Bütün devletler İslam’a ve Müslümanlara düşmandır. Özellikle
sömürgeci Batılı kâfir devletlerin İslam’a düşmanlıkları o derece
şiddetliydi ki, İslam’ın hükümlerini uygulayan, koruyan ve tüm
cihana aydınlık ve hidâyet olarak taşıyan Osmanlı Hilâfet
Devleti’nin devletlerarası etkinliğini yıkmak için tüm güçlerini
harcıyorlardı. Kimi zaman Haçlı savaşlarıyla, kimi zaman misyonerlik
saldırılarıyla, kimi zaman siyâsî ve iktisâdî üsluplarla kimi zaman
da fikrî ve ictimâî olarak Hilâfet Devleti’nin varlığını zarar
vermenin derdine düşmüşlerdi. Zarar vermek diyoruz, zîra kâfirler
bir gün gelip de Hilâfet Devleti’nin yıkılabileceğini hayâl bile
edemiyorlardı. Ne zaman ki Müslümanlarda İslam’a bağlılık zayıfladı,
İslam’ın hükümleri yanlış anlaşılır oldu, Cihad ve Fetih hareketleri
durdu, işte o zaman liderliğini şeytan zihniyetli İngilizlerin
yaptığı Batılı Kâfir devletler, Hilâfet Devleti’nin yıkılabileceğine
dâir bir ümide sahip olmaya başladılar. Böylece bunun plânlarını ve
projelerini hazırladılar. Yaklaşık iki yüz yıllık gayret ve mücadele
sonunda, özellikle İngiliz kâfirler 3 Mart 1924 günü Hilâfet
Devleti’ni yık(tır)mayı başardılar. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı
Lord Curson denen kâfire, Avam Kamarası’na Osmanlı Hilâfet
Devleti’nden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını
neden tanıdığının hesabı kendisine sorulduğunda şöyle diyordu: “…Biz
Türkiye’nin işini bitirdik. Bugünden sonra artık bir daha asla ayağa
kalkamayacaktır. Çünkü biz onun gücünü aldığı iki şeyi: İslam’ı ve
Hilâfet’i yok ettik!..”
Müslümanlar Hilâfet’in yıkılmasının gerçek acısını ve şiddetini,
kendilerini musibetler içinde ağlarlarken bulduklarında fark
ettiler. Lâkin artık çok geçti. Müslümanların toprakları
parçalanmış, onlarca küçük devletçiğe bölünmüş, toprakları işgâl
edilmiş, servetleri yağmalanmış, evlatları katledilmiş, başlarına
kâfirlerin ajanı olan yöneticiler atanmış, sayısız dert ve kedere
maruz bırakılmış, elleri ve kolları bağlanmış idi. Yönetimleri,
orduları, yasaları, ekonomileri, toplumları, hayatları,
güvenlikleri, bakışları, anlayışları, davranışları, eğitimleri,
sağlıkları ve varlıkları tamamen İslam’dan koparılmış, çürümeye,
yıkılmaya, yenilgiye terk edilmiş idi. Ayağa kalkmalarını imkân
veren her şey ellerinden alınmış, yapayalnız, çaresiz, ümitsiz,
korumasız, kalkansız ve savunmasız bırakılmışlardı.
Hilâfetin yokluğundan kaynaklanan zulümâtın etkisi sadece Orta
Asya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Balkanlar’da ve daha başka yerlerde
yaşayan Müslümanlar ile sınırlı değildi. Aksine özellikle Güney
Amerika, Doğu Avrupa, Afrika, Doğu ve Güneydoğu Asya’da yaşayan
mazlum halklar da sefâlete, açlığa, katliama, soykırıma ve zillete
maruz kaldılar. İslam’ın evrensel risâletinden, aydınlığından,
merhametinden ve adaletinden mahrum bırakıldılar. Hayrın ve
hidâyetin onlara ulaşmasına engel oldular.
İslam garip olarak başladı, daha sonra başladığı gibi garip olarak
geri dönecektir. Gariplere ne mutlu! “Garipler kimlerdir
Ey Allah’ın Rasülü!” denildiğinde şöyle dedi: İnsanlar
bozulduğunda ıslah edecek düzeltecek olanlardır…
İşte Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in bu mübârek
hitâbına nâil olmak, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın rızasına
kavuşmak, O’nun Dinini yüceltmek ve İslâmî Ümmet’e önceki izzet ve
itibarını yeniden iade etmek üzere Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmak
üzere birçok seçkin Müslüman harekete geçti. Onların inançları,
azimleri ve çabalarıyla Müslümanlarda yeniden Hilâfet’e özlem
duyulmaya başladı. Müslümanlar başlarına gelen onca musibet ve
felâketten kurtulmanın, Allah’ın râzı olduğu İslâmî bir hayat
yaşamanın ve kâfirlerden ve uşaklarından intikam almanın tek yolu
olarak Hilâfet Devleti’ni gördüler. Büyük bir şevk ve heyecanla
bakışlarını onun kurulacağı dakikaya yönelttiler. Bu yıl Hacc
farizasını edâ etmek üzere dünyanın her tarafından mukaddes
beldelere giden yüz binlerce Müslüman, orada Hilâfet çağrılarını
işittiler ve büyük bir coşkuyla teveccüh gösterdiler. Hilâfet’e
büyük bir heyecanla sarılacaklarını, tekbirleriyle haykırdılar.
Bu uyanış kâfirlerin ve uşaklarının da dikkatinden kaçmadı.
Amerikalı ve Avrupalı birçok devlet yetkilisi hemen İslâmî beldelere
koşturup uşaklarına tâlimatlar verdiler. Kendilerine yönelik nefrete
engel olmalarını, Hilâfete çağıranları tutuklamalarını, seslerini
susturmalarını ve Hilâfet’e yapılan çağrılarını iftiralarla
bulandırmalarını emrettiler. Bununla da yetinmeyip açıklamalar
yaptılar, raporlar yayınladılar. Hem kendi yapabilecekleri önlemleri
tasarladılar hem de başkalarına öğütler verdiler.
Türkiye’de de -bilerek yada bilmeyerek, isteyerek yada istemeyerek-
aynı selin akıntısına kapılmış gâfiller yada hâinler, Türkiye’deki
Müslümanların Hilâfet’e sarılmalarını engellemek üzere yeni ceza
yasaları çıkardılar, Hilâfet aleyhinde köşe yazıları yazdılar,
konferanslar ve paneller düzenlediler. En son Avrupa Birliği
ihânetini gerçekleştirdiği, başörtüsünü söz verdiği halde halen
yasakladığı ve Hilâfet’in kurulmasından yüz çevirdiği için
Başbakan’a mektup veren ve Ümmeti bilinçlendirmek üzere mescidlerin
önünde beyannameler dağıtan birçok cesur ve ihlaslı mü’min gençler
zindanlara atılmakta, hem de Hilâfetin yıkılışının yıldönümünde
mahkemeye çıkarılarak cezalandırılmak istenmektedir.
Ey Müslümanlar!
Hilâfet, 81 yıl önce yıkıldığında çaresizlik ve üzüntü ile
gözyaşları döküyordunuz. Sonra Hilâfet’in korumasından ve
savunmasından mahrum kaldığınız için başınıza gelen onca belâ ve
musibet karşısında göz yaşlarınızı döktünüz ve döküyorsunuz.
Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Keşmir’de, Çeçenistan’da,
Balkanlar’da, Sudan’da, Özbekistan’da kardeşlerimize karşı işlenen
katliamlara ve bacılarımızın tecâvüze uğramalarına karşı seyirci
olmak zorunda kaldınız ve kalıyorsunuz. Topraklarımızın ve
zenginliklerimizin satılmasına, Kıbrıs’ta, Avrupa Birliği’nde,
Sudan’da, Filistin’de, Endonezya’da eli kanlı kâfirlerle ihânet
anlaşmaları imzalanmasına öfkelendiniz ve öfkeleniyorsunuz. Yalan
vaatlerle sizi aldatanları, yapılan sahte seçimleri, “düzeltiyoruz”
diyenlerin her şeyi bozduklarını, kadınları kepaze edip gençleri
serseri yaptıklarını, aile dramlarını, sokak çocuklarını, temel
ihtiyaçlarımızın bile size reva görülmediğini anladınız.
Artık üzülme, ağlama, seyirci kalma zamanı değildir. Bilakis
azimleri bileme, güçleri toplama, çalışmaları yoğunlaştırma,
gayretleri çoğaltma ve darbeleri birleştirme zamanıdır. Çünkü artık
kâfirin kalbine korku düşmüş, dizlerinin bağı çözülmüş, Curzon
kâfirinin sözünün tersine dönmeye başladığını görmüş ve sonunun
yaklaştığını fark etmiştir. Ve çünkü Allah’a hamd olsun ki
nihâyetinde İslâmî Ümmet;
Hilâfet’in Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın kesin bir farzı olduğunu,
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in Medine’de devletini
büyük zorluk ve meşakkatle kurduğunu, kurulması farz olan Hilâfet’in
Müslümanların kalkanı olduğunu, ancak onunla korunup sadece onun
ardında savaşabileceklerini, Hilâfet’in İslam’a ve Müslümanlara
düşman kâfirlerin entrika ve tuzaklarıyla yıkıldığını, başına gelen
tüm zulümlerin ve belâların sebebinin kâfirlere dostluk eden
yöneticiler olduğunu, tüm problemlerinin tek köklü çözümünün
Hilâfet’in yeniden kurulmasından geçtiğini, Rasulullah [SallAllahu
‘Aleyhi ve Sellem]’in Nübüvvet Metodu üzere Râşidî Hilâfet’in
yeniden kurulacağını müjdelediğini, İçerisinde bulunduğumuz şu
dönemde İslâmî Ümmet’in tüm beldelerinden Hilâfet arzularının
yankılandığını artık işitmiş, görmüş, anlamış ve kavramış
durumdadır. Allah’ın izni ve yardımıyla İkinci Râşidî Hilâfet
Devleti’in kuruluşu çok yakındır. İşte o gün geldiğinde,
Râşidî Hilâfet Devleti Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu
hükmüne;
İnkâr edenler var ya, onları dünyada ve Âhirette şiddetli bir azâba
çarptıracağım! Onların hiç yardımcıları da olmayacak! Îman edip
sâlih amellerde bulunanlara gelince; Allah onların mükâfatlarını
eksiksiz verecektir. Muhakkak ki Allah zalimleri sevmez. [Âl-i
İmrân 56-57]
mazhâr olacak ve Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu;
Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim
olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize
katından bir yardımcı yolla!” diyen zavallı erkekler, kadınlar
ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz! [Nîsa 75]
emrini yerine getirerek tüm mazlum insanların ve özellikle Haçlı ve
yahudi ordularının işgâli altında bulunan Müslümanların intikamını
muhakkak alacaktır. İşte o gün, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu
vaadi;
Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden
öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde
Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam’ı) yeryüzünde
hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini
vaâdetti. [Nur 55]
tahakkuk edecek, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu
müjdesinin;
…Sonra da yeniden Nübüvvet Minhâcı [Peygamberlik Metodu]
üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır!
doğruluğu açığa çıkacaktır, İnşâAllah…
İşte Hizb-ut Tahrir, tüm Müslümanları Râşidî Hilâfet
Devleti’ni kurmak üzere kendisiyle birlikte çalışmaya ve bu uğurda
tüm güçlerini harcayarak şafak vaktini hızlandırmak üzere yarışmaya
dâvet etmektedir:
Yarışanlar işte bunun için yarışsınlar! [el-Mutaffifîn 26]