Su Özelleştirmesinin Reddi Hakkında
Bilindiği gibi 2004 yılındaki sulara ilişkin 7 sayılı kânun
bugünlerde yeniden tartışmaya açılmıştır. Kodifikasyon Mahkemesi
bunu olduğu gibi bırakmalı mıdır, yoksa iptal mi etmelidir? Gerekçe
de şu ki suyun özel mülkiyetten olmasını ve ister yerli ister
yabancı olsun, ister işletim isterse denetim olsun sular idâresinin
yerel kesimlere devredilmesini öngören 2004 yılındaki 7 sayılı
kânunun daha üst bir kânun ile [Devletin 1945 yılındaki anayasası
ile] çelişmesidir.
Hizb-ut Tahrir / Endonezya aşağıdaki şer’î hususları beyân eder:
1. İslam nazarında su; diğer madenler, ormanlar, mer’alar, petrol,
doğalgaz vesaire gibidir. Bütün bu şeyler kamu mülkiyetindendir.
Yani tüm Müslümanların mülkiyetidir. Bu nedenle sudan ve diğer
genel mülkiyetlerden kendi maslahatları için faydalanma hakları
asıl itibariyle vardır. Nebî [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]
şöyle buyurmuştur:
Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Mer’a, Su ve Ateş. [Ebu
Dâvud ve Ahmed rivâyet etti]
Eğer onun çıkarılması ve insanlar arasında dağıtılması, malların
ve kolaylıkların sağlanması çaba gerektiriyorsa bu taktirde,
insanların işlerini gözetmekten sorumlu olması itibariyle bunu
gerçekleştirmek devletin görevi olur.
2. Bunun içindir ki İslâmî Şeriat, sudan faydalanılması ve idâresi
hakkında bir şahsa veya bir gruba ayrıcalıklar tanınmasını
yasaklamıştır. Suların özelleştirilmesinde olduğu gibi
ayrıcalıkların verilmesine gelince; bu, hem İslâmî Şeriatın
sınırlandırdığı kamu mülkiyeti mefhumuna terstir, hem de
insanların maslahatlarının hizmetçisi ve gözeticisi olması
bakımından devletin tabiatı ile çelişmektedir.
3. Suların özelleştirilmesi hakkındaki bu kânun maddelerinin
uygulanması halinde, bunu daha önceden uygulamış bazı ülkelerde
olduğu gibi, gelecekte kötü sonuçlara neden olacaktır. Bu aynı
zamanda göstermektedir ki kapitalist fikirler ve yabancıların
ekonomik çıkarları, bu devletin kânunlarının içine işlemiştir.
Hatta insanların refaha kavuşturulması ümidi bile bunun gerisinde
bırakılmıştır.
4. Binaenaleyh Hizb-ut Tahrir / Endonezya sular hakkındaki
kânunun onaylanmasını reddeder. Zîra bu, hem İslâmî Şeriata
aykırıdır, hem de bir bütün olarak insanların toplumsal ve
ekonomik hayatında kesin bir bozulmaya yol açar.
5. Buna karşılık ülke üzerinde suların idâresi için âdil bir
nizâmın uygulanması gerekir. Bu da [çok azı hariç] sâkinlerinin
tamamı Müslüman olan bir ülkede, İslâmî Şeriat üzerine kurulu
İslam’daki İktisad Nizâmı’dır. Üstelik sadece ekonomi alanında
değil, bilakis hayatın tüm alanlarında da hezîmeti ve acziyeti
açığa çıkmış olan laik sistemin reddedilmesi kaçınılmazdır.
Komünizmin hezîmeti gibi kapitalizm de hezîmete uğramaya mahkum
olduğu sürece insanlık için İslam’dan başka hiçbir sığınak
olmayacaktır. Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:
Yoksa onlar câhiliyye hükmünü (yönetimini) mi arıyorlar? Halbuki
akleden bir toplum için hükmü (yönetimi) Allah’tan daha güzel olan
kim vardır? [el-Mâ’ide 50]
Son olarak Hizb-ut Tahrir / Endonezya, aralarında
yöneticilerin ve milletvekillerinin de bulunduğu ülkenin diğer
sâkinlerini ve Kodifikasyon Mahkemesi’ni; İslâmî Şeriat tastamam
uygulanmadığı sürece ülkeyi kuşatan bu krizden kesinlikle
çıkılamayacağı hususunda tembihlemektedir. Yalnızca onunla ekonomik
işlerimizi gözetebiliriz. Tâ ki refah, izzet ve memnuniyet hâsıl
olur ve tüm insanlar saadete kavuşur. Dolayısıyla hayatın tüm
alanlarına İslam’ı geri getirmek ve hâin yahut hortumcu değil tam
aksine güvenilir yöneticiler seçmek üzere toplumsal bir hareketin
varlığı kaçınılmazdır. Bununla birlikte İslâmî Şeriatın uygulanması,
sadece bir şahıs yada bir grup için değil hepimiz için farzdır.
Gerçek şu ki ancak ve sadece şer’î nizam ve güvenilir yöneticiler
sayesinde kerîm ve izzetli bir hayat sürebiliriz. Bu ise Râşidî
Hilâfet Devleti’nin gölgesinden başka yerde mümkün olmayacaktır.
Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz ki izzet Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere aittir. Velâkin
munâfıklar bunu bilmezler. [el-Munâfikun 8]