Hilâfet Devleti’nin yıkılıp İslam’ın bir tarafa terk
edilmesinden sonra yasamada, ekonomik ve toplumsal düzenlerde Batılı
laik sistemlerin hükümleri ve kapitalist sistem uygulanmaya
başlandıktan bu yana, Ümmete hastalık musallat oldu ve bu hastalığın
semptomları Ümmetin vücudunda ve hayatının her alanında
belirginleşmeye başladı. Sonra da Dünya Bankası ile Devletlerarası
Para Fonu’nun [IMF’nin] ilaçları ile tedâvi edilmeye çalışıldı.
Ekonomik gelişme ve ekonomik reform programları denilen ama gerçekte
fakirleştirme ve aç bırakma programları olan birçok öneriler
işittik. Ne var ki bunların hepsi de başarısız oldu ve her geçen gün
hastalığı, fakirliği daha da artırdı. Çünkü uygulanmaya çalışılan
tedâvi Ümmetin esasından ve akidesinden kaynaklanmıyordu.
Gerçek şu ki Ümmet üzerine uygulanan bu fakirleştirme ve aç bırakma
siyâseti, insanların karınlarını nasıl doyuracaklarından başka
hiçbir şey düşünmemesini sağlamaya yönelik sömürgeci bir plânın
ürünüydü. Sömürgeci devletler bu politikaları bizi kendilerine
bağımlı kılmak ve onların çıkarlarını gerçekleştirecek şekilde
yürümemizi sağlamak üzere izlemekteydi.
Muhakkak ki fakirliğin büyümesi, ülkedeki kaynakların kıtlığından
veya servetlerin yetersizliğinden ötürü değildir. Tam aksine,
tümüyle Allah hükmünün hassaten ekonomik bakımlardan uygulanmaması,
servetin âdil bir biçimde dağıtılmaması, Batı’nın ve sömürgeci
politikalarının alçaltıcı biçimde taklit edilmesi, halklarının
hayrını değil de kendilerinin anlık ve bencil çıkarlarından
başkasını umursamayan Batılı uşakların varlığı, küçük ülkelerin
kaynakları ve potansiyelleri üzerine çöreklenmiş güçlü devletlerin
hegemonyası ve onların peşinden gidilmesinin bir sonucu olarak
fakirleştirme ve aç bırakma politikasının alınması gibi temel
nedenlerden ötürüdür. Bu politikalar oldukça olumsuz sonuçlara yol
açmışlardır. Bunlardan birkaçı, fakirliğin kâfirlerle işbirliğine
mecbur etmesi veya şüphecilikten ötürü birtakım kesimlerin parçalara
ayrılmasıdır. Yine bu, büyük bir toplumsal enerji ziyanına yol
açarak ekonomik durgunluk, enflasyon ve işsizlik oranlarının
artmasına neden olan ekonomik hareketliliği kilitlemektedir. Üstelik
bu fakirleştirme politikası aileleri parçalamakta, aralarındaki
ilişkileri sarsarak aşiretleri zayıflatmaktadır. Suç oranlarının ve
çete faaliyetlerinin artmasını sağlamakta ve dinimizin tüm
değerlerini hiçe sayan yeni bir azgın nesil çıkarmaktadır. Sonuç
olarak toplum sükunetini ve esenliğini kaybetmektedir. Çevre ülkeler
üzerinden yapılan çocuk ticaretinin, bu fakirleştirme ve aç bırakma
politikasından başka bir sebebi yoktur.
Muhakkak ki en têsirli ilaç tek başına İslam’dır. Zîra İslam
hükümler koymuş ve insanın mülk edinmesine sağlayan tüm meşru
çalışma şekillerine ilk ve temel yol olarak karar vermiştir.
Haydi yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından
yiyin. Dönüş ancak O'nadır. [el-Mulk 15]
Bugün olduğu gibi herhangi bir kimse herhangi bir iş bulamıyorsa
devletin ona bir iş sağlaması gerekir. Çünkü devlet o kimseden
sorumludur. Nitekim Efendimiz Muhammed [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]
şöyle buyurmuştur:
İmâm (Halîfe) çobandır ve O, raiyyesinden (yönettiklerinden)
mes’uldür. [Buhâri ve Muslim rivâyet etti.]
Ayrıca herhangi bir kimse, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını
karşılamaktan âciz kalıyorsa, bu ihtiyaçlarını karşılamak
akrabalarına ve yakınlara farzdır.
Onların örfe (ölçülere) uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba
tarafına aittir. Hiçbir kimse kaldırabileceğinin dışında sorumlu
tutulmaz. Hiçbir anne çocuğundan dolayı ve hiçbir baba da çocuğundan
dolayı zarara uğratılmaz. Vâris (mîrasçı) üzerine de bunun (nafaka
têmininin) bir benzeri düşer. [el-Bakara 233]
Akrabaları da onun bu ihtiyaçlarını karşılayamıyor veya o kimsenin
herhangi bir akrabası bulunmuyorsa, onun sorumluluğu Beyt-ul Mâl’e
[Hilâfet Devleti’nin Hazinesine] ait olur. Bu durumda onun tüm temel
ihtiyaçları sağlanır ve [Beyt-ul Mâl’in dîvanlarından biri olan]
Zekât Divânı’ndan karşılanır. Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle
buyurmuştur:
Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere,
miskinlere, (zekât toplayan) memurlara, müellefet-il kulûb (kalpleri
İslâm'a ısındırılacak) olanlara, (hürriyetlerini satın almaya
çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara (mücâhidlere)
ve (yolda kalmış) yolculara mahsustur. Allah Alîm [Her Şeyi
Bilen]’dir, Hakîm [Hikmet Sahibi]’dir. [et-Tevbe 60]
Hilâfet Devleti tüm fakirlerin, miskinlerin ve borçluların
sayısını hesaplayıp sekiz sınıfa ayırdıktan sonra bunun dağıtımını
yapmaktan ve zekâtı ihtiyaçları oranında aralarında paylaştırmaktan
sorumludur. Eğer zekât miktarı tüm bu fakir, miskin ve borçlu
insanların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalıyorsa, bu durumda
Beyt-ul Mâl’in diğer kaynaklarından istifade edilir. Nitekim
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:
Mü’minlerden kim ölür de bir mal bırakırsa, bıraktıklarını asâbesine
(yakınlarına) mîras bırakmış olur. Her kim de geride bir borç veya
(muhtaç) bir aile bırakırsa onun mevlası (ihtiyaçlarını karşılacak
olan) benim (yani devlettir).
Eğer Beyt-ul Mâl’in dört dîvanı [Zekât Dîvanı, Kamu Mülkiyeti
Dîvanı, Devlet Mülkiyeti Dîvanı ve Âcil Durum Dîvanı] da yetersiz
kalıyorsa, bu durumda devlet, zengin Müslümanlara başvurmak zorunda
kalır. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Onların mallarında muhtaçlar ve yoksullar için bir hak vardır. [Zâriyat
19]
Dolayısıyla devlet, ancak yetersizliği gidermek ve insanların
ihtiyaçlarını karşılamak üzere zenginlere gereğince vergiler
uygular.
İslam’ın hükümlerinden biri de, Müslümanın Müslüman kardeşini
gözetmek zorunda olmasıdır. Zîra tüm Müslümanlar arasında bir
şefkat, merhamet, kardeşlik ve bağlılık vardır. Allah [Subhânehu ve
Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Birr (iyilik), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz
değildir. Velâkin birr; Allah’a, Âhiret Günü’ne, Meleklere, Kitâb’a
ve Nebîlere îman eden ve akrabalara, yetimlere ve miskinlere sevdiği
maldan veren (kimsenin bu iyiliğidir). [el-Bakara 177]
Bununla birlikte İslam sadaka-i cariyeleri, vakıfları ve diğerlerini
de teşvik etmiştir. Malın, servetin biriktirilmesini haram kılmış,
bunların bir kısmının ihtiyaç sahipleri arasında dolaştırılmasını ve
devletin mülk edinilmiş menkul (taşınır) veya gayrimenkul (taşınmaz)
özel mallardan ihtiyaçların karşılanması maksadıyla hibe etmesini de
gerektirmiştir. Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Böylece (o mallar) içinizden sadece zenginler arasında (dolaşan) bir
devlet (zenginlik) gibi olmaz. [el-Haşr 7]
Yine İslam mîrası, malların değerlendirme vesilelerinden biri haline
getirmiştir. Mütekebbirlere cimriliği, savurganlığı ve isrâfı haram
kılmıştır. İnsanların hayatlarını sürdürebilmeleri için mal sahibi
olmalarını gerekli kılmıştır.
Böylece İslam’ın, insanın yiyecek, giyecek ve barınmadan oluşan
temel ihtiyaçları nasıl karşıladığı açığa çıkmıştır. Bununla beraber
evlilik ve muhtemel gereklerini sağlamaya da çalışmaktadır. Yine
İslam ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri de sunmaktadır. İşte
böylelikle IMF ve Dünya Bankası’nın plânları ve tuzakları boşa
çıkabilir, Batılı sömürgecilik durdurulabilir, kötü durumdan
istifade eden ihtiraslıların bencillikleri kesilebilir, ülke
servetlerinin çalınması engellenebilir ve halkın açlığa terk
edilmesinin önüne geçilebilir.
Sizi, İslam Ümmeti’nin hayırlı ve ihlaslı evlatlarıyla birlikte
çalışmaya dâvet ediyoruz, Ey Yemen Halkı! Tâ ki Hilâfet Devleti’nin
kurulması şerefine ve Allah’ın rızasına ulaşabilesiniz. Nitekim
dedeleriniz İslam’ı zaferlerden zaferlere ulaştırarak bunu
yapmışlardı. İslam’ın tüm dünyayı kuşatması ve insanlığı kapitalist
hadâratın pençesinden kurtarmasının tek yolu işte budur!