Amerika bugün, 08.02.2005 Salı günü öğleden sonra Şarm-uş Şeyh’te,
Filistin işgâlcisi düşmanın Başbakanı Şaron ile Filistin
Otoritesi’nin başı Mahmud Abbas’ı, aralarındaki “zirve”
toplantısında, Mısır yöneticisi ile Ürdün Kralı’nın gözetimi altında
biraraya getirdi. Toplantı ve tartışmadan sonra, insanların
karşısına çıkıp uşakları ve medya organları önünde açıklamalarını
îlan ettirdi.
Toplantı sırasında ve öncesinde meydana gelenleri, özellikle “zirve”
arifesinde Amerikan güvenlik koordinatörlüğünden otoriteye atanan
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın diliyle Amerika tarafından
yapılan açıklamayı, ayrıca elleri arasında ve arkasında, zirve
toplantısından sonra yapılan açıklamaları dikkatlice inceleyenler,
bu toplantıda Filistin’in; yahudi varlığının Filistin’de varlığının
garanti altına alınmasını, tanınmasını, güvenliğinin sağlanmasını ve
sakinleştirilmesini sağlayan bir güvenlik meselesine indirgendiğini
kesin bir sonuç olarak algılamada hiçbir zorluk bulmayacaklardır.
Hatta yahudi kasap Şaron’u rahatsız edecek şekilde yahudi
varlığındaki sefirlerini daha önce çağırmış olan Mısır yöneticisi ve
Ürdün Kralı, düşmana yönelik iyi niyetlerinin bir göstergesi olarak
ve cürümlerinden insanların, ağaçların ve taşların nasibini aldığı
Şaron’un yüzünü güldürecek şekilde, her iki sefiri geri
göndereceklerini açıkladılar.
Ey Müslümanlar!
Filistin’i satan bu “tüccarlar” hep onun aleyhine komplolar
kurabildiler ve sürekli yahudiler ve yahudilerin âvâneleri lehine
ondan parça parça vazgeçebildiler! Arap yöneticiler 1948’den sonra
hep Filistin’i kurtarmak (!) için ordularını gönderdiler ama her
defasında onu yahudilere daha fazla peşkeş çektiler!.. Tâ ki Camp
David anlaşmasına ve Mısır’daki rejimin yahudi varlığını tanımasına,
sonra Oslo Anlaşması’na ve Filistin Otoritesi’nin onu tanımasına,
sonra Vâdi ‘Arabe Antlaşması’na ve Ürdün rejiminin onu tanımasına
kadar… Sonra başarılı (!) anlaşma serîleri, her biri bir öncekinden
daha lânet daha niceleri!.. Bugüne kadar onlar hep Filistin’i
sattılar ve ondan sona ermez serîlerle, aşama aşama, adım adım ondan
vazgeçtiler!.. Halkı da “Filistin’i kurtaracağız” diye diye
yalanlar ve saptırmalar ile aldattılar. Her ne zaman halk onlara ve
onlardan sonrakilere inandı, her defasında Allah’tan veya Allah’ın
kullarından hiç haya etmeksizin geri çekildiler!
Onlar dediler ki 1948’de işgâl edilmiş Filistin, işgâl edilmiş bir
topraktır ve yahudilerden kurtarılmalıdır. 1967’den sonra da
“taktik” olarak aşamalı hedeften bahsetmeye başladılar ve 1967’de
işgâl edilmiş toprakların -yahudi varlığı tanınmaksızın-
kurtarılmasıyla yetinilir oldu. Sonra yahudileri tanımayı ve 1967’de
işgâl edilen topraklardan geri çekilsinler diye onlarla görüşmeyi
kabul ettiler. Görüşmeler, konuşmalar ve karşılıklar oyalamalarla
çokça zaman aldı. Tâ ki Yol Haritası Plânı ileri sürüldü ve
mültecileri gözden çıkaran ve Kudüs’ün statüsü ile Kudüs’teki yahudi
yerleşimlerini hariç tutan Bush’un fikirleri bârizleşti. Bunun
anlamı şu idi: Yol Haritası’ndaki tartışma konusu, Batı Şeria’nın
%40’ını geçemez!
Şimdi de Şarm-uş Şeyh “Zirvesi”nde Filistin, bir güvenlik meselesi
haline getirildi. Filistin Otoritesi’nin bu zirveden gerçekleşmesini
istediği ve umduğu en son şey; yahudi varlığı için tam bir sükunet,
güvenlik ve esenlik sağlanmasına, Filistin Otoritesi’nin tanınmasına
ve cüz’î egemenlik verilmesine karşılık Eylül 2000 İntifâdası’ndan
önceki duruma dönülmesi oldu!
Ey Müslümanlar!
Muhakkak ki Filistin, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın Rasulü
[SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’i göndererek şereflendirdiği mübârek
bir beldedir. Sonra İkinci Râşid Halîfe ‘Umer [RadiyAllahu ‘Anh]
tarafından fethedildi ve Müslümanların hâkimiyeti, Hicri beşinci
asırda Haçlıların saldırısına kadar devam etti. Savaş kimi zaman
Müslümanların alehine kimi zaman da lehine gâlibiyet üzereydi.
Müslümanlar onun herhangi bir parçasından hiç vazgeçmediler. Sonra
Salâhuddin el-Eyyubî liderliğindeki İslam askerleri, hicrî 583
yılında yapılan Hıttiyn Savaşı’nda kurtuluş getirdi, aynı yıl
Kudüs’ü de kurtardı. Daha sonra bu defa Tatarların istilasına maruz
kaldı. Onlar da hicrî 658’de ‘Ayn Câlut Savaşı ile gömüldüler. Artık
Filistin asırlar boyunca İslam’ın incisi olarak kaldı. Hiç kimse ona
saldırmaya cesâret edemedi. Nihayet 19. yüzyılda Yahudi tilki başı
Theodor Hertzl, Müslümanların Halîfesi ‘AbdulHamîd ile görüşebilmek
için devletlerarası arabuluculuğu kullanmaya çalıştı. Devlet
hazînesine büyük miktarda para aktarılmasına karşılık yahudilerin
Filistin’in muayyen bölgelerinde toplanmalarına izin verilmesini
önerdi. Halîfe ‘AbdulHamîd Han’ın 1901’deki cevabı şu idi: “…Ben
hayatta olduğum müddetçe bedenimin lime lime doğranması, Filistin’in
Hilâfet Devleti’nden koparılmasından bana daha hafif gelir ki bu
olmayacak bir iştir… Eğer bir gün Hilâfet Devleti parçalanacak
olursa işte o gün Yahudiler Filistin’i bir bedel ödemeksizin
alabilirler.”
Allah ona rahmet etsin, dediği aynen gerçekleşti. Hilâfet Devleti
20. yüzyılın başında yıkıldıktan sonra yahudiler; İngilizler ile
hain Araplardan olan ajanları aracılığıyla Filistin’i işgâl ettiler.
Sonra 1948’de onların bu tertemiz topraklardaki varlıkları Fransa,
Amerika ve Rusya’nın desteği ile devam etti. Öyle bir dereceye
ulaştı ki Arap yöneticiler ve Filistin Otoritesi, 1948 Filistini
üzerinde yahudi varlığını “yasal” olarak tanıdılar ve zelîl bir
şekilde yahudilerle 1967 Filistin’i üzerine görüşmeyi kabul ettiler.
Sonra Yol Haritası, Bush’un fikirleri ve Şarm-uş Şeyh zirvesi
önlerine atıldı. Netliğini kaybedinceye kadar her defasında
esaslarından bir esastan vazgeçtiler!
Ey Müslümanlar!
Muhakkak ki Filistin, boyunlarınızda bir emanettir. Biz kesinlikle
biliyoruz ki İslâmî Ümmet ordularıyla ve kahramanlarıyla yahudi
varlığını tümden yok etmeye ve Filistin’in tamamını İslam diyârına
iade etmeye muktedirdir. Arap yöneticiler ve Filistin Otoritesi buna
sadece engeldir. Çünkü onların “temeli” yahudi varlığını tanımak ve
onu korumaktır. Sonra onlar orduların vazîfesini, savaş ve
şehâdetten çıkarıp geçit törenleri ve tahtlarını korumaları şeklinde
değiştirdiler.
Bununla birlikte eğer bu yöneticiler, Filistin Otoritesinin
yetkilileri ve Filistinli örgütler, yahudileri yok ederek
Filistin’i, tüm Filistin’i kurtaramıyorlarsa [veya kurtarmak
istemiyorlarsa], eğer böyle olamıyorlarsa, o halde -akıl sahibi
iseler- bu emânetin günahını yüklenmeyip Filistin’in hiçbir yerinde
yahudi varlığını tanımaksızın sonraki nesillere aktarmaya
uğraşırlardı. Nitekim ‘Umerler, Salâhuddinler, AbdulHamîdler ve
Müslüman süvâriler yahudilerle savaşmak, varlıklarını yok etmek ve
tüm Filistin’i İslam diyârına dahil etmek üzere Rasulullah
[SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in müjdesini gerçekleştirmek için
gelmektedirler.
Ey Müslümanlar!
Hizb-ut Tahrir, Filistin’den vazgeçenleri, herhangi bir
parçasında yahudi varlığını benimseyenleri, mübârek toprakların
herhangi bir parçası hakkında düşman ile görüşenleri, Allah’ın
izniyle canlanmakta olan Ümmetin öfkesi hususunda uyarmaktadır. Zîra
onlar Müslümanların ilk Kıblesi, “İsrâ’ ve’l Mîr’ac” topraklarını
teslim edenleri asla unutmayacaktır.
Ümmetin öfkesi büyüktür, ancak
Âhiretin azâbı daha büyüktür. Keşke bilselerdi! [ez-Zumer 26]