Endonezya Hükümeti’nin, yabancı askerî güçler ile kurtarma
ekiplerinin Endonezya topraklarından ayrılması için sabit bir nihâî
tarihe ilişkin olarak yaptığı önceki açıklamalarını unutmasının
üzerinden çok zaman geçti. Savunma Bakanı Cuvono Sudarsono,
16.01.2005 günü Amerikan Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz ile
yaptığı görüşmeden şöyle diyordu: “26 Martın, kurtarma
çalışmaları için burada bulunan yabancı güçlerin çabaları için
belirlenmiş sınırlı zamanın sonu olmadığını vurgulamak istiyorum.”
Cakarta’daki otellerden birindeki bu görüşmeden sonra gazetecilere
konuşan Sudarsono yine şöyle diyordu: “Önümüzdeki iki yıl
içerisinde askerî ilişkilerimizi geliştirmek için çırpınıyoruz.”
Bu, Endonezyalı liderlerin, on yıllardır silahlı isyana şahit olunan
bu harap olmuş bölgelerdeki devletlerarası kuvvetlerin varlığından
duydukları endişeyi açığa vurmalarından sonra oluyordu. Nitekim
geçen hafta Endonezya’nın kıdemli bir yetkilisi gazetecilere,
yabancı askerî güçler ile kurtarma organizasyonlarının gelecek Mart
ayının 26’sında Endonezya topraklarında ayrılabileceğini
açıklamıştı. Bunun üzerinde Amerikan Dışişleri Bakanı Powell şöyle
demişti: “Cakarta’nın yabancı askerî güçlerin topraklarından
ayrılması için belirlediği Martın sonu, ‘nihâî tarih’ değildir.”
13.01.2005 Perşembe akşamı Wolfowitz önceden şu açıklamayı
yapıyordu: “Endonezya’da Asya depreminden yaralanmış bölgelere
yapılan Amerikan askerî yardımı, muhtemelen Martın sonundan daha
uzun bir süre durmayacaktır.”
Bu açıklamasından sonra 16.01.2005 Pazar günü ziyâretini
gerçekleştirince de Endonezya Dışişleri Bakanı söz konusu
açıklamasını yaparak, yabancı askerî güçlerin Endonezya
topraklarından çekilmesi için sınırlı bir müddet olmadığını ve
önümüzdeki iki yıl içerisinde askerî ilişkileri geliştirme niyetinde
olduklarını ifade etti. Amerika ve benzerleri gibi kapitalist
devletler, materyalist menfaat ve kazançtan başka derdi olmayan
sömürgeci devletlerdir. Amerika’nın durumu, Avrupa, Japonya ve
Avustralya’nın durumu gibidir. Aralarında bu noktada pek fark
yoktur. Onlar için insan canının hiçbir değeri yoktur ve halkların
geleceği onların umurunda değildir.
Amerika; Malezya ve Endonezya’da Amerika’nın niyetlerine karşı
mevcut muhâlefet korkusuyla stratejik Malaka Boğazı’na askerî
varlığını yerleştirmede sıkıntı çekiyordu. Üstelik Asya ülkeleri,
Amerika’nın “terörizme karşı savaş” çerçevesinde ilişkileri
geliştirme niyetlerine şüpheyle bakmaktadırlar. Bunun içindir ki
Amerika’nın kendi sömürgeci çıkarlarını gerçekleştirmek için
Asya’daki deprem felâketinin mağdurlarını kullanmaya çalıştığını
görmekteyiz. Nitekim Washington’daki George Town Üniversitesi’nde
Asya işleri uzmanı olan Robert Synder bunu şu şekilde açıklıyordu: “Amerikalıların
askerî güçleriyle yapabildikleri şüphesiz müthiştir. Koşullara
akıllıca yaklaşıldığında bölgede askerî ilişkilerde bir gelişme
kaydedilmesi mümkün olabilecektir.” Yine Amerikalı Amiral Doug
Crowder, Washington Post gazetesine verdiği demeçte bu karşılıklı
çabaların; Endonezya ile şu sıralar pasif olan askerî işbirliğine
geri dönülmesi olasılığını kuvvetlendireceğini umduğunu söylemiştir.
Amerika, Güney Doğu Asya’daki hedeflerini gerçekleştirmek uğruna
hiçbir gayretini esirgememektedir. Kaldı ki üzerinde 6000 unsurun
bulunduğu Amerikan savaş gemisi Abraham Lincoln’ü, yiyecek taşımak
ve tıbbî yardımlar ulaştırmak üzere en çok zarar gören bölgelerden
biri olan Açe bölgesi kıyılarından yaklaşık 28 km. öteye bu musibeti
gerekçe göstererek göndermiştir.
Ayrıca bölgeyi 26 Aralık günü vuran musibetten en çok zedelenen
ülkeler olan Endonezya, Tayland ve Sri Lanka’ya yardım adı altında
onlarca gemi, savaş uçağı ve helikopterler ile 13.000 asker
dağıtılmıştır. Washington’daki uzmanlar Amerikan ordusunun, Vietnam
Savaşı’ndan bu yana Asya’da gerçekleştirilen bu en büyük operasyon
için altı ay boyunca bu bölgede kalabileceğini belirtmişlerdir.
Washington’un Amerikan güçlerinin bölgede kalıcı olarak kalmasını
umuyor olması, Endonezya Savunma Bakanı’nın Amerikan Savunma Bakanı
yardımcısı Wolfowitz ile görüşmesinden sonra sarf ettiği “Önümüzdeki
iki yıl içerisinde askerî ilişkilerimizi geliştirmek için
çırpınıyoruz” sözünü açıklamaktadır.
Yine Amerika, Hindistan’ın kaygılarına rağmen Sri Lanka’ya 1500
Amerikan askeri göndermiştir. Muhâfazakâr kuruluşlardan Heritage
Foundation’ın uzmanlarından Dana Dillon şöyle diyordu: “Sri
Lanka, İylâm Tamil Kaplanları Cephesi denilen isyancıların
direnişine karşı bir süre önce Amerika’dan askerî yardım talebinde
bulundu. Fakat Amerika cidden tereddütlüydü.”
Amerika’nın tereddüdü, Hindistan’ın öfkesinden ötürü değildi.
Bilakis Amerika aynı anda onu kendisine çekmeye çalışıyor, Çin’e
yönelik politikaları çerçevesinde onunla stratejik ilişkiler
kuruyordu ki buna zarar vermek istemiyordu. Üstelik Hindistan’ın dış
ticâretinin %95’i ve petrol ithâlatının %84’ü deniz üzerinden
gerçekleşmektedir. Yine Hind Okyanusu’nun Kuzey Doğusu’ndan geçen
deniz seferlerini de Küçük Endaman, Kar Nikobar ve Nankuri adaları
üzerindeki askerî üsleri ile Kar Nikobar adaları üzerindeki dev
radar istasyonu sayesinde denetlemektedir. Ayrıca Hindistan bu
adalar yoluyla Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları Cephesi’ne kaçak
silahlar ulaştırmaktadır. İşte Sri Lanka Amerikan müdâhalesini bunun
için talep etmiştir ki Hindistan’ın müdâhalesiyle yardımda bulunduğu
Tamil Kaplanları Cephesi’ne ve gerillalarına karşı Amerika’nın
desteğini alsın. Ne var ki Amerika böyle bir müdâhaleyi müsâit bir
fırsat olarak değerlendirmemişti. Tâ ki Güney Asya’da meydana gelen
musibete kadar.. Musibetten sonra insanî yardım örtüsü altından Sri
Lanka’ya 1500 Amerikan askerinin gönderilmesine karar vermiştir.
Diğer kapitalist devletlere gelince; onlar da kendi askerî ve
ekonomik çıkarlarını insanî yardım diyerek gerçekleştirmeye
uğraştılar. “Güney Asya’nın Şerifi” ünvanı verilmiş ve “terörizme
karşı savaş” çerçevesinde bölgenin işlerine karışma hakkı
bulunduğunu iddia eden Avustralya, yine “terörizm karşı savaş”
bahanesiyle Endonezya’nın bölgesel suları üzerinde askerî hegemonya
oluşturma çabasındadır. Avustralya Başbakanı John Howard tarafından
izhar edilen plânlara göre Avustralya istikâmetli gemiler, sahil
güvenlik ağına, yani Avustralya kıyılarından 1000 deniz mili yani
1850 kilometre mesâfeye girdiklerinde denetlenecektir ki bu mesafe
Yeni Zelanda ve Endonezya’yı da içine almaktadır. Yine
bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana silahlı kuvvetleri için en
büyük askerî modernizasyonu dört yıl içerisinde yapacaktır. Ayrıca
bu insanî yardım fırsatının, Güney Doğu Asya bölgesinin şerifliğini
üstlenmesini sağlayarak kendisine bölge ülkelerinin işlerine
dilediği gibi müdâhale etmesine yönelik bir haklılık kazandıracağını
da ümit etmektedir. Açe bölgesine yüzer bir askerî hastane gönderen
Almanya da, bazı Endonezya birliklerini eğitmek ve Endonezya ile
bazı silah mukâveleleri imzalamak gibi askerî işlerini geri
döndürmek istiyordu. Bu mukâveleler, önceki başkan Suharto’nun
devrilmesinden sonra durdurulmuştu.
Kapitalist devletlerin Güney Doğu Asya’daki sömürgeci hedefleri bu
kadar açık olduğu halde, en büyük İslâmi beldelerin birçoğundaki
yöneticiler; özelde bu Amerikan plânlarına ve genelde Batılıların
plânlarına karşı çıkmaya cesâret etmemektedirler. Kaldı ki bunlar,
Endonezya’nın Açe bölgesi ve diğer bölgelerinde, bu İslâmî beldede
fitne tohumları ekmekte, bölünmenin önünü açmakta, kaos ateşini
tutuşturmakta, nihâyetinde bu İslâmî beldelerin geleceğini sömürgeci
Kâfir Amerika’nın eline vermektedir. Görüyoruz ki Endonezya’nın
yöneticileri zedelenmiş Açe bölgesine yardımlar göndermeyi ihmâl
ettikten sonra İslam’ın ve Müslümanların düşmanları olan Amerika ve
Avustralya’ya genelde Endonezya’nın özelde de Açe’nin işlerine
müdâhale etmelerine fırsat vermişlerdir. Hem çıkıp yabancı askerî
güçler ile kurtarma organizasyonlarının Endonezya topraklarından 26
Mart’ta ayrılmasına ilişkin açıklamalar yapmışlar, hem de on
yıllardan beri silahlı isyancılardan çekmiş bölgelere çöreklenen bu
yabancı askerî güçlerden duydukları endişeyi dile getirmişlerdir.
Bununla da kalmamış, Amerikan Savunma Bakan yardımcısı Paul
Wolfowitz ile görüşmesi vasıtasıyla Washington’daki efendilerinin
tâlimatlarını öğrenen Endonezya Savunma Bakanı, 26 Martın insanî
çalışmalar yapan yabancı güçlerin çabalarını sınırlandıran bir
nihâyet olmadığını ve gelecek iki yıl içerisinde Amerika ile askerî
ilişkileri geliştirmek için çırpındıklarını îlan etmiştir!
İşte tüm bunlar Müslümanların en büyük beldelerinden birinde
gerçekleşmiştir. Ama aynı anda Batı’ya özellikle İngiltere’ye târihî
uşaklık ile bağlılığı bulunduğu halde Hindistan, bu kurtarma
organizasyonlarının yardımlarını reddetmiştir. Sınır Tanımayan
Doktorlar ve Oxfam gibi organizasyonların Hind adalarına girmesini
yasakladığı halde, yalnızca UNICEF içindeki Hindu doktorların Küçük
Endaman, Kar Nikobar ve Nankuri adalarına gitmesine izin vermiştir.
Öyleyse Müslümanların başındaki yöneticilerin uşaklıkları ve Batı’ya
ajanlıkları onları ne boyuta ulaştırmıştır? Onlar uşaklıkta,
Hindistan gibi kadîm bir uşağı bile geride bırakmış ve ifsâd
etsinler, ahlâksız hale getirsinler, başlarına gelen musibet ve
felâketlerden avantaj elde etsinler, gâyelerini gerçekleştirsinler
ve ihtiraslarını tatmin etsinler diye beldelerimizi ve
kardeşlerimizi sömürgeci kâfirin kucağına atmışlardır!
Müslümanlar bu musibetli günlerinde ikinci Halîfeleri el-Fâruk ‘Umer
İbn-ul Hattab döneminde, Ramâde yılındaki [H. 650’deki] kıtlık
günlerini ve o zaman bu musibete karşı tüm beldelerdeki kardeşleri
ve akrabaları arasındaki dayanışmayı hatırlasalar ne kadar hayırlı
olur. Müslümanlar bilsinler ki başlarındaki yöneticiler, kâfir
sömürgecinin plânlarını engellemek için kıllarını bile
kımıldatmamaktadırlar. Hatta musibet ve felâket anlarında bile,
hizmetlerini onların hizmetine dönüştürmekte ve hep efendilerinin
emirlerine itaat etmektedirler.