Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

Davalı Hikmetov Husniddin Şerefoviç’ten Taşkent belediye hakimi Abducabbarov’a

  - Mahkeme Heyeti Önündeki İfade -

Hamd Alemlerin Rabbi, Kıyamet Günü’nün Gerçek Hakimi olan Allah (Subhanehu Teala)’yadır. Salat ve Selam Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallalahu Aleyhi Vesellem)’e, ehline, Sahabelerine ve O’nun (Sallalahu Aleyhi Vesellem) yaptığı gibi Kıyamet Günü’ne kadar İslam Davetini yüklenenlerin üzerine olsun.

Sayın Hakim! İfademin kesilememesini istiyorum ki; ben serbestçe konuşma hakkına sahibim. Ceza Usül Kanunun (CPC) 101. maddesinde tarif edilen haklardan ve Özbekistan Anayasası’nın 7/26, bölüm 2’de açıklanan haklardan faydalanacağım. Kanunda şu ifadeler bulunuyor: “Bir suç işlemekle itham edilen bir kimse, masumiyet esası üzerine, kanuna göre açıkça muhakeme edilmeli, kendisini savunmak için tüm meşru imkanları kullanması sağlanmalıdır.” Ve mahkeme adil ve kanuna göre tarafsız olmalıdır. Ben kendimi korumak için tüm meşru araçları kullanıyorum.

Konu konu ifade edeceğim, bir iftira niteliğindeki tüm suçlamaları size kanıtlayacağım. Her şeyden önce, bunun insaflı bir suçlama olduğunun bir delili, tüm suçlamaları reddettiğim halde her nasılsa bana imzalattırılan ifade metnidir.

İkinci olarak; açıklamada dile getirilen, sosyal olarak faydalı bir mesleğimin bulunmadığı iddiasına gelince; hakikatte bu kardeşlerimin çoğu için öne sürülen bayağı bir iddiadır. Bunun gayesi Hizb-ut Tahrir üyelerini işsiz ve cahil insanlar olarak göstermektir. Fakat ben şahsen liseyi bitirdikten sonra girdiğim fen bilimleri enstitüsünden 1989'da mezun oldum. Bu süre zarfında iki yıl boyunca orduda hizmet verdim. 1991-1996 yılları arasında, Tashrozsnab adlı şirkette hareket memuru olarak ve ESIS organizasyonunun elektrik bölümünde benzer şekilde marangoz olarak çalıştım. Keza Kardeşlerimin birçoğu da düzenli bir işe sahiptirler. Kimi doktor veya bilim adamıdır, kimi de öğrenci ve başka meşguliyetlere sahiptir. Daha önemlisi, onlar aynı zamanda en mükemmel şekilde İslam davetini taşımakta -Ma'ruf'u emretme ve Munkeri nehyetme işini yapmakta- ve iftiharla dava yüklerini kaldırmaktadırlar.

"Özbekistan Cumhuriyeti'nin mevcut siyasal sistemini değiştirme ve anayasaya aykırı olarak yönetimi ele geçirme" iddiasına gelince; Anayasanın 1 ve 2 inci maddelerinde "Özbekistan devleti, demokratik bir devlettir." yine 2 inci maddede "Devlet insanların istek ve menfaatlerini gözetir." ifadeleri yer almaktadır. Demokrasi Latince bir kelimedir. "Demos" insanlar ve "Cracy" (krasi) yönetim anlamına gelmektedir. Devlet insanların isteklerini gözetir demek; devlet insanların seçtikleri siyasal sistemi tatbik eder demektir. İster başkanlık, emirlik veya (Suudi Arabistan ve Britanya'da olduğu gibi) Monarşi olsun isterse Hilafet olsun, insanlar hangisini istiyorlarsa, devlet o sistemi tatbik etmek zorundadır. İşte Hizb-ut Tahrir, anayasaya aykırı olmayan bir şekilde, mevcut sistemi Hilafete dönüştürmek için ideolojik (fikri) ve siyasi bir mücadele ile iştigal eder. Oysa anayasa yalnızca silahlı mücadele yoluyla sistemi değiştirme girişimlerini yasaklar. Bu yüzden otoritenin kaynağı insanlar iken, devlet tatbik makamıdır. Bundan dolayı Hizb tarafından yürütülen değişim ve dönüşüm faaliyetleri sadece meşru değil, aynı zamanda bir mecburiyettir.

Tüm sorgulama ve tutuklama süreleri boyunca, mevcut anayasaya karşı olup olmadığımız soruldu. Bu CPC'nin imalı soruları yasaklayan 102. maddesine aykırıdır. Bununla birlikte anayasayı reddetme hakkı esastır ki, aynı anayasanın 29. maddesinde şöyle denilmektedir: "Herkes düşünce, konuşma ve inanç özgürlüğüne sahiptir." Mesela demokrat olarak addedilen bir ülkede -misalen Rusya- bir Liberal Demokrat Parti vardır ve başkanı Jrinovskiy'dir veya bir Komünist Parti vardır ve başkanı Zyuganov ki; o mevcut siyasal sistemi reddetmektedir. Fakat onlardan hiçbiri, başkan Putin'in politikalarına (veya Rusya anayasasına) muhalif oldukları gerekçesiyle tutuklanmamaktadır. Çünkü bu demokratik ilkelere ve anayasaya aykırı kabul edilmektedir. Ben kesinlikle demokrasiyi desteklediğim için tatbik edilmesini amaçlıyor değilim. Şüphesiz demokrasi bir küfür sistemidir. Ben sadece bu sistemi tatbik eden Özbekistan hükümetinin, kendisiyle nasıl çeliştiğini gözler önüne sermeye çalışıyorum.

İddianamede bizim illegal bir suç organizasyonu olan Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalıştığımız ve Hilafet sistemini kurmak gibi, onun menfaatlerinin peşinden koştuğumuz söyleniyor. Hizb-ut Tahrir, Kur'an-ı Kerim'in şu ayetine icabeten kurulan bir partidir:

Aranızda hayra (İslam’a) davet eden, ma'rufu emreden ve munkerden nehyeden bir ümmet (kitle) bulunsun. [Al-i İmran 104]

Samimi tüm müslümanlar bu davete, memnuniyetle icabet ederler ve bu farziyetin yüklenilmesinde herhangi birinin özellikle küfrün müsaadesini aramazlar. Çünkü bu onlar için yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Bu Hizb'in Allah (Subhanehu ve Te’ala) katında meşruiyeti için yeterlidir. Hizb kendi amaç ve hedeflerine ve yine yeterli sayıda üyesine sahiptir. Bundan dolayı hükümet tarafından tescil edilmeye kafidir. Fakat Hizb tescile muhtaç değildir. Dahası demokrasi bizatihi küfür sistemidir ve Allah (Subhanehu ve Te’ala) katında gayri meşrudur, illegaldir.

Hizb sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın maslahatlarını gözetir. Bu peşinden koştuğu şu gayelerinde görülür:

1. İslami Hayat Nizamını yeniden başlatmak

2. Bir Da’va olarak İslam’ı tüm dünyaya taşımak

3. Ümmetin fikirlerinin ve hislerinin koruyucusu olmak

(Hizb ve şebabının) kendilerini bu gayelere adamaları açıkça göstermektedir ki, bu hükümet Ümmeti yönetmekten mahrum ve onun maslahatlarını gözetmekten uzaktır. Hizbin üyeleri, bünyesinde kaldıkları sürece, yönetim otoritesine ulaşmaya ve yukarıdaki gayelerinin peşinden koşmaya devam edeceklerdir. Maddi kuvvetler Hizbin üzerine gelse bile.. Bu ister Hizbin liderlerinden Nasirov Hafizullah ve diğerleri gibi olsun, isterse Said Eminov Nu'man ve diğerleri gibi Ulusal Güvenlik Servisi (NSS) tarafından katledilenler gibi olsun, fark etmez. Onlar geçici kıymetler üzerine kurulu "Erk" ve "Birlik" partilerinin liderleri gibi ülkeden firar edemezler. O nedenle apaçık ortadadır ki, bu hizbin üyeleri Kadir-i Mutlak (Subhanehu ve Te’ala) tarafından kendilerine emredildiği şekilde, Allah (Subhanehu ve Te’ala)'nın emrini tahakkuk ettirmeye çalıştılar ve bencil maddi menfaatlere asla iltifat etmediler.

İddianamede "kendilerine ait bakış açıları henüz bulunmayan gençleri aldattığımız ve Hizbin fikirleriyle beyinlerini yıkadığımız" şeklinde bir iddia vardır.

Kendi bakış açılarına sahip olmamalarına gelince; eğer bir şahıs kendi fikirlerinde sabit değilse veya eğer onun fikirleri sürekli değişken ise, biz bu şahsın kendi bakış açısına sahip bulunmadığına hükmederiz. Bununla beraber Hizb-ut Tahrir'in üyeleri, İslami mebdenin (ideolojinin) ve Hilafet Devleti'nin gerekliliğini dillerinden düşürmezler ve bu yolda her türlü zulme, işkenceye, hasara, fakirliğe ve ihanete karşı sabır ve sebatla göğüs germeye hazırdırlar ki bu; farklı olarak, onların kendilerine has bir bakış açısına sahip bulunduklarını göstermektedir.

Gençleri suç amaçlı olarak aldattığımız iddiasına gelince; Ben derim ki, Hizb Da'vasını bir bütün olarak topluma taşırken, yaşa veya dereceye binaen toplumun farklı katmanları arasında ayırım yapmaz. Hizbin üyelerinin yaşları 15 ila 70-80 arasında değişmektedir.

Suç amaçlı iddiasına gelince; insan, hayat ve kainatın Rabbi tarafından kendilerine vacib kılınmış işi yerine getiren insanlar mı yoksa, Allah (Subhanehu ve Te'ala)'nın rızasını arayan müminlerin peşine düşen, onlara işkence eden, onları uzun süreli hapis cezalarına mahkum eden, sadece Allah (Subhanehu ve Te'ala)'nın değil kendi kanunlarını bile çiğneyen bu yönetim mi suçlanmaya layıktır? "Hizbin fikirleri ile beyinleri yıkanmış" ithamında bulunmadan önce, ilk olarak bu fikirlerin hakikatini bilmek zorunludur. Hizbin fikirleri ile kendisini bilgilendiren akıllı ve insaflı herhangi bir kimse, kaçınılmaz bir şekilde bu fikirlerin zehirli fikirler olmadığı bilakis şifalı fikirlerden olduğu kanaatine varacaktır. Yine dini hayattan söküp atma kaidesi üzerine bina edilmiş demokrasi sisteminin, küfür sistemi olduğunu, fuhuş, ahlaksızlık, rüşvet ve fesad, fahişelik, homoseksüellik, hırsızlık ve diğer insanlığı nihayetinde felaket çukurlarına sürükleyen gerçek suçları üreten bir karakterde olduğunu idrak edecektir. Küfür devletleri Müslümanların zihinlerini ifsad etmek ve onları uçurumdan aşağı atmak için demokratik sistemi icra etmektedirler. Buna göre şu durumda, İslam Ümmeti sadece İslam ideolojisi ve kültürü ile ihya olabilir. İşte Hizb, ümmeti İslam ideolojisi ve kültürü ile ihya etmek için çalışmaktadır. Çünkü bilim hayat yoluna nüfuz edemez, fakat sekafe (kültür) hayat tarzını değiştirir.

"Onlar Özbekistan'ın yasal demokratik sisteminin yanlış olduğu şeklinde iftira niteliğinde fikirler yaymaktadır" ifadesine gelince; dikkatlerinizi demokrasinin kökenine çekmek istiyorum. Miladi 16. yüzyılın sonlarında Nasranilik, Avrupa ve Rusya halklarına eziyet veriyordu. Bunun bir neticesi olarak, ruhban sınıfı ile filozoflar ve düşünürler arasında geçen uzun savaşın sonunda, ruhbanlar mağlub oldu. Bir kısmı dini toplum hayatından ayrı olmasını reddettiği halde, diğer bir kısmı kabul ediyordu. Nihayet onların tümü dinin devletten koparılması düşüncesi üzerine bir uzlaşmaya varılmasını kabul ettiler. Bu uzlaşma; kişisel, mülkiyet, düşünce ve inanç hürriyetleri ile sonuçlandı. Diğer bir ifadeyle insanlar mevcut vakıa temeli üzerine kurulmuş kanunlar ihdas etmeye başladılar. Bu Allah (Subhanehu ve Te'ala) katında Küfürdür ve O (Subhanehu ve Te'ala) şu kelamıyla bunu teyid etmiştir:

Her kim Allah'ın indirdiklerinin hepsiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir. [El-Ma’ideh 44]

Bunun içindir ki, bizler demokrasi küfür nizamıdır dediğimiz vakit, bütünüyle haklıydık ve haklı olarak bu fikirleri yaymaktaydık. Bu sistem Müslümanların sistemi değildir ve cebren, zorbalıkla onların üzerlerine tatbik edilmektedir.

İddianamede yer alan "Devletin işlerinin Şeriat'e göre yürütülmesi gerektiği", "Bir İslam Devleti'nin -Hilafet'in- ve devlet başkanı olarak Halife'nin var olması gerektiği" gibi fikirler yaydığımız şeklindeki ifadelere gelince; onlara Allah (Subhanehu ve Te'ala)'nı şu kelamı ile cevap vermek istiyorum:

Her kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki; bu din ondan asla kabul edilmeyecek ve o Ahirette husrana uğrayanlardan olacaktır. [Al-i İmran 85]

Kendisi için dosdoğru olan yol apaçık belli olduktan sonra, her kim Peygamber’e muhalefet eder ve Mu’minlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. O ne kötü bir yerdir! [En-Nisa 115]

Allah sizlerden iman edip, salih amellerde bulunanlara; kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için seçip beğendiği dini (İslam’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaad etti. Çünkü onlar Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. [En-Nur 55]

Ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi veSellem) şöyle dedi:

Her kim boynunda (Halifeye) bey’ah olmaksızın ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur. [Muslim rivayet etti]

Burada ayrıca Şeriat ile yönetmenin farziyetine ve Hilafet’in gerekliliğine deliller vardır. Fakat sanıyorum bunlar yeterlidir.

İddianamede yer verilen faaliyetlerimin ciheti hakkındaki ifadelere gelince; 1997'de tutuklanarak içeri atılmama kadar, Allah (Subhanehu ve Te'ala)'ya Hamd olsun ki; özenle ve sebatla bir Hilafet Devleti'ni kurma yolu üzerinde hareket ediyordum. Bazı yetkililer tarafından da bu yönde itham edildim. Bununla beraber dışarıdan herhangi bir belgeyi fax yoluyla almadım, onları tercüme etmedim ve yayınlamadım. Bunun sebebi, bu çeşit bir işin ancak mükemmel derecede Arapça bilen bir kişi tarafından yapılabilmesidir. Hizbin üyelerinin çoğunluğu, böyle basit bir şekilde suçlanıyorlar. Çünkü iddia makamı, tüm suçlamalarında sadece insanların isimlerinin farklı olduğu sabit bir taslak hazırlamış. Bu yüzden onlar tümüyle dayanaksızdırlar.

Ayrıca iddianamede "Şeriat hükümlerini ve kaidelerini öğretmek adı altında yoldan saptırmak" ifadesi vardır. Herkes biliyor ki, Hizb-ut Tahrir'in yerleşik halakalarında tedris ettiği ilk kitap, "Nidam-ul İslam" (İslam Nizamı) adlı kitaptır. Eğer bu kitabın muhtevasına göz atarsak, onda şu bölümlerin mevcut olduğunu görürüz: "İman Yolu", "El-Kada ve'l Kader" "İslam'ın Fikri Liderliği", "İslam Da'vasını Taşımanın Keyfiyeti", "İslam Hadaratı", "İslam Nizamı", "Şeri Hüküm", "Şeri Ahkamın Çeşitleri", "Sünnet" ve "İslam'da Ahlak". Burada İslam esası dışında bir esas veya şeriat ahkamı dışında bir ahkam var mıdır? Hizb halakalarında asla insanları diğer şeylerle kültürlendirmez.

İfade edilen "Yasal olarak seçilmiş veya atanmış yetkili şahısları değiştirmek" silahlı mücadele girişimleri hariç, anayasa tarafından yasaklanmış değildir. Azletme veya referandum yoluyla yöneticilerin değiştirilmesi mümkündür. Bu yüzden şu durumda değişim mübah değil, vaciptir.

"Anayasaya aykırı olarak bölgesel bütünlüğü bozmak" ifadesine gelince; Özbekistan Cumhuriyeti, anayasada belirlendiği gibi, bölgelere, kentlere, semtlere ve köylere bölünmüştür. Hizb, herhangi bir bölgeye veya kente taarruz etmez. Dışarıdaki herhangi bir yeri işgal etmez. Hizb asla İslami metoda aykırı bulunan hareket ve teşebbüsler gibi ğayri meşru metodlara başvurmaz.

Yukarıdaki beyanata binaen diyoruz ki; CPC'nin 159 ve 244-1 bölüm 3'ün "z" fıkrası ve 244-2 bölüm 1; Hizb-ut Tahrir üyelerine uygulanamaz. Şimdiye kadar onlar suçlamalarını bu kararlara başladılar. Bu kararlar dilbilim uzmanlarının ya cehalet yada zorlama (görünüyor ki, zorlama ağır basıyor) yorumlarından türedi. Yukarıda dile getirdiğimiz gibi, Hizb-ut Tahrir, İslam Devleti'ni kurmanın metodu olarak, silahlı maddi faaliyetlere haram nazarıyla bakar. Dahası ayrılıkçılığa (tefrikaya) dayalı suçlamalar da munasib değildir. Nitekim bu tüm Müslümanları tek bir Hilafet Devleti altında birleştirmeye çalışan Hizbin metoduna muhaliftir. Dogmatizm iddiası da bozuktur. Çünkü dogmatizm birçok inanç ve fikir karışımını taşımaktır. Dogmatizmin bir başka anlamı da diğerlerini bazı dogmalara zorlamak suretiyle yöneltmektir. Hizbin üyeleri benimsemede metanetlidirler ve hiçbir kimseyi bunu kabul etmeye zorlamazlar. Onlar bunun yasaklanmış bir yol olarak görüyorlar. Özbekistan halkının çoğunluğu yani %85'i Müslüman olduğu için Hizb-ut Tahrir burada davetini taşımaya başladı. Bu hakikat açıkça gösterir ki, İslam risaletini taşımada aşırılığa, ayrılıkçılığa veya dogmatizme başvurulmaz.

"İnsanların korkutulması"na gelince; Hizb tarafından taşınan Da'vayı tanıyan insanlar korkuyorlar. Fakat bu korkuları, onların davetinden değil, bilakis Hizb-ut Tahrir üyelerine karşı yürütülen tutuklama, baskı, işkence ve sair zulümlerden kaynaklanmaktadır.

"Vatandaşların huzurunu ve barışı baltalamak" suçu Hizb tarafından değil, aksine devlet tarafından işlenmektedir. İslam insanları iyiliğe, akrabalar ile alakaya ve muhtaçlara yardıma davet eder.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır.

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve hakir etmez (küçük düşürmez).

Aynı zamanda devlet, Müslümanları tutukluyor, onları cellatları eliyle işkence ederek katlediyor, ihtiyat adı altında bir kısmını diğer bir kısmına ispiyoncu kılıyor ve bu şekilde huzursuzluğa ve fesada yol açıyor.

İftira niteliğinde fikirler yaymakla suçlanıyoruz. Müslümanların NSS, İçişleri Bakanlığı ve ilgili görevliler tarafından yakalanması, aşağılanması ve işkence edilmesi mi bir iftiradır? Haydi bize kitaplarımız veya beyannamelerimizden herhangi birinde yer alan en ufak bir iftira gösterin! Biz müslümanlara bir müslüman, hristiyanlara bir hristiyan ve yahudilere bir yahudi olmaları vasfıyla hitap ediyoruz. Peki devletin işlemediğimiz suçlar nedeniyle, bizi sözde aşırılar, bölücüler veya dogmatistler olarak adlandırması bir iftira değil midir?

Devlet bizi “toplumsal ahlaki normları ihlal etmek” ile suçlamaktadır. Söyleyin bize, tüm bu normlar tatbik edilen sistemin sonuçları değil midir? Sahih sistemden sahih ahlaki normlar fışkırır. Fasid sistemlerden asla sahih ahlaki normlar çıkmaz. Bunun en belirgin delili, bugünkü hayatımızdır. Bu yönetim sisteminin çarpıklıkları, küfür sisteminin tabii sonuçlarındandır.

Tüm bunlara binaen şu sonuca ulaşabiliriz: tüm bu iddialar bir hiçtir. İspattan mahrum ve vakıaya terstir. CPC’nin 244 ve 159. maddelerine dayalı bu suçlamalar, aslında bakanlar kurulu altında bulunan Din Kurulu’nda bilirkişi olan N.Abdulhasan’ın uzman hakimlerine dayanmaktadır. Fakat bir bilirkişinin kararını esas alarak yapılan suçlamalar CPC’ye aykırıdır. Çünkü bilirkişi kendi uzmanlık alanı dışında kararlar alamaz, özellikle hukuk alanında... Buna rağmen, din işlerinde bilirkişi olan biri, aşırılık, bölücülük ve dogmatizm gibi kendi bilgi sahasının dışındaki terimlere el atabilmektedir. Bu CPC’nin 68 ve 172 inci maddelerine aykırıdır.

Sorgulama safhasında, sorgulayıcı (savcı) Zikrullayev A. CPC’nin 179. maddesinin alenen ihlal etti. Sorgulamaya tayin edilmesinden sonra ve sorgularken, bizi haklarımız konusunda bilgilendirmedi. Yine savcı ve hakim, bilirkişi kararını değerlendirirken CPC’nin 187. maddesini ihlal ettiler. Bilirkişi raporu olduğu gibi ve kesin gerçeklermişçesine değerlendirildi. Oysa değerlendirmenin diğer muhtemel delilleri de göz önünde bulundurarak yapılması lazımdı. Diğer taraftan gerçek şu ki; faaliyetlerimizin ne sorgulama sırasında ne de mahkeme duruşmasında, aşırılık, bölücülük veya dogmatizm terimleri kapsamına girdiği ispatlandı. Ve gelecekte de onlar bizi, bu terimler kapsamına kolay kolay dahil edemeyecekler. Çünkü Hizb-ut Tahrir, bu faaliyetlere metoduna muhalif faaliyetler olarak bakar.

Nihayi karara gelince; bu sorgulama uzmanının tayin edilmesinden sonra davalının katılımıyla belirlenebilir. Ancak bilirkişi kararı CPC’nin 187. maddesine aykırı olarak değerlendirmeye tabi tutuldu. Yani karar, kelime kelime yorumlama (zorlama çıkarım) metodu kullanılarak, CPC’nin 244. maddesine dayandırıldı.

Bu durum, CPC’nin 176. maddesindeki şu ifadeleri ihlal etmektir: “Eğer bilirkişi kararı şüpheliyse, eğer deliller yeterli değilse veya yürütme kuralları aşıldığı takdirde, diğer bir bilirkişi sorgulaması gereklidir.” Yeni bir sorgulama savcısı tayin edilmesi isteğimiz gerekçesiz olarak reddedildi ve böylece CPC’nin 11, 14, 17 ve 31. maddeleri tümüyle ihlal edildi. O yüzden biz herhangi bir tereddüt olmaksızın emin bir şekilde diyoruz ki; insan yapımı kanunlar asla insanoğluna uygun olamaz. Bunlar insanların ilişkilerini düzenlemekten mahrum bir biçimde kitap sayfalarında kalmaya mahkum olacak kanunlardır.

Hüküm vermede Allah (Subhanehu ve Te’ala)’dan daha doğru ve adil kim olabilir? Allah (Subhanehu ve Te’ala)’ya dua ediyorum ve O’ndan bize sapasağlam bir itimat, sarsılmaz bir cesaret ve demir gibi bir kuvvet vermesini niyaz ediyorum. Allah (Subhanehu ve Te’ala) yaptıklarımızdan hoşnut olsun ve bize O’nun davetini taşımada nusretini (yardımını) bir an evvel ulaştırsın. Bizleri O’nun zaferini ikame edenlerden ve Hilafet sancağı altında buluşanlardan kılmasını niyaz ediyoruz. Amin!

Hikmetov Husniddin Şerefoviç (sanık)

>>> Hikmet Husniddin Şerefoviç'in Katledilmesinden Sonra Hanımından Gelen  Mektup.............

Yukarı