El-Felluce’de vahşî saldırısını sürdüren, halkın evlerini başlarına
yıkan, mescidlere tecâvüz edip namaz kılanları katleden, yaralıları
acımasızca öldüren, her tarafı yaşlıların, kadınların ve çocukların
temiz kanlarıyla ıslatan, ellerini vahşetle kirleten, tüm bunları
yapan Amerika, şimdi de Şarm-uş Şeyh’te bir diğer saldırının başını
çekti. Fakat bu defa Irak’taki katliamlarına devletlerarası ve
bölgesel bir muvâfakat elde etmek, Irak yönetiminin başı olan zelîl
uşağı Allâvî’yi desteklemek ve projesini, Büyük Ortadoğu Projesi’ni
pazarlamak için bölgeyi baştan başa, sağa sola koşturarak kazanacağı
devletlerarası bir meşruiyet ile Bush Amerikası’nı Irak’ta bağdaş
kurarak oturtmaya yönelik siyâsî bir saldırıya geçti.
Amerika Şarm-uş Şeyh’te yalnızca dostlarını ve uşaklarını toplamakla
kalmadı, hatta Irak krizinde yarı-düşman olarak gördüklerini bile
bir araya getirdi. Devletlerarası Topluluk adı altında Irak’taki
nüfuzunu sabitleştirmek ve gelecek yılın başında oynanacak olan
seçimler senaryosu önündeki yolu asfaltlamak üzere önderliğini
yaptığı bir safta hepsini sıraladı.
Irak’a komşu ülkeler [Ürdün, Suriye, Türkiye, İran, Kuveyt ve Suudi
Arabistan], Arap Birliği’nin önceki, şimdiki ve sonraki başkanları
[Tunus, Bahreyn ve Cezayir], ev sahibi Mısır, ayrıca G8 ülkeleri
[Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve
Kanada], Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beşinci dâimî
üyesi Çin, Avrupa Birliği’nin dönem başkanı Hollanda, İslam
Konferansı Örgütü’nün mevcut başkanı Malezya temsilcileri ile
Birleşmiş Milletler genel sekreteri, Arap Birliği genel sekreteri ve
daha birçok yetkili ve ilgililer ardarda Şarm-uş Şeyh’e vardılar.
Böylece yirmiden fazla ülke ve tâbileri 22-23.11.2004 tarihlerinde
Şarm-uş Şeyh’te toplandılar. Sonuç bildirgesi konferansın
toplanmasından önce hazır olmasına rağmen, protokol toplantılarını
tamamladılar, tartıştılar, birbirlerini dinlediler, bazı ülkeler
bazı belgeler getirdiler, sonra bunları katladılar. Fakat
hazırlanmış bildirgeyi imzaladıktan sonra konferans nihâyete erdi ve
ayrılmaya hazır hâle geldiler.
Bununla Birleşik Devletler hiçbir kayba uğramaksızın bazı “açık”
hedeflerine ulaştı. Bunlar konferansın toplanmasından önce konulmuş
hedefler idi: Irak işgâlini onaylatmak, terörizm ile mücadele adı
altında el-Felluce’de işlediği cürümlerini uygun buldurmak ve
nihâyet Irak’ta seçimlerle tesis edilecek olup Amerika tarafında
tasarlanmış yönetime meşruiyet kazandırmaktır.
Oysa, bunun katılımcı ülkelerin tepkilerine ve gerçek yönlerine
sahne olması umuluyordu.
Komşu ülkelere gelince; onlar karara ne itiraz ettiler ne de
ertelettiler. Tamamen kendi koltuklarını korumaktan başka herhangi
bir şeyi umursamadılar. Bunun içindir ki oldukça yumuşak ve
gerekenden daha fazla sâkin idiler. Konferansın toplanma zamanını
belirleyen protokolün bitiminden önce olduğu halde, sonuç
bildirgesini onayladıklarını ilan etmek üzere toplanmaya
koşturdular. Hatta açıklamada beyan edilenden daha fazlasını
onayladılar. Nitekim Amerika’nın; Irak’ta kendisine karşı
direnenlerin Iraklı olmadığı, sınırlardan sızan az bir grubun
gerçekleştirdiği dış kaynaklı direnişin cesurca ama vahşice olduğu
şeklindeki “bid’at”ine uyumlu olarak, Irak sınırlarından
“yabancılar”ın sızmasının kontrol altına alınması için bu komşu
ülkelerin İçişleri Bakanlarının bu ayın 30’unda Tahran’da bir
güvenlik toplantısı düzenlemesine muvâfakat verdiler.
Amerika’nın Avrupa’daki dostlarına ve Japonya’ya gelince; onların
çıkarları Amerika’nın çıkarlarıyla gönülden ama tedirgince birlikte
gitmektedir. Onlar Amerika’nın Irak’a yerleşmesini desteklemede
kendileri için herhangi bir sakınca görmemektedirler. Onların
görüşü, Amerika için iyi olanın kendileri için de iyi olacağı
şeklindedir.
İngiltere’ye gelince; o çift taraflı oynamaktadır. Amerika’nın açık
bir muhâlifi olmaktan çekinmediği halde, aynı anda Irak’ta pak
kanların akıtılmasına yol açan cürümlerde onun ortağı olmaktadır.
Zaten zaruret politikası açısından siyâsî ve askerî kurnazlığını,
İslam’a ve Müslümanlara karşı mümkün olduğunca kullandığı
bilinmektedir.
Irak Krizi’nde Amerika’nın yarı düşmanları olarak bilinenlere,
Fransa ve Almanya, bir ölçüde Belçika ve şimdi İspanya’ya gelince;
bunlar liderliğini Fransa’nın yaptığı kapitalist devletlerdir.
Dolayısıyla istedikleri şeyi gerçekleştiremedikleri sürece
uzlaşmaları kabul ederler. Bunun içindir ki onlar, özellikle
Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin bir takvime bağlanmasını hep talep
ve ısrar eden Fransa, ayak diremekten dönmüş ve herhangi bir şey
değiştirmeyen şu tek cümleden tatmin olmuş durumdadırlar: “Çok-uluslu
(Amerikan) Kuvvetlerin (Irak’ta) kalması, sonsuza dek sürmemelidir.”
Dolayısıyla (Çok-uluslu) Amerikan kuvvetlerinin 2005 yılı itibariyle
geri çekilmesine dâir esnek bir zamanlama öngören 1546 sayılı BM
kararının metnine benzer bir metni kabul etmeye yöneldi. Bu durumda
bu geri çekilişin Irak Hükümetince talep edilmesi gerekecektir. Buna
göre kuvvetlerin çekilmesi ve askerî işgâlin durdurulması kararı
Irak’taki yönetimin ellerine yâni Amerika’nın ellerine
bırakılmıştır! Fransa’nın son tavrı ise Dışişleri Bakanı’nın yeni
bir sayfa açılması gerekliliğini îlan etmesiydi!
Rusya’ya gelince; o da ne başta ne de sonda onlardan geri kaldı.
Putin, Bush’u ve politikasını desteklediğini îlan ettiği gibi,
seçimlerden önce onun kazanmasını arzuladığını da açıklamıştır. Buna
benzer tavırlarıyla onun geri çekilme için bir takvim talep etmesi
beklenmezdi.
Değişik isimlere sahip Devletlerarası ve Bölgesel kuruluşlara
gelince; onlar da konferans koridorlarına yerleştirilmiş çirkin
dekorlardan başka işleve sahip değillerdi.
Şarm-uş Şeyh Konferansı’nın, el-Felluce’deki vahşi Amerikan askerî
saldırısını tamamlayan siyâsî Amerikan saldırısından başkası olmayan
bir Amerikan konferansı haline dönüşmesi işte böyleydi.
Ey Müslümanlar!
Amerika’nın tüm askerî düzeneklerini ve tüm siyâsî şeytanlığını
birarada toplaması, en vahşi cürümleri işlemesi, tüm insâni ve
ahlâki değerleri hiçe sayması, tutukluları öldürmesi, yaralıları
katletmesi, işkence etmesi, hayvanların hâyâ edecekleri şekilde
tutuklaması şaşırtıcı değildir. Bunların hiçbiri acayip değildir.
Zîra Amerika İslam’a ve Müslümanlara karşı giriştiği vahşi ve
zâlimâne cürümlerinde Haçlı Atalarının adımlarını aynen
izlemektedir. Bugün Amerika, geçmiştekilerin görüntüsü olarak
yansımaktadır. O, geçmişteki barbarların bilmedikleri sanatları
kullanarak eserler üretmekte, onların işlemedikleri cürümler
işlemektedir. Kaldı ki o Haçlıların o dönemde işledikleri cürümlerin
büyüklüğü Amerika’nın cürümlerinden aşağı kalmamıştı.
Yine Amerika ile anlaşmazlığa düşen kapitalist devletlerin Uzlaşmacı
Çözüm ilkesini kabul ettiğini ve devletlerarasındaki üstünlüğü
nedeniyle Amerika karşısında sesini az-çok kestiğini görmek de
şaşırtıcı değildir. Çin’in devletlerarası ağırlığı ile ülkeleri
mücerret kabulüne teşvik etmesi de acayip değildir. Bunların tamamı,
bu devletlerin değerleri ve ölçüleri bakımından kabul edilebilir
durumdadır.
Aksine acayip olan ve hakkında susulmaması gereken husus, halkı
Müslüman ülkelerin yöneticilerinin; Amerika’nın el-Felluce’deki
kanlı cürümüne râzı olduklarını ve Amerikan işgâlinin mızrakları
gölgesinde yapılarak Irak’ı ve Irak halkını talan ve harap etmek
üzere Irak’taki CIA [Amerikan Merkezî Muhâberat Teşkilâtı]
ajanı İyad Allâvî’yi destekleyecek bâtıl seçimleri onayladıklarını
göstermek için Şarm-uş Şeyh’e koşmalarıdır!
Amerika’nın Şarm-uş Şeyh’teki konferansına katılan, Amerika’nın el-Felluce’deki
ve Irak’ın diğer kentlerindeki cürümlerine rızâ gösteren,
Amerika’nın Irak’taki zelîl uşağına ve onun seçilmesine meşruiyet
veren İslâmî beldelerin işte bu yöneticileridir! Bu tutumların hepsi
de Ümmet’e yönelik apaçık bir zarardır. Zararın hükmü ise onun
derhal kaldırılması, aksi takdirde giderek artacak, şiddetlenecek ve
kaldırılışının zorlaşacak olmasıdır.
Canlı halklar ve başlarındaki İslâmî Ümmet kendi tarafından bu
zararın yayılmasına izin verecek değildir, bilakis onu kökünden
söküp atacaktır. Öyleyse bu yöneticiler hâlâ nasıl Müslümanları
yönetmeye devam edebilirler?! Hele ki onların Ümmete olan
düşmanlıkları güneş gibi açığa çıkmış iken!.. Tam bir sapıklık ile
düşmanlar tarafına sapmışlar iken!.. Allah’a, Rasulü’ne ve
mü’minlere ihânet etmişler iken!..
Ey Müslümanlar!
Ey Güç Sahipleri!
Muhakkak ki sizler Amerika’yı hezîmete uğratmaya, ülkenizi ve
halkınızı sömürgecilerden ve uşaklarının pençelerinden kurtarmaya
muktedirsiniz. Şüphesiz sizler Ümmete izzetini, kadınlara
şereflerini, çocuklara gülücüklerini, yaşlılara da kıymet ve
itibarlarını iade etmeye muktedirsiniz. Elbette siz tüm bunlara
muktedirsiniz. Ümmetinizi hatta tüm dünyayı, başını Amerika’nın
çektiği sömürgeci kâfir devletlerin sürdürdüğü üzerinizdeki bu
karanlıklardan ve zulümlerden kurtarmaya muktedirsiniz. Bunun yolu
hiç şüphesiz, İslam Devleti’ni, Râşidî Hilâfet Devleti’ni
kurmaktır. Öyle ki Ümmetiniz yeniden insanlar için çıkarılmış en
hayırlı Ümmet olsun. Kendisiyle korunulan ve ardında savaşılan tek
bir Halîfe liderliğinde tek bir Ümmet ve tek bir Devlet olsun.
Böylece İslam’ın hayrı tüm dünyayı kuşatsın.
Ey Müslümanlar!
Ey Güç Sahipleri!
Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir -Allah’ın izni ve yardımı ile-
Dâvayı taşımada ve nusret talebinde Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi
ve Sellem]’in adımlarını izleyerek ulaştığı yükselen hareketini
sürdürmek üzere azmini pekiştirmiştir. Tâ ki Allah [Subhânehu ve
Te’alâ]’nın mü’min kullarına vaâd ettiği Allah’ın Nusreti, Zaferi
kendilerine lütfedilinceye kadar!.. Öyleyse onu destekleyiniz! Ona
güç veriniz! Allah’ın, Rasulü’nün ve mü’minlerin Ensârı olunuz!
Küffarın birlikteliği ve işbirlikleri sizi korkutmasın. Onlardan
öncekiler de Müslümanlara karşı koymak üzere birleşip işbirliği
yapmışlardı. Nice muazzam atlar ve şövalyeler toplamışlardı. Nice
siperlerin ve tuzakların ardına sığınmışlardı. Yine de bunların
hiçbiri İslam’ın askerleri karşısında hiçbir işe yaramamıştı. Allah
[Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:
Onlar kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını
zannetmişlerdi. Ama Allah(‘ın azâbı) onlara hiç beklemedikleri bir
yerden geliverdi ve O, onların kalplerine korku düşürdü. [el-Haşr
2]
Şüphesiz mü’minler erkektirler! Müslümanların beldeleri birçok
servetler, hazırlıklar ve donanımlarla beraber bu yiğitlerle
doludur. Dolayısıyla şâyet onlar Allah ve Rasulü’ne olan îmanlarını
öne geçirir, Allah’ın indirdikleri ile yöneten ve Allah yolunda
savaşan bir devlet ile gölgelendirirler ise, Allah’ın izni ve
ikramıyla kazanacak ve muzaffer olacaklardır. Filistin’i, Irak’ı,
Çeçenistan’ı, Afganistan’ı, Keşmir’i ve Müslümanların diğer
beldelerini kendi gözlerinizle görebiliyorsunuz. Ağır silahlar,
füzeler ve her çeşit destroyerler ile donanıp hiç kimsenin
kendilerinden daha güçlü olmadığı vehmine kapılan büyük güçlere
karşı mücâdele eden mü’min grupların ne kadar az boyutta olduklarını
da görebiliyorsunuz. Peki Müslümanlar, el-Ukâb râyesi (bayrağı),
râyesi ile gölgelendiren ve Allah’a
verdikleri sözlerine sâdık yiğitlerin liderliğindeki İslâmî bir
devlete kavuşurlarsa nasıl olur?
Öyleyse haydi ey Müslümanlar, haydi ey Güç Sahipleri!
Azminde ve kararlılığında Hizbi desteklemeye koşun! Çünkü Allah [Subhânehu
ve Te’alâ]’nın öyle kulları vardır ki onlar isterse Allah onlara
verir, Allah’a yemin ettiklerinde Allah onların yeminlerini boşa
çıkarmaz. Öyleyse haydi siz de Ensarın sîretini tekrarlayın! Azîm
İslam’ı zafere ulaştırarak... Onun Devletini kurarak... Onun
İzzetini geri getirerek!..
Şüphesiz ki Allah, Kendisine [Dînine] nusret, zâfer verene, zafer
verecektir. Allah Kaviyy’dir, ‘Azîz’dir. [el-Hacc 40]