Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

Hindistan Hükümeti Seçimleri Kazanmak İçin Müslümanlara Kıyım Uyguluyor

28 Şubat’ta gerçekleşen tren olayından dolayı fanatik Hindular Gujarat’ta en az iki bin Müslümanı kıyasıya döverek, zulmederek öldürdü. İnsanların hunharca öldürülmelerinin yanında, tecavüzler, kesilmeleri ve her yerin yakılıp-yakılması, Müslümanlar üzerinde yapılan bu girişimin organizeli bir şekilde olduğunun göstergesidir. Saldırı, guruplara ayrılmış binlerle ifade edilen, İslam düşmanı Hindular tarafından gerçekleştirildi. Onlar, Gujarat’ın çeşitli bölgelerinde kıyımlar yapıtılar. Yanmış cesetler ve hayatta kalmayı başaran birkaç mağdur Müslüman, Hinduların Müslümanları canlı canlı yaktıklarının şahitleri idi. Tanıklara göre; Müslüman kadınlara ve kızlara topluca tecavüz edildikten, sonra bu ayıplarını saklamak için ya canlı canlı yakılıyorlardı ya da parça parça kesiyorlardı. Hatta hamile bir kadının karnını yararak, ölmeden önce çocuğunun ölümünü ona gösteriyorlardı.

Bu saldılar biranda meydana gelmiş değildi. İslam düşmanı olan fanatik Hindu guruplar, Müslümanları tümden yok etmek için önceden planlı bir şekilde hazırlanmıştı. Hindular, gaz çemberlerini, kılıçları ve tarım aletlerini ölüm saçan silahlar olarak kullanıyorlardı. Bunun yanında Hindular geniş çaplı bilgilendirmeler yapıyordu. Öyle ki: söz sahibi Müslümanlara adaylar hakkındaki listeyi ve rolleri sunuluyordu ki; böylece Müslümanlar saf dışı edebilsinler. Bu arada da Hindu seçmenlerine hiç dokunmuyorlardı.

Katliamlar genişleyip yoğunlaştırılmıştır. Şu an, yaklaşık yüz bini aşkın Müslüman diğer bölgelere iltica etmek durumunda bırakılmış, gidemeyip orada kalanlar ise barınacak yerleri yıkılıp-yakıldığı için mezarlıkların ortasında açıkta yatmaktadır.

Müslümanların sürekli öldürülmelerin bir entrika, organizeli bir şekilde devletin desteği ile gerçekleştirildiği olaylardan birkaç hafta sonra ortaya çıktı. Smita Narula (İnsan Hakları Komitesinde bir araştırmacı) 30 Nisanda şöyle bir demeç verdi: “Gujarat’ta olanlar aniden meydana gelen bir olay değildir. Aksine Müslümanlara karşı dikkatlice hazırlanmış bir saldırıdır, polisin ve devletin katılımlarıyla önceden planlanıp organize edilmiştir.” Tabii ki; Müslümanlara yapılan bu büyük çaptaki kıyımlar Vajpayee yönetimince önceden bütün detaylarına varana kadar hazırlıkları yapılıp onaylanmıştır. Bölgede yaşanan birkaç olay da bunu kanıtlamaktadır.

Birincisi: Olayların çıkış noktası olduğu söylenen Ghodra olayına baktığımızda şu açıkça gözükmektedir: Ghodra tren istasyonu polis bürosunun, silahlı polisleri ve haberleşme olanakları olmasına ve gerektiğinde fazla yardım çağırabilecek imkanına sahip olmalarına rağmen Sabarmati Expres’ine yapılan saldırıyı engellemek için bu imkanlarının hiçbirisinin kullanılmadığını görmekteyiz. 27 Şubat’ta Babri Masjide bağlı, Müslüman karşıtı fanatik Hindu grub Ayodha’da katıldıkları toplantıdan trenle geri dönüyorlardı. Dönme esnasında; sapıklık ve canilikle dolu Hindular dine (İslam’a) çatışmakta ve Müslüman satıcıların paralarını ödemeye yanaşmamaktalar. Kinlerinin doruk noktaya ulaşıp dışa yansıdığı bir esnada bir Hindu, genç bir Müslüman kadını perondan çekerek trenin altına doğru sürükledi. Polis bu olaya kesinlikle müdahale etmedi. Bu olaya müdahale etmek Ghodra’nın cesur Müslümanlarına kaldı.

1 Nisan’da, Hindistan National İnsan Hakları Komitesi Ghodra’da olanlardan dolayı devleti suçladı: “Devletin Müslümanlara anlayış göstertmemesi, olaylara müdahale etmemesi, Ghodra trajedisine sebebiyet vermesi, bunun akabinde ölümlerin ve yıkımların olması doğal değildir.” açıklamasında bulundu.

İkincisi: Hindu yöneticiler hemen karar alarak Ghodra olayını Müslümanlara karşı savaşa çevirdi. 28 Şubat’ta, Ghodra olayından bir gün sonra, sağlık bakanlığı özel olarak Ahmedabad’daki polis müdürlerine ve polise Müslümanları korumamaları için direktifler verdi. Hatta şahitlere göre; bakan kendisi özel olarak Hindu toplumu tarafından Müslümanlara yapılan saldırıyı yönlendirmişti. Bu arada da başbakan Narendra Modi, olaylarda meydana gelecek ölümler, katliamları destekleyici ve haklı kılıcı açıklamalar yapmak için hazırlamakta idi. Kıyımları gerçekleşmesine ortak olan Modi, 1 Mart’ta şöyle bir açıklamada bulundu: “Her hareketin haklı ve haksız yönü vardır.” Ve 2 Martta kıyımların ve canlı canlı yakmaların Gujarat’ın değişik yerlerinde devam ederken Modi, kendisinin de sorumlu olduğu olaylar hususunda zaman kazanmak için yalan söyledi ve şöyle dedi: “Gujarat barış yolundadır ve her şey yavaşça normale dönüyor.”

Üçüncüsü: Gujarat polisi, Müslümanlara karşı yapılan saldırılara aktif bir şekilde, kuvvetle eşlik etmiştir. Hayatta kalanlar polisin; “sizi korumak için emir yok” diye tekrar tekrar bağırdığını anlatıyorlar. Olaylara tanık olanlar, polisin sadece öldürülmelerini seyrettiğini veyahut onlarla birlikte olduklarını anlatıyorlar. 28 Şubat’ta Ahmedabad’da polis tarafından birçok Müslüman öldürüldü. Zaten, silahlı Hindu gurupların hedefi de azınlıktaki Müslümanlar idi. Ahmedabad emniyet müdürü, polislerin olaylara katılmalarından dolayı açıkça özür dileyerek şöyle dedi: “Poliste haklı olarak bu yönlendirmelerden etkilendi.” Devletin polisi, açık bir şekilde suçluların kimliklerini sakladığı, hatta kendilerine yöneltilen suçlamaları (insanları bizzat kendilerinin yönlendirdiklerini, eylemleri yapanların kendi adamlarının olduğunu) reddedip şüphelilerin toplum olduğunu ortaya attılar. Bu olaya maruz kalan insanların hepsi de biliyordu ki; polis bu olayların suç ortağı idi. Olaylara katılan Hindular, Müslümanlara yapılan bu kıyıma müsaade edilişini ise şu sözlerle ortaya koyuyorlardı: “Polis bizimledir.”

Dördüncüsü: Hükümet ise; Müslümanlara yapılan bu ölümcül kıyımlarda yerel yönetimlerin bütünüyle arkasında idi. BJP yönetimi, Babri Masjid olayını öne sürerek toplumda milliyetçiliği alevlendirip Uttar Pradesh, Uttaranchal, Punjab ve Manipur şehirlerinde yapılan seçimleri dışarıdan etkileyerek iptal ettirdi. Gujarat’ta olanlarda aynı stratejinin devamıydı ve kıyımlarda istenilen noktaya gelinilmiş, başarılı bir mesafe katedilmiş ve bu şekilde hükümet yerel yönetimlere zaman kazandırmıştır. Hindistan askeri birlikleri, 1 Marta kadar bölgede düzenli hareket etmiş değildi. Fakat daha sonra herhangi bir zaman kaybını engellemek için askeri birlikler her an için hazır bulunduruluyor. Tabi ki bu da, Hindistan ordusunun kendi taktiği. Bu arada BJP önderliği, yerel yönetimlerin ölümcül kampanyasına desteğinden dolayı politik çıkarlar elde etmeye devam etmekte. Başbakan, aniden uzun süredir var olan yardım etme imajını terk etti ki; devam eden kıyımlardan büyük menfaatler elde edebilsin. 12 Nisan’da Panaji, Goa’da Vajpayee şöyle bir açıklama yaptı: “Bütün müslümanlar başkaları ile (farklı inançlarla) bir arada yaşamak istemiyorlar. Barış içinde yaşamak yerine onlar kendi dinlerini anlatarak başkalarının zihinlerinde terör oluşturup yaymak istiyorlar.” BJP sorumlusu, Gujarat’taki seçimleri en erken 2003’de hazırlayıp kazanmak için bir çözüm aramakta. Bunu da Müslüman karşıtı hislerin yüksek olduğu ana getirmek istemektedir.

Hindistan yönetimi Müslümanlara yaptığı kıyımdan ötürü hiçte üzgün değildir. Bu sert ayaklanmaları organize eden bir tek kişi dahi tutuklanmamıştır. Diğer yandan Hindistan’ın, 13 Aralıkta Hindistan parlamentosuna yapılan saldırıdan sonra Pakistan’dan istekleri göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşti. Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki; Hindistan devletinin önceki olaylar ve son olaylar arasında sergilediği tavır ve davranışları birbiri ile uyuşmakta.

Hindistan devleti, 50 yılı aşkın bir süre Müslümanlara karşı yapılan baskıyı garantilemekte. Keşmir’de Müslümanları zulüm ve baskı ile bastıran Hindistan devletidir. Yine Hindistan devleti Müslüman olmayan azınlığı da (Sikhs ve Hıristiyanları da) Müslümanlara yaptığı gibi aynı yöntemle bastırmıştır. Ve yine bu devlet fanatik Hindu gurupların baskı ve şiddet uygulamalarına el altından izin vermeye devam etmektedir. Onları açıkça koruduğunu şu kelime ile ifade ediyor: “Dokunulmayanlar.” Kendi sınırları içinde bulunan kötülüğü/vahşiliği kabul etmeyen Hindistan devleti, Müslümanların diğer düşmanları (İsrail, v.b.) ile birlikte hareket etmektedir. Allah (c.c) müşriklerin iman edenlere karşı olan derin düşmanlıklarını ayeti kerimede şöyle açıklıyor:

“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın.” (Maide:82)

Bu ayet, Hindistan hükümetini de kapsamına alır. Hindistan’ın Müslümanlara uyguladığı bu sebepsiz kıyım hususunda, Müslümanların başlarındaki yönetimler de en az Hindistan devleti kadar suçludurlar. Mevcut Müslüman yöneticilerinin utanç verici bu duyarsızlıkları dolaylı olarak Arap ve Ajami’den, Keşmir’e kadar uzanan bölgede yüreksiz Hindistan devletine, ne zaman ihtiyaç duyarsa Müslümanların kanlarından yararlana bilme hakkını açıkça tanımadır. Hatta İslam Ümmetine Hindistan toplumunu araç, silah ve cesurluk yönünden büyük göstermeye çalışıyorlar. En kötüsü Müslümanların başlarındaki yöneticiler, Hindistan devletinin Müslümanlara saldırılarını sürdürebilmeleri ve güçlenmeleri için aktif bir şekilde destekte bulunuyorlar. Ayrıca Müslüman yöneticiler, ticari ilişkiye girerek mal ve servetlerini Hindistan devletinin hizmetine sunuyorlar. Tıpkı, Pakistan’ın Hindu devletinin enerji ihtiyacını sağlamak için verdiği gaz gibi. Müşerref, Hindu tehditleri altında bastırılan bir yöneticisi olmasına rağmen hala onlara yakın olabilmek için bütün gayretini sarfetmekte. Yine Müşerref, Hindu devletini kendisinin “büyüğü” olarak görmekte ve onlara karşı arkadaşlıktan fazlasını içeren ilişkilerde bulunarak, onlara elini uzatmaktan gurur duymakta. Halbu ki, Hindu devleti Müslümanları sürekli olarak aşağılamakta, küçük görmektedir. Hindistan sınırında çok sayıda cesaretli Müslüman Pakistan askeri olmasına rağmen, Müşerref Gujarat’taki Müslümanların katilini saklamayı tercih etti ve onun yerine Hindistan devleti ile Keşmir arasındaki antlaşmalar hususunda etkisiz açıklamalarını tekrarladı.

Ey müslümanlar!..

Görmüyor musunuz ki; bu Müslüman yöneticiler, sadece Batı güçlerinin bir ajanıdır ve onlar hiçbir zaman Müslüman düşmanı olanlara karşı harekete geçmezler. Onların hepside İslamın gerektirdiği Raşit Hilafet sistemine dönmelidirler ki böylece, Müslüman ümmetin işlerine yardım edep onların üzerine yeniden İslamiyeti uygulaya bilsinler. Önceden, Hindistanlıların Müslümanlara saldırılarına karşılık Muhammed bin Kasımın komutasında askerlerini gönderen Halife idi. Ve yine Hindistan devletinin bu zulmüne karşı çıkacak, tebaasının (Müslüman veya gayri müslim olsun) güvenliğini gerçekleştirecek olan tek devlet; Halife yönetimindeki Raşidi Hilafet devletidir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Halife bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onun tarafından korunulur.”

 

Hizb-ut Tahrir

H.  27 sefer 1423

Pakistan Vilayeti 

M. 10 mayıs 2002

Yukarı