Basına, Özellikle Khartum Monitor Gazetesi’ne Reddiye
Sayın Khartum Monitor Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni,
Tayyib Tahiyye…
Gazetenizde 16.01.2005 Pazartesi günü Michael Kuma’nın
“Diplomasi-dışı Konuşma” köşesinde, Hizb-ut Tahrir’e karşı
provakasyon ve birçok safsatalar içeren “Kurtuluş” başlıklı makalesi
yayınlanmıştır. Basın-yayın ilkeleri çerçevesinde, söz konusu
makâlede belirtilenlere verdiğimiz bu cevabı yayınlamanızı
istiyoruz.
Bu makâlenin yazarı, Hizbi yer altında ve gizlice çalışmakla
suçlamaktadır. Oysa herkes bilmektedir ki, Hizb-ut Tahrir’in
Hartum’un merkezinde bürosu bulunan mâlum bir resmî sözcüsü vardır.
Faaliyet ve eylemleri açıkta ve görünürdür. Öyleyse yerin altında
çalışan, yer üstünde çalıştığı görülmemesinden ötürü bizzat bu
makâlenin yazarıdır.
Hartum’da dağıtılan ve Vatanî Meclis’in samimi üyelerini anlaşmayı
iptal etmeye çağıran beyannamede barış anlaşmasına hakâret
ettiğimizi söylemesine gelince; Biz bu anlaşmanın, anayasal
yetkilere sahip devlet başkanı yardımcılığına bir Kâfiri atadığına
inanmaktayız ve diyoruz ki; bu anlaşmanın İslam’a aykırı olduğu
âşikârdır. Zîra İslam’ın tamamen uzaklaştırılmasına, ülkenin
parçalanmasına ve fırkacılığın kışkırtılmasına neden olmaktadır.
Yine bizler hiçbir kâfirin Müslümanların yöneticisi olamayacağına
inanmaktayız ki, Akîdemizin çekirdeği herhangi bir kâfirin
Müslümanların başına yönetici olmasını haram kılmaktadır. Allah
[Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:
Allah, mü’minler aleyhine kâfirler için asla bir yol vermeyecektir.
[en-Nîsa 141]
Nitekim yönetimden daha kuvvetli bir yol yoktur. Bunun yanında
İslam’da yönetici, İslam’ın hükümlerini tatbik ederek Ümmeti temsil
eder. Kaldı ki herhangi bir Kâfirin İslam ile yönetim göstereceği
hayâl bile edilemez.
Hizb-ut Tahrir’in yabancı olduğu iddiasına ve neden Sudan’da
çalışmasına izin verildiğini sormasına gelince; Bir diyoruz ki
Hizb-ut Tahrir; Ümmeti sesi ve kalbinin çarpıntısıdır. Ümmet
içinde ve Ümmet ile birlikte, Ümmetin meselesini yalnızca İslam
haline getirmek için çalışmaktadır. Zîra büyük ekseriyetiyle Ümmet
İslam İdeolojisini benimsemiştir. Dolayısıyla bu ideolojinin hayatın
tüm yönlerinde esas haline getirilmesi gerekir. Buna toplum ve
devlet de dahildir. Yazara sorduğumuz soru şudur: Yabancı olan
kimdir? Ümmetin ideolojisini ve kültürünü benimseyen ve onu hayata
hâkim kılmak için onunla birlikte çalışan mı? Yoksa Kâfir Batı’nın
ideolojisini, kültürünü ve nizamlarını bizim ülkemizde pazarlamak
için ihraç etmenin derdine düşen mi?
Yine yazar şöyle demiştir: “Hizbin üyeleri, beyin yıkama
operasyonları yapan radikal mücâhidlerdir. Çocukluklarından beri
“ğayri-muslimleri” öldürme ve Sudan gibi bir ülkeden onları silme
sevgisiyle dolmuşlardır.” Biz diyoruz ki Hizb-ut Tahrir’in
üyeleri, hem Müslümanlar hem de ğayri-muslimler için İslam’dan başka
adâletin olmadığı Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâmî
Hayatı yeniden başlatmak üzere İslam’ı bir Akide ve Nizam olarak
benimsemişlerdir. Dolayısıyla yazarın, ğayri-muslimlerin İslâmî
Devletin gölgesi dışında hiçbir yerde hiçbir adâlet ve insaf
bulmadığını anlamak için biraz İslam’ın ve İslam Devleti’nin
tarihini araştırması gerekmektedir. Yazarın, kâfirleri
-ğayri-muslimleri- öldürmeyi sevdiğimiz kuruntusuna gelince; bu söz
yazarın İslam’dan ne kadar câhil olduğunu ifşa eden bir sözdür. Zîra
Kerîm Rasulümüz [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:
Her kim bir zımmîye [Dar-ul İslam’da yaşayan ğayri-muslime]
eziyet ederse, onun hasmı benim ve ben her kime hasım olursam
Kıyamet Günü’nde de ona hasımlık ederim.
Öyleyse onu kim katleder? Cihâda gelince; o maddî engelleri
kaldırmak için yapılan bir savaştır ki (hiç Müslüman olmamış)
insanlar akıllarıyla baş başa kalsınlar ve îman ile küfür arasında
diledikleri tercihi yapsınlar. Zirâ
Dinde zorlama yoktur. [el-Bakara 256]
İslâmî Devlet; İslam’ın Müslüman olmaları itibariyle Müslümanlara
has kıldığı hükümler ve diğerlerine has kıldığı hükümler hariç,
yönetim bakımından Müslüman ile Kâfir arasında ayırım yapmaksızın
haklar ve ödevler ile muamele eder, tüm bu hükümleri olduğu gibi
uygulanır. Zirâ hükümler, Müslümanların ve ğayri-muslimlerin
Yaratıcısı, Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan gelir. Müslümanlara ve
ğayri-muslimlere nasıl muamele edileceği hakkında daha fazlasını
öğrenmek için çokça tafsilat vardır. Öyleyse yazar doğru sözlü,
istekli ve ciddi ise, ona bu tafsilatı vermek için hiçbir itirazımız
olmaz.
Yine yazar şöyle demektedir: “Boyutunun küçüklüğü itibariyle,
ondan kaynaklanan tehdit önemsizdir.” Kendisine diyoruz ki:
madem iddia ettiği kadar küçüktür ve önemsenmemesi gerekir, ne diye
bunca provakasyona başvurup ona karşı uyarılarda bulunuyorsunuz? Tüm
bu dövünmeler niçin? Yazarın, “Hizb-ut Tahrir’in beyannamesi
barış anlaşmasına yönelik bir komplodur” ifadesine gelince;
anlaşmanın bizzat kendisi komplo ve ihânet olduğuna göre, gerçekte
komplocu kimdir? Bu anlaşmalar yoluyla ülkenin servetlerini Batı’ya
aktaran ve Sudan’ı küçük fırkacı eyâletlere parçalayan mı? Yoksa
Ümmette bu anlaşma etrafındaki tehlikelere ilişkin bilinç
oluşturmaya çalışan mı? Kalkınma hakkındaki sözlere gelince; bu
yazar, müjdesini verdiği bu anlaşmalarda buna yer verildiğini görmüş
müdür? Bu anlaşma Hükümet ile isyancılar arasını ayırmış, tüm
protokolleri parçalama esasına bina etmiştir. [Servet paylaşımı,
otorite paylaşımı, güvenlik düzenlemeleri paylaşımı, güvenlik
birimlerindeki yürütme yetkisi paylaşımı ve benzerleri gibi…] Güney
veya Kuzey halkının sorunlarından bahseden tek bir protokol dahi
yoktur. Hem bu anlaşmaların savaşı sona erdirdiğini kim söylüyormuş?
Bu anlaşmaların ilk meyvesi Dârfur Savaşı’dır. Hatta Doğu Sudan’a ve
başkent Hartum’a her an patlatılmaya hazır birçok saatli bomba
yerleştirilmiştir. Bunun doğrudan nedeni, ülkeyi Hükümet ile
isyancılara arasında paylaştıran bu anlaşmalardır!
Tedbirli ve alarmda olmak hakkındaki sözlere gelince; tedbir
alınması ve alarmda olunması gereken şey bu ihânet anlaşmalarının
uygulanmasıdır. Zîra fitnenin kaynağı odur.