2004 Mart’ının 22’sinde, 1425 Safer’inin başı
olan bu günün sabahında, mücrim Şaron’un haydutları
korkakça Mucahid Şeyh Ahmed Yâsin’e karşı hain bir
suikast gerçekleştirdiler. Mücahid Şeyh’in, tertemiz kan
rengine boyanmış şu mukaddes ve mübarek topraklar
üzerindeki şehidlerin ilki olmadığı gibi şehidlerin
sonuncusu da olmadığının farkındayız. Fakat yahudi
haydutların kan akıtmayı bu dereceye ulaştırmasının ciddi
bir önemi vardır:
Bu, gittikleri ve oturdukları her yerde görüşerek ve onu
tanıyarak, iğrenç cürümlerinde açıktan ve gizliden yahudi
varlığı’nı destekleyen Müslüman ülkelerdeki hain
yöneticiler için çok can yakıcı vahşi bir saldırı ve
hakaretvari büyük bir katliamdır ki, onlar Allah’tan veya
Allah’ın kullarından zerrece utanmaksızın onları
kucaklamakta ve onlarla sarmaş-dolaş olmaktadırlar.
Bu, kışlalarında kalakalmış olan Müslüman ordular için
çok can yakıcı vahşi bir saldırı ve hakaretvari büyük
bir katliamdır ki, bu ordular bünyelerindeki askerlerin
gözleri ve kulakları önünde gece-gündüz işlenen vahşi
katliamlara seyirci kalmaktadırlar. Yiyorlar ve içiyorlar
fakat savaşa koşmuyorlar, kendileri savaşmaktan alıkoyanlara
isyan etmiyorlar!
Bu, zorba yöneticilere suskun kalan Ümmet için çok can yakıcı
vahşi bir saldırı ve hakaretvari büyük bir katliamdır ki,
o yöneticiler Filistin’de sürdürdükleri acımasız
katliamlarına rağmen ihanet üstüne ihanetle mel’un
yahudilerle barışmaktadırlar.
Bu, Müslüman ülkelerdeki tüm nusret ehli (kuvvet sahipleri)
için çok can yakıcı vahşi bir saldırı ve hakaretvari büyük
bir katliamdır ki, onlar bulundukları yerlerde sahip
oldukları kuvveti Filistin’deki Müslümanları desteklemek için
kullanmamaktadırlar.
Bu, Filistin Yönetimi, onun adamları, FKÖ ve grupları için
çok can yakıcı vahşi bir saldırı ve hakaretvari büyük
bir katliamdır ki, onlar Filistin’de olanlara ve olmaya devam
edenlere rağmen halâ yahudilerle görüşmekten bahsetmekte,
habire barış ve teslimiyet sayıklamaktadırlar.
Şüphesiz Allah ve Rasulü’nün düşmanları olan
yahudilerin elleriyle Mucahid Şeyh’e yapılan suikastin
öfkesi ancak, yahudi varlığını imha etmek, 1967 işgali
veya 1948 işgali ile parçalanmış bir Filistin’i değil,
aksine tüm Filistin’i kurtarmak için tüm gücün harcanmasıyla
gerçekleştirilir.
Mucahid Şeyh’e yapılan suikastın öfkesi ancak, Müslüman
orduların savaş meydanından kaçmak, düşman ordusuna
karşı onu yalnız başına bırakmak için değil, bilakis
Filistin’e ve ehline destek çıkmak üzere toplanarak
harekete geçmesi için ciddiyet ve sadakatle çalışarak gerçekleştirilir.
Bu ise, yahudilere karşı Allah adına savaş ilan edecek,
Allah [Subhanehu ve Te’alâ]’ın mübarek kıldığı
Filistin’i yahudi varlığından temizleyinceye kadar
savaşmaya devam edecek ve sonra tüm Filistin’i İslam
topraklarına iade edecek olan Hilafet Devleti’nin
kurulması için sadakat ve ciddiyetle çalışarak gerçekleşir.
Bu, Filistin işgalcisi yahudilerle olan tüm müzakereleri
derhal durdurmak ve onlarla kurulmuş tüm barışçıl alâkaları
anında kesmek için sadakat ve ciddiyetle çalışarak gerçekleşir.
Ve nihayet, Mucahid Şeyh’in pak kanlarının, burada veya
başka bir yerde barışçıl bir çözümle ve yahudilerin
hayatta bırakılmasıyla takas edilmesine son verilmesi ile gerçekleşir.
Allah
[Subhanehu ve Te’alâ] Şeyh Ahmed Yâsin’e rahmet eylesin
ve mekânını Firdevs-ul ‘Alâ yapsın. Onun bu dünyadaki
son görevi salat-ul fecr (sabah namazı) oldu ve onu da eda
etti. Muhakkak ki Allah [Subhanehu ve Te’alâ]’nın kelâmı
dosdoğrudur:
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis
onlar diridirler; Rableri
yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allah'ın, lütuf ve
kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve
henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir
keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin
ecrini zâyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.
[Âl-i
'Imran 169-170-171]
|