Yakın zaman içerisinde,
Türkiye’de seçime katılmasına izin
verilen partiler seçime katılacaklar;
böylece oyların büyük çoğunluğunu alan parti veya
partiler, Laik (dini olmayan) Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni
hükümetini teşkil ederek ülkenin işlerini küfür sistemi
ile idare etmek üzere iktidara gelecekler.
Bütün
bu partiler İslam esasları üzerine kurulmadıkları gibi
fikirleri, metodları ve hedefleri de İslam değildir. Bundan
dolayı kurucularının ve üyelerinin çoğunluğu müslümanlar
olsa bile İslami partiler değillerdir, yani küfür
partileridir. Çünkü bu partiler;
üzerine kurulu oldukları esaslar, benimsedikleri fikirler,
fikirlerini yürürlüğe koyacakları metodları ve gerçekleştirmek
istedikleri hedefleri bakımından baştan sona küfürden
ibarettir ve İslam üzere kurulu değildir. Kaldı ki bütün
bu partilerin İslam esası üzerine kurulu olmadıkları,
İslam’la herhangi bir ilgilerinin bulunmadığı ve
hedeflerinin İslami hedefler olmadığı gerçeği Türkiye’deki
Müslümanlardan saklı değildir.
Nitekim
bu partiler halk tarafından değil devlet tarafından
kurulmaktadırlar. Çünkü devlet, parti kurmak üzere bazı
şahısları teşvik edip cesaretlendirirken bazılarını da
engellemektedir. Halbuki engellenen bu şahıslar da partilerini
izin verilen partilerin kurulu oldukları aynı esaslar üzerine
kurmuşlardır. İşte
devlet, engellediği partilerin kanadını kolunu bu şekilde
kırıp seçime girmesine engel olmaktadır. Aynı
şekilde İslam için mücadele eden, Raşidi Hilafet Devleti’ni
kurarak İslami yönetimi yeniden
geri getirmeye çalışan partilerin kurulmasına da engel
olmaktadır. Aslen bu engel; anayasa, ceza kanunları ve siyasi
partiler kanunu gereğince çıkartılmıştır. Siyasi partiler
kanununun 86.maddesinde açıkça şöyle belirtilmiştir: “Siyasi
partiler, Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğinin
değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez
ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar.” [SİYASİ
PARTİLER KANUNU-86 NOLU MADDE]
İşte
bu nedenle bütün bu partileri elinin tersiyle bir tarafa
itmek, hatta aynen küfürle ve küfrün nizamlarıyla ve
kanunlarıyla mücadele eder gibi, bu partilerle İslam’ın göstermiş
olduğu siyasi ve fikri bir şekilde mücadele etmek gerekir.
Demek ki herhangi bir müslümanın oyunu herhangi bir küfür
partisine vermesi asla caiz değildir. Çünkü eğer oyunu
verdiği partinin fikirlerini benimsemezse
büyük bir günah işlemiş olur, eğer oyunu verdiği
partinin fikirlerini ve hedeflerini
benimserse de (Allah muhafaza etsin) İslam’dan çıkar.
Bu sebeple hiçbir müslümanın küfür üzere kurulu bu
partilere iştirak etmesi caiz değildir. Bir müslümanın bu
partilerden birine oy vermesi demek, küfür hükümleriyle hükmedilmesine
rıza göstermesi demektir. Oysa ki Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
“Cahiliye
hükmünü mü istiyorlar!?. Yakinen inanan bir toplum için
Allah’tan daha güzel hüküm koyucu kim olabilir” [Maide
50]
“Hayır;
Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklar
hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümlerden
içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla
kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar” [Nisa 65]
Bu
ayetlere rağmen küfür partilerine oy veren bir kişi nasıl
olurda İslam adına hareket ettiğini iddia edebilir ve hala
“Allah’a hamd olsun ben müslümanım” diyebilir?!..
Ey Müslümanlar!
Sizden
her birinize, İslam için ve Allah’ın kelimesinin arzda yüce
olması uğrunda çalışmak farzdır. Tıpkı bunun gibi Allah’ın
indirdiği hükümlerin yeryüzünde hakim olması için çalışmanız
da farzdır. Bunun yolu da Raşidi Hilafet Devleti’ni
kurmaktır. Öyle ki bu devlet, İslami hayatı yeniden
başlatarak nur ve hidayet kaynağı olan İslam’ı davet ve
cihad yoluyla bütün cihana taşıyacaktır.
Bu
farzı yerine getirmek için İslam ideolojisi üzerine kurulu
olan ve İslam’ı, fikri liderlik şeklinde Şer-i metodla yüklenen
en azından bir siyasi partinin olması gerekir. Bunun için
Hizb-ut Tahrir kurulmuştur. Genel olarak yeryüzündeki bütün
müslümanları arzda, özel olarak da Türkiye Müslümanlarını
Türkiye’de, Raşidi Hilafet’i inşa etmek için kendisiyle
birlikte çalışmaya davet etmektedir. Türkiye’yi diğer
İslam beldeleriyle tek bir devlet yani nübüvvet metodu
üzerine kurulu Raşidi Hilafet Devleti bünyesinde birleştirmek
için çağrıda bulunmaktadır. Rasulullah (sav) şöyle
buyurmaktadır:
“...Sonra
da nübüvvet metodu üzerine tekrar hilafet olacaktır.” [Ahmed
b. Hanbel, 17680]
Ey
Türkiye Müsmanları!
Başta
kapitalizm olmak üzere beşeri sistemlerin çirkinliği ve
eksikliği, demokrasisinin yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Bütün
bu beşeri sistemler, insanların hayatla ilgili
işlerini fıtratlarına uygun bir şekilde doğru olarak gütmekten
aciz kalmışlardır. Dahası,
özellikle sırf müslüman olduklarından
dolayı kafir batı tarafından bir hedef haline gelen Müslümanlar
için yıkım ve savaşlar getirmişlerdir.
Amerika
ve Avrupa’ya sığınan, onları memnun etmeye çalışan,
ekonomik ve diğer sorunlarını çözmek için onlardan yardım
talep eden Türkiye yöneticilerinin durumu, kuşku yok ki
yangına körükle gitmek gibidir. İslam, kafir devletlerden
yardım talep etmeyi haram kılmıştır. Allah
(cc) şöyle buyurmuştur:
“Allah
kafirler için, mü’minler aleyhine asla bir yol
vermeyecektir.” [Nisa 141]
Türkiye
dahil İslam beldelerinin yöneticilerinin kurdukları
komploları, sergiledikleri teslimiyetleri
ve ABD ile Avrupa’nın uşakları olmaları, müslümanların
nüfusları ve servetleri pek çok olmasına rağmen, onları
aşağılayıcı bir konuma sürüklemiş ve şereflerini
lekelemiştir. Bu kötü siyasi durumu izale etmek veya değiştirmek
sizler olmadan mümkün değildir. Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
“Bir
toplum kendisinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların
durumunu değiştirmez.”[Ra’d 11]
Şüphesiz
ne tek başına Türkiye ve ne de İslam coğrafyasındaki
herhangi bir devlet, bu haliyle gerçek manada etkin bir devlet
olamaz. Dahası, Türkiye anayasası ve diğer beşeri
anayasalar sahih bir şekilde hayatımızı düzenlemeye elverişli
değildirler. Zira bunlar, İslam olan akidemiz ile çelişmektedirler.
Özellikle bu çürük beşeri
sistemler üzerimizde denenmişken ve bizleri açlık ve
sefalete mahkum eden devlet eliyle imzalanmış anlaşmalarla
kuşatılmışken, siz Ey Dünya ve Türkiye Müslümanları!
Bize düşen bütün işlerimiz için bir hayat sistemi olan
İslam’a geri dönmektir. Bu da birliğimizi ve izzetimizi
tekrar kazandıracak, dünyayı kapitalizmin şerrinden
kurtarıp, bizlere evrensel boyutta liderlik yapacak Raşidi
Hilafet Devleti’ni yeniden kurmak için ihlaslı kişiler ile
ciddi bir şekilde çalışmakla gerçekleşir. Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
“Kim
İslam’dan başka bir din ararsa o ondan kabul edilmeyecektir
ve o ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır” [Al-i
İmran 85]
Ey Müslümanlar!
Türkiye’de,
İran’da, Pakistan’da, Suriye’de veya başka bir ülkede
olması fark etmez, her müslümanın bu bozuk vakıayı
değiştirme işinde bizimle beraber şer’i metod üzere çalışması
bir yükümlülüktür. Hem de bir
Türk, bir İranlı, bir Pakistanlı veya bir Suriyeli olarak
değil, bir müslüman olarak...Çünkü müslümanları doğru
bir şekilde kalkındıracak yegane bağ, İslam bağıdır.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Mü’minler
ancak kardeştir...” [Hücurat 10]
Yine
bunun için Rasulullah (sav): “Müslüman, müslümanın
kardeşidir... ” şeklinde buyurmuştur.
Demek ki Raşidi Hilafet Devleti’nin yeniden kurulması için
her müslümanın kendi ülkesinde çalışması farzdır.
Ya da Raşidi Hilafet Devleti kurulduğu zaman, ülkesini
onunla birleştirmeye hazırlamak için çalışması
gerekmektedir. Öyle ki müslümanlar tek Halife üzerinde birleşip,
Allah’ın ahkamı ve Rasulünün sünneti üzere O’na biat
etsinler. O’da, onları dünyada güçlü ve izzetli kılsın,
Ahirette de Allah’ın rızasını
kazanmalarını sağlasın. Unutmayalım ki bunlar olmadan gerçek
manada doğru bir kalkınma gerçekleşmez. Bunlar olmadan
toplum için dönüştürme yapmaya çalışan müslümanın
ameli, Ahirette kendisi için kurtarıcı olmaya yetmeyecektir.
Çünkü böyle bir kimse, Allah’ın toplumu dönüştürme
ile ilgili ahkamına bağlanmayı kabul etmemiş olmaktadır.
Halbuki Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Ey
iman edenler, Allah ve Rasulü sizi size hayat veren şeye çağırdığında
icabet edin”[Enfal 24]
|