İslam, küçük veya büyük olsun
insan hayatında tedavi ve hükmünü beyan etmediği hiçbir
şey bırakmadı. Bu bağlamda kapsamlı ve dakik olmak gayesi
noktasında insanın yaratıcısıyla, insanın kendi nefsiyle
ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen hükümler
getirmiştir. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ayrıca bu Kitab’ı
da sana, her şey için bir açıklama, bir
hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde
olarak indirdik.” (Nahl 89)
Keza, ister Müslümanların ülkesinde
olsun isterse Müslümanların herhangi bir maksattan dolayı
daimi veya geçici olarak ikame ettiği gayri müslimlerin
ülkesinde olsun, İslam'ın tedavi ettiği ve hükmünü de tam
bir açıklılıkla ayan-beyan ettiği hususlardan biriside; Müslümanlarla
gayri müslimler arasındaki ilişkidir. Kuşkusuz, İslam iki
taraf arasındaki -yani Müslümanlarla gayri müslimler arasındaki-
ilişkiyi, onlar arasında var olup ta kavvamı/özü eman olan
ahit üzerine bina etmiştir. Ahid ise; iki kişi veya
daha fazla kimseler arasında korunması ve onun gereklerine
vefa gösterilmesi farz olan bir misak/sözleşmedir. Ahid'in
gereği olan eman her türlü şerden ve ihanetten himaye etmek,
kanı, malı ve namusu da korumaktır. Allah Azze ve Celle Müslümanlar
üzerine ahidleştikleri zaman ahidlerine bağlı kalmayı farz,
onu bozmayı ve ahdin kendisine verildiği kimseye de ihanet
etmeyi onlara haram kıldı. Ayrıca İslam, Allah Azze ve Celle
katında hürmetinin büyüklüğüyle birlikte yeminde kefareti
kabul etmesine rağmen kefareti ahid'te kabul etmeyerek ahdi
korumanın kıymet derecesini açığa çıkarmıştır. Allah'ü
Teala şöyle buyurdu:
“Ahde vefa gösteriniz. Zira ahid sorumluluğu
gerektirir.” (İsra 34)
Yine Allahu Teala şöyle buyurdu:
“Ahidleştiğiniz
zaman, Allah'ýın ahdini yerine getirin ve Allah'ýı
üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra
yeminleri bozmayıýn. Şüphesiz Allah, yapacağınýız
şeyleri pek iyi bilir.” (Nahil 91)
Aişe (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Müslümanların
zimmeti/garantisi tektir. Eğer onlar tarafından bir kimseye
eman verilmişse ona ihanet etmeyiniz. Çünkü her bir
ihanetçinin kıyamet günü kendisi ile tanınacağı bir
sancağı vardır.” (Hakim Müstedrek'te tahriç etti)
Muhakkak ki, Batı ülkelerinde ikamet
eden Müslümanlarla onları ağırlayan devlet arasında vize,
ikametgah ve vatandaşlık gibi var olan bağlayıcı ahdi emana/güven
sözleşmesine vefa göstermeleri ve onun üzerine terettüp
eden vecibelere bağlanmaları şeran üzerlerine farzdır.
Dolayısıyla onların, kendisiyle eman akdi yaptıkları
ülkelerin halklarına kötülükle muamele etme, mallarını mübah
görme, ırzlarına saldırma, dinlerine sövme ve kiliseler
gibi mukaddes mekanlarına tecavüz etme hakları yoktur.
Nitekim ahdi emanla Batı ülkelerinde ikamet eden
Müslümanlara, nefse, mala, ırza ve Batı ülkesinde ikamet
edipte Batı'nın zimmetinde/garantisinde olan Hinduların,
Yahudilerin ve diğer kimselerin mukaddesatlarına eza
taarruzunda bulunmalarının haram olması gibi... Çünkü ahdi
eman hem onları hem de Batı ülkelerine emanla giren ve ahidle
orada ikame eden Müslümanları kapsar.
Ahdi eman iki taraf arasında
bağlayıcı olduğuna göre her iki tarafında ona
bağlanmaları üzerlerine farzdır. Zira tek taraflı o misaka
vefa gösterildiği zaman onunla amel etmenin mümkün olmadığı
gibi ondan gözetilen maksatta gerçekleşmiş olmaz. Bu yüzden
Müslümanlar üzerine belli bir haklar yükleyen aynı ahdi
eman, Batılılar üzerine de Müslümanlar lehine belli bir
haklar yükler. Ayrıca Ahdi eman sebebiyle Müslümanlar
üzerine Batılıların kanından, malından, ırzından ve
mukaddesat hürmetlerinden ne zorunluysa Batılılar üzerine de
Müslümanlar lehine olanların aynısı eksiksiz olarak
zorunludur. Bu işin başında da dinleri konusunda Müslümanların
korunması ve zati itibariyle ne dine ne de dinleri hakkında Müslümanlara
taarruz etmemek gelir.
Batı ülkelerinde Müslümanlarla gayri
müslimler arasındaki ilişkiyi düzenleyen bu şer'i hüküm
gün ışığı gibi açık olmasıyla beraber; Batılılar
tarafından Müslümanların maruz kaldığı kötü muamele ve
onlar üzerine vaki olan büyük zulüm sebebiyle o şer'i hüküm
bazı kimselere gizli kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, biz
özelde onlara, genelde ise Müslümanlara neredeyse unutulmaya
yüz tutmuş azametli şer'i hükmü hatırlatarak nasihat
takdim etmeyi görevlerimiz arasında gördük. Dikkat ediniz!!
o'da(şer'i hükümde) ahde vefa göstermektir. İslam yüce bir
dindir ki; ahlakın en şereflisini ve en faziletlisini teşri
etmiştir. Ne ihanet, ne aldatma, ne misakı bozma ve ne de
muste'mine/eman verilmişe hiyanet etmek ondan değildir.
Abdullah İbn-i Ömer'den Nebi' (s.a.v)in şöyle dediği
rivayet edildi:
“Dört şey vardır ki; onlar kimde
bulunursa halis münafık olur ve kendisinde onlardan bir
haslet bulunan kimse onları terk edinceye kadar nifaktan bir
haslet bulunmuş olur: kendisine emanet edildiği zaman ihanet
eder, konuştuğu zaman yalan söyler, ahitleştiği zaman sözünde
durmaz ve husumetleştiği zaman da yan çizer." (Müttefikun aleyh)
Şüphesiz biz biliyoruz ki;
Müslümanlar dünyanın her tarafında patlama doğuracak bir
zillet ve hakirliğe maruz kalmaktadırlar. Fakat her halükarda
bu, biz Müslümanlar olarak bize, şer'i hükümden dışarı
çıkma ve tepkisellikle davranışta bulunma bahanesini vermez.
Çünkü, ahdi bozmak ve ihanet sebepleriyle Allah'a isyan etmek
ne nusreti gerçekleştirir, ne fayda sağlar ne de hakkı iade
eder. Bunun nedeni; helale haram yoluyla ulaşılmaz ve
gaye de vesileyi mübah kılmaz.
Allah tayyib/temizdir ve ancak temiz
olanı kabul eder. Bu bağlamda izzet ve rahmet manalarını
akıtan hak risaleti, yüklenen Müslümanlarda aslolan Allah'ü
Teala'nın teşri ettiği müstakim/dosdoğru metoda bağlanmak
ve ne barış veya harb halinde, ne de kuvvet veya zafiyet
halinde ondan bir nebze olsun sapmamaktır. Ahde vefada ve
misaklara ihtiram göstermede örnek Allah'ın Rasul'u (s.a.v)
olsun.
Huzeyfe İbn-i Yeman'dan şöyle dediği
rivayet edildi: “Beni Bedre şahit olmaktan alıkoyan;
ancak ben ve babam Husayl'ın (Medine'ye gitmek üzere ) yola çıkmamızdır.”
O dedi ki; “Bizi Kureyş kafirleri yakalayarak dediler ki: “Şüphesiz
siz Muhammed'e (gitmek) istiyorsunuz?” Biz de dedik ki; “Hayır
biz onu istemiyoruz, biz ancak Medine'ye (gitmek) istiyoruz.”
Hemen bizden, Medine'ye vardığımızda kesinlikle onunla
beraber olup savaşmamak üzere Allah'ın ahdini ve misakını
aldılar. Daha sonra biz Allah'ın Resulüne (s.a.v) vardığımızda
olanları O'na haber verdik. O'da:“Haydi gidin. Biz
onların ahdine vefa gösteririz ve onlara karşı
Allah’tan yardım dileriz.” buyurdular. (Muslim,
cihad 98 (1787)
|