Sayın Endonezya Cumhuriyeti Başkanı, Muhterem Susilo Bambang
Yudoyono,
Es-Selâmu ‘Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,
Bu kısa mektubumuzu okumanızdan önce, bilmenizi isteriz ki bizler
ideolojisi İslam olan siyâsî bir partiyiz ve Müslümanların
beldelerinde Hilâfet’i, Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurarak
İslâmî Hayatı yeniden başlatmak üzere çalışmakta, dâvâmızı fikrî
çatışma ve siyâsî mücâdele ile sınırlandırarak hiçbir maddî, şiddet
üslubunu kullanmamaktayız.
Bizi bu mektubu tarafınıza iletmeye yönelten husus, İslâmî
ideolojinin doğruluğuna ve İslâmî Devletin yeniden -İnşâAllah çok
kısa bir zaman içerisinde- kurulacağına dâir kesin inancımızdır.
İslâmî beldelerde ve Endonezya’da gerçekleşecek köklü değişime
ilişkin olarak aşağıdaki hayatî hususları belirtmek istiyoruz:
1. Muhakkak ki Endonezya İslâmî bir beldedir. İslâmî belde;
içerisinde önceden İslâmî hükümlerin uygulandığı veya halkının
çoğu Müslümanlardan oluşan beldedir. İslâmî bir belde olarak altın
bir târihe sahip olan bu belde, şüphesiz ki bakışlarını özlemle
Hilâfete çevirmiştir. Nitekim Endonezya’nın geçmişi, Osmanlı
Hilâfeti’nin 1521’den beri işgâl altında olan Pasai kıyılarından
Portekizlileri kovarak bu beldenin halkını yardımıyla nasıl mutlu
ettiğine şâhittir.
Bundan yıllar önce Osmanlı kuvvetleri Portekiz düşmanının
karşısına ansızın çıkıvermişti. O zaman Osmanlı Hilâfeti’nin
askerî birlikleri Malaka İslâmî Emîrliği’ni sömürgeci kâfirin
nüfuzundan kurtararak düşmanı şaşkına çevirmişti. Böylece
Osmanlı Hilâfet Devleti Portekiz kâfirini bu sulardan sürerek,
Aceh Müslümanlarının Hacc için kullandıkları bu deniz yolunu
güvence altına almıştı. Bundan dolayı Hilâfet’in bizim için
hayırsız olduğunu iddia eden vefâsızlar, Müslümanları
Ümmetlerinden koparmaya ve onları Hilâfetin kurulması ve onun
mübârek gölgesinde yaşanması azîm farziyetinden uzaklaştırmaya
çalışan şirret konuşmacılardan başkası değildir.
2. Bu belde, hayatın tüm yönlerinden birçok çetrefil krizlere
maruz kalmıştır. O derece ki topraklarının verimliliği ve
servetlerinin büyüklüğü nedeniyle önceden [Ekvator Zümrüdü] olarak
anılan bu belde, o kadar fakirleşti ki millî üretimi, Afrika’nın
en fakir ülkelerinden biri olan Zimbabve’nin bile aşağısına düştü.
Bunun yanında büyük bir borç yükü altında kaldı. Kaldı ki aynı
zamanda herkes Endonezya’nın kara üstünde ve deniz altında büyük
bir servete sahip olduğunu, toprağının altın, nikel, alüminyum,
bakır ve diğer açık yada kapalı mâdenler bakımından olduğu gibi
bununla beraber yüksek miktarda petrol ve doğalgaz bakımından da
oldukça zengin olduğunu bilmektedir. Benzer şekilde tonlarca altın
rezerviyle ünlü Papua toprağı bile sömürgeci devletler ve
müttefikleri ile dolmuştur. Ayrıca sularındaki büyük servetlere,
adalarındaki geniş ormanlara ve Allah’ın fadlıyla ihsan ettiği
daha nice güzel manzaralara sahiptir. Şimdi bize düşen şu vakıanın
karşısında durmaktır: Karada ve denizde sahip olduğu bu muazzam
servet ve zenginliğe rağmen, bu ülke neden fakirliğin pençesine
düşmüştür?!
3. Bu vakıa üzerinde düşünüldüğünde görülür ki bunun temel sebebi,
17 Ağustos 1945’teki bağımsızlığından bugüne kadar bu belde
üzerinde zoraki uygulanan laik sistemdir. Ülkedeki iktidara
ardarda halef olan yöneticiler, Allah’ın hükümlerini arkalarına
atmışlar, laikliği uygulamada hırs göstermişlerdir. Hayatın her
alanında laikliği uygulamışlar, İslam’ı yalnızca “ibâdetler”
olarak almışlardır. Hatta bunu da doğru bir şekilde almamışlardır.
Aksi takdirde bu ibâdetler bile onları, laikliğin atılıp hayatın
her alanında tek başına İslam’ın hükümlerini uygulamanın
zorunluluğuna götürebilirdi. Nitekim İslâmî değerlerden uzak
hükümler ancak laik nizamlardan ötürü baş göstermiştir. Bu beldede
kapitalist nizamların değerleri, oportünist politikacıların
ihtirasları, şehvet hadâratı, bencil ferdiyetçiliğe dayalı
toplumsal yaşam, dinden uzak davranışlar ve materyalist eğitim
sistemleri itibar görür olmuştur. Böylece laiklik düşkünü bu
yöneticiler, Allah’ın rızâsından ve hoşnutluğundan daha da
uzaklaşmışlardır.
4. Laik sistemlerde ekonomik canlılık, oportünizm ve materyalist
çıkarlar üzerine kuruludur ve İslam hükümleriyle tamamen çatışma
halindedir. Oportünist sistemlerdeki siyâsî aktivite ise
insanların işlerine riâyet etmez, onları refaha kavuşturmaz ve
ancak makamlar ve ucuz çıkarlar uğruna ilerlemekten öteye gitmez.
Şehvet nizamlarındaki hadârat da bedensel dürtüleri tatmin etme
araçlarını geliştirmekle meşguldür. Hatta tüm kokuşmuşluğa karşın
Batı, hayranlığın merkezi olmuş, ilerlemenin veya gerilemenin
ölçüsü haline gelmiştir. Dinden uzak davranışlara gelince; bazı
Müslümanlar dinlerine zarar verir, ona tepki gösterir ve hatta
onunla savaşır hale geldiler. Bazıları da Müslümanların izzetinin
yalnızca Allah’ın kendilerinden razı olduğu Dinlerinden geçtiğini
unuttular. Böylece zillet ve sefaletlerinin sebebi, dinlerini
uygulamayı terk etmeleri oldu. Materyalist eğitim sistemine
gelince; onun başarısızlığı artırmaktan başka hedefi yoktur.
Seçkin bilim adamları yetiştirmediği gibi ülkenin bilimsel ve
teknolojik gelişimine de katkısı yoktur. Bu da açık bir şekilde
laik kapitalist sistemin Müslümanları, bu dünyanın ve Âhiretin
izzetinden nasıl mahrum ettiğini kanıtlamaktadır.
5. Endonezya halkı Müslümandır ve tüm bu sorunlarından kurtulmayı
arzulamaktadır. Ama nasıl? Şerir bir yöneticiyi bir başkasıyla
değiştirerek mi? Beldenin bağımsızlığından bu yana dört yönetici
gelip geçmiş ama hiçbir sorunda değişim olmamıştır. Bilakis durum
daha da çirkef, daha da beter bir hâl almıştır. Zîra sebep,
belanın kaynağı olan uygulamadaki sistemdir. Bu laik kapitalist
sistem uygulandığı sürece, hiç şüphesiz fesadın dozajı ülkenin
boğulmasına kadar artacaktır. Bu sorunların çözümü hainlerin,
hortumcuların veya beceriksizlerin iktidardan düşürülmesi
değildir. Bilakis bununla beraber Endonezya’daki laik kapitalist
sistemin değiştirilerek yok edilmesi ve yerine İslam’ın tatbik
sahasına konulmasıdır.
6. Laik kapitalist sistemin değiştirilerek yerine İslâmî Nizâmın
uygulamaya konulması, Endonezya Müslümanlarının tüm sorunlarının
tek şifâlı ilacıdır. Çözüm sadece değişim değildir, bilakis
yalnızca İslam için ve İslam ile Köklü Değişimdir. Allah
[Subhânehu ve Te’alâ]’nın bu Ümmet için ve tüm insanlık seçtiği bu
nizâmı her kim uygular ve taşırsa şüphesiz mutlu ve bahtiyar olur.
7. Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın; ibâdetler, alâkalar,
yiyecekler, giyecekler, muâmelât ve kezâ dış siyâset ve
devletlerarası ilişkiler gibi ister küçük isterse büyük olsun
hayatın işlerinden her bir iş için emrettiği farzlar gibi hayatın
istisnasız tüm işlerinde İslam’ı esas kılmak da hiç şüphesiz
farzdır. Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda Seni hakem tâyin edip sonra da Senin verdiğin
hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar. [en-Nîsa 65]
8. Hayatın tüm işlerinde İslam’ı kâmilen tatbik etmek bir devlet
gerektirmektedir. O da İslâmî Hilâfet Devleti’dir ve Dinin
zaruretlerinden olduğu mâlumdur. Aynen salâh, siyâm, zekât, hacc
ve diğer hükümler gibi... İslam Ahkâmına göre İslâmî Devleti tüm
cihazlarıyla bir bütün olarak kurmak, toplumda şer’î hükümlerin
tamamının uygulanmasını güvence altına alır. Yine kesin olarak
bilinmektedir ki İslam’ın uygulanması dışında Müslümanlar için
hiçbir izzet yoktur! Bunun yolu ancak İslâmî Hilâfet Devleti’nin
kurulmasından geçmektedir.
9. Bilinmelidir ki İslâmî Şeriatin uygulanışı ve İslâmî Hilâfet
Devleti’nin kuruluşu Endonezya’da gerçekleşebilir ve hatta
gerçekleşmelidir. Çünkü o farzdır. Endonezya’da Müslüman
olmayanların var olduğu mâzeretine gelince; bu reddedilen bir
mâzerettir ve hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü Nebî [‘Aleyhi’s Salâtu
ve’s Selâm] ve O’ndan sonra gelen Râşid Halîfeler ve onlardan
sonra gelen Halîfeler, halk arasında Müslümanlar olmadığı halde
devlette İslam’ı uyguladılar. Nasranîler, yahudiler ve diğerleri
hepsi de İslâmî Devletin, Hilâfet’in gölgesi altına adalet,
merhamet ve hakkaniyet ile yaşıyorlardı. Zîra devlet, tebâsının
dini ne kadar farklı olursa olsun ayırım gözetmeksizin adîl
muamele ile hareket ediyordu. İslâmî Devletin tüm dönemlerinde
gözlemlenen bu hakikat idi. Dahası buna ilişkin şer’î nasslar,
belirsizlik ve anlaşılmazlık içermeden kat’î bir şekilde
gelmiştir.
10. Zikredilenler ışığında ve değişim arzunuzu açıklamanıza
binâen, şimdi tarafınıza Allah [Subhânehu ve Te’alâ] ve Rasulü
[SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in râzı olacağı değişimi nasıl
gerçekleştireceğinizi beyân ediyoruz:
- Değişim; Endonezya’da uygulanmakta olup bu ülkedeki belanın ve
musibetin sebebi olan laik kapitalist sistemi kökünden yok
ederek yerine kesin ve kâmil olarak İslam’ın uygulanmasıyla
gerçekleşecektir. Böylece Siyâde, hâkimiyet Şeriatin, tek başına
Şeriatin olacaktır.
- Değişim; Endonezya’nın güvenliğinin İslam Emânı olmasıyla
gerçekleşecektir. Bu da bu ülkede özellikle Amerika’nın yabancı
hegemonyasını koparmak ve sömürgeci kâfirlerin halkın işlerini
ellerinde tutmaktan men etmek demektir ki böylece Fiilî Sulta
başkalarının değil yalnızca Müslüman Endonezya’nın olacaktır.
- Değişim; Müslüman Endonezya diğer Müslüman beldelerle birlikte
tek bir devlette, Râşidî Hilâfet Devleti’nde tek bir ülke
haline geldiği zaman gerçekleşecektir. Böylece İslam’ın ve
Müslümanların izzeti onunla geri dönecek ve dünyanın diğer tüm
beldelerine onun sayesinde hayr ulaşacaktır.
İşte Allah ve Rasulü’nün râzı olduğu değişim budur!
Bu noktadan itibaren size bu mektupta, bir nasîhat ve bir uyarı ile
hitap ediyoruz:
Size nasîhatimiz Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın Şeriatine tâbi
olmanızdır. Zîra Dîn, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in
buyurduğu gibi nasîhattir:
Dîn nasîhattir. Denildi ki: “Kimin için?” Dedi ki:
Allah için, Kitâbı için ve Rasulü için, Müslümanların imamlarına
ve hepsinedir.
Size uyarımız ise Allah’ın Şeriatine muhâlefetten sakınmanızdır.
Zîra Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’ya ve Rasulü [SallAllahu ‘Aleyhi ve
Sellem]’e isyan etmek hayatta musibetlere ve Ahirette de azaba yol
açar. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
O’nun (Rasulullah’ın) emrine muhâlefet edenler, kendilerine bir
fitnenin (musîbetin) isâbet etmesinden veya elîm bir azâbın isâbet
etmesinden sakınsınlar. [en-Nûr 63]
Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, hak sözü söylemek üzere Allah
için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın nasîhatlerini ve
uyarılarını sürdürecektir. İslam’ın emîn bir bekçisi ve Müslümanlara
yönelmiş uyanık bakışlı bir göz olarak kalacak, kâfirler ile
işbirlikçilerinin İslam’a ve Müslümanlara karşı çizdikleri
komplolara karşı dikilmeye hazır vaziyette olacaktır. Yine Allah’a
muhlis ve Rasulullah’a sadık olan ve şer’î hükümlere sarılan her
mü’minin dâimi destekçisi ve yardımcısı olacaktır. O ister yönetici
isterse yönetilen olsun fark etmez. Aynı anda sömürgeci kâfirin ve
Müslümanlardan onlara yardım edenlerin boğazına takılan yırtıcı bir
diken olarak duracaktır. O ister yönetici isterse yönetilen olsun
fark etmez.
Son olarak Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’dan sizi dosdoğru yola
hidâyet etmesini niyâz ediyoruz ki dünyada ve Âhirette kendiniz için
izzeti seçesiniz, Allah’ın Şeriati’ni uygulayasınız, İslâmî Hilâfeti
kurmak için çalışanları destekleyesiniz, onlara arka çıkasınız ve
onları güçlendiresiniz. Sakın kâfir sömürgecilerin destekçisi
olmayasınız ve İslam düşmanlarının özellikle Amerika’nın İslam’a ve
Müslümanlara karşı bir kanun haline getirdiği “terörizm ile
mücadele” bahanesiyle İslam’a karşı savaşmayasınız.
Ey îman edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verecek şeye dâvet
ettiklerinde icâbet edin! [Enfâl 24]
Dualarımızın sonu, Alemlerin Rabbi olan Allah’a Hamd etmektir.