Devletlerarası Tahkik Komitesinin Gönderilmesi
Kararına Dâir Bir Açıklama
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, el-Harîrî suikastini incelemek
üzere, en basiti dilediği Lübnan yetkilisini sorguya çekme ve
dilediği yere girme yetkisi olan, geniş yetkilerle donatılmış bir
Devletlerarası Tahkik Komitesi oluşturulmasına dâir karar tasarısını
07.04.2005’te kabul etti. Lübnan devlet kaynakları ise bu kararı
memnuniyetle karşıladıklarını derhal ifade ettiler!
Lübnan’daki soruşturma unsurları için “güvenilir sonuçlar veremez”
diyerek bu karar tasarısını öne sürenler Amerika, Fransa ve
İngiltere idi. Dolayısıyla Bu tehlikeli viraj karşısında, aşağıdaki
noktalar önünde durmak zorundayız:
1. Lübnan’daki yönetim adamları, iki cürüm işleyerek bu komite
için uygun bir zemin hazırlamışlardır. Bu cürümlerden ilki, yargı
ve güvenlik birimlerinin uygulamalarında düzensizlik oluşturmaları
veya buna imkân vermeleridir. Böylece bu ülkenin halkı arasında
herhangi bir soruşturmanın güvenliğine dâir şüphelerin oluşmasına
neden olmuşlardır. Bu da onların işidir. Nitekim bu soruşturmanın
bazı emâreleri üzerinde geçiştirme ve önemsizlik göstermişlerdir.
İkincisi de yine bu yönetim tâifesi baskılara boyun eğerek,
Güvenlik Konseyi’nin kararı açıklanmadan önce bu komiteye rıza
göstermiştir. Kaldı ki önceleri bu adamlar, 1559 sayılı karar
tasarısının reddedilmesinden, devletlerarası müdâhalelerin
kınanmasından ve “egemenliğin çiğnenmemesi” ısrarından dolayı
övünüyorlardı!
2. Dünkü karar tasarısını sunan devletlerarası taraflar hakkındaki
açıklamadan net olarak anlaşılmaktadır ki bunun ardında şerir
maksatlar vardır. Çünkü onlar, nesillerdir Ümmete acı çektiren ve
hâlen çektirmeye devam eden sömürgeci devletlerdir. Onlar, Ümmetin
Akîdesi’ne saldırmış, topraklarını, denizlerini ve hava sahalarını
istila etmiş, muharremâtına çirkince dokunmuş, şeref ve
haysiyetini ihlâl etmiş kâfirlerdir. Esâsen hiçbir yabancının
yakınında bile durmaması gerekirken, Lübnan’da olduğu gibi
Müslümanların beldelerinden herhangi bir beldenin iç işlerine,
saygınlığına ve özel durumlarına rahatlıkla müdâhale ettiklerinden
dolayı, -bir de kendileri yapmışlarsa- onların eziyet etmeksizin
veya uzun süreli zarara uğratmaksızın “gerçeği ortaya çıkarmak”
için hareket edeceklerini tasavvur etmek basit bir mantıkla bile
düşünülemez. Nitekim Irak’a gönderilen tahkik komiteleri ve
yaptıkları yıkıcı casusluk faaliyetleri bizden uzak değildir.
3. Muhakkak ki bu Güvenlik Konseyi, çocuklarımızın bile farkında
oldukları gibi, kurulduğundan beri Batılı sömürgeci devletlerin,
bugün bazılarının “şanjan/yanardöner devletler” dediği üçüncü
dünya ülkelerine boyun büktürmek için kullandıkları bir kamçı
olmuştur. Güvenlik Konseyi tarafından göz yumulan zorbalıklara en
çok mâruz kalan yada bu Konseyin devletlerarası meşruiyet verdiği
hegemonya ve işgâllere en çok uğrayan yerlerin, İslâmî topraklar
üzerindeki ülkeler olması tesâdüf değildir. Bu Konsey, 1948’den
beri Filistin’deki gaspçı yahudi varlığına karşı ve onun
terörizmini, zorbalığını, korkunç cürümlerini ve vahşi eylemlerini
durdurmak için ne yapmıştır? Güvenlik Konseyi, Amerika ile
beraberindeki devletlerarası çetesinin üyelerini, Afganistan ve
Irak’a saldırmaktan alıkoymak için ne yapmıştır? Ne yapmıştır?
Cevap; Ümmetimize karşı yapılan her saldırı için bir şemsiye
olmuştur!
4. Gerçek şu ki Ümmet, ırkçılığı körüklemeye ve mezhepçiliği
mezardan çıkarmaya çalışanların ne istediğini kavramak zorundadır
ki onu dizginlemek kolaylaşabilsin. Eski Başbakan Rafîk-ul Harîrî
suikasti, insanları, bedeli ne olursa olsun, hakikati istemeye
yöneltecek şekilde ayarlanmıştır. Hatta bunun bedeli, liderliğini
Batı’nın yaptığı yalancı devletler ile onların saptırıcı
araçlarından biri olan Güvenlik Konseyi’ni, -Müslümanların kanına
susadıkları halde!- “hakikat âşığı güvenilir devletler” haline
getirmek de olsa!!!
5. Düşüncelerin kaynağı ve davranışların esâsı olarak İslâmî
Şeriati kabul etmeyen taraflardan herhangi bir taraf ile
hükmolunmak şer’an câiz değildir. Nitekim Allah [Subhânehu ve
Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Sana indirilene ve Senden önce indirilenlere îman ettiklerini
iddia edenleri görmedin mi? Onlar tâğut ile hükmolunmak
istiyorlar. Oysa onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Zaten Şeytan
da onları derin bir sapıklık ile saptırmak istiyor. [en-Nîsa
60]
Ümmetin bu yukarıdaki hakikatlerin farkında olması kaçınılmazdır. Bu
kavrayıştan sonra da tüm gücünü bu atılan adıma karşı koymak, onu
ifşa etmek ve iptal edilmesine çalışmak için sarf etmesi gerekir. Tâ
ki Ümmet, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın kendisinden olmasını
istediği gibi İnsanlar için
çıkarılmış en hayırlı Ümmet [Âl-i ‘İmrân 110] olsun da hiçbir
zorba zorbalık edemesin. Hiç şüphe yok ki bu Ümmet, kendisinden
mutmain olacağı ve kendisiyle hakikate, her hakikate
kavuşacağı muhlis siyâsî nizâm içerisinde hedefini bulacaktır.
Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’dan niyâzımız odur ki bunu,
Müslümanların beldeleri üzerinde Hilâfet râyesinin
dalgalanacağı günü daha da yakınlaştırsın, bi-iznillah…