Dini
devletten ayırmak olan Laik nizâmların çöktüğü artık açığa
çıkmıştır. Ülke her yönden hezimete uğratılmıştır:
Fakirlik, cehâlet, güvenlik endişeleri, işlenen suçlar, yüksek
tedâvi masrafları, eğitim ve kötü niyetli taşımacılık araçları...
Yiyecek, giyecek ve barınak gibi temel ihtiyaçlar, nüfusun
büyük çoğunluğu için olanaksız hâle gelmiştir. Hal böyle
iken insanların ikincil ihtiyaçlarını karşılaması nasıl mümkün
olur? Dahası ülke, büyük borçlar yükü ve özellikle Batılı
sömürgeci devletlerin hegemonyası altında ezilmektedir. Ülkemiz
siyâsî, ekonomik, kültürel ve hatta askerî açıdan sömürgeleştirilmiş
durumdadır. Hâl böyle iken Allah’ın rızâsını kazanabilir
miyiz? Yada bağımsızlığımızı veya egemenliğimizi elde
edebilir miyiz? Yada şerefli bir hayatın minimal gereksinimlerini
dâhi karşılayabilir miyiz? Öyleyse bu mahrumiyeti, bu zilleti ve
bu Allah’tan uzaklaşmışlığı kabul edecek miyiz?
Bazıları
şunu diyebilir: Geri kalmışlığımızın ve fakirliğimizin
sebebi laiklik değildir. Batılı ülkeler de laiktirler ama onlar
fakir veya zelil durumda değildirler.
Bunu
söyleyenlere şunu deriz: Bilakis sebep, esâsen laiklik ve
insanların nefsiyetlerinin (psikolojilerinin) bir araya gelmesidir.
İslâmî
nizâm ile laik nizâmı, tatbikattaki etkinlik açısından
karşılaştırdığımızda aşağıda hususlar dikkatlerimizi
çeker:
1.
Müslüman fertlerin Allah’a karşı takvâlılıkları:
Müslüman, üzerine Akidesinden kaynaklanan nizâm uygulandığında
bu nizâma itaat eder ve onu korur. O kadar ki kendisini bu uğurda
feda eder. Çünkü Müslüman böyle yaparak Allah’a itaat
ettiğinin bilincindedir ve bunu kendisine büyük ecir kazandıracak
bir ibâdet olarak görür. Bu nizâmın gereklerini yerine
getirmesi için, peşine düşecek bir polise ihtiyaç duymaz.
Çünkü bu nizâmın gereklerini yerine getirmesine yol açan
temel unsur Allah’a olan ittikasıdır, takvâlı olmasıdır.
Fakat Müslümanlar üzerine küfür yasaları olan -ki bunları
ortaya koyanların istek ve arzularına göre yasalaştırılmaktadır-
laik nizâmları uyguladığınızda ise, Müslüman bunlara karşı
herhangi bir itaat veya koruma ihtiyacı duymaz. Aksine
-peşlerine düşen polisler olmasa- bunların altını oymaya
çalışacak ve tümünü reddedecektir. Hatta polisler bile bu
yasalar için kendilerini yormazlar. Rüşvet vakıaları daha
sık meydana gelir. Şu da var ki, her iki taraf da (halk ve güvenlik
birimleri) bu yasaların çiğnenmesinde ittifak ederler. Bu da
devletin en düşük görevlisinden devlet başkanına kadar görülür.
2.
İslâmi Kamuoyunun Heybeti: Eğer herhangi bir Müslüman
fertte Allah’a ittikâda (takvâlı olmada) zayıflık veya
Şerîate aykırı davranışlar görülürse, bu İslâmî
kamuoyu derhal onu hatasından döndürecektir. Kur’an-ı Kerîm’in
ve Sünnet-i Mutahhara’nın yüzlerce nassında vurgulanan
husus, İyiliği Emretme ve Kötülükten Sakındırma
esasıdır. Her bir Müslüman [hatta ülkenin
yöneticilerinden veya görevlilerinden olsa bile] devlette
insanların gözetilmesi sorumluluğunu üzerlerinde taşırlar.
Nitekim bu sorumluluk Allah’ın bir farzıdır. Rasulullah [SallAllahu
‘Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: Sizden kim bir
münker görürse onu elleriyle değiştirsin ama gücü
yetmezse diliyle, ona da gücü yetmezse kalbiyle... Bu ise
îmânın en zayıfıdır. [Muslim rivâyet etti]
Bunun
içindir ki İslâmî kamuyonun heybeti, aykırılıkların çoğunu
ortadan kaldıracaktır.
3.
Polis faktörü ve yasaların adâleti: Eğer kişinin
takvası zayıf ve kamuoyuna muhalefeti gizli değil ise
burada otoritenin işi başlar. Nitekim ‘Usman İbn Affan’dan
şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Muhakkak ki Allah,
Kur’an ile zaptetmediklerini Sulta (Otorite) ile zapteder.
Bu
durumda muhâlife muhâlefeti nispetinde ceza düşer. Bu
cezalar önleyici ve kısıtlayıcıdır. Yâni cezânın
tekrarından uzaklaştırıcıdır. Bu da cezâlandıran hâkimden
veya yöneticiden kaynaklanmaz. Çünkü Hududun (hadlerin, şer’i
cezaların) Allah’tan olduğunu ve cezâsını bu dünyada
çekmesinin kendisini Âhirette temizleyeceğini bilir. Allah’ın
hükmü haksızlık içermez ve âdildir. Yönetici Allah’ın
âdil Şeriatini infâz eder ve art niyetle hareket etmez.
İslâmî
Şeriatten başka yeryüzünde, bu iki özelliğe yâni insanların
Allah’tan korkusu ve kamuoyu heybetine sâhip hiçbir yönetim
nizâmı yoktur. Nitekim bunlar yalnızca İslam’da vardır.
Batılı laik yasamalarda olduğu gibi insanların yaptıkları
yasamalar ise yalnızca polis kuvveti ve kanun şiddeti ile
uygulanabilmektedir. Çünkü insanlar bu yasalara değer
vermemekte ve onları koruma ihtiyacı hissetmemektedirler. Tam
aksine bu yasalar üzerinde açık kapılar bulup çıkarlarına
âlet etmek üzere değerlendirmek için ellerinden geleni
yapmaya çalışmaktadırlar.
Müslümanların
psikolojilerine gelince; bu psikoloji büyük bir düşüş ile
düşmüştür. Müslümanlar, ilâhî risâleti beşeriyete
taşımaları ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı
ümmet konumuna yükselmeleri gerektiği şuurunda
olacaklarına, kâfir sömürgecilerin peşinden gitme dürtüsüne
ve bu kâfirlerin evrensel risâletin sahipleri, dünyanın
efendileri ve liderleri haline geldikleri vehmine
kapılmışlardır. Bu aşağılık psikolojisi ve bu şuur
onları, kölelerin hayatını kabullenmeleri gerektiği hissine
yöneltmiştir.
Ey
Endonezya’daki Müslümanlar!
Şimdi
siz devlet başkanını seçmeye gidiyorsunuz. Laik küfür
nizâmlarına bağlanan kimseleri ve bizâtihi bu küfür
nizâmlarını reddedin! Hilâfet’i kurmak ve İslâmî Şeriati
tatbik etmek isteyen kimseleri seçmeye çalışın!
Ey
Müslümanlar!
Sizler,
Allah tarafından size ve tüm insanlığa gönderilmiş bir nizâma
sahipsiniz. İnsanların isteklerine ve arzularına göre tarafından
hazırlanmış beşerî nizâmlar da bulunmaktadır. Oysa bunlar
onların âciz ve sınırlı akıllarından ve görüşlerinden çıkmıştır.
Öyleyse Hakîm [Hikmet sahibi] ve Habîr [Her şeyden haberdar]
olan Allah’ın size bir Rahmet olarak gönderdiği bu nizâmı
nasıl terk edersiniz? Nasıl olur da size ancak zillet, sefalet
ve musibetten başka bir şey getirmeyen bu bâtıl ve çürük
yasaları söküp atmazsınız?
Daha
hayırlı olanı daha kötü (aşağılık) olan ile mi
değiştiriyorsunuz? [Bakara 61]
Batı
kültürünün etkisinden çıkamayan laiklerden olan sapıklar
Bat’nın nizâmlarını istemektedirler. Peki siz buna boyun büküp
rızâ mı göstereceksiniz? Öyleyse Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın
şu kavlini dinleyiniz:
Allah
ve Rasulü bir işe hükmettikleri zaman, mü’min bir erkek ve
mü’mine bir kadın için o işlerinde hiçbir serbestlik
yoktur. Her kim Allah’a ve Rasulü’ne isyân ederse, apaçık
bir sapıklıkla sapıtmış olur. [Ahzâb 36]
ve
şu kavlini
Aralarında
hükmetmesi için Allah’a ve Rasulü’ne davet edildiklerinde,
Mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve İtaat Ettik”
demeleridir. İşte onlar felâha (kurtuluşa) çıkanların ta
kendileridir. [51] Her kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat
eder, Allah’tan korkar ve O’na ittika ederse (O’na karşı
takvâlı olursa) işte onlar kazananların ta kendileridir. [Nûr
51-52]
ve
şu kavlini:
Haydi
Rabbinizden bir mağfirete ve muttakiler (takvâ sâhipleri) için
hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan Cennete
koşun! [Âl-i İmran 133]