Sayın Ürdün Temsilciler Meclisi Başkanı ve Muhterem Üyeleri,
Es-Selâmu ‘Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuhu,
Allah’a Hamd olsun. Salât ve Selâm, Rasulullah’ın, Âilesinin,
Ashâbının ve O’nun hidâyetine tâbi olup Dîn Günü’ne kadar O’nun
metoduna sarılanların üzerine olsun ve bâ’d:
Muhakkak ki biz, Hizb-ut Tahrir / Ürdün vilâyeti olarak,
Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın;
O halde eğer öğüt fayda verirse öğüt ver. Böylece [Allah’tan] korkan
öğütten yararlanacak ve bedbaht olan öğütten kaçınacaktır.
[el-‘Alâ 9-11]
kavline icâbet ederek ve İslâmî Ümmetimizi kuşatan entrikaların
tehlikesini idrak ederek bu mektup ile size hitâp ediyoruz.
Zîra sizler bir başkasından daha çok sorumluluk taşımaktasınız. Zîra
sizler, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu kavliyle hakkında kesin
yasaklama olduğu halde, yasamada bulunmanıza ve kanunlar çıkarmanıza
bağlı olarak beraberindeki cürümlere ve günahlara rağmen bu durumda
olmayı kabullendiniz:
Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda Seni hakem tâyin edip sonra da Senin verdiğin hükme
içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim
olmadıkça îman etmiş olmazlar! [en-Nîsa 65]
Muhâsebeye gelince; O Müslümanların vâcibidir. İster Temsilciler
Meclisi’nde olsunlar isterse olmasınlar fark etmez. Ancak
Meclisinizin vazîfelerinden biri olması, bu işi sizin haklarınızdan
bir parça kılmaktadır. Zîra sizler bu hususta diğerlerine göre daha
muktedir bulunmaktasınız. Önceki Meclisiniz döneminde
yaptıklarınızdan ötürü bize icâbet etmeyeceğinizi kesinlikle
bilmemize rağmen bizi size hitâp etmeye sevk eden husus, kendi
zimmetimizi temizlemek ve Rabbimize bir mâzeret sunabilmektir.
Umulur ki sakınır, takvâlı olursunuz.
Ey Efendiler!
Yakın-uzak her yerde bilinmektedir ki Ürdün’deki yönetim ile yahudi
varlığı iki candan ortak ve birbirlerinden ayrılmaz ikizlerdir.
Faysal-Weizman Anlaşması’ndan 1967’de Batı Şeria’nın Kral Huseyn
tarafından teslim edilmesine, sonra onun 1973’te muhtemel bir
Mısır-Suriye saldırısına karşı Golda Meir’ı uyarmasından taraflar
arasında gizli ve gözlerden ırak olarak gerçekleştirilen son
toplantılara kadar Hâşimî Tahtı ile Yahudiler arasındaki samimiyeti
göstermek istesek Ürdün yönetiminin, içerisinde yahudi varlığı ile
târihî ve kalıcı ilişkisini açıkça îlan ettiği, böylece her iki
tarafın yahudi varlığının Filistin’de yerleştirilmesi ve
çevresindeki ülkeler tarafından tanınsın diye her tür hayâtî
olanakların sağlanmasıyla bu varlığın pazarlanması için alenen
çalışmaya başladığı Vâdi ‘Arabe Anlaşması’na kadar geliriz.
Böylece Müslümanların diğer beldelerine intikal edebildikleri bir
yahudi üssü olsun diye yahudilere sahiplendikleri arâziler ve
arzuladıkları fabrikalar tahsis edilmiş, Ürdün’ün mukadderâtı
üzerinde onların egemenliğini kolaylaştırabilmek üzere yasalar
çıkarılmıştır. Ekonomik ilerlemeye dâir verilen yalan vaatlere
karşın, bunun bir sonucu olarak önceki yıllar boyunca fiyatlarda
fâhiş artışlar yaşanmış, fakirlik günden güne artmış, borçlanma daha
da fazlalaşmış ve bunlara paralel olarak hiç kimsenin
sorgulayamadığı ve denetleyemediği Kralın özel bütçesi uğruna
kurumlarıyla beraber ülke hızla satılmıştır. Üstelik Ürdün’deki
yönetim yalnızca bu samimi ilişkiyle de yetinmemiş, Filistin
meselesinden artakalan her ne varsa yok etmek üzere, eş-Şarm-uş Şeyh
Zirvesi’nde meselenin yahudilerin güvenliği ve Filistin’deki
varlıklarının bekâsı haline dönüştürülmesi için aktif bir rol
oynamanın ötesine geçmiştir. Zirve sonrasında ise Ürdün’deki yönetim
ile yahudi varlığı arasındaki ilişkiler üzerinde hiçbir yan etkisi
olmadığı halde daha önce geri çağırdığı Ürdün büyükelçisini, bir iyi
niyet göstergesi olarak doğrudan İsrail’e geri göndermede gâyet
aceleci davranmıştır. Zîra yönetim, İsrail’in güvenliğine yönelik
dâimi hırsını ilân etmekte ve ister kavlen isterse fiilen olsun bu
varlığa yönelik herhangi bir karşıtlığa müsâmaha göstermemektedir.
Üstelik bunu, Vâdi ‘Arabe İhânet Anlaşması’na bağlılığının bir
emâresi olarak kendi ulusal güvenliğinin bir parçası saymaktadır.
Nitekim sizler sendika hâdisesinden gâfil değilsiniz.
Yine Kralın son zamanlarda bir Federasyon şeklinde olmasına çağrıda
bulunduğu Ürdün’ün bölgelere ayrılması projesinin, nihâî çözüme
yönelik düzenlemeler bağlamında daha tehlikeli ve çığırından çıkan
bir işe zemin oluşturacağından veya Kralın ihtiyaç duyduğu
zamanlarda kendi tahtının çıkarına istismar ettiği milliyetçilik
fitnesini kışkırtmasıyla bir kıskı olacağından endişe ediyoruz.
Sayın Temsilciler Meclisi Başkanı ve Üyeleri!
Sizler kendinizden önceki meclislerden Vâdi ‘Arabe’nin günah
mîrasını devraldınız. Dolayısıyla bu mîrasın mes’uliyetini, günâhını
ve sonuçlarını üzerinizde taşımaktasınız. Çünkü siz, Müslümanları
hiçbir şekilde bağlamayan bu anlaşmayı ilğâ etmeye muktedirsiniz. Bu
nedenle sizi şu hususlara çağırıyoruz:
1. Vâdi ‘Arabe Anlaşması ile buna bağlı her şeyin geçersiz
sayıldığını îlan edin.
2. İsrail ile olan tüm diplomatik ilişkilere derhal son verin ve
ona, kendisiyle savaşılması ve yok edilmesi gereken
Müslümanların topraklarının işgâlcisi bir düşman olarak îtibar
edin.
3. Ürdün’deki tüm İsrail yatırımlarını derhal iptal edin.
4. Yahudi, Amerikan ve İngiliz kâfirlerin çıkarlarını
gerçekleştirmeye oldukça düşkün olan Hükümete verilmiş
güvenoyunu geri çekin.
Biz biliyoruz ki bu, yapabileceğinizin en asgarisidir ve yine
biliyoruz ki sizler bunu tümden veya kısmen yapabilirsiniz. Eğer
yine de bundan yüz çevirirsiniz, hiç olmazsa bu yönetimden berî
olduğunuzu ve Meclisten çekildiğinizi îlan edin ki onların
ellerinde, kâfirlerin plânlarını ve ihtiraslarını uygulamak üzere
kullandıkları bir araç olmayasınız.
Ey Efendiler!
Muhakkak ki sizi, Müslümanların toprağıyla ticâret yapanlara isâbet
edecek olan Allah’ın öfkesine karşı uyarıyoruz. Allah’tan
meclisinizi, el-İsrâ’ toprağının yahudilere açılmasına ortak
olmaktan veya Filistin meselesinin nihâî olarak tasfiye edilmesine
yardımcı olmaktan veya Ürdün’ü, Müslümanların beldeleri üzerindeki
yahudi açgözlülüğüne imkân veren bir intikal üssü haline getirmekten
korumasını niyâz ediyoruz.
Şüphesiz tüm davranışlar, sahibini hesaba çektirecek ve târihin
sayfalarında kazılı kalacaktır. İslam toprağından vazgeçenlerin
âkıbeti ise Allah’ın izniyle vahim olacaktır. Olur da kendinizi
Ümmetin öfkesinden sakındırırsanız, şüphesiz Allah’ın azâbından
korunamayacaksınız:
Âhiretin azâbı elbette daha şiddetli ve daha kalıcıdır. [Tâ-Hâ
127]