1924’te İstanbul’da Hilafet’i
yıktıktan sonra Kâfirin Müslümanlar ve memleketleri
üzerine hakimiyetini zorla kabul ettirdiğinden bu yana, Küffarın
(kâfirlerin) Ümmet üzerindeki çatışması
hiç bitmedi. Küffarın Ümmet ile çatışması, Hilafet’i
kurarak İslam’ın pratik hayata geri döndürülmesi hakkında
ve küffarın
Ümmet hususunda kendi aralarındaki çatışma ise, Ümmetin
servetlerine ve kaynaklarına hakim olmak için daha fazla
otorite kazanmak hakkındadır. Küffarın kendileri için kolay
bir yem olarak kalsın diye Ümmet üzerindeki galibiyetini ve
hakimiyetini kolaylaştıran şey; suni sınırlar, kokuşmuş
milliyetçilik ve yüz kızartıcı vatancılık ile Ümmeti
parça parça koparmalarıdır. Zira Müslüman memleketlerin yırtılarak
koparılması ve Ümmetin halklarının bölünmesi ile kuvvet
unsurları sona erdi, nüfuzu zayıfladı ve konumundan düştü.
Müslümanların yöneticileri, Ümmetin
parçalanmışlığını koruyarak ve Müslüman halklar arasındaki
mesafeyi derinleştirerek -bu çift yönlü çatışmada-
Ümmete karşı kâfirlere yardım etmede korkunç mücrim bir
rol üstlendiler. Yöneticilerinin eliyle, halkları saptırmak
ve onları kâfirin plânlarına göre yürütmek için vatancı
duygular yoluyla aralarında nefret ve düşmanlık
uyandırdıkları zaman, Irak’taki ve Kuveyt’teki iki Müslüman
halkın arasında vukuu bulan çatışmadan daha açık bir
şekilde bunu gösteren hiçbir şey yoktur. Bir tarafta Saddam
Irak’ın kapasitesini ve enerjisini İran ve Kuveyt gibi
Ümmetin halklarına karşı yöneltirken, diğer tarafta Kuveyt’in
yöneticisi, kendi halkı arasında yakın Müslüman halklara
karşı düşmanlık hislerini körükledi. Öyle ki, Amerikan
kâfirinin Körfez’i, Kuveyt’i ve Irak’ı top yekun
işgalini kolaylaştırdılar. Bundan dolayı Kuveyt’in Irak
petrollerini çaldığı iddiasıyla Saddam, genelde Körfez’e
ve özelde Kuveyt’e Amerika’nın girmesini ve Saddam’ın
bitirilmesi gerektiği iddiasıyla da Kuveyt’in yöneticisi,
Amerika’nın Irak’ı işgalini kolaylaştırmış oldu.
İşte bu, kâfir ile çatışmasında savunmasız kalsın ve Kâfirlerin
kendi aralarındaki çatışmada kolay bir yem olsun diye kâfirin
Ümmeti zayıflatma ve parçalanmışlığını muhafaza etme
stratejisini gerçekleştirmede, aralarında Kuveyt ve Irak yöneticilerinin
de bulunduğu Müslüman yöneticilerin rollerinden biridir.
Çeşitli versiyonları ile küffar İslam’ın,
Hilafet’in kurularak hayat vakıasına geri dönmesini
engellemede ittifak halindedir. Bu yüzden aralarında Kuveyt ve
Irak yöneticilerinin de bulunduğu Müslümanların yöneticilerini,
kâfir efendilerinin İslam’a
ve Müslümanlara karşı terörizmi bitirme (!) bahanesiyle bir
Haçlı Savaşı üzerinde anlaşmalarının ardından Müslümanlara
karşı birleşik bir tutum takınır halde bulmaktayız. Müslümanların
yöneticileri İslam’a, mefhumlarına, nizamlarına ve onun için
muhlisane bir şekilde çalışanlara karşı bir savaş açmışlardır.
Bunun için aralarında tutumlar, bilgi değişimi (istihbarat
alışverişi) ve ortak yasalar konusunda eşgüdüm sağlamaktadırlar.
Onların bu eşgüdümü (koordinasyonu) İslam’a karşı
savaşta efendilerinin tutumlarının homojenleştirilmesine yönelik
bir reflekstir. Ne var ki küffarın
Ümmetin servetleri üzerindeki çatışması, hakiki bir çatışmadır.
Bunun içindir ki, Müslümanların yöneticilerini parçalanmış,
kindar ve tutumlarında düşman görüyoruz. Çünkü bu, aynen
Irak’a karşı savaş meselesinde hakarete varan boyutta
farklılaşmalarında veya Irak’ın serveti üzerindeki çatışmalarından
ötürü Güvenlik Konseyi’nde efendilerinin ihtilafa düşmesinde
olduğu gibi, Ümmetin servetleri üzerinde çatışan
efendilerinin tutumunu yansıtmaktadır.
Bütün Müslümanların, yöneticilerinin
vakıasını ve tutumlarının gerçeğini idrak etmek için bu
hakikatin farkında olmaları ve bunu gözlerinin önüne
koymaları gerekir. Buna binaen şayet Körfez’deki çatışmanın
tabiatını idrak ediyorsak, Kuveyt ve Irak’ın önceki ve
şimdiki yöneticilerinin tutumlarının hakikatini
anlayabiliyoruz. Irak-İran Savaşı ve Irak ordusunun
Kuveyt’e girmesi ve Amerika’nın Irak
ordusunu Kuveyt’ten çıkarması, Irak kuşatması ve ona
Amerika’nın savaşı ve Saddam’ın otoritesinin sona
erdirilmesi, tüm bunlar İslam’ın hayat vakıasına yeniden
dönüşüne karşı, küffar
ile Ümmetin çatışmasını gerçekleştirmekten başka bir
şey için değildir. Fakat bu aynı zamanda, küffarın
kendi aralarında Ümmet (ve petrolleri) üzerindeki çatışmasıdır.
Bu nedenle Kuveyt ve Irak’ın önceki ve şimdiki yöneticilerinin
tutumları halklarının veya İslam’ın veya Müslümanların
maslahatını gerçekleştirmek için değildir. Bilakis
onların tutumları başka bir şey için değil, doğrudan Kâfirin
menfaatini gerçekleştirmek
içindir.
Irak ve Kuveyt’in iki Müslüman halkı
arasında nefret ve düşmanlığın körüklenmesine gelince;
bu da hiçbir şey değil bilakis kâfirin Ümmetin servetlerini
ele geçirmesini mümkün kılmanın bir vesilesidir ve bu
tutumların neticesi, söylediklerimizin en
kuvvetli delilidir.
Ey Müslümanlar!
Allah [Subhanehu ve Te'âlâ] Muhammed
[SallAllahu
Âleyhi ve Sellem]’i gönderdiğinde,
Araplar arasında şiddetli bir düşmanlık, iğrençlik ve
tefrika zirvedeydi. Allah [Subhanehu
ve Te'âlâ] vichet-un nazarlarını (bakış
açılarını), hissiyatlarını, hayat nizamlarını ve yaşam
tarzlarını birleştiren vahid (tek) bir akide ile onları bir
araya getirdi. Böylece Allah [Subhanehu
ve Te'âlâ]’nın kulları ve
birbirlerinin kardeşleri oldular. Allah [‘Azze
ve Celle] şöyle buyurdu:
Hep birlikte Allah'ın
ipine (İslam'a) sımsıkı yapışın ve tefrikaya düşmeyin!
Allah'ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani siz
birbirinize düşman kişiler idiniz de O, kalplerinizin
arasını birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler
olmuştunuz. [Âl-i İmran 103]
Ve böylece, nakliyatın develer ve
iletişimin seyahatler ve seferler ile yapıldığı dönemden
beri 12 asır boyunca, tek bir
Halife’nin gölgesinde onları siper altına aldı. Bu akide
ile ondan neşet eden ve insanlığın tüm problemleri için
salih ve kapsamlı olan nizamları, bu Ümmet için izzet,
medar-ı iftihar ve otorite gerçekleştirdi.
Kuveyt ve Irak yöneticileri ile
Müslümanların diğer tüm yöneticilerinin politikalarına
gelince; bunların Müslüman halklar arasındaki bölünmüşlüğü
daha fazla artırmaktan ve kâfir için Müslüman memleketlerde
daha fazla uygulama alanı açmaktan başka ürettiği yoktur ve
bunlar bizim iman edip gereğince hareket ettiklerimize
muhaliftir. Allah [‘Azze
ve Celle] şöyle buyurdu:
Müminler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'a ittika
edin (takvalı olun) ki rahmet edilesiniz.
[Hucurat 10]
Ve Rasulullah
[SallAllahu
Âleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu:
Tüm Müslümanların kanı, malı ve ırzı,
Müslümana Haramdır.
[Muslim rivayet etti]
ve Rasulullah
[SallAllahu
Âleyhi ve Sellem]’in Medine’de ortaya
koyduğu sahifede şöyle geçti:
Ve Mü’minler (diğer) insanlardan ayrı
tek bir ümmettirler. Onlar en düşüklerinin zimmetine uyarlar
ve diğerlerine karşı savaşırlar.
İşte bu, İslam’ın izinde olduğumuz
davetidir. Bu sırat âl-müstakim
ve sapasağlam bir yoldur. Her kim onu izlerse Allah’ın
azabından emin olur. Fakat bir Müslümanın kanına, şerefine
veya malına saldırılmasına veya onun küçük düşürülmesine
veya Kâfire teslim edilmesine kabul etme, tâbi olma veya izin
verme yoluyla yöneticilerin çağrısına icabet edenler, Kavi,
Aziz, Şedid-ul İkab ve Kuvvet sahibi olan Allah tarafından
hesaba çekileceklerdir.
Ey Müslümanlar!
İslam, Müslümanların bölünmüşlüğünü,
vatancılığa davet etmeyi ve bu bayrak altında mücadele
etmeyi haram kılmıştır. Nitekim bu cahiliyye davasıdır.
Rasulullah [SallAllahu
Âleyhi ve Sellem] dedi ki;
Her kim cahiliyye davasına davet ederse, o
cehennem yakıtıdır. Bir adam
dedi ki; "Ya Rasul Allah! Saim (oruç tutan) ve salli (namaz
kılan) olsa da mı?" Dedi ki; Evet!
Saim ve salli olsa da. Velâkin sizi Müslümanlar ve Mü'minler
olarak tesmiye eden (isimlendiren) Allah'ın davetiyle (İslam
davasına) davet edin. [Ahmed (b. Hanbel) rivayet etti]
İslam, Müslümanların tek bir Halife’nin
gölgesi altında tek bir varlık (devlet) bünyesinde yaşayarak
vahdet ve kuvvet sahibi olmaları
dışında başka bir şeyi
kabul etmedi. Rasulullah [SallAllahu
Âleyhi ve Sellem] dedi ki;
İki Halifeye biat edilirse, onlardan
sonrakini (ikincisini) öldürün. [Muslim rivayet etti]
Ve onların Kâfir karşısında kuvvetli bir
bina gibi sağlam bir set olarak durmaları emretti. Rasulullah [SallAllahu
Âleyhi ve Sellem] dedi ki;
Mü’min, mü’min için parçaları
birbirlerini
kuvvetlendiren bir bina gibidir, (dedi)
ve parmaklarını birleştirdi. [Buhari rivayet etti]
Ve bu ancak, bu zayıf varlıkların (devletlerin)
yıkılması ve Minhac-in Nübüvveh
(Peygamberlik Metodu) üzere Raşidi
Hilafet’in kurulmasıyla tahakkuk
eder. İslam ve ona tâbi olanlar, onunla izzetlenecek, Küfür
ve ona tâbi olanlar ise onunla zillete düşeceklerdir.
İşte bu size yönelik bir nidâdır, Ey Müslümanlar!
Ey İman Edenler! Allah ve Rasulü sizi, size
hayat verecek şeye davet ettikleri zaman icabet edin!
[Enfâl 24]
|