Ürdün’deki
rejim, İngiltere tarafından kurulmasından şimdiye kadar,
daima yalancılık, aldatmaca ve ihanet üzerinde sebat etti. İç
ve dış siyasetinin bir parçası haline getirerek bunu sabit
bir iş olarak benimsedi. Küffara olan tam sadakatini, onların
emirlerine ve Müslüman’a yönelik entrikalara olan itaatini
göstermekten hiçbir gün tereddüt etmemektedir.
Ürdün Başbakanı Ali Âbu âl-Rağib’in,
el-Cezira kanalı ile yaptığı mülakâtta söylediği şeyler
ve yine İçişleri Bakanı Samir Habeşnî’nin
milletvekillerinin sorularına verdiği bir cevapta söyledikleri,
bunu gösteren örneklerdir.
Ürdün Başbakanı Ali Âbu âl-Rağib,
el-Cezira kanalı ile yaptığı mülakâtta şunları söylüyordu:
“Irak’ta bulunan kuvvetler, aynı zamanda, bir realitedir
ve ben işgali beğenmeye veya boyun eğmeye değil, bu meseleye
işaret ettim. Fakat gerçekte yeryüzündeki kuvvetler ve onların
yokluğu, -Allah muhafaza- büyük bir ihtimâlle bir iç savaşa
ve Irak’ın bölünmesine yol açabilir.” [Âl-Raya
30.08.2003]
Amerikan ve İngiliz işgal kuvvetleri, Irak
halkının emniyetini nasıl sağlayabilmektedirler?!
Bu, işgal kuvvetlerinin Irak’ta kalmasına
açık bir davetiye ve işgalin meşruiyetinin kabul edilmesi,
hatta işgalin kalması için bir istek değil midir? Çünkü
böyle olmasa, Irak halkı savaşacak ve isyan patlak
verecektir. Acaba Amerika’nın kalbinde Müslümanlara karşı
ne tür bir his vardır? O askerlerini, uzak topraklardan Irak’ın
birliğini temin etmek ve onu bir iç isyandan korumak uğruna
ölüme maruz kalmaları için mi getirdi? Sonra Âbu âl-Rağib
şöyle diyor: “Bu işgali kabul etmek veya ona takdir
etmek değildir. Bunlar gülünç şeyler değil midir?”
Âbu âl-Rağib, “(Irak’taki) Yönetim
Konseyi’nin varlığını kabul etmeleri için Arap ülkeleri
üzerinde bir Amerikan baskısı var mıydı?” sorusuna şöyle
diyerek cevap verdi: “Amerikan tarafı, bu konseye destek
verdi ve onun var olması gerektiğini söyledi. Bundan dolayı
Arap ülkelerinin onu bir realite olarak değerlendirmeleri daha
iyi olur.” Öyleyse Amerika onlara bunu emretmedi ama
takdim etti ve tüm hain rejimler, bu Amerikan arzusunu
gerçekleştirmeye ve Amerikan siyasetçilerinin ilan ettiği
şeyi tekrarlamaya hazır hale geldiler. Ürdün rejiminin tüm
bu itaati, “Âbu âl-Rağib’in dediği” gibidir. Zira
Amerikalı efendi öyle takdim etmiştir! Bu takdim, doğrudan
bir emir değil de nedir?
Âbu âl-Rağib’in söylediği şey,
rejimin Irak’ın yönetim konseyi olan “Bremer Konseyi”nden
bir heyeti neden kabul ettiğini beyan etmektedir. Sonra Ürdün’deki
rejim, konseyi resmi olarak kabul etmede tereddüt etti. Bremer
Konseyi’nin üyelerinden biri olan İbrahim el-Ca’ferî, bu
iddiayı şöyle diyerek inkâr etti: “Heyet için belirli
bir seviyede bu ülkeleri ziyaret etmek üzere bir davetiye
gönderilmesi ve onlar tarafından hoş karşılanması ve iyi
bir şekilde davranılması, hukuk dilinde gizli bir şeyden
çok bizzat apaçık bir kabuldür.” [Âl-Raya 25.08.2003]
Çok iyi bilinmektedir ki, bu konsey hiçbir
nüfuza sahip değildir. Çünkü o emirleri Bremer’den
almakta ve Bremer’in onayı olmaksızın hiçbir karar
verememektedir. Öyleyse resmi olarak onunla ilgilenmek, onu hoş
karşılamak ve ayrıca onun varlığını kabul etmek, Irak
toprakları üzerindeki Amerikalıların ve İngilizlerin
hakimiyetini kabul etmektir. Her Müslüman, Allah [Subhanehu ve
Teâlâ]’nın şöyle buyurduğunu bilmektedir:
Ve Allah, kâfirler
için mü’minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.
[Nisa 141]
Bundan dolayı Müslümanların küffarın
hakimiyetini kabul etmeleri haram kılınmıştır. Fakat
Ürdün’deki rejim, Amerikan ve İngiliz efendilerini memnun
etmeyi peşinen ödemek olan tavrını haklı çıkarmak için
yalan ve aldatmaca ile bu ihanetini icra etmek istemektedir.
Ve insanların akıllarını çelme üzerine
kurulu bu iç siyaset, İçişleri Bakanı Samir Habeşnî’nin
milletvekillerinin sorularına birçok kez şöyle cevap vererek
ilan ettiği bir boyuta ulaştı: “Yeniden vurguluyorum ki,
kraliyette (Ürdün’de) hiçbir siyasî mahpus yoktur. Zira
siyasî bir mahpus, Ürdünlü tescilli bir siyasî partinin bir
üyesidir. Fakat diğer mahpuslara, ülkenin huzur ve emniyetine
karşı gerçekleştirdikleri terörist faaliyetlere binaen işlem
yapılmıştır.” [Âl-Raya 28.08.2003] Diğerlerinin
yaptığını iddia ettiği şeylerin yalan olduğunu ve bu görüşün
ahmaklığını bakan şahsen çok iyi bilmektedir. Nasıl
sadece tescilli partiler siyasî parti oluyormuş?! Ürdün’deki
rejim kendisini desteklemeyen bir partiye tescil veriyor muymuş?!
Ve yalnızca mevcut bu karton devletleri kabul etmediği ve Müslümanların
topraklarının parçalanmasına rıza göstermediği için mi
bir siyasî parti “siyasî” olamazmış?
Ve madem ki bir kimse siyasî fikirleri ve
görüşleri sebebiyle hapsedilmiyor, peki neden Hizb-ut
Tahrir’in bir yıldır Ürdün hapishanelerinde bulunan
Muhammed Huseyn ‘Abdullah, Muhammed âl-‘Umarî, Macid
âl-Ânid, Muhammed Âbu Bekr, ‘Ali âl-Dukkus, Yûsuf
âl-Udat ve Halid ‘AbdulKerîm gibi üyeleri hapishanelere
konulmuştur? Ki istihbarat kuvvetleri onun (Halid ‘AbdulKerîm’in)
evini, hanımını ve çocuklarını korkutucu şekilde
dehşetle darmadağın ettiler, onun hüviyet belgelerini aldılar,
sonra onu, hanımı Ürdünlü olmasına rağmen ailesinden
kopararak uzaklaştırdılar. Konumlarını yükseltmek ve
nüfuzlarını artırmak için insanların parasını çalanlar,
sanki o evinde ve işindeymişçesine onun günlerini
hapishanede harcarken, Hizbin üyelerinin bu yolu kullanarak
yaptığı ne tür terörist faaliyetlerdir ki ülkenin huzur ve
emniyetini bozmaktadır?!
Bakan, onun âl-Mehata hapishanesinde olduğundan
beri sürekli olarak haberdardır. Hizb-ut Tahrir
üyeleri bu rejimin hapishanelerinde -haksızlıkla- hiçbir
zaman onlardan boş bırakılmamıştır. Hapishane yönetimi ve
polis tarafından davet edilen politikacılardan birçok insan
tarafından ziyaret edilmiştir. Onların (mahpusların) alınan
eşyaları için verilen makbuzlarda yazılanlar göstermektedir
ki, onlar siyasetçidirler. Zira insanlar tarafından
bilinmektedir ki, Hizb-ut Tahrir İslam üzere kurulu
siyasî bir partidir. Fakat tüm bunlardan sonra Ürdün rejimi,
içişleri bakanı vasıtasıyla hiçbir siyasî mahpus bulunmadığını
söylemektedir. Bu bakana sormak istiyoruz: Âl-Mehata
hapishanesinde iken kendisini acaba nasıl mütalaa etti?
İşte bunlar, bu rejimin yalancılıkta,
aldatmacada ve ihanette ve Müslümanların akıllarını
çelmede ve onları ihmâl etmede ne kadar ustalaştığını gösteren
birçok örnekten iki tanesidir. Öyleyse -Ey Müslümanlar- ne
zamana kadar bu rejimin sizin akıllarınızı çelmesine ve
sizin gözleriniz ve kulaklarınız önünde ihanetini
sürdürmesine müsaade edeceksiniz? Sizin için bu rejimin yaptıklarını
durdurarak Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’nın razı olduğu
tavrı takınmanızın zamanı gelmedi mi?
Ey Ürdün’deki Müslümanlar!
Bizim Ümmetimiz, insanlara gönderilmiş en
hayırlı ümmettir. O Ümmet ki, insanları karanlıklardan
aydınlığa (İslam’a) götürme, insanlar arasında Allah
[Subhanehu ve Teâlâ]’ya inancı yayma ve adaleti ayakta
tutma ve tüm insanlık için kurtuluş umudu olma yükümlülüğü
onun üzerindedir. Bundan dolayı sizi, Allah [Subhanehu ve Teâlâ]’nın
yarattıklarına merhamet edecek ve O’nun Kelâmı’nı yükseltecek
olan Raşidî Hilafet’i kurmak üzere Hizb-ut Tahrir
ile birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Sizin Kitâb ve
Sünnet üzere Bey’ah vererek seçeceğiniz ve savaş
meydanlarında Müslüman kuvvetlere liderlik edecek bir Halife’den
başka hiçbir kimse küffarı def edemez ve Müslüman
memleketleri küffarın pisliğinden temizleyemez! Artık sizin
için -Ey Müslümanlar- sizi asla hezimete uğratmayacak olan
Allah [Subhanehu ve Teâlâ] ile İkinci Bey’at-ul ‘Akabe
sırasında şöyle diyen Sahabiler gibi bir anlaşma
yapmanızın vakti gelmiştir: “Malımız gitse ve seçkinlerimiz
(liderlerimiz) katledilse bile Rasulullah’ı destekleyeceğiz.”
Ve şöyle sordular: “Ya Rasulullah! Eğer sözümüzü
yerine getirirsek, bizim için ne vardır?” ve O
[SallAllahu Âleyhi ve Sellem] dedi ki: “el-Cenneh!”
Allah müminlerden, mallarını ve
canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında
satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve
Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok
sözünü yerine getiren kim vardır?! O halde O'nunla yapmış
olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu,
(gerçekten) büyük kazançtır. [Tevbe 111]
|