Pakistan medyası; Devlet Başkanı General Pervez Müşerref’in üç
günlük Hindistan ziyâretinden hemen sonra 26 Nisan 2005’te devlet
televizyonunda yaptığı konuşmada, Keşmir konusunda Hindistan’a karşı
herhangi bir “U-dönüşü” yapmadığını üstüne basa basa inkâr ettiğine
genişçe yer verdi. General Müşerref’in U-dönüşlerini inkâr etmesi,
Pakistan Müslümanlarını aldatmak ve onlara karşı ihânetini gizlemek
amacıyla yaptığı apaçık yalan bir konuşmadır. Çünkü General’in
Keşmir konusunda bir değil birçok U-dönüşleri vardır. Üstelik bu
U-dönüşlerinin tamamı tek bir ortak özelliğe sahiptir ki bu, Keşmir
Müslümanlarına karşı iğrenç Hindu rejimini desteklemektir!
1. General’in Birinci U-Dönüşü
, Pakistan’ın Keşmir’deki Cihâda
verdiği desteği kesmesiydi.
Müşerref iktidarının ilk dönemlerinde Pakistan’ın resmî tutumu,
zâlime ve haksız işgâle karşı meşru bir mücâdele olarak
Keşmir’deki Cihâdı desteklemek şeklindeydi. Meselâ, 1 Ocak 2001’de
BBC’ye verdiği bir demeçte Müşerref şöyle diyordu: “…Orada
özgürlük mücâdelesi devam ediyor ve yaklaşık 70.000 Keşmirli orada
katledildi. Çünkü orada terörizm devleti var. Kimse özgürlük
mücâdelesini terörizm olarak tanımlamasın.”
Bununla birlikte Ocak 2002’de BBC’deki demecinden sadece bir yıl
sonra Müşerref, yaptığı ilk açıklamalarda Mücâhidleri terörist
olarak tanımlayıp örgütlerinin yasaklanmasına çağrıda bulunarak
kendisiyle çelişiyordu. Dahası 4 Haziran 2002’de aynı Müşerref
Kazakistan’da, Hindistan ve İsrail ile Almatı Sözleşmesi denilen
devletlerarası bir antlaşmayı imzalıyordu ki bu, Cihâdın tamamını
terörizm olarak suçlama girişimiydi. Nitekim Almatı Sözleşmesi’nin
19. maddesinde şöyle geçiyordu: “Teröristler, ayrılıkçı
hareketler ve gruplar tarafından dînin amaçlarına ulaşmak üzere
bir bahane olarak kullanılmasını reddediyoruz.” Dahası 13
Eylül 2002’de New York’ta verdiği bir demeçte, kerîm Keşmir
mücâdelesinden ne kadar uzak olduğunu açığa çıkararak şöyle
diyordu: “Keşmirliler ne yapıyorlarsa, kendileri için
yapıyorlar.”
2. General’in İkinci U-Dönüşü, Keşmir’i Hindistan-Pakistan
ilişkilerinin öncelikli meselesi olma konumundan çıkarmasıydı.
Pakistan’ın uzun zamandır süregelen resmî tutumu, -Keşmir meselesi
çözümsüz kaldığı halde- ikincil meselelerde Hindistan’a verilen
tâvizlerle reddedildi. Oysa Müşerref bu tutumu son zamanlara kadar
bizzat desteklerdi. 9 Haziran 2004’te İslamabad’daki bir seminerde
yaptığı konuşmada Müşerref: “Keşmir, âdil ve sağlam bir anlaşma
bekleyen başlıca meseledir” derken, 22 Temmuz 2004’te şöyle
diyordu: “Keşmir, çözülmesi gereken temel ihtilaftır. Buna
yönelik bir çözüm bulununcaya kadar, diğer meselelere yönelik
güven artırıcı önlemlerde hiçbir ilerleme olamayacaktır.”
Ne var ki birkaç ay içerisinde Müşerref, Hindistan ile canlı
ticâret ve kültürel bağlantılar dâhil olmak üzere bir sürü güven
artırıcı önlemleri başlatarak yeni bir U-dönüşü yaptı. Kaldı ki bu
yeni politika, 25 Nisan 2005’te Müşerref’in şu sözü ile de teyid
edildi: “Güven artırıcı önlemler ile anlaşmazlık çözümü,
birlikte yürütülmek zorundadır.”
3. General’in Üçüncü U-Dönüşü, Hindu rejiminin Keşmir’e dâir
hak iddiasını güçlendirmekti.
Aslî Pakistan tutumu, Hindistan’ın Keşmir’in herhangi bir parçası
üzerinde hak sahibi olmadığı şeklindeydi ve bu, Müşerref’in
iktidarının başlarında izlediği bir tutumdu. Meselâ, 14 Ağustos
2002’de Müşerref şöyle diyordu: “Hindistan’ın Hindu işgâli
altındaki Keşmir’de seçimlerin yapılacağını duyurmuş olması, Cammu
ve Keşmir’in ğayri-meşru Hindu işgâline meşruiyet maskesi
kazandırmaya yönelik yeni bir diğer çabadır.”
Bununla beraber 25 Ekim 2004’te Müşerref, buraya kadarki
U-dönüşlerinden en yıkıcı olanı ifşa etti. Keşmir’in “yedi bölge”
tanımına sadece Keşmir’in Pakistan elindeki kesimini dâhil etti.
Bu şekilde Müşerref, Pakistan’ın zaten Keşmir’den kendisine düşen
“hissesine” sahip olduğunu ve bir parçasına “otonom” statüsü şekli
verildiği takdirde Keşmir’in geri kalanında Hindu işgâlinin
kalabileceğini söyleyebilmenin zeminini hazırladı.
İşte bunlar tâvizler üstüne verilen tâvizler ve Müşerref’in
Hindistan’a karşı yaptığı U-dönüşleri üstüne U-dönüşleridir! O,
Hindistan’a karşı izlediği stratejinin aynısını Amerika’ya karşı da
izlemiştir: Öteki taraf kendisine yumuşaklık gösterir ümidiyle
zillet üstüne zillete koşmuştur! Fakat gerçek şu ki onlar, önlerinde
zayıflık gösteren böyle bir adama karşı kesinlikle cömert ve
merhametli olmayacaklardır!
Müslümanlar, ancak zâlime karşı kuvvet ve meydan okuma ile barış
olabildiğini anlamıştır ve anlayacaktır. Müslümanlar daha önceleri
Hilâfet zamanında da işgâlle karşılaştılar fakat hep omuz omuza
direniş gösterdiler ve işgâlcileri kovmayı, böylelikle yıllarca
mücâdele gerektirse bile eninde-sonunda barışa, istikrara ve
İslam’ın hâkimiyetine kavuşmayı başardılar. Bugün Müslümanlar zayıf
değildirler ve entegre bir güce sahiptirler. Sadece Hind
Yarımadası’nda, yaklaşık 800 milyonluk Hindu nüfusuna kıyasla en
azından yarım milyar Müslüman vardır. Peki Müslümanlar tüm Güney
Asya’nın liderliğini ele geçirebilecek durumda iken, ne diye
Pakistan bu Hindu zâlimler karşısında boyun büker? Nasıl olur da bir
Butan’ın veya bir Nepal’in durumuna düşmeyi kabul eder?
Ey Pakistan’daki Müslümanlar!
Keşmir’deki İslâmî toprakların ve bizâtihi Hindistan’daki İslâmî
toprakların Hindu kâfirlerden, diğer tüm İslâmî beldelerin de Küfür
egemenliğinden kurtulması, kesinlikle bu mevcut yöneticiler eliyle
gerçekleşmeyecektir. Kusurlarına, ihmâllerine ve ihânetlerine bir
örtü olarak kullandıkları gönüllü cemaatleri zayıf düşürerek Cihâd
emrini terk eden bu yöneticiler evvelâ, hallerinden çokça
memnundurlar. Çünkü önceleri Batı’daki efendileri, bu tür cemaatleri
desteklemelerine izin vermişti. Oysa şimdi, bu örgütlere bile karşı
çıkıp yok etmektedirler.
İslâmî beldeleri kurtarmak, gerekli ve yeterli askerî hazırlıklarını
tamamladıktan sonra bir devleti işidir. Fakat işgâl edilmiş
beldelerde, saldırıyı def etmek üzere Cihâd hükümlerine göre hareket
etmek farzdır. Yine işgâl edilmiş beldeler dışında, Müslümanların
ordularını bu beldeleri kurtarmak üzere harekete geçirmeye çalışmak
da farzdır ki sınırlı sonuçları bulunan dâhili mücâdele tek başına
bî-çâre kalmasın. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle
buyurmaktadır:
Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp
beslenen savaş atları hazırlayın ki böylece Allah'ın düşmanlarını ve
kendi düşmanlarınızı korkutursunuz. [el-Enfâl 60]
Ey Pakistan’daki Müslümanlar!
Müslümanların başındaki bu mevcut yöneticiler; Müslümanları kurtarma
irâdesinden, kararlılığından ve samimiyetinden mahrumdurlar!
Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir sizi, Râşidî Hilâfet’i
yeniden kurarak tüm beldelerinizi birleştirmeye çağırmaktadır ki
düşmanlarınız sizin muazzam ordularınıza karşı durmaya zinhar
cesâret edemesin ve ister Keşmir’de isterse bir başka yerde olsun
işgâl edilmiş beldelerinizin tamamı onların zâlim yönetimlerinden
topyekün kurtulabilsin. Öyleyse Hilâfet Devleti’ni bir an
önce kurun ki, henüz Müslümanların toprakları üzerinde kâfirlere
daha fazla otorite teslim etmeden önce, Müşerref gibi hâin
yöneticilerin ellerini kırabilesiniz. Allah [Subhânehu ve Te’alâ]
şöyle buyurmaktadır:
Ey îmân edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun Dînine) yardım eder,
zafere ulaştırırsanız, Allah da size yardım eder, zafer verir ve
ayaklarınızı (Dîni üzere) sâbit kılar. [Muhammed 7]