Tehdit
ederek, iman edenleri Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip
bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın. [A'raf
86]
Yaklaşık
altı aydır Hizb-ut Tahrir’in şebâbına (gençlerine)
yönelik tutuklamalar gerçekleştirilmektedir.
28.05.2003’de,
Güney’deki ‘Ayn-il Havle askerî kontrol noktasında İsam
el-Celîl, Hizb-ut Tahrir ile ilgili olarak durduruldu.
Oradan sorgulamaya götürüldü, sonra mahkeme hükmünü verdi
ve onu cezaya çarptırdı.
Dokuz
gün sonra Zeyn Masriyye, Saide’deki el-Meyyi ve’l Meyyi
askerî kontrol noktasında durduruldu. Çünkü onun Hizb-ut
Tahrir ile alâkası vardır. Ardından soruşturmaya sevk
edildi, sonra mahkeme hükmünü verdi ve onu cezaya çarptırdı.
Sonra
başka tutuklamalar gerçekleştirildi. Böylelikle 17.06.2003’de
güvenlik elemanları, Hizb-ut Tahrir ile alakalarının
bulunması sebebiyle hiçbir tevkif veya serbest bırakma müzekkeresi
ibraz etmeksizin, Kuzey Miryata bölgesinde Bilâl Ğuranî ve
‘Umer Kaddur’u tutukladılar.
Günler
sonra güvenlik elemanları, Hizb-ut Tahrir ile
alakasının bulunmasından dolayı Miryata bölgesinde ‘Umer
Ğuranî’yi tutukladılar. Bu nedenle onun kardeşleri,
kardeşlerinin alıkoyulmasını protesto etmek için
dükkânlarının önünde oturdular. Bölge halkı da onlarla
birlikte kalarak, onların oturma eylemine katıldılar. Nihayet
büyük bir emniyet kuvveti geldi ve oturanları birbirlerinden
ayırarak Mustafa ve Bilâl Ğuranî’yi tutukladı.
Ardından
güvenlik elemanları, Hizb-ut Tahrir ile alakalarının
bulunması sebebiyle hiçbir tevkif veya serbest bırakma müzekkeresi
ibraz etmeksizin, Sa’id Nayil el-Bikaiyye bölgesinden Zeyd
el-Humusî, Halid el-Humusî, Muhammed ‘Ataullah ve Yasîr
Ğandur’u tutukladılar.
Daha
sonra Zekeriyya Kuca ve Mumtâz Haddara’yı çalıştıkları
Trablus’daki el-Kubbe semtinden tutukladılar ve Hizb-ut
Tahrir ile alakalarının bulunması sebebiyle, hiçbir
tevkif veya serbest bırakma müzekkeresi ibraz etmeksizin, soruşturmaya
sevk edildiler.
Sonra
31.11.2003’de Üstaz Mahmud Mir’i’yi, Hizb-ut Tahrir
ile alakasının bulunması sebebiyle, hiçbir tevkif veya
serbest bırakma müzekkeresi ibraz etmeksizin, Sur’daki
evinden aldılar. Sorgulanması on bir gün boyunca devam etti.
Gözaltına altına alarak sorgulama süresini dört gün ile sınırlandıran
kanuna muhalif olarak, haksız ve kötü bir şekilde gözaltına
alındı ve sonra tutuklandı.
Yine
22.12.2003’de, serbest bırakıldıktan sonra işine yürüyerek
giderken Zekeriyya Kuca’nın önünü aniden bir sivil araç
kesti ve iki kişi onunla yürümeye başladı ve ona
kendilerine eşlik etmesini istediler. Onlara kimlik
kartlarını veya kefalet göstermelerini istediğinde, herhangi
bir belge göstermeyi reddettiler. Sonra onu sorgulamaya
götürdüler. Onun sorgusu, hiçbir suçlamada bulunmaksızın
on bir gün sürdü. Sonra serbest bıraktılar.
Yine
26.12.2003’de, Güney’deki el-Meyyi ve’l Meyyi askerî
kontrol noktasında, Hizb-ut Tahrir ile alakasının
bulunması sebebiyle Ğassan Yasîn tutuklandı. Mahkemeye sevk
edilmeksizin on gün boyunca alıkonuldu. Bugüne (12 Ocak’a)
kadar da gözaltındadır ve tutuklanmasının üzerinden on
yedi gün geçmiştir.
Beyrut’tan
Salih Selam, Bikaa’daki Huş el-Cerime bölgesinden Muhammed
‘İsa ve ‘Umer Hammud, Trablus’daki el-Kubbe bölgesinden
Mumtâz Haddara ve Zekeriyya Kuca, serbest bırakıldıktan
sonra, halâ mahkeme karşısında yargılanmayı
beklemektedirler.
Akla
gelen soru şudur: Neden Hizb-ut Tahrir şebâbının peşine
düşülmekte, sorgulanmakta, kötü bir şekilde alıkoyulmakta
ve sonra mahkemeye sevk edilmektedir? Şebâbın yaptığı
nedir ki bu cezalandırmayı hak etsinler?
Muhakkak
ki Hizb-ut Tahrir’in şebâbı kendilerini, İslamî
hayatı yeniden başlatmaya ve İslam Davasını bir hidayet ve
merhamet mesajı olarak dünyaya taşımaya adamışlardır.
Durdurulmuş olan İslamî Ahkâmın tatbikinin iadesi için
çalışmak, kat’i bir kanaate raptedilmiş, çakılmış
olarak her bir Müslümana farzdır. Şüphesiz Allah, İslamî
Şeri’at’in hakemlik etmesinde, cezim (kesin) itikadları
üzere Müslümanların imanlarına vakıftır.
Hayır!
Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükme,
içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet
ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. [Nisâ 65]
Muhakkak
ki Hizb-ut Tahrir’in bu şebâbı onlardır ki...
Ümmetlerini musibetlerin ateşinden ve Birinci Dünya Savaşı
sırasında kanunlar ve anayasaların değiştirilerek
yayınlanıp İslamî toprakların işgal edilmesinden beri
İslamî Şeri’at’in hükümlerinin kaldırılmasıyla Batı
Sömürgeciliği’nin bir sonucu olarak halen evlatlarını
katleden ve ülkelerini yakan felaketlerden kurtarmak için çalışmaktadırlar.
Muhakkak
ki Hizb-ut Tahrir’in şebâbı onlardır ki... Ümmet
arasında ve onunla birlikte, bu sefil duruma yol açan ve
Ümmetlerini terk eden yöneticilerden, iradelerini Amerika ile
Batılı devletlerin iradelerine rapteden yöneticilerden, Allah’ın
ğadabından (öfkesinden) değil bilakis ancak Amerika’nın
ğadabından korkan ve Ümmetin memnuniyetsizliğine değil
Amerika’nın memnuniyetsizliğine ihtimam gösteren
yöneticilerden ve Amerika ile Batılı devletlerin
maslahatlarının gerçekleşmesi için Ümmetlerinin
maslahatlarını helak eden yöneticilerden kurtarmak için çalışmaktadırlar.
Bununla birlikte Hizb-ut Tahrir’in şebâbı onlardır
ki... Ümmetlerini, ecnebilerin (yabancı kâfirlerin)
hegemonyasından kurtarmak için çalışmakta ve yahudi
varlığını (İsrail’i) kökünden silip atmak ve onu
tamamen yok etmek için çalışmaktadırlar.
Yine Hizb-ut
Tahrir’in şebâbı, sömürgecinin onun vahdetini
parçalamak için çizdiği yapay sınırları kaldırarak ve bütünlüğünü
yıkan, meselâ tek bir milletin evlatları arasında kabilesel
kan davalarına yol açan milliyetçilik ve vatancılık gibi
tehlikeli mefhumları temizleyerek Müslümanların
topraklarının yeniden birleştirilmesi için çalışmaktadırlar.
Suriyeli, Lübnanlı, Mısırlı, Iraklı, Arap, Kürt, Türk ve
Farisi bunların hepsi de tek bir akîde ile birleşmişlerdir
ki, o İslamî Akîde’dir. Bunların hepsi de İslam’a
sadıktırlar ve İslamî kardeşlik ile birbirlerinin
kardeşleridirler. Allahu Te’alâ şöyle buyurdu:
Mü’minler
ancak kardeştirler. [Hucurât 10]
Ve de
şöyle buyurdu:
Sizin
(gerçek) dostlarınız ancak Allah’tır ve Rasulüdür ve
iman edenlerdir. [Ma’ide 55]
Öyleyse,
bu beyandan sonra artık soru sorma hakkımız ve bu şebâbın
takibatının daha fazla sürdürülmesine dair merakımız
kalmış mıdır?!
Muhakkak
ki Hizb-ut Tahrir, kuruluşundan beri hedeflerini ve bu
hedeflere ulaşma yolunu ilan etmiştir. Hizbin şebâbı Ümmet
içinde ve onunla birlikte, aydın fikir ile Ümmeti sahih kalkındırma
yoluyla kalkındırmak ve onu önceki izzet ve itibarına
kavuşturmak ve devletlerden, ümmetlerden ve halklardan
kumandaları kendi eline geçirmek gayesiyle, kendisinden sahih
İslamî mefhumlar hakkında genel bir uyanıklığın hasıl
olduğu bir kamuoyu icad etmek için çalışmaktadırlar. Ta
ki, önceden olduğu gibi, İslam Ahkâmı’na göre yönetmesi
için dünyada birinci devlet seviyesine yeniden yükselsin.
Şüphesiz
ki Hizbin gayesi, İslamî hayatı yeniden başlatmak ve İslam
Davasını aleme taşımaktır. Bu hedef, Müslümanların
Dar-ul İslam’da ve İslamî bir toplumda İslamî hayatı
yaşamalarını amaçlamaktadır. Öyle ki hayatın bütün işleri;
Müslümanların içerisinde, Allah’ın Kitâbı ve Rasulü’nün
Sünneti’ne binaen işitmek ve itaat etmek üzere kendisine
bey’at edecekleri bir Halifeyi seçtikleri İslamî Devlet
olan Hilafet Devleti’nin gölgesi altında Şeri'at’in hükümlerine
göre ve Helâl-Haram bakış açısından yürür hale gelsin.
Ta ki İslam, Davet ve Cihad yoluyla aleme bir risalet (mesaj)
olarak taşınsın.
Hizbin
hedeflerine ulaşma yolu; Hizbin cismini güçlendirmek, sayısını
artırmak ve Davayı taşıyabilecek ve fikrî çatışma ile
siyasî mücadelenin zorluklarına göğüs gerebilecek İslamî
şahsiyetleri icad etmek gayesiyle, fertlere yönelik olarak
Halakalarda mürekkez sekafe (yoğunlaştırılmış kültür)
ile Mescidlerde ve derneklerde verilen derslerde, genel toplantılardaki
hitaplarda ve gazeteler, kitaplar ve neşriyatlar (beyannameler)
ile Ümmette genel uyanıklık oluşturmak ve onunla kaynaşmak
üzere, Ümmetin halklarına yönelik olarak Hizbin benimsediği
İslamî fikirler ve hükümler ile cemaî sekafe
(toplumsal kültür) verilmesi üzerine kâimdir (kuruludur).
Bununla birlikte Küfür akidelerine, sistemlerine ve
fikirlerine karşı ve fasid itikadlara, hatalı düşüncelere
ve yanlış mefhumlara karşı, onların yanlışlıklarını,
hatalı olduklarını ve İslam’a zıtlıklarını beyan
ederek Ümmeti bunlardan ve bunların etkilerinden korumak
amacıyla fikrî çatışma üzerine kâimdir. Yine
Hizbin yolu; plânlarını ve komplolarını ifşa etmek,
Ümmeti onların hakimiyetlerinden kurtarmak ve otoritelerinin
herhangi bir etkisinden korumak üzere, İslamî topraklar
üzerinde kontrol ve nüfuz imkânlarına sahip olan sömürgeci
kâfir devletler ile mücadelede ve ister fikrî, siyasî,
iktisadî ve isterse askerî olsun tüm şekilleriyle sömürgeciliğe
karşı mücadelede ve ilaveten Ümmetin haklarını çiğnediklerinde
veya işlerinden herhangi birini ihmâl ettiklerinde veya ona
karşı olan görevlerinde gevşeklik gösterdiklerinde veya
İslam hükümlerine muhalefet ettiklerinde ve yönetimlerini
devirerek yerine İslamî Ahkâmı kurmak üzere, onları
deşifre etmek, intikam almak ve değiştirmek için Arap ve
İslamî ülkelerdeki yöneticilerle yüzleşmekte temsil
olan siyasî mücadele üzerine kaimdir. Aynı zamanda Hizb,
Ümmetin maslahatlarını da benimsemekte ve Şeri’at’in
hükümlerine göre işlerini gözetmektedir.
İşte
Hizb bunların hepsini, Rasul [SallAllahu Âleyhi ve Sellem]’in
Kurayş ve ilahları ile, akaidleri ve fikirleri ile karşı
karşıya kaldığında onların fesatlıklarını,
yalancılıklarını ve yanlışlıklarını ortaya döktüğü
ve onlara böylece saldırdığı zaman yaptığı gibi
yapmaktadır. Ard arda tenzil olan ayetler de Kurayş’ın
liderlerine ve efendilerine hücum ediyor, onları, atalarını
ve kuruntularını tam bir rezaletle (aşağılamayla) rezil
ediyor ve Rasul [SallAllahu Âleyhi ve Sellem]’e, davetine ve
ashabına yönelik komplolarını ifşa ediyordu.
Hizb’in
tatbik edilen kanuna göre Lübnan’daki resmi kurumlara henüz
bilgi ve haber vermesine rağmen, şüphesiz Müslüman,
herhangi birinden verilecek bir lisans için Allah’ın
emirlerini durdurmaz. Bilakis salah, siyam, ibadetler ve davayı
taşıma ve hayrı emretme ve munkeri nehy etme vacibiyetlerini,
hiçbir izne muhtaç olmadan veya hatta herhangi birinin itirazı
olsa bile yerine getirir. SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu:
Allah’a
ma’siyette (isyanda) itaat yoktur. İtaat ancak ma’ruftadır.
[Muslim rivayet etti]
Otoritenin
eziyetlerine ve tevkifâtlarına (alıkoymalarına) rağmen, şüphesiz
Hizbin şebâbı Davayı taşımaya, açık sözlü, samimi ve
meydan okuyucu bir şekilde devam etmektedirler. Dalkavukluk
yapmadıkları gibi, yağcılık da yapmazlar. Komplimana muhtaç
olmadıkları gibi yaltaklanmaya da muhtaç değildirler. Bu
hususta yalnızca siyasî işlerle sınırlı kalmamakla
birlikte, yöneticilere karşı veya Davası önünde duranlara
karşı maddî eylemlere de başvurmazlar. Yöneticilerden veya
sistemlerinden korktukları için değil!... Bilakis Allah’ın
Rasulü [SallAllahu Âleyhi ve Sellem]’in Mekke’de İslam’a
davetinde izlediği adımları takip etmesindendir. Nitekim o
zaman İslamî Devleti kurmak amacıyla savaşmaya izin
vermemişti.
Böylesi
sıfatlara, böylesi hedeflere ve böylesi minhaca (metoda)
sahip bir Hizb, şüphesiz desteklenmeye ve kendisiyle birlikte
çalışılmaya lâyıktır. Muhakkak ki onun şebâbına
karşı casusluk yapılması, peşlerine düşülmesi, çalışmalarının
engellenmesi, tutuklanmaları, yargılanmaları ve
hapsedilmeleri ise iğrenç bir iş ve büyük bir günâhtır.
Ayrıca Ümmetin kapkara vaziyetini uzatmak ve bünyesindeki değişim
ümidini katletmektir. Failleri için bu, hem dünyada hem de
Ahirette hizy (rezillik) ve utançtır. Şüphesiz Ümmet, onun
şebâbına karşı cür’etlenenleri hesaba çekecek ve def
edecektir. Onların hayat sonrasındaki hesapları ise, daha
zelil (alçaltıcı) ve daha şiddetli olacaktır. Allahu Teâla
şöyle buyurmuştur:
Allah'a
ve Rasulü'ne karşı (çıkanlar) haddi aşanlar, kendilerinden
öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz
apaçık ayetler inzâl etmişizdir. Kâfirler için küçük
düşürücü bir azap vardır. [el-Mucadele 5]
|