öldürülmelerinin
yanında, tecavüzler, kesilmeleri ve her yerin yakılıp-yakılması,
Müslümanlar üzerinde yapılan bu girişimin organizeli bir
şekilde olduğunun göstergesidir. Saldırı, guruplara
ayrılmış binlerle ifade edilen, İslam düşmanı Hindular
tarafından gerçekleştirildi. Onlar, Gujarat’ın çeşitli bölgelerinde
kıyımlar yapıtılar. Yanmış cesetler ve hayatta kalmayı
başaran birkaç mağdur Müslüman, Hinduların Müslümanları
canlı canlı yaktıklarının şahitleri idi. Tanıklara göre;
Müslüman kadınlara ve kızlara topluca tecavüz edildikten,
sonra bu ayıplarını saklamak için ya canlı canlı
yakılıyorlardı ya da parça parça kesiyorlardı. Hatta
hamile bir kadının karnını yararak, ölmeden önce çocuğunun
ölümünü ona gösteriyorlardı.
Bu
saldılar biranda meydana gelmiş değildi. İslam düşmanı
olan fanatik Hindu guruplar, Müslümanları tümden yok etmek
için önceden planlı bir şekilde hazırlanmıştı. Hindular,
gaz çemberlerini, kılıçları ve tarım aletlerini ölüm
saçan silahlar olarak kullanıyorlardı. Bunun yanında
Hindular geniş çaplı bilgilendirmeler yapıyordu. Öyle ki:
söz sahibi Müslümanlara adaylar hakkındaki listeyi ve
rolleri sunuluyordu ki; böylece Müslümanlar saf dışı
edebilsinler. Bu arada da Hindu seçmenlerine hiç
dokunmuyorlardı.
Katliamlar
genişleyip yoğunlaştırılmıştır. Şu an, yaklaşık yüz
bini aşkın Müslüman diğer bölgelere iltica etmek durumunda
bırakılmış, gidemeyip orada kalanlar ise barınacak yerleri
yıkılıp-yakıldığı için mezarlıkların ortasında açıkta
yatmaktadır.
Müslümanların
sürekli öldürülmelerin bir entrika, organizeli bir şekilde
devletin desteği ile gerçekleştirildiği olaylardan birkaç
hafta sonra ortaya çıktı. Smita Narula (İnsan Hakları
Komitesinde bir araştırmacı) 30 Nisanda şöyle bir demeç
verdi: “Gujarat’ta olanlar aniden meydana gelen bir
olay değildir. Aksine Müslümanlara karşı dikkatlice
hazırlanmış bir saldırıdır, polisin ve devletin
katılımlarıyla önceden planlanıp organize edilmiştir.”
Tabii ki; Müslümanlara yapılan bu büyük çaptaki kıyımlar
Vajpayee yönetimince önceden bütün detaylarına varana kadar
hazırlıkları yapılıp onaylanmıştır. Bölgede yaşanan
birkaç olay da bunu kanıtlamaktadır.
Birincisi:
Olayların çıkış noktası olduğu söylenen Ghodra olayına
baktığımızda şu açıkça gözükmektedir: Ghodra tren
istasyonu polis bürosunun, silahlı polisleri ve haberleşme
olanakları olmasına ve gerektiğinde fazla yardım çağırabilecek
imkanına sahip olmalarına rağmen Sabarmati Expres’ine
yapılan saldırıyı engellemek için bu imkanlarının hiçbirisinin
kullanılmadığını görmekteyiz. 27 Şubat’ta Babri Masjide
bağlı, Müslüman karşıtı fanatik Hindu grub Ayodha’da
katıldıkları toplantıdan trenle geri dönüyorlardı. Dönme
esnasında; sapıklık ve canilikle dolu Hindular dine (İslam’a)
çatışmakta ve Müslüman satıcıların paralarını ödemeye
yanaşmamaktalar. Kinlerinin doruk noktaya ulaşıp dışa
yansıdığı bir esnada bir Hindu, genç bir Müslüman kadını
perondan çekerek trenin altına doğru sürükledi. Polis bu
olaya kesinlikle müdahale etmedi. Bu olaya müdahale etmek
Ghodra’nın cesur Müslümanlarına kaldı.
1
Nisan’da, Hindistan National İnsan Hakları Komitesi Ghodra’da
olanlardan dolayı devleti suçladı: “Devletin Müslümanlara
anlayış göstertmemesi, olaylara müdahale etmemesi, Ghodra
trajedisine sebebiyet vermesi, bunun akabinde ölümlerin ve yıkımların
olması doğal değildir.” açıklamasında bulundu.
İkincisi:
Hindu yöneticiler hemen karar alarak Ghodra olayını Müslümanlara
karşı savaşa çevirdi. 28 Şubat’ta, Ghodra olayından bir
gün sonra, sağlık bakanlığı özel olarak Ahmedabad’daki
polis müdürlerine ve polise Müslümanları korumamaları için
direktifler verdi. Hatta şahitlere göre; bakan kendisi özel
olarak Hindu toplumu tarafından Müslümanlara yapılan
saldırıyı yönlendirmişti. Bu arada da başbakan Narendra
Modi, olaylarda meydana gelecek ölümler, katliamları
destekleyici ve haklı kılıcı açıklamalar yapmak için hazırlamakta
idi. Kıyımları gerçekleşmesine ortak olan Modi, 1 Mart’ta
şöyle bir açıklamada bulundu: “Her hareketin haklı ve
haksız yönü vardır.” Ve 2 Martta kıyımların ve
canlı canlı yakmaların Gujarat’ın değişik yerlerinde
devam ederken Modi, kendisinin de sorumlu olduğu olaylar
hususunda zaman kazanmak için yalan söyledi ve şöyle dedi: “Gujarat
barış yolundadır ve her şey yavaşça normale dönüyor.”
Üçüncüsü:
Gujarat polisi, Müslümanlara karşı yapılan saldırılara
aktif bir şekilde, kuvvetle eşlik etmiştir. Hayatta kalanlar
polisin; “sizi korumak için emir yok” diye tekrar
tekrar bağırdığını anlatıyorlar. Olaylara tanık olanlar,
polisin sadece öldürülmelerini seyrettiğini veyahut onlarla
birlikte olduklarını anlatıyorlar. 28 Şubat’ta Ahmedabad’da
polis tarafından birçok Müslüman öldürüldü. Zaten,
silahlı Hindu gurupların hedefi de azınlıktaki Müslümanlar
idi. Ahmedabad emniyet müdürü, polislerin olaylara katılmalarından
dolayı açıkça özür dileyerek şöyle dedi: “Poliste
haklı olarak bu yönlendirmelerden etkilendi.” Devletin
polisi, açık bir şekilde suçluların kimliklerini
sakladığı, hatta kendilerine yöneltilen suçlamaları
(insanları bizzat kendilerinin yönlendirdiklerini, eylemleri
yapanların kendi adamlarının olduğunu) reddedip şüphelilerin
toplum olduğunu ortaya attılar. Bu olaya maruz kalan
insanların hepsi de biliyordu ki; polis bu olayların suç ortağı
idi. Olaylara katılan Hindular, Müslümanlara yapılan bu
kıyıma müsaade edilişini ise şu sözlerle ortaya
koyuyorlardı: “Polis bizimledir.”
Dördüncüsü:
Hükümet ise; Müslümanlara yapılan bu ölümcül kıyımlarda
yerel yönetimlerin bütünüyle arkasında idi.
BJP yönetimi, Babri Masjid olayını öne sürerek
toplumda milliyetçiliği alevlendirip Uttar Pradesh,
Uttaranchal, Punjab ve Manipur şehirlerinde yapılan seçimleri
dışarıdan etkileyerek iptal ettirdi. Gujarat’ta olanlarda
aynı stratejinin devamıydı ve kıyımlarda istenilen noktaya
gelinilmiş, başarılı bir mesafe katedilmiş ve bu şekilde hükümet
yerel yönetimlere zaman kazandırmıştır. Hindistan askeri
birlikleri, 1 Marta kadar bölgede düzenli hareket etmiş
değildi. Fakat daha sonra herhangi bir zaman kaybını
engellemek için askeri birlikler her an için hazır
bulunduruluyor. Tabi ki bu da, Hindistan ordusunun kendi
taktiği. Bu arada BJP önderliği, yerel yönetimlerin
ölümcül kampanyasına desteğinden dolayı politik çıkarlar
elde etmeye devam etmekte. Başbakan, aniden uzun süredir var
olan yardım etme imajını terk etti ki; devam eden
kıyımlardan büyük menfaatler elde edebilsin. 12 Nisan’da
Panaji, Goa’da Vajpayee şöyle bir açıklama yaptı: “Bütün
müslümanlar başkaları ile (farklı inançlarla) bir arada yaşamak
istemiyorlar. Barış içinde yaşamak yerine onlar kendi
dinlerini anlatarak başkalarının zihinlerinde terör oluşturup
yaymak istiyorlar.” BJP sorumlusu, Gujarat’taki seçimleri
en erken 2003’de hazırlayıp kazanmak için bir çözüm
aramakta. Bunu da Müslüman karşıtı hislerin yüksek olduğu
ana getirmek istemektedir.
Hindistan
yönetimi Müslümanlara yaptığı kıyımdan ötürü hiçte
üzgün değildir. Bu sert ayaklanmaları organize eden bir tek
kişi dahi tutuklanmamıştır. Diğer yandan Hindistan’ın,
13 Aralıkta Hindistan parlamentosuna yapılan saldırıdan
sonra Pakistan’dan istekleri göz açıp kapayıncaya kadar
gerçekleşti. Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki; Hindistan
devletinin önceki olaylar ve son olaylar arasında sergilediği
tavır ve davranışları birbiri ile uyuşmakta.
Hindistan
devleti, 50 yılı aşkın bir süre Müslümanlara karşı
yapılan baskıyı garantilemekte. Keşmir’de Müslümanları
zulüm ve baskı ile bastıran Hindistan devletidir. Yine
Hindistan devleti Müslüman olmayan azınlığı da (Sikhs ve
Hıristiyanları da) Müslümanlara yaptığı gibi aynı yöntemle
bastırmıştır. Ve yine bu devlet fanatik Hindu gurupların
baskı ve şiddet uygulamalarına el altından izin vermeye
devam etmektedir. Onları açıkça koruduğunu şu kelime ile
ifade ediyor: “Dokunulmayanlar.” Kendi sınırları içinde
bulunan kötülüğü/vahşiliği kabul etmeyen Hindistan
devleti, Müslümanların diğer düşmanları (İsrail, v.b.)
ile birlikte hareket etmektedir. Allah (c.c) müşriklerin iman
edenlere karşı olan derin düşmanlıklarını ayeti kerimede
şöyle açıklıyor:
“İnsanlar
içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli
olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın.” (Maide:82)
Bu
ayet, Hindistan hükümetini de kapsamına alır. Hindistan’ın
Müslümanlara uyguladığı bu sebepsiz kıyım hususunda, Müslümanların
başlarındaki yönetimler de en az Hindistan devleti kadar
suçludurlar. Mevcut Müslüman yöneticilerinin utanç verici
bu duyarsızlıkları dolaylı olarak Arap ve Ajami’den,
Keşmir’e kadar uzanan bölgede yüreksiz Hindistan devletine,
ne zaman ihtiyaç duyarsa Müslümanların kanlarından
yararlana bilme hakkını açıkça tanımadır. Hatta İslam
Ümmetine Hindistan toplumunu araç, silah ve cesurluk
yönünden büyük göstermeye çalışıyorlar. En kötüsü
Müslümanların başlarındaki yöneticiler, Hindistan
devletinin Müslümanlara saldırılarını sürdürebilmeleri
ve güçlenmeleri için aktif bir şekilde destekte
bulunuyorlar. Ayrıca Müslüman yöneticiler, ticari ilişkiye
girerek mal ve servetlerini Hindistan devletinin hizmetine
sunuyorlar. Tıpkı, Pakistan’ın Hindu devletinin enerji
ihtiyacını sağlamak için verdiği gaz gibi. Müşerref,
Hindu tehditleri altında bastırılan bir yöneticisi olmasına
rağmen hala onlara yakın olabilmek için bütün gayretini
sarfetmekte. Yine Müşerref, Hindu devletini kendisinin “büyüğü”
olarak görmekte ve onlara karşı arkadaşlıktan fazlasını içeren
ilişkilerde bulunarak, onlara elini uzatmaktan gurur duymakta.
Halbu ki, Hindu devleti Müslümanları sürekli olarak aşağılamakta,
küçük görmektedir. Hindistan sınırında çok sayıda
cesaretli Müslüman Pakistan askeri olmasına rağmen, Müşerref
Gujarat’taki Müslümanların katilini saklamayı tercih etti
ve onun yerine Hindistan devleti ile Keşmir arasındaki
antlaşmalar hususunda etkisiz açıklamalarını tekrarladı.
Ey müslümanlar!..
Görmüyor
musunuz ki; bu Müslüman yöneticiler, sadece Batı güçlerinin
bir ajanıdır ve onlar hiçbir zaman Müslüman düşmanı
olanlara karşı harekete geçmezler. Onların hepside İslamın
gerektirdiği Raşit Hilafet sistemine dönmelidirler ki
böylece, Müslüman ümmetin işlerine yardım edep onların
üzerine yeniden İslamiyeti uygulaya bilsinler. Önceden,
Hindistanlıların Müslümanlara saldırılarına karşılık
Muhammed bin Kasımın komutasında askerlerini gönderen Halife
idi. Ve yine Hindistan devletinin bu zulmüne karşı çıkacak,
tebaasının (Müslüman veya gayri müslim olsun) güvenliğini
gerçekleştirecek olan tek devlet; Halife yönetimindeki Raşidi
Hilafet devletidir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Halife
bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onun tarafından
korunulur.”