Ey iman edenler! Mü'minleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a,
aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
[ân-Nisa 144]
Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell,
15.09.2003 Pazartesi günü Kuveyt’te, (Birleşik Devletlerin)
Kuveyt’i NATO dışındaki esasi bir müttefik olarak değerlendirmek
üzere olduğunu ilan etti. Bu bildiri, hiçbirinin bu bildiri
hakkında herhangi bir açıklama yapmamasına binaen Kuveyt’teki
yetkililerde şok etkisi yaptı. Çünkü onlar, Kuveyt Başbakanı
Sabah âl-Ahmed’in Washington ziyareti sırasında, Amerikan
askeri varlığının azaltılması tartışmasında
iyimserdiler. Yerel gazeteler, onun Washington’a gidişinden
önce, sağlam kaynaklara istinaden ;
“Güvenlik ve savunma konulu Kuveyt-Amerikan anlaşmasında
gerçekleştirilecek gözden geçirmelerin, esas olarak, Kuveyt’teki
Amerikan kuvvetlerinin sayısının azaltılması üzerine
odaklanacağından” bahsetmişlerdi. Ve çünkü onlar, Irak’a
karşı savaşında Kuveyt topraklarının kullanılmasına izin
verilmesinden sonra Amerikan kuvvetlerinin Kuveyt’ten
ayrılacaklarını düşünüyorlardı. Nitekim Başbakan Sabah
âl-Ahmed 21.01.2003’te şöyle demişti: “Kuveyt’te ve
bölgenin diğer ülkelerinde çalışan Amerikan kuvvetleri,
Irak’taki şartlar yerine oturur oturmaz ayrılacaklar.”
Fakat görüldü ki, Amerikan yönetimi bu konuya
atıfta bulunmadı ve sadece Kuveyt’teki Amerikan
varlığının önemine değindi.
Kuveyt’i esasi bir müttefik
olarak değerlendirmenin manâsı; Amerikan askeri
varlığının boyut, çeşit veya zaman açısından Amerika’nın
bölgedeki strateji doğrultusunda olacağıdır. Amerika’nın
bu askeri hegemonyası ile onun mazereti ve amacı değişti.
Amerika’nın Kuveyt’teki askeri varlığının mazereti, onu
Saddam Hüseyin
ve eski rejiminin yol açtığı tehlikeden savunmaktı. Bu
varlığın şimdiki mazereti, güya stratejik işbirliği haline
geldi. Amerika’nın askeri
varlığının amacı ise; Kuveyt’te ve Körfez’de yayılmaktı.
Şimdi ise, bölgede yeni Amerikan stratejisini gerçekleştirmek
haline geldi. Allah korusun, eğer Kuveyt Amerika’nın esasi
bir müttefiki haline gelirse, bu hegemonya belirli zamandan çıkıp
sonu olmayan hale gelecektir. İşin komik tarafı bu
hegemonyanın Müslümanların parası ile finanse edilmesidir.
Amerika askerler ve ağır silahlar getiriyor ve Müslümanlar,
bu askeri varlığın her iki ülke için karşılıklı
menfaatleri gerçekleştireceği iddiasıyla para ve destek
veriyor. Kuveyt’in, Amerikan askeri varlığını ülkede
stratejik bir varlığa dönüştürmek üzere bir müttefik
seviyesine yükseltilmesinin sebebi işte budur. Bu varlığın
boyutu, çeşidi ve zamanı sadece Amerika’nın bölgeye ilişkin
stratejik plânlarına uyarlanır.
11 Eylül sonrasında ve Afganistan ile Irak’ın
işgalinden sonra bölgedeki Amerikan stratejisi, gün ortasında
görülen güneş kadar belirgin hale geldi. Bu ise tek bir cümle
ile özetlenir: Bir
din ve hayat nizamı olarak İslam ile
savaşmak gayesiyle Müslümanlar üzerine doğrudan hegemonya
empoze etmek.
Dolayısıyla şayet Kuveyt esasi bir müttefik haline gelirse,
onun parası ve petrolü Amerikan ordusunun yakıtı olacaktır
ve toprakları, tüm bölge üzerindeki hegemonyasını empoze
etmesinin köprü başı olacaktır. Bizler Amerikan
Dışişleri Bakanı’nın Kuveyt’ten Suriye’yi tehdit
ettiğini görüyor ve duyuyoruz. Herkes açısından kesin bir
gerçektir ki, Kuveyt’teki Amerikan ordu varlığı Suudi
Arabistan’ı, İran’ı ve bölgenin kalanını tehdit
etmek içindir. Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] Küffar’ın Müslümanlar
üzerinde hakimiyet kurmalarını şöyle buyurarak haram kılmıştır:
Ve Allah, kâfirler için mü’minler
aleyhine asla bir yol vermeyecektir.
[ân-Nisa: 141] Ve O [Subhanehu
ve Teâlâ] şöyle buyurmaktadır:
Nasıl olabilir ki?! Onlar size galip
gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi.
Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalpleri
(buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu
fasıktırlar. [âl-Tevbe:
8]
Yine mü’minlerin yerine k üffarı
müttefikler olarak kabul etmek caiz değildir. Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] şöyle buyurdu:
Ey iman ede nler!
Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu
yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek
istiyorsunuz? [ân-Nisa
144]
Ve yine bir Müslüman’ı
katletmesi için herhangi birine yardım etmek caiz değildir. Böyle
iken, kendi toprakları
üzerinde hakimiyetlerini empoze etsinler ve Müslümanları
katletsinler diye küffara
(kâfirlere) yardım etmek nasıl olur?
Âbu Hureyre [RadiyAllahu
Ânh] dedi ki, Rasulullah [SallAllahu
Aleyhi ve Sellem] şöyle dedi:
Müslüman Müsl üman’ın
kardeşidir. Ona ihanet etmez, zulmetmez ve onu mahrum bırakmaz
ve onu tahkir etmez, küçük düşürmez. Kişiye şer olarak, Müslüman
kardeşini
tahkir etmesi yeterlidir. Her Müsiümanın
malı, kanı ve ırzı diğer Müslümana haramdır... Takva
şuradadır, dedi
ve eliyle göğsünü işaret
etti.
[Tirmizi]
Ey Müslümanlar!
Müslüman zekidir ve akıllıdır. Kâfirin
kendisini yalanlarıyla aldatmasına izin vermemelidir. Ta ki
kendisi için bir maslahat gerçekleşsin veya kendisini
fesattan korusun veya kendisine kerim bir haya t
verilsin. Buna mukabil kâfir, sapık
akidesi ve çürük sistemine göre kendi maslahatlarını gerçekleştirmek
için ordusu ve adamlarıyla geldi. Birleşik Devletlerin bu
ülke üzerindeki hakimiyeti büyük bir münkerdir. Yine onun,
komşu ülkelere saldırı için sıçrama noktası olan askeri
bir üs olarak Kuveyt’te istihdam edilmesi ve Amerikan
ordusuna destek verilmesi büyük bir münkerdir. Yine -dolaylı
da olsa- Müslümanları katletmede, onları mahsur bırakmada
ve onları dehşete düşürmede kâfire
ortak olmak büyük bir münkerdir. Ve şüphesiz
Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] bu münkerlere bağlı olarak
yaptıklarınızı Kıyamet Günü’nde sormayacak mıdır?
Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] ma’rufu (iyiliği) emretmek
ve münkerden sakındırmak işini sizin üzerinize vacib kıldı.
O [Subhanehu
ve Teâlâ] şöyle buyurdu:
Siz, insanlar içerisinden çıkartılmış
en hayırlı ümmetsiniz; ma'rufu (iyiliği) emreder ve münkerden
meneder ve Allah'a inanırsınız.
[Âl-i İmran 110]
Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] bu münkerleri yok etmenizi,
Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliğini reddetmenizi,
onunla yapılmış güvenlik ve savunma anlaşmalarını iptal
etmenizi ve tüm Amerikan varlığına son vermenizi, üzerinize
vacib kılmıştır. Bu vacib, ister bir milletvekili, ister bir
öğretmen, ister bir imam, ister bir yetkili, isterse bir işçi
olsun veya kendisine Müslüman
olarak bakan herhangi biri olsun, her bir Müslüman’ın
boynundaki bir vazifedir.
Ey Müslümanlar!
Sizler büyük bir tehlike içerisindesiniz.
Amerika, boğazınızı zillet ve eziklik halatıyla bağlamakta
ve aziz bir hayat ve mutlu bir yaşantı arzunuzu asmaya çalışmaktadır.
Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanlarınızdır.
[ân-Nisa 101]
Mü’min tam bir idrak ile idrak etmektedir
ki, şüphesiz izzet tamamen Allah [Subhanehu
ve Teâlâ]’ya aittir ve mutlu bir yaşantı
ancak Sırat âl-Mustakim üzere gerçekleşir ve güvenlik
sadece Allah [Subhanehu
ve Teâlâ]’ya yakınlıktır. Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] şöyle buyurdu:
Allah, sizlerden iman edip salih amelde
buluna nlara, kendilerinden öncekileri
yeryüzünde halife gibi onları da yeryüzünde halife kılacağını,
onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) yeryüzünde
onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri)
korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını
vaad etti. Çünkü onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir
şeyi Bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra her kim de inkâr
ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. [Nur
55]
Bunlar ise, muhakkak ki, ancak Müslümanların
topraklarını tek bir Halife’nin rayesi (bayrağı) altında
birleştirecek ve Müslüman ülkelerden Amerikan kâfirlerini
ve diğerlerini def edecek olan Raşidi Hilafet’in
bulunmasıyla gerçekleşir. Allah [Subhanehu
ve Teâlâ] şöyle buyurdu:
Ey iman edenler! Yahudileri ve nasranileri
(hristiyanları) dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin
dostudurlar. Her kim onları dost edinirse, o da onlardandır.
Muhakkak ki Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
Kalblerinde hastalık bulunanların: “Başımıza bir felâketin
gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasına
koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut
katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri
şeyden dolayı pişman olacaklardır.
[âl-Mâ’ide: 51,52]
|