Köpük
atılıp gider ve insanlara fayda veren şey ise yeryüzünde kalır
[Râ’d 17]
El-Mustakbel
Gazetesi 01.09.2004 Çarşamba günü,
Hizb-ut Tahrir’in
Irak’ta ve Batılı odaklara karşı dünyada silahlı
saldırılar gerçekleştirmeye karar verdiğinden ve Hizb’in Usbât-ul
Ensâr grubu ile Filistin Devrim Konseyi’nden bazı unsurları
organize etme eğilimde olduğundan ve bu unsurların yardımıyla
şiddetli güvenlik saldırılarının görüleceğinden bahseden
“Gizli Bilgiler Kitabı”na dayandırarak birinci askerî tahkik
hâkiminin bir itham kararı aldığını yazdı.
Bu
kitabın yayınlanmasından hemen sonra, Lübnan’daki Hizb-ut
Tahrir Medya Bürosu 02.09.2004’te bir beyan yayınladı.
Orada net bir biçimde şöyle denildi: Muhakkak ki Hizb-ut
Tahrir askerî veya silahlı eylemlerle uğraştığını
reddetmiş, bilakis yalnızca delile ve iknâya dayalı fikrî ve
siyâsî bir dâvâ yürüttüğünü yüzlerce kez beyan etmiştir...
Hizb’in yayınladığı tüm bu beyânatlara ve reddiyelere rağmen,
Hizb’i ve şebâbını (gençlerini) maddî eylemler hazırlığında
olmakla suçlayan “gizli!” ve gizli olmayan kitaplar
türeyivermiştir. Hiçbir kimse Hizb’in elli yıllık ömrü ve
çalışması boyunca tek bir maddî (silahlı) eylem yaptığına dâir
hiçbir delil gösteremediği ve hiçbir delil gösterilemeyeceği
halde yine de Hizb bunu reddetmeyi sürdürmektedir. Zîra tüm bu
iddialar kuru iftiralar ve yalanlar olmaktan başka bir şey
değildir.
Otorite,
güvenlik birimleri ve tahkik subayları, Hizb’in silahlı
eylemler yapmadığını çok iyi bilmektedirler. Çünkü Hizb’in
târihini bilmektedirler. Nitekim bu bilgiler, onlarca şebâbın
ifadeleri ile fikrî ve siyâsî beyannamelerden ve kitaplardan başka
hiçbir şey bulamadıkları evlerine yapılan baskınlar vâsıtasıyla
kendilerine ulaşmıştır.
“Gizli
Bilgiler Kitabı” denilen şeyde geçen bilgiler, saptırmalardan,
Hizb’e karşı başlatılmış iftira kampanyasına malzeme
olmaktan ve sadece Lübnan’da değil, aksine dünyanın birçok
ülkesinde Hizb’e ve şebâbına baskı yapılmasını ve
saldırılmasını haklı çıkarmaya yönelik yalan mazeretler
olmaktan başka bir şey değildir.
Hicrî
Receb 1327 muvâfık Mîlâdî Nisan 1953’te kurulan Hizb-ut
Tahrir; İslâmî Devlet olarak Müslümanların tüm
ülkelerini birleştirecek olan Hilâfet Devleti’nin
gölgesinde İslâmî Hayatı yeniden başlatmayı ve İslam Dâveti’ni
dünyaya yüklenmeyi kendisine gâye edinmiştir. Gâyesine ulaşmak
için benimsediği metod ise, bir kitle inşa etmek ve onu kültürlendirmek
ve sonra kültür, fikrî çatışma ve siyâsî mücadeleyle ve
Ümmetin maslahatlarını benimseyip sömürgecilerin plânlarını
ifşa ederek Ümmet ile kaynaşmak şeklindedir.
Hizb-ut
Tahrir seyrinin gereği olarak açık ve net bir şekilde
hareket etmekle birlikte tüm bunlarda siyâsî çalışmalarla
kendisini sınırlandırmış ve yöneticilere karşı veya dâvâsının
önünde duranlara karşı maddî eylemlere başvurmamıştır.
Nitekim Hizb, Mekke’de dâvâsını taşımak üzere kendisini sınırlandıran
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in adımlarını tâkip
etmektedir.
Artık
İslam kendisini devletlerarası sahaya kabul ettirmeye
başlamış ve rakipsiz bir kamuoyu oluşturmuştur. Ümmetin çığlıkları
her geçen gün yükselirken ve susamışlıkları daha da artarken,
Ümmet Allah’ın Kitâbı ve Rasulü [SallAllahu ‘Aleyhi ve
Sellem]’in Sünneti ile yönetimi beklemeye ve o devletin kurulması
için çalışanların daha da çoğalması umuduyla bakışlarını
hasretle bekledikleri İslâmî Devlet’e, Hilâfet Devleti’ne
çevirmiştir.
Şafak
vakti giderek yaklaştığı gibi, düşmanların endişelerini
artırır ve öfkelerini kabartır şekilde Ümmet de gâyesini
gerçekleştirmeye daha yakınlaşmıştır. Bunun içindir ki, bu
umulan doğumu engellemek üzere ve yaklaşan şafağı karartmak
umuduyla plânlar, entrikalar, hileler ve tuzaklar hazırlamakta,
ajanlar ve uşaklar istihdâm etmekte, devâsa ordular göndermekte,
en vahşi cürümlere girişmekte ve muazzam paralar
harcamaktadırlar. Onlar sanki bu doğmak üzere olan aydınlığın,
onların karanlıklarını paramparça edeceğini unutmuş
gibidirler.
Hizb’in
gâyesine daha da yaklaşması ve birçok ülkede görülen açık
faaliyetlere girişmesi ile birlikte İslâmî beldelerdeki ve de
Lübnan’daki otorite sahipleri de Hizb’in şebâbına yönelik
eziyet ve tutuklama kampanyaları başlatmışlardır. Buna rağmen
Hizb açık faaliyetlerini sürdürmektedir. Kaldı ki çalışması
meşrudur ve farzdır. Çünkü her iki dünyanın (bu dünya ve
âhiretin) Rabbinin emridir. Onun çalışmasının yasaklanması
haram olduğu gibi büyük bir cürümdür de. Çünkü onunla
mücadele etmek, Allah’ın Şeriati’nin tatbik edilmesi ve
Ümmetlerinin kurtarılması için uğraşan ihlaslı mü’minler
ile mücadele etmektir. Buna ilaveten Hizb zâten 1959 yılında Lübnan’da
çalışma izni almıştır. Dolayısıyla onun faaliyetlerinin
engellenmesi ve yasaklanması ğayri meşrudur.
Hizb’in
kuruluşuna eşlik eden ve hâlen devam eden bu aleniyet, onun
maddî veya askerî eylemlerden ne kadar uzak olduğunun en büyük
tanığıdır. Onun şebâbı açıktan beyannameler dağıtmakta ve
alenen protesto eylemleri yapmaktadır. Basın toplantıları düzenlemekte,
televizyon röportajları yapmakta ve topluma bildirilerle hitap
etmektedir. Tüm bunlar otoritenin gözleri ve kulakları önünde
cereyan etmektedir. Hatta bunların hepsi de Hizb’in gizlemesine
gerek olmayacak ve şebâbının çalışmasını açıkça
gösterecek şekilde bizzat güvenlik kameraları tarafından
kaydedilmektedir.
İşte
Hizb’in bu aleniyeti, özellikle Hizb’in kendilerini Allah’a
feda etmiş şebâbının hapishaneleri ve tutukevlerini nasıl
basit ve sıradan gördüğüne şâhit olduklarında otoriteyi çıldırtıp
rahatsız etmektedir. Dolayısıyla onun imajını bulandırmak ve
şebâbına yönelik baskılara bahane bulmak için iftiralar ve
yalan ithamlar ile tutuklama kampanyalarına girişmektedir. Ne var
ki askerî-güvenlik eylemleri suçlamasını üzerine atarak Hizb
aleyhine komplolardan bir komplo olarak çizilen bu entrikalar,
hakiki gerçeğin önünü kat’iyyen kesemeyecektir. Hizb’in
tüm çalışmalarının gerçeği ise yalnızca fikrî-siyâsî
çalışmalar olmasıdır.
Allah
[Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Onlar
tuzak kuruyorlarken Allah da tuzak kuruyordu. Şüphesiz Allah tuzak
kuranların en hayırlısıdır. [en-Enfâl 30]