Kuzey’deki petrol kuyularının geliştirilmesine ilişkin olarak
Meclis’teki mâli ve ekonomik komiteye sunulan ve Kuveyt Projesi
denilen tasarı; İslâmî Hilâfet’in yıkılmasından ve
sonra İslâmî beldelerin kukla devletlere parçalanıp başların
sömürgeci kâfirlerin çıkarlarını koruyan ajan yöneticilerin
atanmasından beri, Ümmetin servetlerinin hâlen Kâfirler için bir
yağma ve talan meydanı olduğunun yeni bir kanıtıdır. Kuveyt’in
yöneticileri, on yıldan fazladır hâlâ böyle bir tasarıyı geçirmeye
çalışmaktadırlar. Bilinmelidir ki bu anlaşma; şer’an câiz değildir,
ekonomik yönden hiçbir faydası yoktur, siyâsî yönden zayıflatıcıdır
ve yalnızca Amerikan stratejisine hizmet etmektedir.
Şer’an câiz olmamasına gelince; bu, Rasulullah
[SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu kavlinden dolayıdır:
Müslümanlar şu üçünde müşterektirler: Su ve mer’a ve ateş. [Ahmed
rivâyet etti] Petrol ateşten sayılır ve müşterekliğin mânâsı petrol
herkesin mülkü olmasıdır. Yani Müslümanlar için genel mülkiyettir.
Yine bu, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu fiilinden
dolayıdır. Nebî [‘Aleyhi’s Salâtu ve’s Selâm] İbn Hammâl’a tükenmez
bir mâden verdiği halde, daha sonra ona vermekten vazgeçti. Et-Tirmizî
şöyle rivâyet etti: Ebyâd İbn Hammâl Rasulullah [SallAllahu
‘Aleyhi ve Sellem]’e gelerek tuz (yatağının) kendisine
vermesini istedi. O da verdi. O dönüp gittiğinde oradaki meclisten
bir adam şöyle dedi: “Ona ne verdiğini biliyor musun? Şüphesiz sen
ona bitmeyen bir su (kaynak) verdin.” Bunun üzerine onu ondan geri
aldı.
Müslümanlardan herhangi bir kişinin tükenmez -fazla olup bitmeyen-
bir mâdeni mülk edinmesi câiz değildir. Petrol de bunlardan biridir.
Zîra o tebânın tüm fertlerine ait olan bir genel mülkiyettir. Bu
nedenle devletin bunu fertlere veya şirketlere mülk edindirmesi yada
fertlerin veya şirketlerin kendi çıkarları için onu üretmesine izin
vermemesi gerekir. Bilakis devletin bu mâdenleri Müslümanlar nâmına
bizzat üretmesi, onların işlerini gözetmesi ve bunları ve tüm
türevlerini tebânın tüm fertleri için genel mülkiyet haline
getirmesi gerekir. Hiçbir Müslümanın keşfederek, çıkararak veya
üreterek petrolü mülk edinmesi câiz olmadığına göre, sömürgeci kâfir
devletlerin şirketlerinin böyle bir şeyi yapmaları hiç câiz olmaz.
Dolayısıyla bu anlaşmanın onaylaması şer’an haramdır. Çünkü bu,
Müslümanların beldeleri ve servetleri üzerinde kâfirlerin
hegemonyasını güçlendirmektir ki bu da Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın
şu kavlinden dolayı haramdır: Muhakkak ki Allah, kâfirler için
mü’minler aleyhine asla bir yol (sulta) vermeyecektir. [en-Nîsa
141]
Bu anlaşmanın ekonomik yönden hiçbir faydasının olmamasına gelince;
Shell Petrol’ün 23 Nisan 2005’te yayınlanan haftalık ekonomi
raporunda ve projenin pazarlama grubunun kitapçıklarında
belirtildiği gibi, arzulanan üretim hacmine ulaşmak mümkün değildir
ve [eğer üretici sayılırsa] Kuveyt petrol şirketi ile yabancı
şirketler arasındaki üretim farkı, hatta 2020 yılına kadar yabancı
şirketlerin lehine %3.6’yı ve fon farkı da yine 2020 yılına kadar
bile yabancı şirketler lehine 0.5 milyar doları aşamayacaktır.
Petrolün varil fiyatının 20 doların altına düşmesi halinde ise bu
fark negatif yönde değişebilecektir. Projenin taslak belgelerinde de
görüldüğü gibi, yabancı şirketlerin üretimden elde edecekleri kâr
payı yılda 1.401 milyar dolara ulaşabilecektir. Bu da çok fâhiş bir
oran olarak, üretilen petrolün değerinin %21.3’üne tekâbül
etmektedir. Bu anlaşmanın siyâsî yönden zaafiyetimizi artırmasına
gelince; anlaşma taslağında belirtildiği gibi, yabancı şirketlerin
ücreti üretime bağlanmaktadır ki bu, eski petrolde varil başına 1.5
dolar ve yeni petrolde varil başına 2.6 dolardır. Bu da onlarla bu
anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte, bu yabancı şirketlerin petrolün
üretim kararında bize ortak olacakları anlamına gelmektedir. Çünkü
şirketlerin ücreti, üretimin artış ve düşüşünden etkilenecektir.
Böylece bu anlaşma burada, ekonomimiz ve siyâsetimiz üzerinde ciddi
bir tehlike oluşturmaktadır. Yine bu anlaşma taslağı devletin,
üretimi azaltma kararı alması halinde yabancı şirketlere uygun bir
tazminat ödemesini de içermektedir. Çamuru balçığa çeviren şey şu ki
anlaşma taslağı, yabancı şirketlerin çalışma sahası dışında da
çalışmalar yapabileceklerini veya sözleşmede belirlenmeyen çalışma
sahaları oluşturabileceklerini öngörmektedir. Bu da bu anlaşmanın
ülkedeki tüm petrol kuyularını enine-boyuna kapsayabileceği anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla bu anlaşmanın onaylanmasına uğraşmak,
ülkenin ve servetlerinin üzerine daha fazla hegemonya kurulmasına
uğraşmaktır. Bu da, hegemonyadan kurtulmayı ve daha fazla
bağımsızlık için uğraşmayı temel alan siyâsî ilkeler ile
çelişmektedir. Bu anlaşmanın en korkutucu yanı ise, “ortaklık ve
istihdam” gibi yeni terimlerle imtiyazlar dönemine geri döndüren bir
başlangıç olmasıdır.
Bu anlaşmanın yalnızca Amerikan stratejisine hizmet etmesine
gelince; gizli petrol sahalarının oluşturulması, üretimin
artırılması, yatırımların çoğaltılması ve yabancı şirketlerin Kuveyt
de dâhil bölgenin petrolü üzerindeki ihtirası; bol miktarda petrol
sağlayabilen Körfez bölgesi dışındaki dünya ülkelerinin petrol
ihtiyacını karşılamadaki yetersizliğine yönelik Amerikan
beklentileri ile bağlantılıdır ki bu yetersizlik, birçok dünya
ülkesinin tüketim fazlalığından kaynaklanmaktadır. Nitekim
02.08.1996’da Cidde’de yayınlanan el-Âlem-ul Yevm Dergisi, Amerikan
Enerji Bakanlığı’ndaki petrol veri yönetimi tarafından yayınlanan
özel bir çalışmaya yer vermişti. Orada 2015 yılına kadar dünya
petrol ihtiyacını karşılamanın, Ağustos 1996’daki tedârikten çok
daha az olacağı, bu nedenle dünyanın Körfez petrollerine olan
bağımlılığının daha da artacağı ve dünya ihtiyacının %39’una
ulaşacağı kaydediliyordu. Aynı çalışmada bu hedefin
gerçekleştirilmesi için ilgili devletlerin günlük petrol üretim
gücünü, Ağustos 1996’ya oranla %50 ila %80 arasında artırmaları
gerekeceği belirtiliyordu. Geçen asrın 90’lı yıllarında yayınlanan
çalışmaların çoğunda vurgulandığı gibi, sanâyi devletlerinin, birçok
petrol bölgesini veya ticâri olmayan kendi (stratejik) stoklarını
21. yüzyılın başı itibariyle tüketeceği ve Körfez bölgesinin bol
miktarda petrol üretebilecek kapasitedeki tek bölge olarak kalacağı
sanılmaktadır. Yine bu çalışmaların tespitlerine göre, OPEC [Petrol
İhrac Eden Ülkeler Örgütü]’nün 2020 yılı itibariyle günlük petrol
üretimini 50 milyon varile ulaştırması gerekmektedir. Aksi takdirde
dünya, gerçek bir enerji krizi karşılaşacaktır. Bu da Amerika’nın
gizli petrol sahalarının oluşturulmasına, üretimin artırılmasına ve
ona ortak olmasına yönelik böyle bir proje üzerindeki ısrarını
açıklamaktadır. Bu ilk adımdan sonra ise petrolün üretim, satış ve
ihraç kararının kontrolünü, tüm dünya ülkelerinin petrol tedârikinin
kontrolünü eline geçirmek ve böylece politikaları doğrultusundaki
hegemonyasını garanti altına almak istemektedir. Bu projenin
Kuveyt’in veya Körfez ülkelerinin maslahatları yada [şâyet varsa!]
stratejileri ile hiçbir alâkası yoktur. Öyleyse petrol sahalarını
teslim etmedeki ve petrolün üretim kararının hâkimiyetini terk
etmedeki maslahat nerededir? Kuveyt yöneticilerinin bu anlaşmayı
kabul ettirmeye yönelik ısrarlarına gelince; onların gerçeği,
Kâfirlerin güvenlik talebine boyun bükmektir.
Ey Müslümanlar!
Amerika’nın petrolü kontrol altına alma plânlarını bozmak kolay bir
iştir. Bu da onun üsluplarını bozmakla olur. Biz bu anlaşmayı
reddedebiliriz. Nitekim daha önce de Ümmet Meclisi’nde böyle bir
anlaşma reddedilmiştir. Bu bakımdan şimdi de, özellikle kamuoyunun
reddettiği bir sırada yine bu anlaşmayı reddedebiliriz. Amerika’nın
habis üsluplarının farkında olmak ve bunları hezîmete uğratmak da,
özellikle Irak ve Afganistan’da bataklığa saplandıktan sonra
Avrupa’nın rekâbet ve sıkıştırması ile karşı karşıya olduğu bir
sırada Amerika’nın bu kararı tek başına sahiplenmesinin ve bölgede
yeni bir savaşa girmesinin mümkün olmadığını bildiğimiz sürece
oldukça kolay bir iştir. Size düşen, Ey Müslümanlar, petrolün
mülkiyetini korumak ve petrolün üretim, satış ve ihraç kararı
üzerindeki hâkimiyeti savunmaktır. Bunu da bu ölümcül projeyi
reddetmekle, ona yönelik öfkenizi açığa vurmakla ve tüm yetkili
makamlardan ve Ümmet Meclisi’nin üyelerinden bunu reddedip ilğâ
etmelerini ve Müslümanların geçimlerinin kaynağı ve evlâtlarının
rızkı olan servetleri üzerinde Kâfirlere imkân ve fırsat
vermemelerini, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu kavline sarılarak
talep etmekle yapabilirsiniz:
Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Zîra ma’rufu
emredersiniz, münkerden nehyedersiniz ve Allah’a îman edersiniz.
[Âl-i İmrân 110] ve Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu
kavline sarılarak: Nefsimi elimde tutan [Allah’a] yemin olsun
ki ya ma’rufu emreder ve münkerden nehyedersiniz, yada Allah
katından bir cezâ gönderiverir. Sonra O’na dua edersiniz, lâkin
artık size icâbet etmez. [Ahmed rivâyet etti]
Öyleyse yapılması gereken; kendi maslahatlarımızı, evlatlarımızın
maslahatlarını ve sonraki nesillerimizin maslahatlarını korumak
üzere petrolün üretimine, üretim kararına ve Allah
[Subhânehu ve Te’alâ]’nın bize ihsan ettiği servetlerimize sahip
çıkılmasıdır.
Ey Müslümanlar!
Muhakkak ki Küfrün beldemiz,
halkımız ve servetlerimiz üzerindeki hegemonyasını def etmenin tek
köklü çözümü; Râşidî Hilâfet Devleti’ni ikâme ederek İslâmî
Hayatı yeniden başlatmaktır. Zîra Râşidî Hilâfet; işlerimizi
gözetir, servetlerimizi şer’î hükümlere göre koru, işletir ve
geliştirir. Böylece bu dünyada ve Âhirette tüm Müslümanlar için
saadet, memnuniyet ve refah sağlar. İşte o Râşidî Hilâfet ile
saygınlığımızı ve üstünlüğümüzü koruyabiliriz. Aynen el-Mustafâ [‘Aleyhi’s
Salâtu ve’s Selâm]’ın haber verdiği gibi: İmâm [Halîfe] ancak
bir kalkandır. Onun arkasında savaşırsınız ve onunla korunursunuz.
[Muslim]
Öyleyse, Ey Müslümanlar, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in
dönüşünü müjdelediği Râşidî Hilâfet’i kurmak için çalışalım.
İşte biz sizi buna dâvet ediyoruz. Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle
buyurmaktadır:
Ey îman edenler! Allah’a ve Rasulü’ne ihânet etmeyin! Yoksa bile
bile kendi emânetlerinize ihânet etmiş olursunuz. [el-Enfâl 27]