Hizb-ut Tahrir.org Hizb-ut Tahrir.info Al-Ummah.org
Türkiye Vilâyeti

Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korku durumlarını güvene çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana ibadet eder ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir. [Nur 55]



 

Halîfemiz Yok Diye Başımıza Gelen Zillet, Rezâlet ve İhânet Daha Ne Zamana Kadar Sürecek?

Uzun süredir plânlanan Recep T. Erdoğan’ın menfur İsrail ziyâreti 1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde gerçekleşti. Aralarında bakanlar, milletvekilleri, işadamları ve diğerlerinin bulunduğu 100 kişilik kalabalık bir grupla bu ziyâretini gerçekleştiren Erdoğan ve tâifesi, yahudileri râzı etmek için iki gün içerisine o kadar çok cürüm sığdırdı ki, onlar için yaptıklarının çeyreğinin çeyreğini iki yılda Müslümanlar için yapmış değillerdir.

Özellikle İsrail’in Türkiye’deki İngiliz unsurlarıyla işbirliği içerisinde olmasından ve Kuzey Irak’ta Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmasından dolayı, AKP Hükümetinin kurulmasından sonra Türkiye ile İsrail arasında soğukluk yaşandığı hissediliyordu. Bu sebeple Erdoğan; geçen yıl Kasım ayında Şaron’un randevu talebini reddetmiş, yardımcısı Ehud Olmert ile görüşmemiş, Manavgat projesi ve özellikle bazı askerî ihâleleri iptal etmiş, hatta Yahudi varlığının Ğazze’de yaptığı katliamlar ve Şeyh Ahmed Yâsin’i katletmesi nedeniyle 2004 yılının Haziran ayında İsrail için “devlet terörü yapıyor” demişti. Elbette tüm bunlar AKP’nin sâdık hizmetçiliğini yaptığı Amerika’nın talep ve tâlimatları doğrultusunda oluyordu. Bush’un ikinci kez seçilmesinden sonra Amerikan yönetiminde “Ortadoğu’da barış” adı altında Yol Haritası Plânı’nın uygulanmasına yönelik eğilimler oluşup girişimler başlatılınca, Türkiye’nin de sürece katkıda bulunması ve “model ülke” vasfıyla soğukluğun giderilmesine önderlik yapması için, Amerika AKP Hükümeti’ne İsrail ile ilişkileri derhal ısındırma ve geliştirme emrini verdi. Bu minvâlde İsrail Radyosu’na demeç veren İsrail Dışişleri Bakanı Silvan şöyle diyordu: “Türkiye ile ilişkiler ılımlı Arap ülkeleri için model oluşturabilir. Biz stratejik bir işbirliği geliştirdik.

Erdoğan, önce dört yardımcısını, sonra kendi ifadesiyle “Başbakan’ın ziyâretine zemin hazırlamak” üzere Ocak ayında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü, Mart ayında da Adâlet Bakanı Cemil Çiçek’i yahudi varlığını ziyârete gönderdi. Haziran’da da Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı gönderecektir. Kendisi de Ocak ayında Davos’ta İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom ile ve Mart ayında da Madrid’de İsrail Başbakan yardımcısı Şimon Peres ile bizzat görüştü. Tüm bunlar, Erdoğan’ın sözleri ve tavırları ile yahudileri incitmesinden ötürü, onların gönüllerini almaya ve Erdoğan’ın ziyâreti için onları ikna etmeye yönelik ziyâretler ve temaslar idi. Bununla da yetinmeyen Erdoğan, ziyâretinden önce yahudilere bazı jestlerde bulunarak yahudilerin Allah tarafından mühürlenmiş kalplerini yumuşatmak istedi. Bu jestlerin en bâriz olanları şunlardı;

- Şubat ayında Ankara’ya gelen İsrail Genelkurmay Başkanı Moşe Yalon’un, Türkiye Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile görüşmesi sırasında ilk kararı alınan istihbârat amaçlı casus uçaklarının satın alınmasına ilişkin 200 milyon dolarlık anlaşma 18 Nisan’da imzalandı. Oysa bunların alım ihâlesi geçen yıl yapılmış ve sonra “öz kaynaklar ile üretmek mümkündür” denilerek vazgeçilmişti. Peki, şimdi öz kaynaklara ne oldu da söz konusu ihâle yeniden yahudilere verildi?

- Bir yıldır ara verilmiş olan 170 adet M60 tankının yaklaşık 700 milyon dolarlık modernizasyon projesi de 27 Nisan’da imzalanan anlaşma ile yeniden başlatıldı.

- Yine 27 Nisan’da TOBB [Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği] tarafından “Türkiye-İsrail-Filistin Ekonomik İşbirliği için Ankara Platformu”nun birincisi düzenlendi ve Türkiye ile İsrail’in ticâret odalarından ve Filistin’den bazı temsilciler katıldı. Toplantıda her üçü arasındaki ticârî ve ekonomik işbirliği alanları tespit edilerek ön-çalışmalar hazırlandı. Böylece Erdoğan’ın ziyâreti sırasında yahudileri memnun etmek için ikram edeceği finansal jestlerin çerçevesi çizilmiş oldu. Bu platformun ikinci toplantısı da Haziran ayında Doğu Kudüs’te toplanacak ve ziyâret sonrasındaki gelişmeler değerlendirmeye alınacaktır.

Diğer taraftan hiç utanmadan, başörtüsünü moda olduğu için taktığını söylediği kızının mezuniyet törenine katılmak üzere Haziran’da gideceği Amerika’da görüşmek istediği George Bush’un kendisine yaklaşık iki aydır, “Önce İsrail’e git, ilişkileri ısındır” gerekçesiyle randevu vermemesi de onu âcilen İsrail ziyâretini gerçekleştirmeye zorladı. Hatta Müslüman Türkiye halkının kendisinden şiddetle nefret edeceğini bile bile ve yakın çevresinin “yanlış zamanda yanlış bir ziyâret” şeklindeki uyarılarına karşın gözü dönmüşçesine İsrail’e koştu. Ziyaretten önce İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom bir açıklamasında “Bizim işlerimize karışma!” diyerek tehdit ettiği, bir başka açıklamasında da “Filistin konusunda hiçbir devlet bize ne yapacağımızı söyleyemez” diyerek aşağıladığı halde dahi ısrarla gitti.

Bu menfur ziyâret esnasında yaşadığı ve yaşattığı onca rezilliğe rağmen yine de yahudilere gösterdiği sıcak ilgiyi ve gülücüklerini esirgemedi. Erdoğan’ın 2 milyar dolar olduğunu iddia ettiği ama gerçekte sadece savunma alanında 1.4 milyar doları bulan ve toplamda 3 milyar doları geçen ticâret hacmini geliştirmek ve 1996’da hâin askerî anlaşmaların imzalanmasıyla başlatılan “stratejik ortaklık” ilişkisini genişletmek üzere siyâsî, askerî, savunma, istihbârat, ekonomik, enerji, turizm ve ticâri alanlarda olmak üzere birçok anlaşma imzalanıp çalışmalar başlatıldı. Meselâ;

- 1997’de imzalanan Serbest Ticâret Anlaşması’nın devamı niteliğindeki Türkiye-İsrail Sanayi Araştırma ve Geliştirme İşbirliği Anlaşması.

- Ortak Savunma anlaşmaları ve gizli olanlar hariç, ek olarak 17 ortak askerî proje çalışması. Bu maksatla Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün iki gün daha yahudi varlığında kalması kararlaştırıldı.

- Anti-terör sistemleri çalışması ve terörizme karşı ortak mücâdele kararı. Bu kapsamda, karşılıklı personel değişimi ve ortak tatbikat kararı. Erdoğan ile Şaron arasında doğru iletişim sağlamak ve istihbârat alışverişini yoğunlaştırmak üzere özel telefon hattı çekilmesine ilişkin anlaşma.

- “Arrow 2” ve “Popeye 2” Füzeleri Anlaşması. Üç insansız hava araç sistemi, 10 gizli takip donanımı ve yer kontrol istasyonları içeren İstihbârat Sistemi Anlaşması. Yaklaşık 500 milyon dolarlık, 30 adet olduğu iddia edilen ama gerçekte 48 adet olan F4 Phantom savaş uçağının Modernizasyonu Anlaşması.

- Daha önce Enerji Bakanı Hilmi Güler’in gizlice yaptığı İsrail ziyâreti sırasında ele alınan Manavgat Şelâlesi’nin mülkiyetiyle beraber satılması meselesi ile birlikte, özellikle Rusya üzerinden gelen akım dâhil olmak üzere petrol, doğalgaz ve elektrik nakliyatını içeren Enerji Koridoru kurulması.

- 300.000’i bulan arsız, hayâsız, kepaze yahudi turist sayısının daha da artırılmasına yönelik işbirliği çalışması.

- Yahudilerin harap ettiği Ğazze’nin Türk firmalar tarafından yeniden inşa edilmesini de içeren inşaat sözleşmeleri.

- Ayrıca Şaron’un Erdoğan ile görüşmesinden sonra sarf ettiği “Çok acayip şeyler duydum” cümlesinin içeriğinde gizli bulunan, Ümmetin bilmeyip de Allah’ın bildiği daha niceleri!..

Bununla da yetinmeyen Erdoğan, güyâ yahudi şapkası kippayı takmamakla övündüğü halde, yahudilerin soykırım müzesine gidip oradaki ayine iştirak etti, hahamın duasına katıldı. Duygulu anlar yaşadı. Üzüntüsünü yazıya geçirdi. O kadar ki bir de Ağlama Duvarına gidip ağlamadığı kaldı!

Ziyaretten önce gösterdiği onca jestlere, ziyâretlere ve görüşmelere rağmen, hatta yetinmeyip ziyâret sırasında yaptığı onca toplantılara, imzaladığı onca anlaşmalara, başlattığı onca çalışmalara, çektiği onca peşkeşlere ve saçtığı onca gülücüklere rağmen, yine de yahudilere yaranamadı! Allah’ın mahlukâtının en aşağılık, en korkak ve en âdilerinin hışmına uğramaktan, onlar tarafından aşağılanmaktan ve onlardan daha düşük bir seviyeye düşmekten kurtulamadı.

Gider gitmez Türkiye’nin barış sürecine önem verdiğini, arabulucu olmaya hazır olduğunu söylemeye başladı. Türkiye’yi “barıştırıcı”, “uzlaştırıcı” ve “arabulucu” olarak tanımladı ve şöyle dedi: “Biz bunun için yaratılmışız.” Oysa ziyâreti esnasında yahudi çeteleri Filistin’in Müslüman evlatlarıyla çatışıyordu. Bu ikiyüzlü tavrıyla O, geçen yıl “devlet terörü” diyerek çıkıştığı İsrail’in devlet terörünü “resmen” tanımış, onaylamış ve desteklemiş oluyordu. Abdullah Gül’ün ziyareti sırasında ortak askeri tatbikat yapma kararı bile alınmıştı! Zâten Abdullah Gül de “barış ve arabuluculuk” maksadıyla yaptığını iddia ettiği ve barış için uygun bir fırsat ortamı oluştuğunu iddia ettiği esnada yaşları 11-17 arasında olan 9 Müslüman Filistinli genç, yahudiler tarafından katledilmişti. Dolayısıyla önceki yıl verdikleri tepkinin nasıl da aldatıcı, yapmacık ve göstermelik bir tepki olduğunu anlamak için hatırlatmak gerekirse, İsrail ile iyi ve yüksek düzeyde ilişkiler kurmak aslında hem AKP, hem de hükümet programında yer alıyordu. Hatta o kadar ki İsrail’e yakın çevreler arasında Türkiye-İsrail ilişkileri kaba bir tabirle “metres alâkası” şeklinde tanımlanarak bir kez daha aşağılanıyordu.

Üstelik henüz bu menfur ziyâretini tamamlamamış iken, Şaron ile görüşmesinden hemen sonra kendisiyle görüşeceği İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom, İsrail Radyosu’na yaptığı açıklamada “Türkiye’nin arabuluculuk teklifini reddediyoruz.” diyerek onu henüz oradayken bir kez daha aşağılıyor ama onun yüzünde hiçbir kızarıklık görülmüyordu.

Yahudi Cumhurbaşkanı Katzav ile görüşmesinde, “Bölgede barışı arıyoruz, onun için buradayız. Ortadoğu’da huzuru sağlamak elinizde” deyince yahudi de “Haklısınız ama, rahat durdurmuyorlar” diyerek Filistinlileri suçluyordu. O ise buna cevap veremeyerek bir kez daha aşağılanıyor ama hiç istifini bozmayarak Türkiye Cumhurbaşkanı Sezer’in kendisini Türkiye’ye çağıran dâvetini iletiyordu.

Aşağılanma silsilesi bu kadarla da kalmadı!.. Yahudilerin umursamazlığı o kadar ileri gitti ki, Şaron Erdoğan’ı bilmezden, tanımazdan geliyordu. Erdoğan olduğu düşüncesiyle onun taifesinden biriyle tokalaşıp onunla birlikte yürümeye başlıyor, sonra birisi gelip de kendisini uyararak yanındakinin Erdoğan olmadığını söyleyince, bu defa Erdoğan’ın yanına gidip onunla tokalaşıyordu. Erdoğan da ona icâbet edip yanında boynu bükük yürüyordu! Yine de sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıp bozuntuya vermiyordu. Oysa yahudi kâtil, açıkça onu aşağılıyor, göz göre göre alay ediyor, önceki yıl randevu vermemesinin intikamını kıs kıs gülerek alıyordu! Yine de Erdoğan, bu kadar alçaltıldığı halde “Sizi en yakın zamanda Türkiye’de görmek istiyorum.” diyerek Şaron’u Türkiye’ye dâvet ediyordu!

Bunlardan daha da utanç verici olan şeye gelince; Erdoğan Müslümanların en büyük düşmanı olan İsrail’e gelerek ne kadar ezik ve zelîl olduğunu ilan etti. Kendisinin ve tâifesinin işlediği bunca cürümler yetmezmiş gibi, bir de Allah’ın emri olan başörtüsünü takmış olan hanımlarını alıp yahudilerin pis koltuklarında oturtuyor, Müslümanların namusu olan o başörtülü kadınları mel’un yahudilerle tokalaştırıyorlardı! Nasıl olur da başı örtülü Müslüman hanımını yanına alıp da lanetlenmiş eli kanlı yahudilerin yanına giderler? Bu ne rezilliktir? Bu ne hayâsızlıktır? Bu ne utanmazlıktır? Erdoğan’ın, sırf Allah’ın emrine icâbet ederek başlarını örten Müslümanların hanımları, okullara ve üniversitelere girebilmek için açmaya zorlaması yetmedi mi? Başlarını açmayı reddederek Allah’ın emrine itaat eden binlerce iffetli Müslüman hanımı eğitim haklarından mahrum etmesi yetmedi mi? Muhakkak ki Allah’ın çevresini mübârek kıldığı Filistin topraklarını işgâl eden alçak yahudi varlığını ziyâret etme cesâreti göstererek, hele yeryüzündeki Müslümanların yüzlerini karartacak şekilde başörtülü hanımlarını yanına alıp onlarla birlikte oturtan bu azgın tâife, gerçekten cürümde haddi aşmış, fasıklıkta sınırları zorlamış ve Allah’ın hududlarını alenen çiğnemiştir.

Sonra Erdoğan ve tâifesi, İsrâ’ ve Mi’râc toprağına varınca da Allah ve Rasulü’nün düşmanlarının koruması altına girdi. O korumasına güvendiği yahudiler; mâsum çocukları katleden, kadınları dul bırakan, korkaklık ve alçaklık ile damgalanmış, Mekke ve Medîne ile birlikte Müslümanların mukaddes üç mekânından biri olan Kudüs’ü işgâl edip talan etmiş, hatta Allah’ın peygamberlerini bile katletmiş âdi ve lanetlenmiş bir kavimdir. İşte Erdoğan, Müslümanların mukaddes mekânlarını kirletmeden önce o mel’un yahudiler; Erdoğan’ın güvenliğini sağlamak ve hak sözü işitmesini engellemek üzere mü’min gençlerden yirmiden fazlasını gözaltına aldı. Geçen yıl aynı şekilde gelen Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed el-Mâhir de mü’min gençlerin hışmına uğramış ve ölüm spazmı geçirmişti. Ocak ayında gelen Abdullah Gül de aynı âkıbete uğramasın diye yahudi güvenlik çeteleri yine o mü’min gençlerden birçoğunu önlem olarak gözaltına almıştı. Tâ ki Ümmeti çaresiz ve yardımsız bırakan, orduları kışlalarına zincirleyen, Allah ve Rasulü’nün düşmanlarıyla tokalaşıp Ümmetin geleceği ve servetleri üzerinde pazarlıklar yapan, küfre kapılarını ardına kadar açıp tüm imkânları onlar için seferber eden, onların cürümlerine suskun kaldıkları gibi ses çıkaranları da zindanlara atan, Ümmetin baş belâsı ve yüzyılın âfeti olan bu hâin yöneticiler; âkıbetlerinin hem bu dünyada aşağılık bir hayat hem de Ahirette Allah’ın şiddetli azâbı olduğunu hiç duymamışlar mıdır? Gözlerinin körelmiş, kalplerinin kararmış ve kulaklarının sağırlaşmış olduklarının farkında değiller midir?

Ey Müslümanlar!

Sadece İstanbul’un nüfusu bile işgâlci yahudilerin nüfusunun üç katıdır. Her bir Müslüman bir kez tükürse, yeryüzündeki tüm yahudiler içinde boğulurlar. Her Müslüman bir taş atsa dağların altında kalırlar. Türkiye öyle bir jeo-stratejik özelliğe sahiptir ki olduğu yerde bağdaş kurarak otursa uçan kuştan habersiz kalmaz. Kendi boğazlarını kendi kontrolü altında tutsa, bir karınca ondan habersiz geçip gitmez.

İslam Ümmeti’nin gözbebeği olan Türkiye, nasıl olur da Allah’ın en aşağılık mahlukâtı olan bu yahudilerin kendisini, bu hâin yöneticileri yüzünden böylesine tiksindirici bir biçimde aşağılamasına izin verir?

Namuslarına çok düşkün olan mücâhid kahramanların torunları olan Türkiye halkı, nasıl olur da kendi namuslarını, lanetlenmiş kâtil Şaron’un yanına başörtülü olarak gönderir?

Türkiye ordusu nasıl olur da yahudi varlığını kökünden yok edip atmak için kıtalararası füzelerini yollayacağına, onları memnun etmek üzere askerî anlaşmalar imzalar? Oysa Allah [Subhânehu ve Te’alâ] bu orduya şöyle emretmektedir:

Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min toplumun gönüllerine şifâ versin. [Tevbe 14]

Nasıl olur da Türkiye İsrail’den teknik ve askerî yardım talep edecek kadar âciz ve sefil olduğunu gösterir? Bu ülkede, -Allah için- izzetli güç sahiplerinden, cesâretli ordu mensuplarından, seçkin önderlerden, takvâlı imamlardan, aydın âlimlerden, insaflı medya mensuplarından ve yiğit kahramanlardan hiç kalmadı mı?! Bu zillete, hezîmete, rezâlete ve ihânete, dur! diyecek bir kitle yok mu?

Ey Müslümanlar!

Küfür sistemleri ve bekçilerinin sizi ne hale getirdiğini görüyor musunuz? Dininizi, şerefinizi, haysiyetinizi ve itibarınızı yıllarca ayaklar altına aldıkları yetmiyormuş gibi bu defa da namusunuzu hem de Allah’ın emri olan başörtüsünü kullanarak ayaklar altına alıp sadece sizi değil tüm Müslümanları nasıl aşağıladıklarını görmüyor musunuz?

Siz bu Başbakan ve ithâl tâifesine, sırf Müslüman oldukları ve hanımları başı örtülü olduğu için oy vermediniz mi? Müslümanlara faydaları dokunur diye seçmediniz mi? Görüyorsunuz ki onlar sizi aldattılar. Hem dininize savaş açtılar, hem namusunuzu ayaklar altına aldılar hem de yalan vaatleriyle ve sahte görüntüleriyle sizi aldattılar. İçinizden hâlâ onlara inanan kaldı mı? Artık onları devirmek için neyi bekliyorsunuz? “Bir de bunları deneyelim” diyecek yüz mü bıraktılar sizde? Mevcut sistem içinde bir de bunların yalan sözlerine güvenmiştiniz ama ikindiye kalmadan mumları söndü! Artık ayıpları ayyuka çıktı, süslü maskeler altındaki çirkin yüzleri göründü ve Batılı parfümlerle bastırılmış iğrenç kokuları burunların direklerini kırdı! Bakınız, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] onların hâlini nasıl tanımlamaktadır:

İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki, o zamanda yalancılar doğrulanacak, doğrular yalanlanacaktır. Hâinlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihânetle suçlanacaktır. İşte o gün ruveybida konuşacaktır. Denildi ki: “Ruveybida kimdir?” Dedi ki: Genel işlerinde söz sahibi olan aşağılık adamdır!

Ey Müslümanlar!

Artık şu gerçeklerin kesinlikle farkında olmanız gerekir: Türkiye’de ve diğer İslâmî beldelerde kurulu rejimlerin çürüklüğü, bozukluğu ve rezilliği artık belli olmuştur. Savunulacak hiçbir çekici tarafları da kalmamıştır. Türkiye’nin ve diğer İslâmî beldelerin başına musallat olmuş yöneticilerin; kâfirler tarafından tayin edildiği, onların emrinde ve hizmetinde oldukları ve Müslümanlara karşı cephe aldıkları kesin olarak açığa çıkmıştır. Türkiye’de ve diğer İslâmî beldelerde mevcut rejim değiştirilmediği sürece, ister güzel vaatli ister Müslüman görünümlü isterse parlak yüzlü olsun, yöneticilerin değişmesiyle hiçbir şey değişmemektedir! Mevcut sistem dahilindeki partiler ve siyâsi hareketler arasında alternatif olabilecek veya “bir de bunu deneyelim” denilebilecek hiçbir tane kalmamıştır. Artık gidecek kapı, bakılacak vitrin yoktur! Hepsi de denenmiş, tükenmiş ve bayatlamıştır. Isıtıp ısıtıp sofraya konulmaktadırlar. Yahudilerin Filistin’de, Hinduların Keşmir’de, Rusların Kafkasya’da, Çinlilerin Doğu Türkistan’da ve özellikle Amerika ve İngiltere’nin liderliğini yaptığı sömürgeci Batılı kâfir devletlerin Afganistan ve Irak’ta sürdürdüğü saldırılar, orada gerçekleştirilen vahşi cürümler ve tüm dünyanın onlara karşı sessiz kalması, İslâmî Ümmetin aklını başına getirmiş, onları gafletlerinden ve uykularından uyandırmıştır. Artık Müslümanlar, kâfirlerin tüm güçleriyle İslam’a ve Müslümanlara karşı “Haçlı Savaşı” başlattıklarını ve başımızdaki hâin yöneticilerin de onların “suç ortakları” olarak büyük bir hırsla çalıştıklarını anlamıştır. Tüm bunlardan sonra Ortadoğu’da, Orta Asya’da ve dünya kamuoyunda Müslümanların yeni bir siyâsî varlık olarak Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmaya karar verdikleri, güçlerini bu yönde birleştirdikleri ve gözlerini Allah’ın zafer vereceği o kutlu şafağa çevirdikleri tam bir berraklıkla açığa çıkmıştır. Şüphesiz Allah, vaadini yerine getirecek, Rasulü’nün müjdesini gerçekleştirecektir. Çünkü bu, Allah’a hiç de zor değildir.

Öyleyse Allah için siz de, işte böylesi bir kurtuluş için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın, Ey Müslümanlar!

Çalışanlar işte böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar! [Saffat 61]

 

 HİZB-UT TAHRİR
 Türkiye Vilâyeti
H. 25 Rabî-ul Evvel1426
M. 04 Mayıs 2005

| ANASAYFA | BEYANLAR | KİTAPLAR | YENİ SAYI |