Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
Hamd Allah’a, Salât ve Selâm Allah’ın Rasulü’ne, O’nun Ashâbı’na ve
O’na dost olanlaradır.
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:
“Din nasihattir” Dedik ki: “Ya Rasul Allah! Kimin
için?”, Buyurdu ki: “Allah için, Kitâbı için, Rasulü için,
Müslümanların yöneticilerine ve hepsinedir.”
Böyle bir yazıyı size göndermemizin sebebi; öğütte bulunmak, nasihat
etmek ve yapmış olduğunuz işlerden dolayı sizi muhâsebe etmektir.
Rabbimiz Allah’tır dedikleri için Hizb-ut Tahrir’in
gençlerinin peşlerine düşmeye devam etmenize, onları tutuklamanıza
ve sizin bu mektuba, bu nasihate kesinlikle kulak vermeyeceğinizi
bilmemize rağmen Hizb-ut Tahrir olarak biz Allah’u
Te’alâ’nın:
İçlerinden bir topluluk: “Allah’ın helâk edeceği yâhut şiddetli
bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? ”
dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: “Rabbinize mazeret beyan edelim
diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). ” [Arâf
164] âyetine icâbet ederek Rabbimiz katındaki hesâbımızı verebilmek
için bu öğüdü size yöneltiyoruz. Umulur ki sakınırsınız, umulur ki
öğüt alırsınız.
Sayın Başbakan!
Avrupa Birliği ile görüşmelerde bulunmak için 15-17 Aralık 2004
tarihleri arasında Brüksel’e yapmış olduğunuz ziyâreti takip ettik
ve gördük ki; şer’i hükümler açısından ve fiilî vakıa açısından
olmak üzere iki büyük günah işlediniz.
Birinci büyük günahınız şudur; siz Avrupa Birliği’ne katılmak için
çok hırs gösterdiniz. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması için
bütün gücünüzü harcadınız. Hepsi de kâfir olan Avrupa Birliği
devletlerinin birçoğu geçmişte Müslümanlarla savaşıp Müslümanları
öldürdükleri, Müslümanların topraklarını sömürdükleri gibi bugün bu
devletlerden bazıları hâlen daha Müslümanlarla savaşmakta ve
Müslümanları öldürmektedirler. Zîra bu devletler İslam’ın ve
Müslümanların düşmanıdırlar. Onların birliğine katılmak ve onlarla
işbirliği yapmak demek, onlara dost olmak ve onları dost kabul etmek
demektir. İslam’a ve Müslümanlara düşman olan Yahudilerle,
Hıristiyanlarla ve diğer bütün kâfirlerle dost olmak ise İslam’da
büyük bir suçtur ve en büyük günahlardandır. Allah [Subhânehu ve
Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Zira
onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden her kim onları dost
tutarsa o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna
hidâyet etmez. [Mâide 51]
Bir başka âyette ise Rabbimiz [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle
buyurmaktadır:
Ey îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara
sevgi besleyerek onları dost edinmeyin. [Mumtehine 1]
İkinci büyük günahınız ise şudur; Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi
muhtemel olan Türkiye’yi üç yönden Avrupa Birliği’ne zelîl bir
şekilde ipotek ettiniz.
1. 03.10.2005 tarihinde başlayacak müzâkerelerden önce Avrupa
Birliği’nin ortaya koyduğu Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıma şartını
kabul etmekle Kuzey Kıbrıs’ı satmış oldunuz.
2. Avrupa Birliği halklarının isteklerine göre şekillenecek olan
referandumu, Türkiye’nin boynundaki bir giyotin haline
getirdiniz.
3. Avrupa Birliği’ni Türkiye’nin egemenliğine hükmeder hale
getirdiniz. Zîra sözde Ermeni Soykırımı’nın kısa veya uzun
vâdede tanınmasının ardından, Azınlık Hakları gerekçe
gösterilerek Avrupa Birliği tarafından ülkenin parçalanmasına
muvâfakat ettiniz. Yani Avrupa Birliği’nin bu konudaki
şartlarına boyun eğdiniz.
Bu ülkenin yaşamakta olduğu bunca zillete ilâve olarak bütün bu
zillet niçin? Bütün bunlar, Avrupa Birliği yetkilileri ve bu konuyu
yakından takip eden tüm siyâsîler tarafından da itiraf edildiği
üzere, 03.10.2005’te başlayıp 15 yıldan daha uzun sürecek olan ve
sonucunun da garanti edilmediği müzâkerelere başlamak için yapıldı.
Üstelik bu, Türkiye’yi yönetenlerin Avrupa Birliği için dinden ve
dünyadan vazgeçmelerine karşılık olarak yapıldı. Buna rağmen Avrupa
Birliği, Türkiye’ye halkı Müslüman bir İslâmî ülke olarak
bakmaktadır. Bu ülkenin yöneticileri, bu halkı kesinlikle
dinlerinden döndüremeyeceklerine, basit ve düşük Batı Medeniyeti’ne,
değersiz ve bozuk Batılı düşüncelere inandıramayacaklarına göre,
Avrupa Birliği -İslam’dan tümüyle vazgeçmediği sürece- Türkiye’yi
saflarına kesinlikle kabul etmeyecektir. Çünkü Allah [Subhânehu ve
Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:
Sen onların Dînine tâbi olmadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da
senden asla râzı olmayacaklardır. [Bakara 120]
Bu ülkeyi yönetenler, Avrupa’dan daha laik olmalarına rağmen biz
kesinlikle biliyor ve inanıyoruz ki, İslam Türkiye’de Allah’ın
izniyle Kıyâmete kadar bâki kalacaktır.
Özetle siz, Avrupa Birliği ile Brüksel’de yapmış olduğunuz görüşme
turlarında, garanti altına alınmış olumlu herhangi bir sonuç elde
etmemiş olmanıza rağmen işte bu iki büyük günâhı işlediniz. Bu
halinizle siz, tıpkı Allah’ın şu âyetinde belirtildiği gibisiniz:
İnsanlardan kimi (Dinin) bir tarafından Allah’a kulluk eder. Eğer
kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete
uğrarsa yüz-üstü (dînden) döner. O, dünyasını da, Âhiretini de
kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir. [Hacc 11]
Sonra siz yaptıklarınızdan pişmanlık duyarak Allah’tan bağışlanma
dileyeceğiniz, suçlarınızdan dolayı günahınızı hafifletmesi için
Allah’a tevbe edeceğiniz yerde, Brüksel’den parti üyelerine
gönderdiğiniz tâlimatla Ankara’da büyük bir karşılama töreni
düzenlemelerini ve sizi “Avrupa Fâtihi” olarak nitelendirmelerini
istemek suretiyle, işlediğiniz bu iki büyük günaha yeni bir tane
daha eklediniz.
Siz, parti yöneticileriniz ve sizinle birlikte hareket eden kişiler,
yapmış olduğunuz bu yapmacık ve zoraki karşılama ve kutlama
töreniyle, küfür beldesi olan Konstantiniye’yi fethederek onu Dar-ul
İslam’a (İslambol’a) çeviren Fâtih Sultan Mehmet [Rahmetullahi
‘Aleyh]’e karşı ne kadar da çirkin bir saygısızlıkta bulundunuz!
Yine siz, Brüksel’de yapmış olduğunuz görüşmelerde İslâmî bir belde
olan bu ülkeyi, küfür ülkeleri arasına katmak istediniz. Bu yapmacık
gösterilerinizle İslam’a, Müslümanlara ve büyük komutan Fâtih Sultan
Mehmed [Rahmetullahi ‘Aleyh]’e karşı büyük saygısızlık etmiş
olmadınız mı?
Müslümanlara izzeti kazandıran İstanbul’un fethi ile, Müslümanları
zillete sürükleyen Avrupa Birliği’nden müzâkere tarihi almayı
birbirine benzetmeniz bize büyük bir acı verdi. Avrupa Birliği ile
yapılan zillet görüşmelerini büyük Cihâda, Feth-i Mubîn’e
kıyaslamanız gerçekten bizi derinden yaraladı. Tören alanlarında
Avrupalılarla öpüşmenizi ve kucaklaşmanızı; savaş meydanlarındaki
İstanbul Fâtihlerinin Cihâdına benzetmeniz ne kadar da çirkin, kötü
ve üzüntü vericiydi.
Sayın Başbakan!
Sizin bu yapmacık gösterilerinizle, uzak mesâfelerden, yüzlerce
kilometrelik yoldan akın akın Ankara’ya gelen zulme uğramış Müslüman
kadınlarımızın gerçekleştirdikleri gerçek gösterileri kıyaslama
imkanına sahipsiniz. Bu gösterilerle kadınlarımız, kızlarımız
Allah’ın farz kıldığı başörtülerini yasakladığınız için sizi Allah’a
şikâyet ettiler. Medya organları bu Müslüman kadınlarımızın sizi,
hükümetinizi, gece ve gündüz Allah’a ve Rasulü’ne karşı savaşan
devletinizi, Müslüman kadının namusunu, temizliğini Allah’a
itaatinin göstergesi büyük farzı, örtünme emrini yasaklayan
devletinizi Allah’a şikâyet ettiklerinin haberini verdi. Yine aynı
medya organları, bu görüntülerle birlikte bir başka görüntüyü de
yayınladı. Bir tarafta başlarını örten kız öğrencilerin görüntüleri
varken diğer tarafta üniversite kapılarına vardıklarında görevliler
tarafından başlarındaki örtüleri çıkarıltılmadan içeri alınmayan
Müslüman kızların görüntüleri de vardı. Boynunuzda böylesine büyük
bir günah ve fâsıklık varken, Rabbinize nasıl kavuşacaksınız, Sayın
Başbakan!?
Sayın Başbakan!
Halkı Müslüman olan bu ülkenin, sizin döneminizde ve laik devlet
sürecinde hangi aşamaya, noktaya geldiğinin farkında mısınız?
- Müslüman kızlara Allah’ın emri olan başörtüsüne yönelik yasak
devam etti.
- Türkiye Avrupa’nın istekleri karşısında rehin bırakıldı.
- Bu ülkeyi yöneten sizlerin eliyle Kıbrıs satıldı.
- Kâfir devletler Türkiye üzerinde egemenlik sağlayabilmek için
pay kapma yarışına girdiler.
- İslam’dan aldığı izzet ve güç ile Avrupa’yı sarsan Müslüman
orduların yaşadığı bu ülke, laiklik zilleti altında İslam ile
savaşarak Avrupa’dan yardım dileyen, boyun büken bir ülke haline
geldi.
Sayın Başbakan!
Siz Müslümanların oylarıyla seçimleri kazanıp başbakan olduğunuzu
bilmiyor musunuz? Halk arasında, İslam’ı ve Müslümanları sevdiğiniz
imajını verdiğinizden dolayı seçildiğinizi bilmiyor musunuz? Şimdi
nasıl oluyor da İslam’ın saygınlığını korumuyorsunuz? Nasıl oluyor
da Allah’ın başlarını örtmelerini farz kıldığı Müslüman kadınların
başlarındaki örtülerin çıkartılmasına râzı oluyorsunuz? Nasıl oluyor
da şimdi halkı Müslüman olan bu ülkenin saygınlığını hiçe sayıyor,
Avrupa’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına, yok olup gitmesine
râzı oluyorsunuz? Nasıl oluyor da Müslümanların değer verdikleri
meselelerden biri olan Kıbrıs’ı satmaya ve Kıbrıs Rum Kesimi’ni
tanımaya râzı oluyorsunuz? Nasıl oluyor da Avrupa Birliği’nin zillet
üstüne zillet olan şartlarını kabul ederek Brüksel dönüşünde
kendinizi Avrupa Fâtihi olarak nitelendirebiliyorsunuz? Son olarak
nasıl oluyor da İslam’ın kahraman komutanlarından biri olan Fâtih
ile, O’nun sıfatı ile kendi isminizi ve niteliğinizi yan yana
koyarak O’na bu kadar büyük bir saygısızlıkta bulunabiliyorsunuz?
Sayın Başbakan!
Biliniz ki Hizb-ut Tahrir, İslam’ı eski şânına geri
döndürecek, Müslümanlara izzeti kazandıracak, İslam beldelerinin
güçlerini ve topraklarını birleştirecek, Allah’ın namuslu-iffetli
Müslüman kadınlara örtünmelerini emrettiği başörtüsüne sahip
çıkacak, onların iffetlerini ve namuslarını koruyacak olan Râşidî
Hilâfet Devleti’ni kurmaya çalışmak suretiyle Allah’a ve
Rasulü’ne dâvet etmeyi sürdürecektir. İstanbul’un ve Roma’nın
fethini haber veren Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in
hadisini, müjdesini doğrulayarak İstanbul fethedildiği gibi, o
Râşidî Hilâfet de Roma’yı fethedecektir. İşte o zaman Halîfe,
tıpkı İstanbul’un Fâtih Sultan Mehmed’i gibi Roma’nın gerçek fâtihi
olacaktır. İşte o zaman vasıf gerçek sahibine ve bu vasıfla
nitelenen de gerçek güzelliğine, değerine kavuşacaktır. O gün İslam
ve Müslümanlar aziz, Küfür ve Kâfirler ise zelîl olacaktır. Hâinler,
ajanlar, uşaklar ve münâfıklar ise ayaklar altında böcek gibi
ezileceklerdir.
Sayın Başbakan!
Size yönelik bu nasihatimizde son söz olarak diyoruz ki:
1. Laik Türkiye devletinin, başörtüsünü yasaklamakla Müslüman
kadınlara zulmettiğini ve Allah’ın emrine itaat ederek Müslüman
kadınlar için başörtüsünün farz olduğunu îlan etmelisiniz.
2. Avrupa Birliği’nin, İslam’a ve Müslümanlara düşman olan kâfir
devletlerin birliği olması itibariyle Avrupa Birliği ile olan
tüm ilişkilerinizi sona erdirdiğinizi ve Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne katılmasını kabul etmediğinizi îlan etmelisiniz.
3. Türkiye’nin, bütün sömürgeci kâfir devletler ile özellikle
Amerika, İngiltere ve uydurma Yahudi devleti ile olan tüm
bağlarını tümden kopardığınızı, sadece ve sadece Allah’a,
Rasulü’ne ve mü’minlere dost olduğunu îlan etmelisiniz.
4. Türkiye’deki laik devletin ve diğer İslâmî beldeler üzerinde
kurulu yönetimlerin yerine İslâmî Hayatı yeniden başlatmak ve
Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için yürüttüğü çalışmasında
Hizb-ut Tahrir’e yardım edeceğinizi îlan etmelisiniz.
Tâ ki böylece Türkiye’nin de içinde bulunduğu tüm İslâmî beldeler ve
İslam Ümmeti, Dinleriyle azîz ve güçlü, Rableriyle kuvvetli, dünyada
ve Âhirette mutlu olsunlar.
“Bütün bunlar benim gücümün üstünde olan şeylerdir. Çünkü
Türkiye’de benim gücümün üstünde egemen olan güçler vardır. Bu
güçler 80 yıldan daha fazla bir zamandan bu yana Hilâfeti yıkanlarla
dostluklarını sürdürmektedirler. Gece ve gündüz Türkiye’de İslam
ile, Hilafet ile ve Hilâfet’i kurmak için çalışanlarla
savaşmaktadırlar” diyebilirsiniz. Evet, bu güçler başörtülü
olarak okuyabilmeleri için kızlarınızı Amerika’ya göndermenizi
gerektirecek kadar sizin üstünüzde bir güce sahiptirler. Belki böyle
diyebilirsiniz. Hatta bunlara ilâve olarak, liderlik ettiğiniz
partinin -her ne kadar İslâmî bir görüntüye sahip olsa da- laikliği
benimsediğini de söyleyebilirsiniz. Peki siz bu haldeyken nasıl öğüt
alacaksınız?
Belki de bütün bunları söyleyeceksiniz. Ancak bir kez daha haberiniz
olsun ki her kim çalışmasında Allah’a güvenirse, Allah’ın Rasulü’ne
itaat eder ve O’na sâdık kalırsa Allah [Subhânehu ve Te’alâ]
şüphesiz onun yardımcısı olur. Çünkü Allah [Subhânehu ve Te’alâ]
şöyle buyurmaktadır:
Allah kendisine yardım edene mutlaka yardım eder. Allah Kaviyy
[Kuvvetli]’dir, ‘Azîz [Emrini gâlip gelen]’dir. [Hacc
40]
Kimin de yardımcısı Allah olursa bu O’na yeter. Şâyet böyle
yaparsanız, Allah da Rasulü de mü’minler de sizinle beraber olur.
Böylece sizi seçen Müslümanlara karşı vefâ borcunuzu ödemiş
olursunuz. Sizi Âlemlerin Rabbi olan Allah’a şikâyet eden Müslüman
kadınlara, kızlara karşı insaflı davranmış, haklarını vermiş
olursunuz. Şâyet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Rasulü’ne isyan
etmiş, sizi seçen tüm Müslümanlara ihanet etmiş ve onları yardımsız
ve çaresiz bırakmış olursunuz. Âlemlerin Rabbi’nin farz kıldığı
başörtüsünü, Müslüman hanımlara yasaklamayı sürdürmüş, onlara
zulmetmiş, dolayısıyla da Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu
âyetinin doğrudan muhâtabı haline gelmiş olursunuz.
Sakın, Allah’ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak
Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı
bir güne erteliyor. (O gün) zihinleri bomboş olarak, kendilerine
bile dönüp bakamaz durumda ve gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette
koşarlar. [İbrahim 42-43]
Bu durumda ise kendisinden korktuğunuz o egemen güçlerin size hiçbir
faydası dokunmaz ve hiçbir güç te sizi Allah’ın azâbından
kurtaramaz.
İşte bu, insanlar için bir açıklama ve hidâyet, muttakîler için de
bir öğüttür. [Âl-i İmran 138]
Allah’ın selamı üzerinize olsun.