İslam
Hilafet Devleti 3-Mart 1924’te İngiliz ajanı Yahudi M. Kemal
ATATÜRK tarafından yıkılınca İslam Ümmeti gücünü
kaybetti. Kafirlerin saldırısından kendisini koruyamaz oldu.
Bunun sonucunda dev vücudu parçalandı. Ümmet kalkansız ve
korumasız kaldı. Resul (sav) şöyle buyurdu:
“Muhakkak
ki, imam (halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve arkasında
korunulur.’’ (Müslim)
Ümmetin
dev vücudu kafirler tarafından parçalanınca İslam
toprakları üzerinde, sınırlarını Batılı kafirlerin
çizdiği devletçikler kuruldu. Her devletin başına sahibine
itaatte kusur etmeyen köpek misali, hain, zalim, kukla
idareciler getirildi. “Siz, insanların iyiliği için
ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği
emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız.”
(Al-i İmran 110) ayetinde hayırlı ümmet olarak vasfedilen bu
ümmete, zalim idareciler aracılığı ile akidesiyle çelişen,
ona zulmeden batı hadaratından kaynaklanan nizamlar
uygulanmaya başlandı. Ümmet, akidesi ve batı kaynaklı nizam
arasında çelişkili bir hayatı yaşamaya mahkum edildi.
İslami şahsiyetler küfrün iğrenç fikirlerinin tesiri altında
kalarak bozuk bir şahsiyete dönüştürülmekle beraber,
Müslümanlar akıllarını da kullanamaz oldu, zekasını
kaybetti, düşünemez hale geldi. Küfrün hain idarecileri
elinde oyuncağa döndü. Hain
yöneticiler bir de hakkı gizleyen, kendilerine sadık, alim
kılıklı belamlar edinmeyi de ihmal etmediler. Bunların eli
ile de Müslümanları kandırmaya çalıştılar. Bir çok
konuda zihinleri bulandırdılar. Bununla birlikte Müslümanlar
arasına ümmetin parçalanmasını telkin eden, milliyetçilik
duvarları örüldü. Müslümanlar arasındaki bağın akide
bağı değil de beka içgüdüsünden kaynaklanan vatan ve
milliyetçilik bağı olması gerektiği enjekte edildi. Resul
(sav)’in; “Onu (Milliyetçiliği) terk edin, çünkü
o kokuşmuştur.” (Buhari) buyurduğu milliyetçilik
bağı ön plana çıkınca ümmet birbirine düşürüldü.
Zalim yönetimler altında yaşama mahkum olan Müslümanlar
kafirlerin emellerine hizmet ettirilmek üzere yıllarca bir hiç
uğruna birbirleriyle savaştırıldı. (İran-Irak Savaşı,
Afganistan örneğinde olduğu gibi..) Ümmet tek vücut olarak
birleşmesi gerekirken, parçalara ayrıldı. Halbuki Peygamber
(sav) bu ümmeti şöyle vasıflandırmıştı:
“Mü’minler
birbirlerini sevmekte,
birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir
vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa
diğer uzuvlar da rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humma ile (yüksek
ateş ile) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar.”
(Buhari, Müslim)
Allahu
Teala şöyle buyurmuştur:
”Mü’minler
ancak kardeştirler”
(Hucurat-10)
Batılı
kafirler İslam ümmetini fikri olarak sömürmekle birlikte,
maddi olarak da sömürdüler. İslam Hilafet Devletini
yıkınca meydanı boş buldular. Resul
(sav) şöyle buyurdu:
“Ümmetler,
milletler insanların birbirlerini sofraya davet ettikleri gibi,
vahşi hayvanların bir yiyeceğe saldırmaları gibi
birbirlerini sizin üzerinize davet edecekler ve sizin
üzerinize üşüşeceklerdir. Orada bulunanlardan birisi;
“Ya Resulallah, bizim azlığımızdan mı?” diye sordu.
Allah Resulü: Hayır, aksine o gün sizin sayınız çok
olacaktır. Fakat sizin çokluğunuz selin önüne katıp sürüklendiği
çer çöp gibi olacaktır. Allah (cc) düşmanlarınızın
kalbinden sizin korkunuzu söküp çıkaracak ve sizin kalbinize
vehn bırakacaktır. “Vehn nedir?” diye sorulduğunda; dünyayı
sevmek ve ölümü hoş karşılamamak.”
(Ebu Davud, Melahim-5; Müsned- 5/278)
Hadis-i
şerifte belirtildiği gibi sömürgeci kafirler oburların
yemek çanağına üşüştükleri gibi ümmetin servetlerine el
koydular. Mallarını yağmaladılar. Ümmete rezil, perişan ve
fakir bir yaşamı layık gördüler. Onları Batı kaynaklı düzenlerinin
kokuşmuş nizamlarına uymaya mecbur ettiler. Sürekli çıkan
yeni vergiler, zam, işsizlik, suni kriz ve hayat pahalılığı
ile ümmeti çöplükten ekmek toplamaya muhtaç ettiler.
“Allah
müminler üzerine kafirler için herhangi bir yol (otorite)
kabul etmez.”
(Nisa-141)
“Müşrikler
ancak bir pisliktir.”
(Tevbe:28)
“Onlardan
yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar.”
(Tevbe:95)
Ayetlerde
Allahu Teala kafirlerin Müslümanlar üzerine otoritesini
reddettiği ve onları necis, pis olarak nitelendirdiği halde
bugün, hâlâ İslam ümmeti çağdaş Firavunların
egemenliğinde, içerisinde her türlü haramların işlendiği,
Allah (cc) ve Resulü’ne (sav) isyanın doruk noktaya
ulaştığı, küfür fikirleriyle kirletildiği, fikri ve maddi
olarak sömürüldüğü bir hayatı yaşamaktadır. Ümmet bu
hayattan kurtuluşun yollarını aramaktadır. Bunun yolu ancak
Allah (cc) ve Resulüne (sav) tabi olmakla gerçekleşir.
Resul (sav) Mekke’den Medine’ye kadar İslam Devletini
kurmak için bir metod uygulamış ve her konuda olduğu gibi bu
konuda da bize örnek teşkil etmiştir.
Allah
Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor:
“Allah’a
ve ahiret gününe iman eden ve Allah’ı çokça zikredenler
için Resulde güzel bir örnek vardır.”
(Mümtehine 6)
“Resul
size ne getirdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan
sakının” (Haşr-7)
“Eğer
herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve
ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve
Resulü’ne (Allah ve Resulü’nün hükmüne) götürün.”
(Nisa-59)
İslamiyet
gelmeden önce Mekke’de insanlık alemi üzerine küfür,
dalâlet ve ahlâksızlık kâbusu olanca kesafetiyle çökmüş
ve onu var gücüyle boğmaya çalışmıştır. İnançsızlığın
veya yanlış inancın ruh ve vicdan azabı içinde kıvranan
zamanın insanları adeta çılgına dönmüş, ne
yaptıklarını bilmeyen azgınlar durumuna gelmişlerdi.
Kainatta cereyan eden hadiselere ve Yüce Allah’ın (cc) eseri
olan eşyaya tapılmaktaydı. Yıldızlara, ateşe, kupkuru,
ruhsuz, cansız taş ve tahtalara zavallı insanlık “ilah”
diye secde ediyordu.
İslami
hayattan mahrum insanlık, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf,
avam-havas, efendi-köle diye birçok sınıflara
ayrılmıştı. Zengin ile fakir, halk ile devlet arasında
korkunç bir kopukluk ve uçurum vardı. Gönülleri iman ateşinden
yoksun bu devrin insanlarında, insana hürmet, değer ve saygı
kalmamış, insanlar pazarlarda köle olarak basit bir mal gibi
alınıp-satılırdı. Efendi, kölesine her türlü hakareti,
zulmü yapma ve her türlü işte çalıştırma yetkisine
eksiksiz sahipti.
Allah’a
(cc) imanın verdiği hayâ ve korkudan mahrum, faziletten
nasipsiz insanlık, her türlü ahlâk dışı davranışlarda,
haysiyet ve namusları ayaklar altına alıcı adi hareketlerde
serbestçe bulunuyorlardı. Kumar, içki, zevk ve sefa alemleri
günlük işler arasında yer alıyordu. Ardı arkası
kesilmeyen öldürme, zina, gasp ve baskın olayları
insanlığı adeta yeryüzünden silip süpürmüştü.
İnanç
yönünden toplum, kelimenin tam anlamıyla kargaşa içinde kıvranıyordu.
İnsanlar taştan, tahtadan, hatta zaman zaman sefere çıkarken
helvadan yaptıkları putlara tapıyor, onlardan yardım umacak
kadar zavallı bir duruma düşüyorlardı. İnsanlık bununla
da kalmamış kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar
gaddarlaşmıştı. Hatta Hz.Ömer (ra) Müslüman olduktan
sonra; cahiliye döneminde bir şeye ağlayıp (diri diri kız
çocuğunu toprağa gömmesi), bir şeye güldüğünü
(helvadan yaptıkları putlara önce tapıp, acıkınca da
yemelerini) dile getirmişti.
İşte,
İslamiyet gelmeden önce Mekke toplumunun manzarası buydu. Bu
dehşet ve vahşet saçan manzarayı değiştirmek ve insanları
putlara ve kullara kulluktan Allah’a (cc) kul olmaya, hayatı
insanların uydurduğu nizamlar yerine Allah’ın (cc)
şeriatına göre yönlendirmek üzere Hz. Muhammed’e (sav)
Allah (cc) peygamberlik vazifesini yükledi. Peygamber Efendimiz
(sav) Resul olarak gönderilir gönderilmez insanları İslam’a
davet etti. Allah’ın: “Ey
örtülere bürünen kalk ve uyar” (Müddesir
2) ayeti gereğince
insanları açıktan açığa davet etmeye başladı. Daveti
kabul edenleri dinin esaslarına bağlı kalarak kitleleştirip
gizlice örgütlüyordu. Daveti kabul edenleri örgütlediği
gibi aynı zamanda onlara İslam’ı öğretiyor, onları
İslam’ın kültürü ile yoğuruyor, cahilliye fikir ve
akidelerinden temizleyip İslam akidesini yerleştiriyordu.
Resul (sav) çalışmasını kendisi ile beraber olanlarla
birlikte merkezleştirdiği Erkam b. Ebil Erkam’ın evinde
yapıyordu. Düzenli bir şekilde onlara Dar-ül Erkam’da
İslam kültürünü veriyordu. Öyle ki; daveti kabul edenler
yani yetiştirmiş olduğu kitlesi tüm toplumu karşılarına
alabilecek güce ulaştılar. Allah (cc):
“Sana
emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!”
(Hicr 94)
emri ile gizli olan kitlesini açığa çıkardı. Mekke müşrikleri
şimdiye kadar İslam’ı duymuş ve ancak yeni bir şey ile
var olan, düzeni kabul etmeyen, sadece Allah’ın hükmünü
isteyen bir kitle ile karşılaşmıştı. Davet artık fert
fert insanlara ulaşma yerine topluma hitap etmeye başladı.
İbni Mesud (r.a.) Kabe’de Rahman suresini açıktan
topluluğa okuyor ve onları İslam’a davet ediyordu. Ebu Bekr
(ra) toplu halde olan müşriklerle tartışıyor, yediği
dayaktan bayılıyordu. Hakka tabi olan ve hakkın hakim
olmasını isteyen bir kitle ile kafirler arasında bir çatışma
vardı. Öyle bir çatışma ki, kafirler Müslümanlara eziyet
ediyor, Müslümanlar ise; bu eziyetler karşısında daha güçlü
bir şekilde İslam’ın mesajını haykırıyordu. Her kabile
içlerinde Müslüman olanlara işkence çektiriyor ve onları
dinlerinden döndürmeye çalışıyorlardı. Habbab b. Eret
sırtında ateş közü söndürülerek işkenceye maruz
kalıyor, Allah’ın Resulüne gelip şikayette bulunuyor,
bunun üzerine Resul (sav);
“Vallahi
siz acele ediyorsunuz. Sizden öncekiler etleri kemiklerinden
demir taraklarla tarandı da, testere ile biçildiler de onlar
dinlerinden
vazgeçmediler.”
buyuruyordu. Yine O Resul; Yasir ailesine yapılan işkence ve
eziyetleri görüyor ve “Sabredin
ey Yasir ailesi cennet sizindir”
diyordu.
Abdurrahman
b. Avf; “Ey Allah’ın Resulü
biz müşrik iken kuvvetli idik. Müslüman olduk güçsüz düştük”
deyip şiddete şiddet ile karşılık vermeyi talep edince
Resul (sav); “Ben affetmekle emrolundum, kavmimi
öldürmekle değil” (Nesei Cihad 3036) diye
buyuruyordu. Bunun gibi başka sahabelerde silaha başvurmayı
teklif ediyor, ama Resul (sav) onlara sabredin diyordu.
Yapılan
bütün baskı ve zulümlere rağmen Müslümanlar davalarından
vazgeçmiyor, tam tersi daha sıkı bir şekilde İslam’a
davet ediyorlardı. Küfür fikirlerinin bozukluğunu,
akledmeyerek atalar dinine tabi olanları kınayan, ölçü ve
tartıda hile, kız çocuğunu toprağa diri diri gömme, vb.
sosyal münasebetlerdeki bozukluğu açıklayan ve kafirlerin düzenlerine
saldırı niteliğindeki bu ayetler topluluğa okunuyordu. Mekke’nin
ileri gelenleri hakkında hakaret edici ve aşağılayıcı
nitelikte ayetler iniyor, bu ayetler onlara çekinilmeden
okunuyordu.
Mekke
müşrikleri, bu daveti kökünden kazıma ümitlerini kesince,
bu güçlü kitlenin kendi iktidarlarını sarsacağının
korkusu ile Resul (sav)’ın davetten vazgeçmesi, akidelerine
ve bozuk nizamlarına saldırmaması şartı ile “kralımız
olmak istiyorsan gel seni kralımız yapalım”
diye teklif ediyor, hatta daha ileri giderek; “bir sene sen
yönet, bir sene biz yönetelim” teklifini sunuyordu. Yani
onlar bu teklifleri ile bir sene Allah’ın hükümleri ile,
bir sene de cahilliye hükümleri ile yönetilsin diyorlardı.
Yeryüzündeki bütün cahilliyeyi yok etmeye gelen İslam ve
onu getiren Resul (sav) onları sadece Allah’ın
ilahlığını kabule davet ediyordu. Yani her zaman Allah’ın
hükümlerinin uygulanmasına ve böylece onların bu davete güç
vermelerini istiyordu. Mekke yöneticileri böylesi bir davete
icabet etmeyince Resul (sav) diğer Arap kabilelerine İslam’ı
sunuyor ve onlardan güç talep ediyordu. Taif’e gidip ileri
gelenlerinden güç talep ediyor ve eziyetle karşılaşıyordu.
Ama buna rağmen güç talep etmeye devam ediyordu. Hac
mevsiminde hacca gelen Arap kabilelerine İslam’ı sunuyor ve
onlardan güç talep ediyordu. Bu kabilelerden olan Amr Sasa
kabilesinin lideri Beyhare b. Firas şöyle diyordu: “Vallahi
şu Kureyş gencine sahip olsam,
bütün Araplara hakim olurum” ardından
da Resul (sav)’e; “Sana işin için yardım etsek Allah
da seni muhaliflerine üstün kılsa senden sonra yönetim
elimize geçer mi?! Ne dersin?” sorusuna Resul (sav) “Yönetim
Allah’a aittir, onu dilediğine verir.”
diye cevap
vererek şartsız bir güç talep ediyordu.
İbni
Sad’ın tabakatında geçtiğine göre Efendimiz (sav) her yıl
Mecenne Ukaz, Mina panayırlarında bu şekilde Muhar ibn Hasfe,
Fezera, Cussan, Mürre, Huneyfe, Süleym, Abes, Beni Nadra, Beni
Bukey, Kinde, Kelb, El-haris, b. Kub, Uzre, El-Hudareme
kabilelerine İslam’ı arz ediyor ve onlardan güç talep
ediyordu. Ama bir türlü daveti kabul eden ve güç veren
olmuyordu. Ta ki Allah’ın yardımı ile Medine’den olan dört
genç iman ediyor ve Medine’ye geri dönüp kavimlerine İslam’ı
anlatıyorlardı. Ertesi yıl Medine’deki Evs ve Hazreç
kabilesinden 12 kişilik bir heyet gelip Mekke’de Efendimiz
(sav)’e biat ediyordu. Resul (sav) ashabı ile birlikte hicret
edebilecek durumda iken Medine’ye hemen hicret etmiyor, gelen
heyetle beraber Mus’ab Bin Umeyr’i onlarla beraber gönderiyordu.
Mus’ab Bin Umeyr bir sene içerisinde Medine’de İslam’ı
anlatıyor ve halk arasında İslam’ı kabul eden diğer
Medinelilerle kamuoyu oluşturuyordu. Bir sene sonra Mus’ab
Bin Umeyr ile beraber Medine’den 73 kişi gelip Efendimize
Akabe’de şartsız bir şekilde Allah’a ve Resulüne itaat
edeceklerine dair söz veriyordu.
Yine
o Medine’nin ileri gelenleri kendi mallarını, kadın ve
çocuklarını korudukları gibi Resul (sav) ve davasını
koruyacaklarına söz veriyorlardı. Hatta Efendimizin amcası
Abbas’a: “Mallarımız talan olsa, büyüklerimiz
öldürülse de biz Ona (sav)’e biat ettik.” diyorlardı.
Şüphesiz
Resul (sav)’ın kabilelerden güç talep etmesi birinci ve
ikinci Akabe Biatları bu dine yardım edecek güçlü bir oluşum
meydana getirmek içindi. Güç elde edilmiş ve Medine halkı
arasında gerekli olan bir kamuoyu oluşturulmuş gerekli bütün
şartlar tamamlanmıştı. Efendimiz ve Ashab artık Medine’ye
hicret ediyordu.
Efendimiz
(sav) Medine’ye ulaşır ulaşmaz, bazı sahabeleri gece
devriyesine çıkarmış küçük seriyeler oluşturmuş, Medine
vesikasını Yahudilere imzalatmıştır ki, o vesikada şu
madde de yer alıyor “çıkan anlaşmazlıklar Allah ve
Resulü tarafından çözülecek.” Artık gelen hüküm
ayetleri bir bir uygulanmaya başlanmıştır. Medine’de
tamamı ile İslam’ın hakimiyeti söz konusudur. Bu güç ve
otorite ile İslam davet ve cihad yolu ile yayılmaya
başlamıştır.
Bugün
İslam Hilafet Devletine ulaşmada takip edilecek metod Resul
(sav)’ın metodunun ta kendisidir. Resul (sav)’ın metodunu
takip etmek şer-i bir vacibedir.
Allah
Subhanehu ve Teala buyuruyor:
“De
ki: işte benim yolum. Ben ve bana tabi olanlar basiret üzere
(sizi) Allah’a davet ediyoruz.”
(Yusuf
108)
“Allah’a
ve ahiret gününe iman eden ve Allah’ı çokça zikredenler
için Resulde güzel bir örnek vardır.”
(Mümtehine 6)
“Resul
size ne getirdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan
sakının” (Haşr-7)
Resul
(sav)’ın takip ettiği ve bugün Müslümanlara en güzel
örnek olan Resulün fiillerine bağlanarak takip edilmesi
gereken metodda şunları buluyoruz:
1-İslam
akidesi üzerine kurulmuş bir kitle; Resul (sav)’ın Mekke’de
daveti omuzlarına yükleyecek kendisinden sonra ümmete
komutanlık yapacak olan muhacirleri yetiştirdiği gibi, İslam
devletini kuracak olan gençliği hazırlamak, tamamı ile
İslam dışı fikirlerden temizleyip sadece İslam akidesinden
çıkan fikirlerle yoğurmak ve örgütlemek...
2-Resul
(sav) ve beraberindeki kitlesinin yüklendiği gibi İslam
davetini yüklenmek, bütün İslam beldelerinde ümmete siyasi
düşünce ve uyanıklık kazandırmaya çalışmak, aynı
zamanda küfür fikir ve nizamlarının bozukluğunu ortaya
koymak ve bu fikirlerle mücadele etmek, halen yöneticilerin
Müslümanlara yaptıkları ihanetleri ortaya çıkarıp
onların maskelerini düşürmek. Halk arasında kamuoyu
oluşturmaya çalışmak. (Medine’de kamuoyu hazırlandığı
gibi.) Bu işleri yapan kitle işkence, hapis ve eziyetlere
maruz kalacaktır. Sebat edip yoluna devam ettikçe ümmeti yanına
alacak ve istenilen kamuoyunu oluşturmuş olacaktır. Gençleri
örgütleyip, İslami kültür ile kültürleştirip halk ile (ümmet
ile) kaynaşmaya çalışırken diğer taraftan kuvvet ehlinden
güç talep etmek. Aynı Resul (sav)’ın kabilelere İslam’ı
sunuşu ve güç talep edişi gibi...
Resul
(sav)’e ve beraberindeki kitlesine Evs ve Hazreç kabileleri
ile güç verdiği gibi, sabır ve sebat ile Rabbimizin nusreti
vereceğine kesin inanarak kuvvet ehline İslam’ı sunup, güç
talep etmeye devam etmek.
Ey
Müslümanlar!
İşte,
Peygamber (sav) ve onun seçkin sahabeleri (ra) İslamiyet’in
yeryüzüne hakimiyeti için müşriklerle Allah’ın (cc) gösterdiği
şekilde mücadele ettiler. Ya sizler! Ne ile meşgulsünüz?...
80 yıldır sizi saran üzerinizdeki çürümüş küfür
zincirlerini koparmanın zamanı gelmedi mi? Zalimin zulmüne
“dur” demek için daha neyi bekliyorsunuz? İçerisinde
bulunduğunuz, haramlarla kirletilen bu hayattan memnun musunuz?
Allah’ın (cc) pis olarak vasfettiği, başınızdaki sömürgeci
Batının alçak, hain, kukla, köpek yöneticilerinin
otoritesine, inancınıza saldırısına, zulmüne,
sömürüsüne, mallarınızı yağmalamalarına,
çöplüklerden ekmek toplayacak kadar fakirleştirilmenize
emekli maaşı almak için çektiğiniz işkencelere vs. ne
zaman dur diyeceksiniz? Haydi vakit geçmeden harekete geçin.
Yoksa son pişmanlık fayda vermez. Zira Rasul (sav) şöyle
buyurmuştur:
"İnsanlar,
zalimi görürler de, onların zulmetmesine mani olmazlarsa,
Allah’u Teala'nın bütün insanları azaba uğratması pek
yakındır." (Ebu Davut, Tirmizi, Nesei)
Allahu
Teala Müslümanlara;
“Allah
ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir
erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her
kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir
sapıklığa düşmüş olur.”
(Ahzab 36)
Aralarında
Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan vazgeçip
onların arzularına uyma! [Maide
48]
Her
kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse, işte onlar
kafirlerin ta kendileridir. [Maide
44] ayetleriyle İslam şeriatının tatbikini
emretmektedir. İslam
şeriatının tatbiki ise, ancak Raşidi Hilafet Devleti’nin
kurulmasıyla mümkündür. Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak
için çalışmak farz olmakla beraber bu fikri ve siyasi bir
çalışmayı gerektirir. Bu da ferdin tek başına yapacağı
bir iş değildir. Allahu Teala toplumda İslami hayatı
başlatmak, toplumun fikir ve hislerini düzeltmek, İslam
Risalet ve hidayetini, bütün dünyaya evrensel fikri bir
önderlik olarak taşımak gayesi ile; Sizden hayra davet
eden, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk
bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. [Al-i İmran
104] ayetiyle hayra (İslam’a) davet eden, iyiliği emredip kötülükten
nehyeden -ki bu hem yöneticileri, hem de yönetilenleri
kapsamaktadır.- ideolojisi İslam olan siyasi bir partinin
kurularak siyasi faaliyette bulunmasını bütün Müslümanlara
farz kılmaktadır. Bugün Müslümanlar Raşidi Hilafet
Devleti’nin kurulması için Allah Resulü’nün
peygamber oluşundan itibaren Mekke’de İslam’a davet
aşamasından, Medine’de İslam Devleti’ni kurmasına kadar
olan metodunu benimseyen ve onu uygulayan İslami bir kitle ile
çalışmalı, bu uğurdaki mücadele de ölüm-kalım
meselesi olarak ümmette mefhumlaşmalıdır. Raşidi
Hilafet Devleti Müslümanları parçalanmışlıktan, geri
kalmışlıktan kurtarıp kalkındıracak, onları Kelime-i
Tevhid sancağı altında birleştirecek, Müslümanları,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet konumuna
tekrar yükselmesini sağlayacaktır. Raşidi Hilafet Devleti,
İslam Ümmeti’ni devletlerarası alanda evrensel bir güç
konumuna ulaştıracaktır. Bütün küfür fikir ve
sistemlerinden, kafirlerin tasallut ve istilalarından Müslümanları
ve insanlığı kurtaracak olan Raşidi Hilafet Devleti,
düşünce ve metod olarak İslam’ı benimseyen partisel bir
kitleleşme ile siyasi faaliyette bulunularak tesis edilebilir.
Hilafet’in
yıkılışının 78. yılını hüzünle karşıladığımız
şu günlerde yaşadığımız vakıa, bizlere akli olarak bir
kez daha, Müslümanların Raşidi Hilafet Devleti
olmadan hayat haklarının olmadığını, sahipsiz, kalkansız
ve korumasız olduğunu, zalimin zulmünden, kafirin
sömürüsünden, küfür sistemlerinin bunalım ve
kargaşalarından kurtuluşun mümkün olmadığını göstermiştir.
Zira dün 3-mart 1924’e kadar İslam Devleti vardı. Ve o
devlet İslam şeriatını tatbik ediyordu. Bir Müslüman zulme
uğrasa hemen onun yardıma koşuyordu.
O
devletin halifesi, sırtında un çuvalı kapı kapı dolaşıp
aç insanların yardımına koşuyordu.
O
devletin halifesi, halkının sorunlarıyla ilgilenmeyen
valileri derhal görevinden alıyordu.
O
devletin halifesi, nehrin kenarında bir hayvanın ayağı taşa
takılsa bunun hesabını Allah (cc) sorar inancıyla hareket
ediyordu.
O
devletin ordusu, bir yahudinin Müslüman bir kadına yaptığı
zulümden dolayı yahudilere savaş ilan etmişti.
O
devletin komutanı Fatih, Bizans kralına şöyle demişti: “Bizlere
laf etmeye devam edersen ülkeni atlarımın ahırı haline
getiririm.”
O
devletin tebaası dünyanın efendisi idi.
Ya
şimdi.. Müslümanların başındaki hain yöneticiler ne yapıyor?
Müslümanlara efendilerinin dikte ettiği kokuşmuş nizamları
zorla uyguluyorlar. Düzenin değişmesi için çalışan Müslümanlara
işkence ediyorlar, ağır vergi, hayat pahalılığı,
işsizlik ile hayatı yaşanmaz bir hale getiriyorlar.
Bir
tarafta aç çakal, kurt mukabilinde hain kafirler, onların
zorba ve despot düzenleri, efendilerine mutlak itaat eden hain
yöneticileri .... Diğer tarafta sömürülen, katledilen,
zulme uğrayan, savunmasız, sahipsiz, zavallı Müslümanlar..
Çözüm:
Raşidi Hilafet Devleti’nin
kurulması için İslami siyasi bir kitle ile çalışmak...
Ki
o siyasi kitle; Hizb-üt Tahrir’dir. Hizb-üt Tahrir; "Sizden
hayra davet eden, marufu emreden, münkerden nehyeden bir ümmet
(topluluk) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir." (Ali İmran 104) ayetine icap ederek;
İslam ümmetini düşmüş olduğu şiddetli çöküntüden
kalkındırmak; küfür fikirlerinden, düzenlerinden,
hükümlerinden, kâfir devletlerin egemenliğinden, sömürgesi/nüfuzundan
kurtarmak Müslümanlara tekrar eski izzet ve şerefini iade
etmek, Rasulullah (sav) ve Sahabeleri (r.anhum)’un inşa
ettiği gibi bir İslam Toplumu inşa etmek ve İslam Daveti’ni
dünyaya cihad yoluyla taşıyacak, paramparça olmuş bu
ümmeti tek bir çatı altında toplayacak olan Raşidi
Hilafet Devleti’ni kurmak gayesiyle kurulmuştur. Hizb-üt
Tahrir; İslam Akidesine dayalı kitlesini oluşturdu, gayesini
gerçekleştirmek için izlediği yolda kendisine lüzumlu
İslami fikirleri ve hükümleri benimseyerek bağlandı. Müslümanları
İslâm'la kalkındırmaya girişen kitleleri başarısızlığa
düşüren sebeplerin ve eksikliklerin hepsini telâfi etti.
İslâm düşüncesi ve metodunu vahyin indirdiği Allah'ın
Kitabı ve Rasulü'nün Sünneti'nden, sahabenin icmaı ve
kıyasın gösterdiğinden alarak fikrî, dakik bir anlayışla
kavradı. Vakıayı İslâm hükümlerine uygun olarak değiştirmek
için düşüncesinin konusu kıldı. Rasulullah'ın, daveti yüklenmede
izlediği metoduna; Medine'de devleti kuruncaya kadar Mekke'deki
daveti ile seyrinde izlediği metoduna sarıldı. Üyelerini
birbirine bağlayan bağ olarak, İslâm akidesini ve benimseyip
bağlandığı İslâm fikirleri ve hükümlerini kabul etti.
Bunun için Hizb, ümmetin kendisini bağrına basmasına,
onunla yürümesine ehil ve lâyıktır. Bilâkis ümmetin onu
kucaklaması ve onunla birlikte yürümesi vaciptir. Çünkü,
fikrini hazmeden, metodunu basiretle kavrayan, temel davasını
anlayan, Rasulullah'ın siretinden sapmaksızın ve gayesini gerçekleştirmekten
vazgeçmeksizin Allah Rasulü (SAV)'in sîretinin çizdiği
programa bağlanan tek partidir.
Ey
Müslümanlar!
Sizleri
seçkin parti Hizb-üt Tahrir ile birlikte Raşidi Hilafet
Devleti’nin kurulması için çalışmaya davet ediyoruz.
Ey
Hizb-ut Tahrir’li gençler!
Sizler
ümmetin umudusunuz. Ümmet sizin yapacağınız hamleyi
beklemektedir. Sizin yükünüz çok ağır. Sizler Hz. Bilal
gibi ölümle karşılaşsanız, işkenceden delik deşik
edilseniz bile hakkı haykırmalısınız. Sizler Habbab b. Eret
gibi davanız uğruna korların üzerine yatırılıp, ateşin
üzerinizde söndürülmesi pahasına da olsa davanızdan vaz geçmemelisiniz.
Sizler Hz. Hamza’nın, Hz. Ömer’in ve diğer sahabelerin
(ra) cesaretine sahip olmalısınız. Sizler karşılığını
Allah’tan (cc) almak üzere bu uğurda malınızla,
canınızla bedel ödemelisiniz.
Dünyanın
dörtbir yanındaki şer düzenlerin karton güçlerinin kardeşlerinize
uyguladığı zulümler sizi yıldırmasın. Zira hangi dava
adamları zulme uğramadı ki? Kainatın Efendisi (sav) bile bu
uğurda zulme uğradı, Taif dönüşü taşlandı, ibadet
esnasında boynuna deve işkembesi kondu, öldürülmek istendi.
Ey
Kardeşler!
Performansınızı
biraz daha arttırın, gayret edin, sabredin. Zira zalimin
devrilmesi yakındır. İşte Rabbimizin vaadi:
“Allah,
sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara,
kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi
onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için
beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine
yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku
döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını
vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana
eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte
bunlar asıl büyük günahkârlardır.”
(Nur 55)
“Ey
iman edenler! Eğer Allah’a (dinine) yardım ederseniz, O size
zafer verir ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.”
(Kıtal-7)
“Mü’minlere
yardım etmek üzerimize bir hak (vecibe) oldu.”(Rum-47)
“Muhakkak
ki biz, Resullerimize ve
iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahidlerin
(şahidlik için) duracakları günde elbette yardım edeceğiz.”
(Mü’min-51)
Allah
(cc) yolunun yolcularına yar ve yardımcı olsun.
Abdullah
Çalışkan
|