Son
zamanlarda, Meşakus çevre anlaşmasını destekleyen sesler yükseldi.
Bu anlaşmanın tehlikesinin aydınlatmak için, aşağıdaki
hakikatlerden bahsetmek istiyoruz:
Meşakus
Protokolü, toprakları ve halkına müteallik olarak Sudan
için çok tehlikeli ve korkunç bir takaddüm hazırlamaktadır.
Bu takaddüm, toprağının kalanından Sudan’ın güneyinin
self-determinasyonu (ayrılması) hakkıdır. Bu Şer'i’at’e
göre Haramdır. Nebi [SallAllahu
Aleyhi ve Sellem] şöyle dedi:
Sizin
işlerinin tek bir adamın altında birleşmiş iken, her kim
gelir de sizin asanızı (otoritenizi) ve cemaatinizi
(birliğinizi) parçalamak isterse, onu öldürün!
Eğer
bu takaddüm -Allah korusun- gerçekleşirse, diğer bölgelerin
ve kabilelerin de değişik bahaneler ile self-determinasyon
(ayrılma) hakkı talep etmelerinin kapılarını açacaktır.
Sudan Hükümeti bunu reddedemeyecektir. Zira o bunu kabul etmiş
ve Güney’de tatbik etmiştir. Biliyoruz ki, ayrılması için
John Garang’a ve hareketine fısıldayan, aynı zamanda diğer
bölgelere ve topluluklara da ayrılmaları için fısıldar.
Buna “marjinalize edilmiş bölgelerin [Nube Dağları, Doğu
Sudan, Güney Mavi Nil ve Darfur] meseleleri” olarak bilinen
şey ile işaret edilmiştir.
Self-determinasyon
(kendi geleceğini tayin) hakkı meselesi; tek bir millet
halinde yaşayan halklar ile değil, bilakis sömürgeleştirilmiş
halklar ile alâkalıdır. Öyleyse bu mesele, buraya müteallik
değildir. Buraya müteallik olan şey; halkların kendi
haklarını Devletteki diğer halklarla eşit bir şekilde ele
geçirmesidir. Şayet vatandaşlar arasında haksızlık ve
ayrımcılık hasıl olursa, Çözüm; ülkeyi bölmek ve harap
etmek ve onu parçalamak değil, bilakis yöneticilerin
adaletsizliklerine engel olmak ve insanlara adil muamelede
bulunmak ve haklarını iade etmektir.
Şu
anki konuşmalar, Meşakus Protokolü üzerindeki ortak anlayışı
tamamlamaya ve onu kapsamlı bir barış anlaşması haline
getirmeye ve devletlerarası muvafakat bünyesinde onu resmen
imzalamaya yöneliktir. Bir başka ifadeyle, ülkeyi ağır
ağır yutmayı plânlayan Amerika’nın ihtiraslarına
icabeten Sudan’ın parçalanması ve bölünmesi kapılarının
açılması cürümünü işlemektir. Aklı başında olan
herhangi bir insan, bizzat kendisi tarafından
kollarının-bacaklarının kesilmesine ve vücudunun çılgınca
parçalara ayrılmasına razı olabilir mi?
Bu
nedenle Sudan halkı, vukuu bulmasına engel olmak için,
gerçekleşen şeylerin tehlikesini idrak etmek zorundadır. Bu
da iktidar partisinin ve diğer partilerin destek tabanları
üzerine baskı kurmakla olur. Keza bütün mümkün ve muhtemel
vasıtalar kullanılarak, onların liderlikleri üzerinde de
baskı bulunmalıdır. Ta ki, onlar “self-determinasyon hakkı”
olarak bilinen bu cürümü işlemekten men edilsinler. Bu cürüme
karşı durmak, aynı zamanda; aydınlar, medya ve eğitim
kurumları ile üniversitelerdeki öğretim üyeleri ve öğretmenler,
Ulema (alimler), mescid imamları ve her bir
Müslüman
için de bir zorunluluktur.
Şu
anda hükümet, yaptığı yanlıştan yani self-determinasyon
hakkından geri dönebilir. Sadece bu değil, bilakis ülkenin
ve halkın maslahatlarını gözetmek üzere, Amerikan baskısına
karşı çıkma cesaretine sahip olması ve Sudan halkının
iradesine icabet etmesi halinde, bir bütün olarak Meşakus
Protokolü’nden de, bilhassa diğer (Garang) tarafının
protokolü ihlâl etmeye girişmesinden ötürü vazgeçebilir.
Bazıları
şöyle diyebilir: “Self-determinasyon
meselesinden vazgeçmek demek, Amerika’nın öfkelenmesi
demektir ve bu da katliamların geri dönüşü demektir.”
Cevap şu ki, Amerika’nın öfkelenmesi; Alemlerin
Rabbinin öfkelenmesinin, ülkeye ve halkına ihanet edilmesinin
ve Amerika için kolay bir lokma olarak Sudan’ın parçalanmasının
yanında bir hiçtir. Eğer yöneticiler ve liderler bu Amerikan
akımına göğüs geremiyorlarsa, önce Allah [Subhanehu ve
Teâlâ]’ya dayansınlar ve sonra Sudan halkının iradesini
ve kendilerini kuvvetlendirsin diye Müslümanları arkalarına
alsınlar! Aksi takdirde Sudan halkı, onlar hakkındaki görüşünü
mütalâa etsin.
Her
halükârda işaretler delalet etmektedir ki; sözde barış
anlaşmasını imzalamasından sonra Amerika, çok daha laik
(dinsiz) bir hükümet gelsin diye, bu hükümeti kovup atacaktır.
Zira o, herhangi bir İslami şiarı duymaya dahi tahammül
edememektedir.
Katliamın
geri döneceği korkusuna gelince; biz buna davet etmiyoruz. Tam
aksine değişik kabilelerin ve inançların tüm sakinlerine ve
tüm bölgelere adil muamele etmeye davet ediyoruz. İslam
adaleti ve doğruluğu emreder. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve
Sellem]’in şu kavline binaen, tüm vatandaşların işlerinin
hakkıyla gözetilmesini emreder:
Muhakkak
ki İmam (Halife) insanlar üzerinde bir çobandır ve raiyyesinden
(insanlardan) mes’uldür.
Bununla
birlikte; şayet bundan sonra Amerika’nın ve diğer herhangi
bir sömürgeci kâfir devletin yönlendirmesi altında bulunan
bir ajan, iç savaşı tahrik etmeye çabalarsa, Devlete düşen
ona meydan okumak ve hatta kuvvet kullanımı ile de olsa, ona
engel olmaktır. İster Müslüman isterse ğayri muslim olsun
her devletin, ülkenin istikrarı, birliği veya güvenliği
üzerinde oyunlar oynama niyetinde olan herhangi bir kimse ile
çarpışacak bir ordusu, polisi ve güvenlik elemanları
vardır.
Önce
ülkemizde, sonra Arap ve İslam dünyasında, sonra bölgede ve
sonra dünyada mevcut olan vakıanın değerlendirilmesiyle,
aşağıdaki hususları buluyoruz:
1.
Arap ve Müslüman ülkelerde, yöneticilerin hepsi
kendilerini ifşa ettiler. Halkları pahasına düşmana
hizmet eden, halkı zayıf düşüren korkak, cahil veya hain
ajanlar, halkları önünde kendilerini açığa vurdular.
Halka karşı vefakâr veya onlara herhangi bir saygı duyan
tek bir yönetici yoktur. Üstelik Arap ve Müslüman halkların
tamamı, artık onların değişmesini istemekte ve
bakışlarını bu değişime yöneltmektedirler.
2.
Müslüman halklar, İslam’ın geri dönüşünü ve İslami
Hilafet ile simgelenen İslami toplumu arzulamaktadırlar.
Halkların suskun ifadesi, haykırışları ve kendilerini
kurtaracak olanı bekleyişleridir ki, o şüphesiz, İslam
topraklarının ve İslam Ümmeti’ni birleştirecek olan
Halifedir.
3.
Amerika, Afganistan ve Irak’ta yaptığı gibi, yok etmek
üzere Hilafet Devleti’ni cebren kuşatamayacaktır. Bunun
sebebi şudur: Hilafet Devleti’nin ihâta edeceği bölgeler
ona dahil olacak ve ona bağlılıklarına yönelik biatlarını
vereceklerdir. Dolayısıyla Amerika gelmeden önce onlar,
Devletin parçası haline geleceklerdir. Hele ki, bilhassa tüm
dünya halkları ve birçok hükümetler Amerika’dan nefret
ediyorlarken... Bunun sebebi, bu halkların ve hükümetlerin;
dünyayı yutmaya ve Amerikanize ederek ona hakim olmaya yönelik
ihtirasları için Amerika’nın Güvenlik Konseyi’ni, Birleşmiş
Milletleri ve devletlerarası kanunu nasıl çiğnediğini görmelerinden
dolayıdır.
Hükümet,
sözde barış anlaşması hakkında ulusal bir referanduma çağırabilir.
Çünkü sorumluluktan yakayı kurtarmak ve bunu halka
dayandırmak istemektedir. Nitekim hükümet, Güney’in ayrılmasının,
diğer birçok bölgelerden ayrılma kapısının açılması
gibi ciddi sonuçlar doğuracağını bilmektedir. Sudan halkı
ise, bu anlaşma dolayısıyla hasıl olacak daha büyük bir
hasar ve tehlikeye maruz kalacaktır. Bunun için eğer hükümet
ısrar ederse veya referanduma götürürse, bu anlaşmayı
reddetmek Sudan halkı üzerine vaciptir.
Hiç
kimse, onun ayrılma ihtiraslarını değiştireceği ve
birliği gönülden istemeyi kabul edeceği düşüncesiyle,
sözde (6 yıllık) intikal müddeti boyunca Garang ve
hareketinin teveccühünü kazanmaya çalışma yanlışına düşmesin!
O ittihatçı (birlik taraftarı) olduğunu söylerken yalan
söylüyor. Dahası o, bu 6 yılın sona ermesinden önce ayrılmanın
meydana gelmesi için çalışıyor. Aynı zamanda, onları
kendi hareketine cezbetmek üzere Güney halkına daha fazla
haklar verilmesini talep ediyor. Bunun delili şudur: o müstakil
bir ordu kuruyor ve müstakil nakit para meselesi üzerinde çalışıyor
ve müstakil bir merkez bankası kuruyor. Güney halkını,
Sudan’dan bağımsız oldukları zaman birçok devletin
kendilerine yardım getireceğine ve onlara yatırım
yapacağına inandırmak için çalışıyor. Dolayısıyla mümkün
olduğunca kısa sürede bir barış anlaşmasının
imzalanmasında ısrar eden Amerika’dan aldığı tahrik ile
Garang, aslında self-determinasyon istemektedir. Öyleyse
gönüllü birlik, bu anlaşmayı imzalamaya çağrıda
bulunanların hayâl dünyalarındaki bir kuruntudur. Bu yüzden
bu düşünce silinmeli ve Sudan’ın birliği korunmalıdır.
Dahası düşünceler, Sudan’ın İslami Hilafet’in gölgesi
altında diğer Arap ve Müslüman memleketler ile birleştirilmesi
üzerinde yoğunlaştırılmalıdır. Nitekim Amerika’nın dünyaya
yönelik vahşiyane saldırısı karşısında, zayıf devletler
için hiçbir yer bulunmadığı gibi, onlar için hiçbir
hakimiyet de bulunmamaktadır.
Rasulullah
[SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu:
Sonra
da Nübüvvet (Peygamberlik) Metodu üzerine (Raşidi) Hilafet
olacaktır...
|