Diğerleri Dururken Neden Sadece 1593 Sayılı Karar
Reddedildi?
İktidar partisi olan Vatânî Kongre’nin Danışma Kurulu, dün
01.04.2005 Cumâ günü parti merkezinde düzenlenen bir basın
açıklaması yoluyla, Dârfur’da işlenen savaşa suçlarına ilişkin
ithamların Hollanda’daki Lahey Adâlet Divânı’na aktarılmasını
öngören Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1593 sayılı
kararını şiddetle reddederek kararı, Sudan’ın içişlerine müdâhale
olarak tanımladı ve bu müdâhalenin engellenmesi için genel
seferberlik çağrısı yaptı.
Soruyoruz, ülkenin birlik ve egemenliği üzerinde, savaş suçlarına
ilişkin ithamların Sudan dışında yargılanmasını öngören 1593 sayılı
karardan veya sözde barışı koruma bahanesiyle on binlerce asker
gönderilerek ülkeyi devletlerarası vesâyet altında sokan 1590 sayılı
karardan daha tehlikeli acaba ne vardır?
Bu ülkenin işlerine yapılan müdâhaleler çok uzun bir süre önce,
ülkenin kendi meselelerinin tartışmaya açılmasına göz yumulup kindar
kâfirlerin ellerine teslim edildiği gün başlamıştır. Bu yönetim,
önce kâfir kuvvetlerin en-Nube Dağları’na girişini, sonra da
Afrikalı Kâfir kuvvetlerin Dârfur’a girişini kabul ettiği gün
devletin egemenliği ayaklar altına alınmıştır. Kâfirleri Sudan
üzerinde güçlendiren ve Doğu, Batı, Kuzey ve Orta Sudan diye ırkçı
ve fırkacı varlıklara parçalanması için çalışma zemini hazırlayan
Barış Anlaşması denilen şey nedeniyle Kâfirler için tâvizler
verilmeye başlandığı gün, bu ülkeye ve halkına zillet ve hezîmet
damgası vurulmuştur.
Gerçek şu ki Birleşmiş Milletler Örgütü aslında İslam’a ve
Müslümanlara karşı durmak üzere kurulmuştur. İlk olarak Almanya ve
Osmanlı Hilâfet Devleti’ne karşı Birinci Dünya Savaşı’ndan gâlip
çıkan İtilaf Devletleri arasında Cemiyet-il Akvâm adı altında
oluşturuldu. Temel düşünceleri ve ilkeleri tamamen Müslümanların
önceden 13 asır boyunca olduğu gibi, yeniden toparlanarak tek bir
devlet olarak dönüşlerini engelleme üzerine kurulu idi. Böylece
Müslümanların beldelerini parçaladı ve 1918 yılında Cemiyet-il
Akvâm’ın esası olan Wilson Prensipleri’ne uygun olarak bu
parçalanmış Müslüman beldeler arasındaki kopukluğu Milliyetçilik ve
Vatancılık sloganları ile pekiştirmeye çalıştı.
Şimdi de Müslümanların beldelerindeki bu sözde Ulusal Egemenlik,
Birleşmiş Milletler kararlarıyla temsil edilen devletlerarası
meşruiyet adına çiğnenmektedir. Bu müdâhale ve kararların birçoğunu
inceleyen kimse görür ki, Müslümanların beldeleri hakkındakilerin
neredeyse tamamı, işâret ettiğimiz gibi, bu örgütün aslında İslam’a
ve Müslümanlara karşı kurulduğu düşüncesini güçlendirmektedir.
Muhakkak ki devletin, Ümmetin, hatta dünyadaki tüm Müslümanların
üzerine düşen, bu Kâfir örgütü ortadan kaldırmaktır. Çünkü onunla
muhâkeme olunmaz. Çünkü onunla muhâkeme olmak tâğut ile muhâkeme
olmaktır ki Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şu kavli ile bunu haram
kılmıştır:
Sana indirilene ve Senden önce indirilenlere îman ettiklerini iddia
edenleri görmedin mi? Onlar tâğut ile muhâkeme olmak istiyorlar.
Oysa onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Zaten Şeytan da onlar derin
bir sapıklık ile saptırmak istiyor. [en-Nîsa 60]
Sudan Hükümeti, -eğer ciddiyse ve gerçek bir seferberlik istiyorsa-
evvelâ tevbe edip Allah’a dönsün. Sonra da “Hâin” Barış
anlaşmalarından elini çeksin. Bütün bölgesel ve devletlerarası Küfür
örgütlerinden çıktığını duyursun ve Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî
Hilâfet’i îlan etsin. İşte bundan sonradır ki Hilâfet Şafağını
şiddetli bir özlemle bekleyen Ümmetin yardımını ve desteğini
görecektir. Bundan önce ise Allah’ın İnâyeti vardır. O Allah ki
Kendisini, Kendi Dînini zafere ulaştıranı kat’iyyen zelîl etmez. O
Allah ki Kendi Dînini muhakkak azîz kılar. Öyleyse konuşmalarınızda
samimi olun ve yalnızca O’nun rızâsı için çalışın!
Şüphesiz ki Allah emri üzere ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin
insanların çoğu bunu bilmezler. [Yûsuf 21]