Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

Ürdün’de Rejimin Israrı: Yalancılık - Aldatmaca - İhanet

  Ürdün’deki rejim, İngiltere tarafından kurulmasından şimdiye kadar, daima yalancılık, aldatmaca ve ihanet üzerinde sebat etti. İç ve dış siyasetinin bir parçası haline getirerek bunu sabit bir iş olarak benimsedi. Küffara olan tam sadakatini, onların emirlerine ve Müslüman’a yönelik entrikalara olan itaatini göstermekten hiçbir gün tereddüt etmemektedir.

Ürdün Başbakanı Ali Âbu âl-Rağib’in, el-Cezira kanalı ile yaptığı mülakâtta söylediği şeyler ve yine İçişleri Bakanı Samir Habeşnî’nin milletvekillerinin sorularına verdiği bir cevapta söyledikleri, bunu gösteren örneklerdir.

Ürdün Başbakanı Ali Âbu âl-Rağib, el-Cezira kanalı ile yaptığı mülakâtta şunları söylüyordu: “Irak’ta bulunan kuvvetler, aynı zamanda, bir realitedir ve ben işgali beğenmeye veya boyun eğmeye değil, bu meseleye işaret ettim. Fakat gerçekte yeryüzündeki kuvvetler ve onların yokluğu, -Allah muhafaza- büyük bir ihtimâlle bir iç savaşa ve Irak’ın bölünmesine yol açabilir.” [Âl-Raya 30.08.2003]

Amerikan ve İngiliz işgal kuvvetleri, Irak halkının emniyetini nasıl sağlayabilmektedirler?!

Bu, işgal kuvvetlerinin Irak’ta kalmasına açık bir davetiye ve işgalin meşruiyetinin kabul edilmesi, hatta işgalin kalması için bir istek değil midir? Çünkü böyle olmasa, Irak halkı savaşacak ve isyan patlak verecektir. Acaba Amerika’nın kalbinde Müslümanlara karşı ne tür bir his vardır? O askerlerini, uzak topraklardan Irak’ın birliğini temin etmek ve onu bir iç isyandan korumak uğruna ölüme maruz kalmaları için mi getirdi? Sonra Âbu âl-Rağib şöyle diyor: “Bu işgali kabul etmek veya ona takdir etmek değildir. Bunlar gülünç şeyler değil midir?

Âbu âl-Rağib, “(Irak’taki) Yönetim Konseyi’nin varlığını kabul etmeleri için Arap ülkeleri üzerinde bir Amerikan baskısı var mıydı?” sorusuna şöyle diyerek cevap verdi: “Amerikan tarafı, bu konseye destek verdi ve onun var olması gerektiğini söyledi. Bundan dolayı Arap ülkelerinin onu bir realite olarak değerlendirmeleri daha iyi olur.” Öyleyse Amerika onlara bunu emretmedi ama takdim etti ve tüm hain rejimler, bu Amerikan arzusunu gerçekleştirmeye ve Amerikan siyasetçilerinin ilan ettiği şeyi tekrarlamaya hazır hale geldiler. Ürdün rejiminin tüm bu itaati, “Âbu âl-Rağib’in dediği” gibidir. Zira Amerikalı efendi öyle takdim etmiştir! Bu takdim, doğrudan bir emir değil de nedir?

Âbu âl-Rağib’in söylediği şey, rejimin Irak’ın yönetim konseyi olan “Bremer Konseyi”nden bir heyeti neden kabul ettiğini beyan etmektedir. Sonra Ürdün’deki rejim, konseyi resmi olarak kabul etmede tereddüt etti. Bremer Konseyi’nin üyelerinden biri olan İbrahim el-Ca’ferî, bu iddiayı şöyle diyerek inkâr etti: “Heyet için belirli bir seviyede bu ülkeleri ziyaret etmek üzere bir davetiye gönderilmesi ve onlar tarafından hoş karşılanması ve iyi bir şekilde davranılması, hukuk dilinde gizli bir şeyden çok bizzat apaçık bir kabuldür.” [Âl-Raya 25.08.2003]

Çok iyi bilinmektedir ki, bu konsey hiçbir nüfuza sahip değildir. Çünkü o emirleri Bremer’den almakta ve Bremer’in onayı olmaksızın hiçbir karar verememektedir. Öyleyse resmi olarak onunla ilgilenmek, onu hoş karşılamak ve ayrıca onun varlığını kabul etmek, Irak toprakları üzerindeki Amerikalıların ve İngilizlerin hakimiyetini kabul etmektir. Her Müslüman, Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’nın şöyle buyurduğunu bilmektedir:

Ve Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir. [Nisa 141]

Bundan dolayı Müslümanların küffarın hakimiyetini kabul etmeleri haram kılınmıştır. Fakat Ürdün’deki rejim, Amerikan ve İngiliz efendilerini memnun etmeyi peşinen ödemek olan tavrını haklı çıkarmak için yalan ve aldatmaca ile bu ihanetini icra etmek istemektedir.

Ve insanların akıllarını çelme üzerine kurulu bu iç siyaset, İçişleri Bakanı Samir Habeşnî’nin milletvekillerinin sorularına birçok kez şöyle cevap vererek ilan ettiği bir boyuta ulaştı: “Yeniden vurguluyorum ki, kraliyette (Ürdün’de) hiçbir siyasî mahpus yoktur. Zira siyasî bir mahpus, Ürdünlü tescilli bir siyasî partinin bir üyesidir. Fakat diğer mahpuslara, ülkenin huzur ve emniyetine karşı gerçekleştirdikleri terörist faaliyetlere binaen işlem yapılmıştır.” [Âl-Raya 28.08.2003] Diğerlerinin yaptığını iddia ettiği şeylerin yalan olduğunu ve bu görüşün ahmaklığını bakan şahsen çok iyi bilmektedir. Nasıl sadece tescilli partiler siyasî parti oluyormuş?! Ürdün’deki rejim kendisini desteklemeyen bir partiye tescil veriyor muymuş?! Ve yalnızca mevcut bu karton devletleri kabul etmediği ve Müslümanların topraklarının parçalanmasına rıza göstermediği için mi bir siyasî parti “siyasî” olamazmış?

Ve madem ki bir kimse siyasî fikirleri ve görüşleri sebebiyle hapsedilmiyor, peki neden Hizb-ut Tahrir’in bir yıldır Ürdün hapishanelerinde bulunan Muhammed Huseyn ‘Abdullah, Muhammed âl-‘Umarî, Macid âl-Ânid, Muhammed Âbu Bekr, ‘Ali âl-Dukkus, Yûsuf âl-Udat ve Halid ‘AbdulKerîm gibi üyeleri hapishanelere konulmuştur? Ki istihbarat kuvvetleri onun (Halid ‘AbdulKerîm’in) evini, hanımını ve çocuklarını korkutucu şekilde dehşetle darmadağın ettiler, onun hüviyet belgelerini aldılar, sonra onu, hanımı Ürdünlü olmasına rağmen ailesinden kopararak uzaklaştırdılar. Konumlarını yükseltmek ve nüfuzlarını artırmak için insanların parasını çalanlar, sanki o evinde ve işindeymişçesine onun günlerini hapishanede harcarken, Hizbin üyelerinin bu yolu kullanarak yaptığı ne tür terörist faaliyetlerdir ki ülkenin huzur ve emniyetini bozmaktadır?!

Bakan, onun âl-Mehata hapishanesinde olduğundan beri sürekli olarak haberdardır. Hizb-ut Tahrir üyeleri bu rejimin hapishanelerinde -haksızlıkla- hiçbir zaman onlardan boş bırakılmamıştır. Hapishane yönetimi ve polis tarafından davet edilen politikacılardan birçok insan tarafından ziyaret edilmiştir. Onların (mahpusların) alınan eşyaları için verilen makbuzlarda yazılanlar göstermektedir ki, onlar siyasetçidirler. Zira insanlar tarafından bilinmektedir ki, Hizb-ut Tahrir İslam üzere kurulu siyasî bir partidir. Fakat tüm bunlardan sonra Ürdün rejimi, içişleri bakanı vasıtasıyla hiçbir siyasî mahpus bulunmadığını söylemektedir. Bu bakana sormak istiyoruz: Âl-Mehata hapishanesinde iken kendisini acaba nasıl mütalaa etti?

İşte bunlar, bu rejimin yalancılıkta, aldatmacada ve ihanette ve Müslümanların akıllarını çelmede ve onları ihmâl etmede ne kadar ustalaştığını gösteren birçok örnekten iki tanesidir. Öyleyse -Ey Müslümanlar- ne zamana kadar bu rejimin sizin akıllarınızı çelmesine ve sizin gözleriniz ve kulaklarınız önünde ihanetini sürdürmesine müsaade edeceksiniz? Sizin için bu rejimin yaptıklarını durdurarak Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’nın razı olduğu tavrı takınmanızın zamanı gelmedi mi?

Ey Ürdün’deki Müslümanlar!

Bizim Ümmetimiz, insanlara gönderilmiş en hayırlı ümmettir. O Ümmet ki, insanları karanlıklardan aydınlığa (İslam’a) götürme, insanlar arasında Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’ya inancı yayma ve adaleti ayakta tutma ve tüm insanlık için kurtuluş umudu olma yükümlülüğü onun üzerindedir. Bundan dolayı sizi, Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’nın yarattıklarına merhamet edecek ve O’nun Kelâmı’nı yükseltecek olan Raşidî Hilafet’i kurmak üzere Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Sizin Kitâb ve Sünnet üzere Bey’ah vererek seçeceğiniz ve savaş meydanlarında Müslüman kuvvetlere liderlik edecek bir Halife’den başka hiçbir kimse küffarı def edemez ve Müslüman memleketleri küffarın pisliğinden temizleyemez! Artık sizin için -Ey Müslümanlar- sizi asla hezimete uğratmayacak olan Allah [Subhanehu ve Teâlâ] ile İkinci Bey’at-ul ‘Akabe sırasında şöyle diyen Sahabiler gibi bir anlaşma yapmanızın vakti gelmiştir: “Malımız gitse ve seçkinlerimiz (liderlerimiz) katledilse bile Rasulullah’ı destekleyeceğiz.” Ve şöyle sordular: “Ya Rasulullah! Eğer sözümüzü yerine getirirsek, bizim için ne vardır?” ve O [SallAllahu Âleyhi ve Sellem] dedi ki: “el-Cenneh!

Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır?! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır. [Tevbe 111]

 

  Hizb-ut Tahrir

H. 11 Raceb 1424

Ürdün Vilayeti 

M. 09 Eylül 2003

 

Yukarı