Kâfirler,
yüzyılı aşkın bir süreden beri aralıksız sürdürdükleri
yoğun çabalarının semeresini yetmiş dokuz yıl önce, yine
böyle bir günde, 3 Mart 1924’te toplayabilmişlerdi. Bu
musibetli olay, komplo ve entrikalardan sonra hain İngiliz
uşağı Mustafa Kemal’in, sözde Atatürk(!)’ün, Büyük
Millet Meclisi’nin Hilafetin ilgasına muvafakat verdiğini
ilan etmesiyle meydana gelmiştir. Bundan önce de aynı adam,
laik (dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunu da ilan
etti. Böylece Birinci Dünya Savaşı’nda küffarın işgal
ettiği İslam beldelerinin sorumluluğundan yüzünü çevirmiş
oldu.
İşte
bu günden sonra İslam Ümmeti tarifi, zor kötü bir hayata
duçar oldu. Her bakımdan İslam düşmanlarının egemen
olduğu güçsüz, zayıf devletçiklere bölündü.
Müslümanlar kâfirlerin baskı ve zulümleri altında zillet içinde
yaşar hale geldiler. Keşmir, Filipinler, Tayland, Çeçenya ve
Irak’ta, Bosna-Hersek, Afganistan, Filistin ve diğer İslam
beldelerinde Müslümanlar türlü türlü eziyetlere maruz kaldılar.
Öyle ki; Müslümanların bu acınacak halleri araştırma ve
istatistiklere malzeme olmaya başladı. Kaç yüz binler
katledildi? Kaç milyonu mülteci durumuna düştü? Kaç on
binlercesinin ırzına geçildi? Kaç tanesi?... Kaç tanesi?...
Ve kaç tanesi?...Gazete okuyup haber dinleyen hiç birimiz
yoktur ki, haberlerin çoğunluğunun Müslümanların
katledildiği, zulme ve zillete uğradığı hakkında olduğunu
görmesin.
İslam
Ümmetinde nice zulme uğrayan Müslümanlar vardır ki; halini
şikayet edecek bir kimsesi yok! Nice kanı heder olan masum Müslüman
vardır ki; sığınacak bir mercii yok! Nice ırz ve namusları
kirletilmiş pak ve nezih Müslüman kadın ağlıyor ki;
intikamını alacak kimsesi yok! Geçmişte İslamî yönetim,
kâfirlere insaf edip, onları himaye ederdi. Günümüzde de
mazlum Müslümanlara insaf edip, onların ırzlarını himaye
eden yoktur.
Ey Müslümanlar!
İşte
halimiz ortada!.. Müslümanların zulüm ve işkence altında
inlediğini, malları ve kanlarının heder olduğunu görüp de
hangimizin gözünden yaşlar akmıyor! Kulakları çınlatan, tüyleri
diken diken yapan Müslüman kadınların feryadını
duyduğumuzda hangimizin yüreği acıdan parçalanmıyor! Irak
ve Afganistan’da Amerika ve İngiltere’nin elleriyle,
Filistin’de Yahudilerin elleriyle soğukkanlı bir vahşetle
masum Müslüman çocukların öldürüldüğüne şahit olan
hangimiz, kin, nefret ve öfkeyle dolmuyoruz!? Allah’a and
olsun ki, eğer Allah’a iman etmeseydik ve O’na gerçek
manada güvenmeseydik, dünyanın her tarafında Müslüman
kardeşlerimize yapılanlar karşısında her birimiz
kahrımızdan ölürdük. Ümmetinin her tarafta yıkık-dökük,
paramparça, zayıf ve perişan olduğunu gören her Müslüman
için hayat elbette meşakkatli, zor ve kederli oldu. Zira
ümmet gücünü, heybetini ve izzetini kaybetti.
Evet!..
Maalesef ümmet, İslam bayrağı altında yaşadığı günlerdeki
gibi değil... Hilafet Devleti’nin hüküm sürdüğü o
günlerde İslam Ümmeti hiç bu hale düşmedi! O Hilafet
Devleti ki; sömürgeci kâfirlerin çizdiği sınırlar ile
ümmeti bölmedi, aksine birleştirdi. Zalimlerin hakimiyetine
imkan sağlayan kanunlar çıkarmadı. Nitekim Müslümanlar tek
meşru siyasi otorite olan Halifenin hakimiyeti altındaki
İslam ülkesini baştan başa gezerken, kimse onlara sınır
muamelesi yapıp pasaport sormazdı. Kimse onlara yabancı
muamelesi yapmazdı. Müslümanlar, Hilafetin izzetiyle İslam’ın
izzetini gördüler. Hilafet bayrağı gölgesinde Müslümanlar
dünyanın efendisi idiler. Çünkü Hilafet otoritesi; İslam’ı
tatbik ediyor, İslam risaletini nur ve hidayet olarak tüm
cihana taşıyordu. Şanıyla şerefiyle geçmişte var olan o
Hilafet bugün nerede?! Neden yok? Muhakkak ki, o vardı fakat
onu yıktılar ve bir nizam olarak ilga ettiler (kaldırdılar).
Tıpkı bunun gibi Allah’ın izniyle yeniden tekrar
kurulacaktır.
Ey Müslümanlar!
Türkiye’de,
Hilafet’in yıkılışını bize diğerlerinden daha çok hatırlatan
bir unsur hâlâ var. Bu unsur, Türkiye yöneticilerinin Atatürk
İlke ve İnkılapları diye iftihar ettikleri şeydir.
Öyle ki; Mustafa Kemal’in İngiliz efendilerini razı etmek için
uygulamaya koyduğu bütün bu inkılaplar, İslam’a, Hilafet
Devleti’ne ve onu hatırlatacak, ona götürecek her vesileye
karşı yapılmıştır. İngilizler, Türkiye’nin bağımsızlığını
tanımak için Lozan Konferansı’nda şu dört şartı
koştuklarında, İslam Ümmeti o günlerde hayatının en zor dönemini
yaşıyordu. Bunlar:
1.
Hilafet tam manasıyla ilga edilerek Halife ülke sınırları
dışına sürülüp servetine el konulacaktır.
2.
Türkiye, Hilafet taraftarlarının yürüttüğü her
hareketi yok etmeyi taahhüt edecektir.
3.
Türkiye, İslam ile bağını koparacaktır.
4.
Türkiye, İslam şeriatından elde edilmiş anayasasının
yerine laik bir anayasa benimseyecektir.
Bunun
üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıyor. Mustafa
Kemal meclise şöyle sesleniyor: ”Beş asırdan beridir
Türk köylüleri, İslam ve Hilafet için savaşıp
ölmüyorlar mı!? Türkiye’nin kendi maslahatına
bakmasının, Araplara ve Hindistanlılara aldırmamasının
zamanı gelmiştir. Artık Türkiye kendisini İslam
ülkelerinin liderliğinden kurtaracaktır.” Aynı
adam, Hilafetin ilgası ile ilgili tutanaklarda da şöyle
demektedir: ”Ne olursa olsun, tehdit altındaki
Cumhuriyet korunmalıdır ve sağlam ilmi temeller üzerine
oturtulmalıdır! Bu nedenle Halife ve Osmanlı hanedanı
kendilerine ait her şeyle birlikte gitmelidir. Eski dini
mahkemeler ve kanunlar yerine çağdaş kanun ve mahkemeler
getirilmelidir. Din adamlarının okulları, yerlerini laik
devlet okullarına bırakmalıdır.”
3
Mart 1924 sabahı, Büyük Millet Meclisi’nin
Hilafetin ilgasını ve dinin devletten ayrılmasını kabul
ettiği ilan edildi. Aynı gece Mustafa Kemal İstanbul’un
valisine şafak sökmeden önce II. Abdulmecid’in
Türkiye dışına çıkarılmasını emretti. Bunun üzerine
vali bazı polisleri de korumacı olarak yanına almak suretiyle
gece yarısı Halifenin köşküne gitti. Halife, kendisini
ülke sınırlarının dışına çıkaracak arabaya binmesi için
zorlandı. İki gün sonra Mustafa Kemal, Halifenin bütün aile
fertlerini bir araya toplayıp ülke dışına sürdü. İşte
bu şekilde Hilafet yıkıldı ve Mustafa Kemal, Lozan
Konferansı’nda İngiliz Dışişleri Bakanı Kurzon’un
istediği şartları yerine getirmiş oldu. Böylece Lozan Antlaşması’ndaki
taahhütler 1924’te tamamlandı ve Türkiye bağımsız bir
devlet olarak tanındı. İngiltere Umum Meclisi’ndeki bazı
parlamento üyeleri, Türkiye’nin bağımsızlığını
tanıdığı için Kurzon’a saldırdığında o şu cevabı
vermişti: “Biz Türkiye’nin işini bitirdik. Bugünden
sonra bir daha asla ayağa kalkamayacaktır. Çünkü biz onun
gücünü aldığı iki şeyi, İslam ve Hilafet’i yok ettik.”
İşte
o günlerde Müslümanların siyasi varlığı ortadan
kaldırıldı. Aslında o dönemde silaha sarılarak namluyu bu
hain ajana doğrultmak, İslam Ümmeti üzerine farzdı. Zira o,
Dar-ul İslam’ı Dar-ul Küfre çevirmiş ve kâfirlere daima
hayalini kurdukları pahalı umutları vermişti. Fakat İslam
Ümmeti, o zaman yenik ve fikri seviyesi düşük bir durumdaydı.
Böylece bu cürüm cereyan etti. Hilekâr ve düzenbaz
kâfirler, İslam beldelerinin ve halklarının dizginini
ellerine almayı başardılar ve onu paramparça ettiler. Tek
bütün olan ümmeti kavimlere, milliyetlere ve ırklara böldüler.
Tek ülkeyi vatanlara ve bölgelere parçaladılar. Aralarına
sınırlar ve setler çektiler. Yek vücut Hilafet Devleti’ni
onlarca karton devletçiğe çevirdiler. Başlarına kâfir
efendilerinin emirlerini yerine getirecek ajan yöneticiler atadılar.
Yönetimde, ekonomide, uluslararası ilişkilerde, içişlerinde
ve mahkemelerde İslam Şeriatı’nı kaldırdılar. Dini
devletten ayırıp İslam dinini, Nasrani (Hıristiyan) dini
gibi sadece bazı ibadetlerle sınırladılar. İslam
hadaratını ve düşüncesini kökünden sökmek için çalıştılar
ki, yerine Batı fikirlerini ve hadaratını yerleştirsinler.
Ey Müslümanlar!
Gerçek
şu ki; İslam Ümmeti ancak İslam hayatta olduğunda ve
Hilafet Devleti hükmettiğinde izzet ve şerefe kavuşmuştur.
İşte bugün ümmet; Hilafeti, ilgasının 79. yılında
anarken yine küfür hükümlerinin altında bitkin düşmüş,
başı koparılmış, bedeni parçalanmış, Rabbinin indirdiği
dinin nimetinden mahrum, kendisi ile hak ve adalet timsali
Raşidi Hilafet arasına engeller girmiş ve başlarındaki yöneticiler
İslam akidesinden kaynaklanmayan küfür kanunları ve
nizamlarıyla onları yönetir olmuştur. Zira unutmayalım ki;
Hilafet Devleti İslam hükümlerinin bir bütün olarak tatbik
edilmesi için temel bir unsurdur. Öyle ki bu, İslam’ın
meşru kıldığı ve İslam hükümlerinin uygulanması için
belirlediği yegane metottur. Ayrıca İslam’ın bütün beşeriyete
gönderilmiş bir nur ve hidayet olması itibariyle, onun bütün
cihana taşınmasının tek yolu da Raşidi Hilafet Devleti’dir.
Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“Aralarında
Allah’ın indirdikleriyle hükmet onların arzularına uyma.
Onların, Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni
saptırmalarından sakın!” [Maide: 49]
Şüphesiz
ki, Allah Subhanehu ve Teâlâ İslam Ümmetinin tekrar özüne
dönmesini, düşüşünden sonra ayağa kalkmasını ve
kurtuluşunun ancak ve ancak Hilafet Devleti’yle olacağını
idrak etmesini takdir etti. Zira İslam akidesinden sonra İslam’ın
en temel esası Hilafet Devleti’dir. Çünkü, hilafet olmaksızın
İslam beldeleri paramparça ve halkları da darmadağın
kalacaktır. Yine Hilafet olmaksızın sömürgeci, Haçlı küfür
devletleri başımızda hükmederek, servetlerimizi çalıp götürmeye
ve aramızda bölücülük yapmaya devam edeceklerdir. Hilafet
olmaksızın Yahudiler, mukaddesatımızı çiğnemeye ve
Filistin’de kardeşlerimizi öldürüp kanlarını heder
etmeye devam edeceklerdir. Hilafet olmadıkça Bosna’da,
Çeçenistan’da, Afganistan’da, Irak’ta, Keşmir’de,
Özbekistan’da ve diğer ülkelerde Müslüman halklar, bir
kurtarıcıları olmadan katledilmeye, mülteci durumuna düşürülmeye,
camileri yıkılmaya, ırzları ve namusları kirletilmeye devam
edilecektir. Hilafet olmadıkça onu kurmak için gerçekten
çalışanların dışındaki Müslümanlar namaz kılsalar da
oruç tutup, zekat verip, hacca gitseler de günahkâr olup,
Allah’ın gazabına muhatap olmaktan kurtulmayacaklardır.
Çünkü Raşidi Hilafet Devleti’ni en erken bir vakitte
kurmak için bütün gücüyle çalışmak farzı ayndır.
Ey Müslümanlar!
Nübüvvet
metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin gelişi, Allah’ın
izniyle yakındır. Nitekim yönetim ve devlet adamları
bazında gerekli temel unsurları mevcuttur. Türkiye’den
Nijerya’ya, Özbekistan’dan Endonezya’ya kadar dünyanın
her tarafından Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulmasını
isteyen Müslümanların gür sedası yükselmektedir.
Kâfirlerin ve yerli uşaklarının, engellemek için harcadıkları
servet ve mesaiye rağmen Hilafet Devleti Allah’ın izniyle
geri dönecektir. Bu anlayışla azimlerinizi birleştiriniz!
Raşidi Hilafet’i tekrar kurmak için ihlasla çalışanlarla
birlikte, ciddi bir şekilde siz de çalışınız! Çalışınız
ki; onlarla birlikte Allah’ın onlara vaat ettiği zafere nail
olasınız. Hilafet, 79 yıl önce Türkiye’de ilga edildiği
gibi, Raşidi Hilafet de Türkiye’den ilan edilsin! İşte
bakınız, Allah (cc) bunu size şu mübarek sözüyle vaad etmiştir:
“Allah,
sizlerden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden
öncekileri halife kıldığı gibi, onları da yeryüzünde
halife kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini
(İslam’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını
ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara
güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk
ederler ve hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan
sonra kim inkar ederse, işte onlar fasıkların ta
kendileridir.” [Nur 55]
|