Ana Sayfa
Ana Sayfa
 
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email

“ AHİDLEŞTİĞİNİZ ZAMAN ALLAH’IN AHDİNE VEFA GÖSTERİN.” (Nahl 91)

İslam, küçük veya büyük olsun insan hayatında tedavi ve hükmünü beyan etmediği hiçbir şey bırakmadı. Bu bağlamda kapsamlı ve dakik olmak gayesi noktasında insanın yaratıcısıyla, insanın kendi nefsiyle ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen hükümler getirmiştir. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

Ayrıca bu Kitab’ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)

Keza, ister Müslümanların ülkesinde olsun isterse Müslümanların herhangi bir maksattan dolayı daimi veya geçici olarak ikame ettiği gayri müslimlerin ülkesinde olsun, İslam'ın tedavi ettiği ve hükmünü de tam bir açıklılıkla ayan-beyan ettiği hususlardan biriside; Müslümanlarla gayri müslimler arasındaki ilişkidir. Kuşkusuz, İslam iki taraf arasındaki -yani Müslümanlarla gayri müslimler arasındaki- ilişkiyi, onlar arasında var olup ta kavvamı/özü eman olan ahit üzerine bina etmiştir. Ahid ise; iki kişi veya daha fazla kimseler arasında korunması ve onun gereklerine vefa gösterilmesi farz olan bir misak/sözleşmedir. Ahid'in gereği olan eman her türlü şerden ve ihanetten himaye etmek, kanı, malı ve namusu da korumaktır. Allah Azze ve Celle Müslümanlar üzerine ahidleştikleri zaman ahidlerine bağlı kalmayı farz, onu bozmayı ve ahdin kendisine verildiği kimseye de ihanet etmeyi onlara haram kıldı. Ayrıca İslam, Allah Azze ve Celle katında hürmetinin büyüklüğüyle birlikte yeminde kefareti kabul etmesine rağmen kefareti ahid'te kabul etmeyerek ahdi korumanın kıymet derecesini açığa çıkarmıştır. Allah'ü Teala şöyle buyurdu:

“Ahde vefa gösteriniz. Zira ahid sorumluluğu gerektirir.” (İsra 34)

Yine Allahu Teala şöyle buyurdu:

Ahidleştiğiniz zaman, Allah'ýın ahdini yerine getirin ve Allah'ýı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayıýn. Şüphesiz Allah, yapacağınýız şeyleri pek iyi bilir.” (Nahil 91)

Aişe (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Müslümanların zimmeti/garantisi tektir. Eğer onlar tarafından bir kimseye eman verilmişse ona ihanet etmeyiniz. Çünkü her bir ihanetçinin kıyamet günü kendisi ile tanınacağı bir sancağı vardır.” (Hakim Müstedrek'te tahriç etti)

Muhakkak ki, Batı ülkelerinde ikamet eden Müslümanlarla onları ağırlayan devlet arasında vize, ikametgah ve vatandaşlık gibi var olan bağlayıcı ahdi emana/güven sözleşmesine vefa göstermeleri ve onun üzerine terettüp eden vecibelere bağlanmaları şeran üzerlerine farzdır. Dolayısıyla onların, kendisiyle eman akdi yaptıkları ülkelerin halklarına kötülükle muamele etme, mallarını mübah görme, ırzlarına saldırma, dinlerine sövme ve kiliseler gibi mukaddes mekanlarına tecavüz etme hakları yoktur. Nitekim ahdi emanla Batı ülkelerinde ikamet eden Müslümanlara, nefse, mala, ırza ve Batı ülkesinde ikamet edipte Batı'nın zimmetinde/garantisinde olan Hinduların, Yahudilerin ve diğer kimselerin mukaddesatlarına eza taarruzunda bulunmalarının haram olması gibi... Çünkü ahdi eman hem onları hem de Batı ülkelerine emanla giren ve ahidle orada ikame eden Müslümanları kapsar.

Ahdi eman iki taraf arasında bağlayıcı olduğuna göre her iki tarafında ona bağlanmaları üzerlerine farzdır. Zira tek taraflı o misaka vefa gösterildiği zaman onunla amel etmenin mümkün olmadığı gibi ondan gözetilen maksatta gerçekleşmiş olmaz. Bu yüzden Müslümanlar üzerine belli bir haklar yükleyen aynı ahdi eman, Batılılar üzerine de Müslümanlar lehine belli bir haklar yükler. Ayrıca Ahdi eman sebebiyle Müslümanlar üzerine Batılıların kanından, malından, ırzından ve mukaddesat hürmetlerinden ne zorunluysa Batılılar üzerine de Müslümanlar lehine olanların aynısı eksiksiz olarak zorunludur. Bu işin başında da dinleri konusunda Müslümanların korunması ve zati itibariyle ne dine ne de dinleri hakkında Müslümanlara taarruz etmemek gelir.

Batı ülkelerinde Müslümanlarla gayri müslimler arasındaki ilişkiyi düzenleyen bu şer'i hüküm gün ışığı gibi açık olmasıyla beraber; Batılılar tarafından Müslümanların maruz kaldığı kötü muamele ve onlar üzerine vaki olan büyük zulüm sebebiyle o şer'i hüküm bazı kimselere gizli kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, biz özelde onlara, genelde ise Müslümanlara neredeyse unutulmaya yüz tutmuş azametli şer'i hükmü hatırlatarak nasihat takdim etmeyi görevlerimiz arasında gördük. Dikkat ediniz!! o'da(şer'i hükümde) ahde vefa göstermektir. İslam yüce bir dindir ki; ahlakın en şereflisini ve en faziletlisini teşri etmiştir. Ne ihanet, ne aldatma, ne misakı bozma ve ne de muste'mine/eman verilmişe hiyanet etmek ondan değildir. Abdullah İbn-i Ömer'den Nebi' (s.a.v)in şöyle dediği rivayet edildi:

“Dört şey vardır ki; onlar kimde bulunursa halis münafık olur ve kendisinde onlardan bir haslet bulunan kimse onları terk edinceye kadar nifaktan bir haslet bulunmuş olur: kendisine emanet edildiği zaman ihanet eder, konuştuğu zaman yalan söyler, ahitleştiği zaman sözünde durmaz ve husumetleştiği zaman da yan çizer." (Müttefikun aleyh)

Şüphesiz biz biliyoruz ki; Müslümanlar dünyanın her tarafında patlama doğuracak bir zillet ve hakirliğe maruz kalmaktadırlar. Fakat her halükarda bu, biz Müslümanlar olarak bize, şer'i hükümden dışarı çıkma ve tepkisellikle davranışta bulunma bahanesini vermez. Çünkü, ahdi bozmak ve ihanet sebepleriyle Allah'a isyan etmek ne nusreti gerçekleştirir, ne fayda sağlar ne de hakkı iade eder. Bunun nedeni; helale haram yoluyla ulaşılmaz ve gaye de vesileyi mübah kılmaz.

Allah tayyib/temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder. Bu bağlamda izzet ve rahmet manalarını akıtan hak risaleti, yüklenen Müslümanlarda aslolan Allah'ü Teala'nın teşri ettiği müstakim/dosdoğru metoda bağlanmak ve ne barış veya harb halinde, ne de kuvvet veya zafiyet halinde ondan bir nebze olsun sapmamaktır. Ahde vefada ve misaklara ihtiram göstermede örnek Allah'ın Rasul'u (s.a.v) olsun.

Huzeyfe İbn-i Yeman'dan şöyle dediği rivayet edildi: “Beni Bedre şahit olmaktan alıkoyan; ancak ben ve babam Husayl'ın (Medine'ye gitmek üzere ) yola çıkmamızdır.” O dedi ki; “Bizi Kureyş kafirleri yakalayarak dediler ki: “Şüphesiz siz Muhammed'e (gitmek) istiyorsunuz?” Biz de dedik ki; “Hayır biz onu istemiyoruz, biz ancak Medine'ye (gitmek) istiyoruz.” Hemen bizden, Medine'ye vardığımızda kesinlikle onunla beraber olup savaşmamak üzere Allah'ın ahdini ve misakını aldılar. Daha sonra biz Allah'ın Resulüne (s.a.v) vardığımızda olanları O'na haber verdik. O'da:“Haydi gidin. Biz onların ahdine vefa gösteririz ve onlara karşı Allah’tan yardım dileriz.” buyurdular. (Muslim, cihad 98 (1787) 

H. 23 Safer 1425

Hizb-ut Tahrir

Avrupa

M. 13.04.2004