Demokratik parlamento
seçimlerinde bir Müslüman’ın mevcut demokratik partileri desteklemesinin
ve seçimde oy kullanmasının anlamı ve şer'î hükmü nedir? Bu tür
seçimlerde Müslüman’ın tavrı ne olmalıdır? Oy kullanmalı mı,
kullanmamalı mı? Oyu veya faaliyeti ile bir partiyi veya milletvekilini
desteklemeli mi, desteklememeli mi? Bu konudaki şer'î hüküm nedir?
Evet,
bu soru çok önemlidir. Çünkü; Müslüman her hususta olduğu
gibi bu husustaki tavrından da Allah katında sorgulanacaktır.
Onun için böylesi sorulara cevap aramadan ve şer'î hükmü
bilmeden amel etmemelidir. Ancak bu soruyu sadece tartışmak için
sormamalı, bilakis o hususta Allah’ın hükmünün ne olduğunu
yani şer'î hükmün ne olduğunu gerçekten ciddi olarak hakkı
tespit etmek gayreti ile öğrenmek ve öğrendiği şer'î
hükmün gereğince amel etmek için sormalıdır. Çünkü o,
Allah’ın hükmüne teslim olma bilincinde bir Müslüman’dır,
başıboş bir mahluk gibi heva ve hevesi ya da aklı ile amel
etmez. Aklını vakıayı anlayıp Allah’ın hükmünü, Allah’ın
hitabını ortaya koyan şer'î delillerden çıkartmak için
kullanır. Öyle olmalıdır. Çünkü İslâmi şahsiyete sahip
olmanın temel öğesi budur.
I-
DEMOKRATİK PARLAMENTO SEÇİMİNİN ANLAMI
Demokratik
sistemin yasama kurumu olan parlamentoya üye seçimidir. Yani
insanların toplumsal yaşantılarında, bireylerin
birbirleriyle, devletle, sosyal, ekonomi ve siyasî işlerinde
uyacakları kuralları, hükümleri, ölçüleri, emir ve
yasakları, kanunları belirleyen kurumun üyelerini seçme işidir.
İslâmi açıdan bunun anlamı şirktir. Yani; “Hüküm
ancak Allah’a aittir” hakikatına terstir. insanların
yaşantısına hüküm koymakta, ya Allah’ı hiçe saymak ya
da O’na ortak koşmak demektir. İşte bu seçime katılmak
bir takım insanları milletvekili sıfatı ile bu şirki
işlemeye itmek demektir. Bu o kişiye yapılabilecek en büyük
kötülük ve zulümdür. Zira o kişi, parlamentonun
komisyonlarına katılarak veya genel kurul oylamalarına
katılarak yasama faaliyetlerine Allah’ın hükümranlığını
hiç kabul edip, milletin egemenliğini esas kabul eden mevcut
anayasanın çerçevesinde katılarak şirk işlemine, cürmüne
isteyerek ya da istemeyerek ortak olur. İsteyerek ve
benimseyerek katılınca şüphesiz müşrik olur.
Benimsemeyerek katılırsa en azından fasık yani günahkar
olur. Yasama faaliyetlerine katılmayıp da o faaliyetlerin
yapıldığı esnada orada oturursa, pasif üyelik yaparsa o
zaman da günahkar olur. Çünkü Allah’a açıkça isyanın
yapıldığı bir yerde Müslüman tepkisiz bir şekilde o cürümü
işleyenlerle beraber oturup kalamaz. Zira Allah’u Teâla şöyle
buyurdu:
“Ayetlerimiz
hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde
onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol
(meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa
hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğu ile
oturma.” (En’am: 68)
“O,
Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar
edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman,
onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle
beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette
Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya
getirecektir.” (Nisa: 140)
Görüldüğü
gibi ayet-i kerimelerde Allah’u Teâla, Allah’ın
ayetlerinin inkar edildiği ya da alaya alındığı yani şeri
hükümlerinin hiçe sayıldığı yerlerde tepkisizce oturup
kalmayı kesinlikle nehyediyor. Çağdaş şirk sistemlerinden
biri olan demokratik sistemin yasama organı olan parlamentoda
Allah’a karşı en büyük isyan, cürüm işleniyor. “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ile “hüküm
(egemenlik) ancak Allah’a aittir” hakikati inkar
edilerek “millet” ilah yerine konuluyor. Böylelikle
Allah (cc) ya inkar ediliyor ya da O’na küstahça şirk
koşuluyor. Küfür ve şirk elbette ki Allah katında en büyük
cürümdür, zulümdür, tağutluktur, sapıklıktır,
cahiliyyedir. İşte bununla ilgili bazı ayeti kerimeler:
“Hüküm
ancak Allah’ındır. O da, kendisinden başkasına kulluk
yapmamanızı emretmiştir. işte dosdoğru din budur. Fakat
insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
“Aralarında
Allah’ın indirdiği ile hükmet-yönet ve onların
arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından
seni saptırmalarına dikkat et. Eğer (Allah’ın hükümlerinden)
yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının
bir kısmını onların başına bela etmek ister. insanların
bir çoğu da zaten fasıktırlar (yoldan çıkmışlardır).
Yoksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar?
iyi anlayan bir topluma göre hükmü bakımından Allah’tan
daha iyi kim vardır?” (Maide: 49-50)
“Sana
indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri
sürenleri görmedin mi? zira onlar tağutla (Allah’ın
indirmediği sistemlerle) yönetilmek istiyorlar. Halbuki onu
(tağutu) inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları büsbütün
saptırmak istiyor.” (Nisa: 60)
“Hayır,
Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan antlaşmazlık
hususunda seni (şeriatı) hakem kılıp sonra da verdiğin hükme
(şeriatın hükmüne) içlerinde hiç bir sıkıntı
duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.” (Nisa: 65)
“Kim
Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse
işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
“Kim
Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse
işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45)
“Kim
Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse
işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 47)
“Muhakkak
ki şirk en büyük zulümdür.” (Lokman: 13)
Bu
ayeti kerimelerin ışığında görüldüğü gibi Allah’ın
indirdiği ile yönetmemek, Allah’ın indirdikleri hükümlere
rağmen; kendinden hükümler, yasalar ortaya koyarak insanları
yönetmeye kalkmak gerçekten en büyük isyandır, zulümdür.
İşte demokratik sistemin yasama organında yapılan da budur.
O halde oraya üye olması için birisini oyla da olsa
desteklemek, o kişiyi günah işlemeye, en azından zalim ve
fasık olmaya itmek ve o yolda desteklemek demektir. Halbuki bir
Müslüman’ın takınacağı tavır, oy vermeye davet etmek ve
ona koşmak değil bilakis oy vermekten kaçmak ve sakındırmak
olmalıdır. Zira Allah’u Teâla günahta değil takvada yani
Allah’ın hükümlerine sarılmakta yardımlaşmayı
emrediyor:
“İyilik
ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma)
hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın.
Allah’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü
Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)
Resulullah
(s.a.v) şöyle buyurdu: “İster zalim olsun, ister mazlum
(mümin) kardeşine yardım et.” Oradan bir adam; “Ya
Resulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise
nasıl yardım edebilirim? Dedi. Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurdu: “Onu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. işte bu ona
yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)
II-
ŞER'Î HÜKÜM VE TAVRIMIZ
Şu
halde biz Müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız,
ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı Müslümanları
şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir.
Bu işten Allah’a sığınmalıyız. Tavrımız;
hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve
zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti
sistemi tüm kurumları ile ret edip hayatımızdan söküp
atmak ve Allah’ın dinini hakim kılmak için Allah’a dayanıp,
Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve
sebatla çalışmak olmalıdır. Küfür ve ehline taviz
vermemeli, hakkı izhar edip batılın tepesine balyoz gibi
indirmeliyiz. Hakkı anlatıp batılı inkar ederken insanların
zulmünden ve şerrinden hiç korkmamalıyız. Laikliğin,
demokrasinin, milliyetçiliğin, pragmatik düşüncenin
kapitalizm ve sosyalizmin küfür olduğunu, batıl olduğunu,
hakkın ancak Allah’ın dini İslâm olduğunu, İslâm’ın
tek doğru ve bütün dinlerin, ideolojilerin, fikirlerin,
nizamların üstünde olduğunu, insanların yaşantısına
ancak onun hakim olması gerektiğini onun dışındaki bütün
din ve nizamların red olunması gerektiğini söylemek ve bunun
tahakkuku için çalışmak olmalıdır.
İşte
demokratik parlamento seçimlerinin anlamı, şer'î hükmü ve
bunun karşısında Müslüman’ın takınması gerektiği
tavır budur. Böylesi seçimlerde tavrımız ne olmalıdır?
diyen kimse eğer bunda samimi ise, bu şer'î hükmü ve
tavrı alır ve gereğince amel eder. Yani “işittik, itaat
ettik” der. “İşittik, isyan ettik”
diyenlerden olmaz. Allah’ın hükmü karşısında akıl,
mantık yürütmeye kalkmaz. Bilakis Nisa suresi 65. ayet-i
kerimesinde belirtildiği gibi şer'î hükmü içinde bir sıkıntı
duymaksızın alıp tam teslimiyetle uygular.
Bu
hususta şer'î hükmün ve tavrın bu olduğu ortaya konunca,
İslâm adına hareket ettiğini söylerek, Müslümanların büyük
bir kısmını da etkileyen bazı şahıs ve çevreler şöyle
itirazda bulunuyorlar:
III-
BAZI İTİRAZLAR VE YAKLAŞIMLAR
1-
“Evet demokrasi küfürdür. Parlamentoya girip onun çalışmasına
katılmak da en azından haramdır. Fakat bizim orada
adamlarımız olsa, bu Müslümanların faydasına olmaz mı?
Demokratik parti ile İslâm Devleti kurulmaz, fakat o partinin
parlamentoda olması hatta hükümet olması, Müslümanların
İslâmi faaliyetlerine kolaylık sağlar. Yollarını açar.
Onun için Müslümanların bu seçimlere katılıp İslâm’ın
gelmesini isteyen şahıs ve partileri desteklemeleri gerekir.
Aksi halde Müslümanların menfaatlarına karşı çıkmış,
parlamentonun tamamen İslâm düşmanlarının eline geçmesini
sağlamış olurlar” diyorlar.
2-
“Biz hakkı açıkça söylersek batıl ehli, laikler,
Kemalistler ve onların güdümündeki subay ve generaller bizi
ezerler, hapse atarlar, işlerimizden ederler, hiç bir İslâmi
faaliyete izin vermezler. Onun için biz onların şerrinden
korunabilmek maksadı ile onların aralarına girmeli ve
onlardan görünmeliyiz. Biz de demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz,
milliyetçiyiz demeliyiz. O zaman onlar bize tavır almazlar.
Biz de böylece daha rahat çalışarak güçleniriz. Onun için
demokratik parti kurmalı ve onu seçimlerde desteklemeliyiz.
Yoksa yok oluruz.” diyorlar.
3-
“Bizim öyle sert, katı, uzlaşmaz bir görünüm ortaya
koymamıza gerek yok. Çünkü hoşgörülü, yumuşak, sevgi
ile muamele her kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm
insanlarla ya dinde kardeşiz ya da hilkatte kardeşiz. Müslüman
olsun olmasın her insana sevgi ile muamele etmeli, hoşgörülü,
uzlaşmacı olmalıyız. O zaman onları da karşımıza almış
olmayız. Onların bize düşmanlık yapmalarından,
zararlarından korunmuş oluruz. İslâm’a hizmet
faaliyetlerimizi de bir yandan sürdürürüz.” diyorlar.
IV- BU
YAKLAŞIMLARA CEVAPLAR
Şimdi
bu yaklaşımları müminler için hidayet, nur olarak
gönderilmiş olan Kur’an ve Sünnet ışığında
inceleyelim. İncelememize geçmeden önce şunu hemen
belirtelim ki; bu yaklaşımların hiç birisi de İslâmi
zihniyet ürünü değildir. Evet, bu yaklaşımları ortaya
koyanlar her ne kadar Müslüman olduğunu söyleyen ve onların
tesirinde kalan Müslüman kimseler olsalar da İslâmi zihniyet
ürünü değildirler. Zira İslâmi zihniyette Allah’a kul
olma bilinci esastır. Bu bilinç kişiye sadece Allah’a
teslim olmaya, sadece O’na dayanmaya ve itimat etmeye ve
sadece O’nu razı etme gayesine iter. Onun amellerinin
ölçüsü helal-haram, sevap-günahtır. Onun fikri ve hükmü
sadece Kitap ve Sünnetten alınandır.
Yukarıda
belirtilen yaklaşımları ortaya koyanlar, bu
yaklaşımlarını Kitap ve Sünnetten almayıp vakıadan
almışlardır. Kitap ve Sünnete başvursalardı bu
yaklaşımları bulamayacaklardı. Bilakis tam aksi bir
yaklaşım bulacaklardı. Şimdi Kitap ve Sünnet ışığında
bu yaklaşımları inceleyelim:
1- Bu
yaklaşım tamamen pragmatik bir yaklaşımdır. Yani ameli
neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme
yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı temel ölçü kabul
etme yaklaşımı. “Faydalı olan şey iyidir,
yapılmalı, zararlı olan şey kötüdür, yapılmamalı”
anlayışı. Yani aklı iyi-kötü, hayr-şer hususunda hakem
kılmaktır.
Halbuki
Müslüman için asıl olan; Allah katındaki iyi-kötü, hayr-şer’dir.
Onu da akılla bilemeyeceğimize göre Allah’ın indirdiğine
başvurarak yani şeriatına başvurarak O’nun hayr dediğini
yapmak, şer dediğinden kaçınmak esastır. Hayr ve şerri,
iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini belirleyen şeriattır,
akıl değil!. İşte bunun böyle olduğunu gösteren bir kaç
ayeti kerime:
“Hoşunuza
gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin
hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir.
Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Siz
bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara: 216)
Demek
ki, hayr ve şerrin tayini bizim duygu ve aklımızla değil,
Allah’ın ilmine bırakılmıştır. Allah’ın ilmini de
Resul’ün getirdiğinden alabiliriz. Başka bir yerden değil.
Bunu da Allah’u Teâla şöyle emretti:
“Resul
size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden nehyetti ise ondan
kaçının.” (Haşr: 7)
Resul
(s.a.v) de şöyle buyurmaktadır: “Bizim dinimizde olmayan
her iş red edilir.” (Buhari, K. Buyu’; Müslim, K.
Akdiyye, 3243)
Müslümanlar
için menfaatin değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu
şu ayeti kerime açıkça ortaya koymaktadır:
“Sana
şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisi de büyük
günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her
ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.”
(Bakara: 219)
Görüldüğü
gibi Allah’u Teâla bu ayet-i kerimesinde menfaati değil, günahı
esas kılmıştır. Demek ki; bir hususta insanlar için bazı
menfaatler ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı?
Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir
Müslüman için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbinin
huzuruna çıkmamasıdır.
Şimdi
bunu demokratik parlamento seçimlerine indirirsek; demokratik
parlamentoya girmekte bazı menfaatler olabilir. En azından
öyle zannedilebilir. Fakat orada bulunmakta günah da vardır.
Bunu yukarıda izah ettik. Şimdi ne yapılmalı? O günahı
işleyerek o menfaatleri elde etmeye mi çalışılmalı? Yoksa
günah işlemeyip o menfaatlerden vaz mı geçmeli? İşte
bununla imtihan oluyoruz. Elbette ki günah işleyerek o
menfaatleri elde etmeye çalışmamalıyız. O menfaatler
uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi halde hem
dünyada hem Ahirette Allah’ın yardımından yoksun kalırız
da perişan ve hüsran oluruz. Allah’u Teala şöyle
buyuruyor:
“Allah
size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse
yoktur. Eğer sizi (yardımsız) bırakıverirse, O’ndan sonra
size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip
dayanmalıdırlar.” (Âl-i imran: 160)
2-
Onların şerrinden emin olmamız için onlardan görünmeliyiz,
diye özetlenebilecek olan bu yaklaşımı Allah, kendisine güvensizlik
ve kalpte hastalık olarak vasfetti. Hiç tasvip etmediğini de
şöyle bildirdi:
“Ey
iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veli (dost ve
yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler. İçinizden
onları veli edinenler, onlardandır. şüphesiz Allah zalimler
topluluğuna yol göstermez.”
Kalplerinde
hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden
korkuyoruz’ diyerek onların arasına koştuklarını görürsün.
Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir emir/azap
getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı
pişman olacaklar. (O zaman) iman edenler; ‘Bunlar mı bütün
güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’
diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de
hüsrana uğramışlardır.” (Maide: 51-53)
Görüldüğü
gibi Rabbımız Allah’u Teâla, iman edenlerin dikkatini
çekerek kafirleri dost ve yardımcı edinmemeye davet ediyor.
Yahudi ve Hıristiyanları zikretmesi cüzü zikredip, küllü
kastetmesidir. Yani bu konu bütün kafirleri kapsar. Onları
veli (dost ve yardımcı) edinmek onların istediği çizgide
olmak demektir, onlara tabi olmak demektir. Çünkü Allah,
onları veli edinenleri onlardan saydı. Yani onlar gibi oldu,
onlar gibi davranıyor, onların çizgisinde bulunuyor saydı.
Ki bu, elbette zulümdür. Bu zulüm üzerinde inatla ısrar
edenleri de kendi hallerine terk etmekle tehdit etti.
Bu
ayetin mefhumunu günümüze indirirsek; iman ettiğini söyleyen
bir kimse, ben demokratım, milliyetçiyim, laikim,
cumhuriyetçiyim, Atatürk de bizden olurdu gibi laflar ve yaklaşımlarla
demokrat, laik, cumhuriyetçi, milliyetçi, Kemalist kafirlerin
çizgisinde olduğu görüntüsü vermeye çalışmamalıdır.
Aksi halde Allah onu da onlardan sayar da o kişi zalimlerden
olur. Bir Müslüman onların çizgisinde olamaz. Onların
çizgisinde olmadıkça onları razı edemez. Onları razı
edecek olursa Allah’ı razı edemez. Bunun böyle olduğunu
bir başka bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Dinlerine
uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı
olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur.
Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan,
andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı
vardır.” (Bakara-120)
Maide
suresinin 52. ayetinde Allah onlardan görünme gayreti ile
onların arasına koşuşmayı “hastalıklı kalp” olarak
vasfedip, kesin ve de çok sert bir şekilde zemmetti. “Demokrasi,
laiklik, vatancılık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik,
Kemalizm” gibi çağdaş putlara yapılan övgülere katılmak,
onların korosu içerisine girmek ve o koroya katılmaya
koşuşturmak, çağdaş put hanelerden anıtkabire ve
parlamentoya koşuşturmak, işte bu zemmin kapsamındadır.
Allah’u Teâla onların bu işi yaparken gösterdikleri
mazereti de yani “başımıza bir felaketin gelmesinden
korkuyoruz” bahanesini de kesinlikle reddediyor. “Bizi hapse
atarlar, işimizden ederler, asarlar, keserler, onun için
onlardan görünüyoruz. Onun için demokrat, laik, milliyetçi,
vatancı, cumhuriyetçi, Kemalist gözüküyoruz” bahanesini
de reddediyor. Ve bu tutum içinde olanları tehdit ediyor.
Allah’ın fethi ya da azabı ile tehdit ediyor. Allah’ın
fethi geldiğinde müminler onları bu tutumlarından dolayı
cezalandırırlar. Onun için pişman olurlar, ya da Allah’ın
azabı gelir onun için de pişman olurlar. Böylesi batıl, geçersiz
mazeretler ile çağdaş demokratik sistemin yasama organına
koşuşturmakla bu uğurda mallarını, vakitlerini harcayan
kimseler sevap ummalarına rağmen şer'î hükme bağlanmamaktan
dolayı amellerinin boşa çıkmasından ve böylelikle hüsrana
uğramaktan korksunlar. Çünkü Maide suresinin 53. ayetinde bu
tehdit vardır.
Biz
bu yaklaşımın yanlışlığını da bu ayeti kerimelerin
ışığında göstermek istedik.
3-
Kafirlere, zalimlere hümanist duygularla yumuşak, hoşgörülü,
uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına gelince bunu da
Allah’u Teâla kesinlikle reddediyor:
“O
halde (hakikati) yalanlayanlara tabi olma. Onlar isterler ki,
sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak
davransınlar.” (Kalem: 8-9)
Görüldüğü
gibi ayeti kerimede Allah’u Teâla Resulü’nün şahsında
onun ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı
yasaklıyor.
Allah’u
Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık bildirerek onlara
karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklıyor:
“Ey
iman edenler! Kendi dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş
edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar.
Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten,
kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden)
belli olmuştur. içlerinde sakladıkları (düşmanlıkları)
ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, herhalde
ayetlerimizi size açıklamış oluruz.
işte
siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz
onları seversiniz. Siz bütünüyle Kitaba inanırsınız.
Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında inandık derler.
Kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden
dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle geberin! deyiver.
Size
bir iyilik hafifçe dokunursa, bu onları tasalandırır.
Başınıza bir musibet gelirse, buna da sevinirler. Eğer
sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir
zarar vermez. şüphesiz Allah, onların yaptıklarını
çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmran:
118-120)
İşte
bu ayet-i kerimelerle Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü
bize böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor. Bu hakikatleri
bildikten sonra biz Müslümanların onlara karşı tavrı
elbette hoşgörü sevgi değil de nefret ve düşman tavrı
olmalıdır. Onlara sevgi gösterileri hem boşunadır hem de
Allah’u Teâla’nın tasvip etmediği bir tavır olur.
Onlar
bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik istemediklerine göre “gelin
demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile
istediklerinizi elde edin” diyorlarsa bilelim ki bu bizim
hayrımıza değildir. Eğer aklediyorsak onların bu
davetlerine icabet etmeyiz. Eğer icabet ediyorsak çok aptalca,
akılsızca bir iş yapıyoruz. Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz
demektir.
Onların
bize karşı kurdukları hile, tuzak ve düşmanlıklarından
kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve
onlardan görünme gayreti içine düşmek onların arasında
koşuşturmak değil sadece ve sadece Allah’ın şeriatına
bağlanmaktır. Bunu Allah (cc) şöyle bildirdi:
“Eğer
sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiç
bir zarar vermez. şüphesiz Allah onların yaptıklarını
çepeçevre kuşatmıştır.”
(Âl-i
imran: 120)
Demek
ki; “şer'î hükümlere göre davranırsak kafirler bizi
yok ederler” düşüncesi bu ayeti kerimenin mefhumuna
tamamen ters düşer. İlmiyle her şeyi çepeçevre kuşatan
Allah’tan daha iyi kim bilebilir ki. O, siz şeriata
bağlanıp sabırlı olun, onların hile ve tuzakları size bir
zarar veremez, diyorsa Müslüman’a düşen, Rabbisinin bu sözüne
güvenip teslim olmaktır. Bunun dışındaki bütün tavır ve
yaklaşımlar kesinlikle gayri İslâm’idir.
SONUÇ
Bu
izahatlara demokratik seçimlerde Müslüman’ın tavrı ne
olmalı sorusuna cevap vermeye çalıştık.
Bazı
kimseler bu izahatları da, nasihatleri da işittiği halde şöyle
bir itirazla yine de o yanlış, batıl tutumlarında ısrar
ediyorlar. “Efendim, bu kadar alimlerimiz var, onlar bunu
bilmiyorlar mı? O kadar alim bizim bu demokratik parlamento seçimlerine
katılmamıza bir şey demiyor, hatta davet ediyorlar. Onun için
biz de onlara tabi oluyoruz” diyorlar.
Bu
yaklaşımda onlara kardeşlik duyguları içinde sesleniyoruz.
Ey
kardeşlerimiz! Aklınızı başınıza alın!
Biz Müslümanlar
alimlerimizi sever, sayarız, fakat Rabler ittihaz etmeyiz. O
halde alimleri Rabler ittihaz eden Yahudi ve Hıristiyanlar gibi
olmayınız!.. Yukarıdaki ayetler ve hadisler ışığında bu
meseleyle ilgili Allah’ın hükmü gayet açıkken hiç bir
alimin ters bir fetva verme yetkisi yoktur. Fetva vermeye
kalkarlarsa, o ancak heva ve hevesinden bir fetva olur ki bu red
olunur. Ona rağmen biz o alimlerimize tabi oluruz diyenler ve
onlara tâbi olanlar, Ahirette Allah’ın huzurunda hüsrana uğrayacaklarını
Allah’u Teâla ayet-i kerimesinde şöyle bildirdi:
“Yüzleri
ateşte evirilip çevrildiği gün, eyvah bize! Keşke Allah’a
itaat etseydik, peygambere itaat etseydik! Derler. Ey Rabbimiz!
Biz efendilerimize ve büyüklerimize, liderlerimize uyduk da
onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap
ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov derler.”
(Ahzab: 66-68)
Evet
şer'î hüküm ortada iken biz hocalarımızın, üstatlarımızın,
efendilerimizin yolunda gideceğiz diyenler bu ayetlerle muhatap
olurlar.
Sözün
özü, biz Müslümanlara düşen; çağdaş şirk, tağuti,
cahiliyye sistemi olan demokratik sistemin seçim arenalarında
ömür tüketmek değil de o pis sistemi, şer'î hükümlere bağlanarak
ve Allah’a dayanarak söküp atmak için çalışmak ve onun
yerine dünya ve ahirette aziz ve de mesud kılacak olan, İslâmî
hayatı tekrar hakim kılıp İslâm’ı aleme nur ve hidayet
olarak tatbik ve cihad ile taşıyacak olan Raşidî Hilâfet
Devleti’ni kurmak için ihlasla çalışmaktır. O zaman Allah
yar ve yardımcımızdır.
Necati
ERDEM