Uzun bir
süreden beridir Yemen’deki yönetim nizamı ve onun bayrağı
altındaki yasal ve aynı zamanda düşük partiler ve Batı’nın
demokratik enstitüleri Hicri 25 Safer 1424/Miladi 27 Nisan 2003’de
yapılması öngörülen seçime hazırlanmaktadırlar. Bu seçim
için donanmışlar ve adeta can atıyorlar. Yemenli müslümanlar
bu partilerle ve icraatlarıyla meşgul oluyorlar. Müslümanların
hayat-memat meselesiymiş gibi, partilerin hazırlığı ve
propagandası için milyarlar harcamaktadırlar.
Bu büyük
kargaşa ve gürültü içinde seçimi olumlu bulan ve
destekleyenler ile onu haram sayıp karşı çıkanlar arasında
karşılıklı sesler ve fetvalar boy gösterdi. Seçimi olumlu
bulanlar, ayetleri ve hadisleri eğip bükerek halkı
arzularına uygun bir şekilde teşvik etmek için Şeriatten
uzak bir şekilde fetvalar vermektedirler.
Muhakkak
ki biz, bu fetvaları onaylamıyoruz. Bu fetvalardaki hataları
teker teker ortaya koymakla da uğraşmayacağız. Fakat biz hak
batıldan, helal haramdan, iyilik kötülükten ayrılsın ve
hakikat ortaya çıksın diye yanlış çizgilerin yanı
başına doğru bir çizgi çizeceğiz. Bozuk görüşlerin
karşısında, sahih bir görüş ortaya koyacağız. Nitekim
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz
bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. Başka yollara uymayın.
Zira o yol sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte Allah
sakınmanız için size bunları emretti. [En’am 153]
Bu
mesele hakkındaki şer’i hükmü bilmek için her şeyden
önce menatı (konuyu) iyice araştırıp incelemek gerekir.
Şer’i hükme konu olan şey yani menat; “Yasama yapacak
meclis” üyelerinin seçilmesidir. Bu meclisin diğer adı
milletvekili/parlamento meclisidir. Bu meclis hakkındaki şer’i
hükmü göstermek ancak, doğası gereği yaptığı işleri ve
yetkileri ortaya koymakla mümkün olacaktır. Ardından bu tür
bir seçime katılmanın hükmünün ne olduğu ve ileri sürülen
delillerin açıklanmasına geçilebilir.
Bilindiği
gibi seçime katılıp rey (oy) vermek vekâlet vermektir. Bir
vekâlet akdinin sahih bir akid olması için erkânın (temel
rukünlerin) mevcut olması gerekir. Bu erkân; icab-kabul,
vekil-muvekkil (vekâlet alan-vekâlet veren), vekâlet verilen
iş ve vekâletin sıfatı (niteliği)dir. Evet bütün bu
erkânın bulunması ve İslam’a uygun olması gerekir. Mevcut
beşeri yasalara göre, Milletvekili Meclisi’nin başta gelen
görevleri şunlardır: Teşri’ (yasa yapmak), Devlet (cumhur)
başkanlığı için aday göstermek veya seçmek, Hükümete
güvenoyu vermek, Anlaşmaları, ittifakları ve sözleşmeleri
onaylamak, Hükümeti murakabe etmek ile kurumları muhasebe ve
murakabe etmek.
Teşri’
meselesine gelince; muhakkak ki bir yasanın oylanmasına bir müslümanın
olumlu veya olumsuz olarak katılması asla caiz değildir.
Hatta çıkarılacak yasa, Hanif İslam Şeriati’ne uygun olsa
bile!.. Çünkü yasayı onaylama mercii yalnızca vahiydir. O
yasa için vahiyden bir delilin gösterilmesidir. Yani söz
konusu yasanın İslam Akidesi’nden fışkırmış olmasıdır
ki, bu da vahiyden bir delile dayanmasını ifade eder. Bu
bağlamda her şeyden önce, teşri’ (yasa yapmak) müslümana
caiz değildir. Üstelik müslümanın Allah’ın vâzettiği
şeriatten başka bir yasayı kabul etmesi de caiz değildir.
Halkın bir yasa üzerinde birleşmesi veya onu reddetmesi
herhangi bir şey değiştirmez. Bu nedenle teşri’de bulunmak
(hüküm vâzetmek) tümüyle Allah’a aittir. Hüküm vâzetme
ve yasa ortaya koyma konusunda Allah’a ortak olmak, kimsenin
haddine düşmemiştir. Hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Zira
Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
Hüküm
ancak Allah’a aittir. [Yusuf 40]
Hayır!
Rabbine and olsun ki, onlar aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükme,
içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.[Nisa 65]
Dillerinizin
uydurduğu yalana dayanarak, “bu helaldir, şu da haramdır”
demeyin! Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz.
Muhakkak ki, Allah’a karşı yalan uyduranlar iflâh olmazlar.
[Nahl 116]
Nitekim
Rasulullah (sav) kendisine Tevbe suresinin 31. ayetinin
tefsirini soran Adiyy b. Hatem’e şöyle buyurmuştur: "Onlar
(rahipler ve hahamlar) haramı helâl, helâli haram kılmadılar
mı?" Bunun üzerine Adiyy b. Hatem (ra) "Evet"
dedi. Rasulullah (sav) de "İşte bu, onları
ilâh edinmektir" diye buyurdu.
Şüphesiz
ki bu milletvekili meclislerinin vakıası ancak, “egemenliği
halka veren” Batı demokrasisini taklit etmektir. Yani halkı,
eşya (şeyler) ve ef’al (fiiller) hakkında iyi veya kötü
olduklarına hükmedecek tek merci yapmaktır. Halk neyi kötü
görürse o kötü, neyi iyi görürse o iyidir demektir. Bu
konuda halka, mutlak mânada otorite vermektir. Demokrasinin vakıası
bu olunca, tabiatıyla onun Kur’an ve Sünnet ile tenakuz
halinde olan küfür nizamı olduğu açıklık kazanır. Millet
Meclisinin, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen bir
hükümete güvenoyu vermesi, Devlet Başkanını seçmesi ve
anlaşmaları, ittifakları ve sözleşmeleri onaylaması
meselesine gelince; şüphe yok ki, Allah’ın indirdiklerinin
dışındakilerle hükmeden bir hükümete güven oyu vermek
müslümana caiz değildir. Tıpkı bunun gibi küfür kanunlarına
binaen hazırlanmış anlaşmaları onaylaması da caiz
değildir. Nitekim bu tür ittifaklar (anlaşmalar) kâfirler
için müslümanlar ve onların toprakları aleyhinde bir yol
(hakimiyet) vermektedir. Fakat Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
Allah
mü’minler aleyhine kâfirler için asla bir yol
vermeyecektir. [Nisa 141]
Bununla
beraber hükümeti ve yöneticiyi muhasebe etmek şer’i bir
vecibedir. Emr’i bi’l Ma’ruf ve Nehyi ani’l Munker
(iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) babındandır
ki, bu müslümanlar üzerine vaciptir (farzdır). Milletin
vekiline daha da vaciptir. Bunun için Şeriate göre
milletvekili olabilmenin şartlarını ortaya koymamız
gerekmektedir. Yoksa seçimi mutlak mânada, her halukârda caiz
kılmak mümkün değildir. Bu cevaz, şer’i şartların
mevcudiyetine bağlıdır. Bu şartlar şunlardır:
·
Adayın Batı kapitalist sistemi ve diğer bütün küfür
sistemlerini açıktan açığa reddetmesi. Bu konuda niyet
yeterli olmadığı gibi takiyye de caiz değildir.
·
Küfür sistemini değiştirip yerine İslam Nizamı’nı
kuracağını ilan etmesi.
·
Parti (hareket) programını Kitâbullahi Teâlâ’dan ve
Sünnet-i Rasulullah (sav)’den almış olması.
·
İslam’a davet edecek bir milletvekili olacağını ilan
etmesi.
·
Küfür sistemini destekledikleri için laik parlamenterlere
iştirak etmeyeceğini ilan etmesi.
·
Onu aday göstermeleri için hakim güce yakınlık göstermemesi.
Çünkü bu zalimlere meyletmektir. Kaldı ki, Allah (cc) şöyle
buyuruyor: Zalimlere meyletmeyin! Aksi halde size ateş
dokunur! Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra
muzaffer de olmazsınız. [Hud 113]
·
Adaylığı süresi içerisinde programını halka
anlatması ve halka mal etmesi.
Yukarıda
belirtilenler dikkate alındığında milletvekillerinin gördüğü
işlerin çoğunun haram işler olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Nitekim onlar Kitâb ve Sünnet’in dışında yasalar
yaparlar. İslam’ın haricindeki nizamlarla yani küfürle
yöneten yöneticiler seçerler. Allah’ın indirmedikleriyle hükmeden
hükümetlere güven oyu verirler. Şeriat ile kayıtlı
olmayan, bilakis kâfirlerin müslümanlar üzerinde
hakimiyetine yol veren antlaşmaları onaylarlar. İşte her
aday bunları yapmak üzere aday olur. Halbuki bu amellerin
hepsi günahtır. Bu amelleri, bu işleri yapmak üzere aday
olan birine müslümanların yardım etmeleri, ona rey vermeleri
ve seçilmesini sağlamaları caiz değildir, haramdır.
Buna
göre ancak tek bir şekilde, bir müslümanın milletvekili
adayı olması ve müslümanların seçime katılmaları
caizdir. O da yukarıda arz edilen şartların mevcut olması
halinde... Bu halde seçilen milletvekilinin, Şeriate aykırı
yasa vâzettiği zaman hükümeti hesaba çekmesi gerekir. Ayrıca
meclis kürsüsünü, mevcut olan küfür sisteminin yıkılması
için ve mevcut yönetimin küfür yönetimi olduğu konusunda
halkı bilgilendirmek ve hoşnutsuzluklarını artırmak, mevcut
sistemin bütün kötülüklerin kaynağı olduğu, bunun
yıkılıp yerine Allah’ın indirdikleriyle hükmedecek olan Raşidi
Hilafet Devleti’nin kurulması gerektiği konusunda halkı
uyarıp uyandırmak için kullanması gerekir. Bunları yapmak
üzere girişimde bulunan bir aday, parlamentoya giremediği ve
İslam’a davet amacıyla Meclis kürsüsünü elde edemediği
için üzülmemelidir. Çünkü İslam’a davet amacıyla, her
yer bizim için minberdir. Yalnızca minber olan meclis kürsüsü
değildir. Bilakis meclis kürsüsünü elde edeyim derken, nice
kişiler oraya vardığında sabırları tükenmiş ve İslam’a
davetten vazgeçmiş olarak karşımıza çıkmışlardır.
Ey Müslümanlar!
Muhakkak
ki İslam, yöneticileri muhasebe etmeyi ve bize Allah’ın
indirmedikleriyle hükmedenlere karşı Rasul (sav)’in metodu
üzere, fikri çatışmayı ve siyasi mücadeleyi üzerimize
farz kılmıştır. Bu farzı yerine getirmediğimiz taktirde, dünyada
ve Ahirette Allah’ın ikabına (cezasına) maruz kalırız.
Mevcut olumsuz durumun değişmesi sapıkların, korkakların ve
cahillerin tasvirlerinin aksine imkânsız değildir. Mevcut
durumu değiştirmek, İslam Ümmeti’nin potansiyel kuvveti
dahilindedir. Allah’a tevekkül ettikten sonra, Allah’ın
size farz kıldığı şeyleri gereğince yapın! Ümitsizliğe
düşmeyin ve bu sizi küfür nizamına karşı susmaya sürüklemesin!
Bu yalancı ve şüpheli savaşlar sizin, toplumu dönüştürme
ve İslami hayatı yeniden başlatma konusundaki çalışma ve
gayretlerinize zarar vermesin! Müslümanları bütünleştirecek
ve kalpleri İnşâAllah tek bir adamın ve tek bir râyenin
(bayrağın) etrafında birleştirecek olan Hilafet
Devleti’nin çatısı altında, İslam Risaleti’ni dünyaya
yüklenin! Müslümanların toprakları üzerindeki karton
devletleri yıkın! Ta ki, bu fesat sistemlerin
karanlıklarından İslam’ı adaletine çıkalım. Sonra böylece
tek bir devletimiz olur. Raşidi Hilafet olur. O ki,
İslam’ı tatbik eder ve İslam’ın sütunu ve zirvesi olan
Cihadı yerine getirir ve İslam’ı bütün dinler üzerine
izhar eder, üstün kılar.
İşte
o gün mü’minler de Allah’ın zaferiyle sevinirler. O
dilediğine yardım eder ve O, Âziz ve Rahim’dir. Bu, Allah’ın
vâadidir. Allah vâadinden caymaz. Velâkin insanların çoğu
bunu bilmezler. [Rum 4-6]
|