Mısır medyası, özellikle 27.08.2003
tarihinde yayınlanan âl-Vefd ve âl-Ahrar gazeteleri,
âl-Ezher Fetva Komitesi’nin şöyle bir fetva yayınladığını
haber verdiler: “Irak’taki
geçici Yönetim Konseyi’ni tanımak
Haram’dır. Çünkü o meşruiyetten mahrumdur.”
Ezher Şeyhi, Şeyh Muhammed Tantavi bu fetvayı reddetti ve
komitenin böyle bir fetva yayınlama hakkını reddetti. Fakat
bununla da yetinmedi. Fetvanın arkasındaki adam olarak
değerlendirilen Şeyh Nebevi Muhammed el-‘İş’in
uzaklaştırılmasına ilişkin bir kararname yayınladı ve “kendi
adına hareket ettiği ve kendi şahsi görüşlerini halka
yaydığı” iddiasıyla onun hakkında soruşturma açılmasını
emretti. Ezher Şeyhi bu fetvanın “Ezher’i temsil”
etmediğini de vurguladı. (Middle East ajansının bildirdiği)
açıklamalarına şunu da ekledi: “Herhangi bir Mısırlı
alimin Mısır’dan başka herhangi bir devletin işleri
hakkında konuşmaya hakkı yoktur.” Sonra onun rolünün
sadece Mısır’ın işleri ile sınırlı olduğunu söyleyerek
âl-Ezher’in rolü hakkında konuşmayı sürdürdü. Şöyle
dedi: “Ben Mısır için âl-Ezher Şeyhiyim.” Ve
şunu ekledi: “Eğer Iraklılar, kendileri bana Irak’taki
mevcut Yönetim Konseyi hakkında sorarlarsa, onlara bunu
Iraklı alimlere sormalarını söylerim.”
Reuters’a ise, “Hiçbir Mısırlı
alimin, bir diğer ülkenin işleri üzerinde hüküm verme hakkı
olmadığını” ve Fetva Komitesi’nin
“diğer devletler hakkında fetva yayınlamaya yetkili
olmadığını” söyledi.
Burada sormak istiyoruz:
Ezher Şeyhi bilmiyor mu ki, bir Müslüman
alimin üzerindeki en üst farziyet, İslam ve Müslümanlar ile
alâkalı herhangi bir konuda ma’rufu emretmesi ve münkeri
nehyetmesidir.
Ezher Şeyhi bilmiyor mu ki, Şeriat hükmünün
açıklanması, bir İslam beldesi olduğu kadar dünyanın
herhangi özel bir bölgesine has değildir.
Yine Ezher Şeyhi bilmiyor mu ki, Irak’taki
Yönetim Konseyi, Amerikan işgalcisinin bir icadıdır. Ve
öyle ki, Amerikan işgalcisinin izni olmadan toplantı
yapacakları yer hakkında bile hiçbir otoritesi yoktur. Onun
toplantılarını düzenleyen veya iptal eden Amerikan işgalcisidir
ve böylece Konsey, Amerikan işgalcisinin emirlerini ve
nehiylerini gerçekleştirmek için vardır. Sonuç itibariyle,
Konseyi tanımak demek, Amerikan işgalini tanımak demektir.
Ezher Şeyhi bilmiyor mu ki, bir Müslüman toprağı
üzerindeki Amerikan işgalini tanımak demek, onların Müslümanlar
üzerindeki otoritelerini tanımak demektir ve bu İslam’da
çok ciddi bir meseledir:
Ve
Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla bir yol
vermeyecektir.
[Nisa 141]
Bu acayip ve şaşırtıcı değil midir?
Bilhassa herkes, Irak’taki geçici Yönetim Konseyi’nin
hiçbir meşruiyete sahip olmadığını bildiği halde... Yine
tuhaf değil midir ki, Ezher Şeyhi bu fetvayı kabul etme
cesareti göstermemiştir veya bu fetvayı gören, işiten
herhangi bir akıl sahibi bu fetvanın doğruluğunu ve vakıaya
mutabıklığını onayladığı halde, en azından onu
reddetmekten kaçınmamıştır.
Bununla beraber gerçek şu ki, Kahire’deki
Amerikan büyükelçisi, David Welch 27 Ağustos sabahında
(yani fetvanın verilmesinden sonraki gün) Ezher Şeyhi’ni
ziyaret etti ve böylece -yukarıda bahsedilen- açıklamaların
tamamı ile meselenin neden acayip veya şaşırtıcı olmaması
gerektiği ortaya çıktı. Büyükelçi Şeyh’e böylesi
fetvalar hakkındaki sıkıntısını gösterdi ve Washington’ın
Yönetim Konseyi’ni “meşru bir otorite” olarak
değerlendirdiğini vurguladı. Öyleyse bu fetva, onu nasıl
ğayri-meşru olarak değerlendirebiliyordu!? Ancak bundan
dolayıdır ki Şeyh, âl-Ezher’in fetvadan feragat ettiğini
ilan etti. Şeyh ve büyükelçinin, görüşmelerinden sonra
fetvayı tartışmadıkları iddiasına gelince; olaylar
zinciri, fetva meselesinin görüşmenin temel konusu olduğuna
işaret etmiştir.
Ey Müslümanlar!
Şayet Ezher Şeyhi kendi şahsiyetine
herhangi bir ağırlık vermiyorsa, o halde meşgul olduğu
vazifesinin unvanına bir ağırlık versin. Muhakkak ki
âl-Ezher, Müslümanlar indinde iyi itibarı olan bir kurumdur.
Ona kıymet verirler ve saygı gösterirler. Onlar bu kurumdan,
geçmiş yıllarda yaptığı gibi, Müslüman topraklarındaki
Kâfir işgalcilere muhalefette kuvvetli ve şiddetli
olmasından başka herhangi bir şeyi kabul etmeyeceklerdir. Şüphesiz
ki, Şeyh’in âl-Ezher’in rolünü çarpıtması ve onun
çalışmasını İslam’dan ve Müslümanlardan koparması
oldukça tehlikelidir. Sonra o, Müslümanlar ile fiilen savaşan
ve topraklarını işgal eden bir devletin büyükelçisini nasıl
kabul edebilmektedir? Müslümanlar âl-Ezher’in, İslam’ın
bu büyük kalesinin, İslam’ın azameti ile azim olmasından
başka herhangi bir şey olmasına razı olm azlar.
O, Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’nın
rızası için hakkı konuşacak ve hiçbir kimsenin kınamasından
korkmayacaktır. Ezher Şeyhi, âl-Ezher hakkında Allah’tan
korkmakla ve onu zalimlerin zulmü ve Kâfir sömürgecilerin
ettikleri haraplar önünde kaya olmayı sürdürmekle
emrolundu. O, yöneticileri özellikle Allah [Subhanehu ve
Teâlâ]’nın indirdikleri ile hükmetmeyen
ve Allah [Subhanehu ve
Teâlâ]‘nın düşmanları ile
savaşmayan ve dahası Amerika ile müttefik olan ve Yahudiler
ile barış yapan Mısır yöneticisini muhasebe etmelidir.
Amerikan büyükelçisini reddetmelidir, onu kabul etmemelidir
ve doğruluğunu kendisinin de bildiği sahih bir fetvayı geri
çekerek onu memnun etmemelidir.
Ey Müslümanlar!
Rasulullah [SallAllahu Âleyhi ve Sellem]
şöyle buyurdu:
Ümmetim için üç şeyden korkuyorum:
Alimin zelil düşmesi, tâbi olunan heva ve zorbanın yönetimi.
Öyleyse mesele, bir zilletten, sapmadan öte
hakkı bildiği halde onu yasaklayan bir alimin kasıtlı ve
maksatlı yanlışı olunca ne olur? Ya bu saptırmalar ve
yanlışlar, Allah’ın hükümleri ile savaşan, Allah yolunda
Cihad’ı askıya alan ve da’va taşıyıcılarını
tutuklayan hain ve zorba yöneticiler ile beraber, aynı zamanda
alimler tarafından da yapılırsa, ne olur? Onlar Küffarın Müslüman
topraklarını işgal ettiğini görmüyor, ama onlara karşı
bir adım dahi yürümedikleri gibi, dahası onların
işgallerine yardım etmiyorlar mı? İşte böylece
yöneticinin ve alimin fesadı, bize karşı biraraya toplandı
ve bu yaygın bir şer haline geldi. Biliyoruz ki, yöneticilerin
ihanet ve zulmü, hükümet alimlerinin tutumu ve onların
Ümmeti saptırması, tüm bunlar Ümmetin bir kesimi üzerinde
bir etkisi vardır. Öyle ki, bu kesim kendilerini haktan uzaklaştırdılar.
Bununla beraber Ümmetin muazzam çoğunluğu, hayr üzeredir.
Bundan dolayı Ümmetin, yöneticilerin haksızlık ve zulümlerine
ve/veya hükümet alimlerinin tavrına karşı suskun kalma
hakkı yoktur. Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] yalnızca zalimleri
cezalandırmaz, fakat aynı zamanda zulme sessiz kalanı da
cezalandırır:
Bir de öyle bir
fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle
kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Bilin ki,
Allah'ın azabı şiddetlidir.
[Enfal 25]
Allah [Subhanehu ve Teâlâ]
yalnızca fesatçıları helak etmez, fakat aynı zamanda
fesadın yayılmasına engel olmamaları halinde onlara (suskun
kalarak) ortak olan salihleri de helak eder. Nebi
[SallAllahu Âleyhi ve Sellem]’e soruldu:
Aramızda salih
insanlar olduğu halde helak olacak mıyız?
Dedi ki; Evet, pislik çoğaldığı
zaman.
Ey Müslümanlar!
Muhakkak ki, Hizb-ut Tahrir -Mısır
Vilayeti- Küffarın ajanları ve yardımcıları olan zorba yöneticilerin
ellerini zaptetmek ve aynı zamanda Müslümanların gözleri
önünde Din’i çarpıtan saptırıcı Şeyhlerin dillerini
tutmak için ve Müslümanlara izzeti geri verecek, Kâfirlerin
üzerine zillet ve tahkir getirecek ve İslam sütununun zirvesi
Cihad’ı gerçekleştirecek olan Raşidî Hilafet Devleti’ni
ikame ederek Allah’ın Hükmünü yeryüzüne yeniden iade
etmek için Dinleri ile izzetlenen ve Rableri ile kuvvetlenen
Müslümanlara yönelmektedir. O Devlet ki, İslam Risaletini tüm
aleme taşır, İslam topraklarını pislikten ve Kâfir
sömürgecilerin üvey evladı yani Yahudi varlığından
temizler ve dünyanın dört bir köşesine hayrı yayar:
İşte o gün mü’minler de Allah’ın zaferiyle
sevinirler. Allah dilediğine zafer verir.
O Âzizdir ve Rahîm’dir.
[Rum 4-5]
|