Halîfemiz Yok Diye Başımıza Gelen Zillet, Rezâlet ve
İhânet Daha Ne Zamana Kadar Sürecek?
Uzun süredir plânlanan Recep T. Erdoğan’ın menfur İsrail ziyâreti
1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde gerçekleşti. Aralarında bakanlar,
milletvekilleri, işadamları ve diğerlerinin bulunduğu 100 kişilik
kalabalık bir grupla bu ziyâretini gerçekleştiren Erdoğan ve
tâifesi, yahudileri râzı etmek için iki gün içerisine o kadar çok
cürüm sığdırdı ki, onlar için yaptıklarının çeyreğinin çeyreğini iki
yılda Müslümanlar için yapmış değillerdir.
Özellikle İsrail’in Türkiye’deki İngiliz unsurlarıyla işbirliği
içerisinde olmasından ve Kuzey Irak’ta Türkiye aleyhinde
faaliyetlerde bulunmasından dolayı, AKP Hükümetinin kurulmasından
sonra Türkiye ile İsrail arasında soğukluk yaşandığı hissediliyordu.
Bu sebeple Erdoğan; geçen yıl Kasım ayında Şaron’un randevu talebini
reddetmiş, yardımcısı Ehud Olmert ile görüşmemiş, Manavgat projesi
ve özellikle bazı askerî ihâleleri iptal etmiş, hatta Yahudi
varlığının Ğazze’de yaptığı katliamlar ve Şeyh Ahmed Yâsin’i
katletmesi nedeniyle 2004 yılının Haziran ayında İsrail için “devlet
terörü yapıyor” demişti. Elbette tüm bunlar AKP’nin sâdık
hizmetçiliğini yaptığı Amerika’nın talep ve tâlimatları
doğrultusunda oluyordu. Bush’un ikinci kez seçilmesinden sonra
Amerikan yönetiminde “Ortadoğu’da barış” adı altında Yol Haritası
Plânı’nın uygulanmasına yönelik eğilimler oluşup girişimler
başlatılınca, Türkiye’nin de sürece katkıda bulunması ve “model
ülke” vasfıyla soğukluğun giderilmesine önderlik yapması için,
Amerika AKP Hükümeti’ne İsrail ile ilişkileri derhal ısındırma ve
geliştirme emrini verdi. Bu minvâlde İsrail Radyosu’na demeç veren
İsrail Dışişleri Bakanı Silvan şöyle diyordu: “Türkiye ile
ilişkiler ılımlı Arap ülkeleri için model oluşturabilir. Biz
stratejik bir işbirliği geliştirdik.”
Erdoğan, önce dört yardımcısını, sonra kendi ifadesiyle “Başbakan’ın
ziyâretine zemin hazırlamak” üzere Ocak ayında Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül’ü, Mart ayında da Adâlet Bakanı Cemil Çiçek’i yahudi
varlığını ziyârete gönderdi. Haziran’da da Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ı gönderecektir. Kendisi de Ocak ayında Davos’ta İsrail
Dışişleri Bakanı Silvan Şalom ile ve Mart ayında da Madrid’de İsrail
Başbakan yardımcısı Şimon Peres ile bizzat görüştü. Tüm bunlar,
Erdoğan’ın sözleri ve tavırları ile yahudileri incitmesinden ötürü,
onların gönüllerini almaya ve Erdoğan’ın ziyâreti için onları ikna
etmeye yönelik ziyâretler ve temaslar idi. Bununla da yetinmeyen
Erdoğan, ziyâretinden önce yahudilere bazı jestlerde bulunarak
yahudilerin Allah tarafından mühürlenmiş kalplerini yumuşatmak
istedi. Bu jestlerin en bâriz olanları şunlardı;
- Şubat ayında Ankara’ya gelen İsrail Genelkurmay Başkanı Moşe
Yalon’un, Türkiye Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile görüşmesi
sırasında ilk kararı alınan istihbârat amaçlı casus uçaklarının
satın alınmasına ilişkin 200 milyon dolarlık anlaşma 18 Nisan’da
imzalandı. Oysa bunların alım ihâlesi geçen yıl yapılmış ve sonra
“öz kaynaklar ile üretmek mümkündür” denilerek
vazgeçilmişti. Peki, şimdi öz kaynaklara ne oldu da söz konusu
ihâle yeniden yahudilere verildi?
- Bir yıldır ara verilmiş olan 170 adet M60 tankının yaklaşık 700
milyon dolarlık modernizasyon projesi de 27 Nisan’da imzalanan
anlaşma ile yeniden başlatıldı.
- Yine 27 Nisan’da TOBB [Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği]
tarafından “Türkiye-İsrail-Filistin Ekonomik İşbirliği için Ankara
Platformu”nun birincisi düzenlendi ve Türkiye ile İsrail’in
ticâret odalarından ve Filistin’den bazı temsilciler katıldı.
Toplantıda her üçü arasındaki ticârî ve ekonomik işbirliği
alanları tespit edilerek ön-çalışmalar hazırlandı. Böylece
Erdoğan’ın ziyâreti sırasında yahudileri memnun etmek için ikram
edeceği finansal jestlerin çerçevesi çizilmiş oldu. Bu platformun
ikinci toplantısı da Haziran ayında Doğu Kudüs’te toplanacak ve
ziyâret sonrasındaki gelişmeler değerlendirmeye alınacaktır.
Diğer taraftan hiç utanmadan, başörtüsünü moda olduğu için taktığını
söylediği kızının mezuniyet törenine katılmak üzere Haziran’da
gideceği Amerika’da görüşmek istediği George Bush’un kendisine
yaklaşık iki aydır, “Önce İsrail’e git, ilişkileri ısındır”
gerekçesiyle randevu vermemesi de onu âcilen İsrail ziyâretini
gerçekleştirmeye zorladı. Hatta Müslüman Türkiye halkının
kendisinden şiddetle nefret edeceğini bile bile ve yakın çevresinin
“yanlış zamanda yanlış bir ziyâret” şeklindeki uyarılarına
karşın gözü dönmüşçesine İsrail’e koştu. Ziyaretten önce İsrail
Dışişleri Bakanı Silvan Şalom bir açıklamasında “Bizim işlerimize
karışma!” diyerek tehdit ettiği, bir başka açıklamasında da “Filistin
konusunda hiçbir devlet bize ne yapacağımızı söyleyemez” diyerek
aşağıladığı halde dahi ısrarla gitti.
Bu menfur ziyâret esnasında yaşadığı ve yaşattığı onca rezilliğe
rağmen yine de yahudilere gösterdiği sıcak ilgiyi ve gülücüklerini
esirgemedi. Erdoğan’ın 2 milyar dolar olduğunu iddia ettiği ama
gerçekte sadece savunma alanında 1.4 milyar doları bulan ve toplamda
3 milyar doları geçen ticâret hacmini geliştirmek ve 1996’da hâin
askerî anlaşmaların imzalanmasıyla başlatılan “stratejik ortaklık”
ilişkisini genişletmek üzere siyâsî, askerî, savunma, istihbârat,
ekonomik, enerji, turizm ve ticâri alanlarda olmak üzere birçok
anlaşma imzalanıp çalışmalar başlatıldı. Meselâ;
- 1997’de imzalanan Serbest Ticâret Anlaşması’nın devamı
niteliğindeki Türkiye-İsrail Sanayi Araştırma ve Geliştirme
İşbirliği Anlaşması.
- Ortak Savunma anlaşmaları ve gizli olanlar hariç, ek olarak 17
ortak askerî proje çalışması. Bu maksatla Savunma Bakanı Vecdi
Gönül’ün iki gün daha yahudi varlığında kalması kararlaştırıldı.
- Anti-terör sistemleri çalışması ve terörizme karşı ortak
mücâdele kararı. Bu kapsamda, karşılıklı personel değişimi ve
ortak tatbikat kararı. Erdoğan ile Şaron arasında doğru iletişim
sağlamak ve istihbârat alışverişini yoğunlaştırmak üzere özel
telefon hattı çekilmesine ilişkin anlaşma.
- “Arrow 2” ve “Popeye 2” Füzeleri Anlaşması. Üç insansız hava
araç sistemi, 10 gizli takip donanımı ve yer kontrol istasyonları
içeren İstihbârat Sistemi Anlaşması. Yaklaşık 500 milyon dolarlık,
30 adet olduğu iddia edilen ama gerçekte 48 adet olan F4 Phantom
savaş uçağının Modernizasyonu Anlaşması.
- Daha önce Enerji Bakanı Hilmi Güler’in gizlice yaptığı İsrail
ziyâreti sırasında ele alınan Manavgat Şelâlesi’nin mülkiyetiyle
beraber satılması meselesi ile birlikte, özellikle Rusya üzerinden
gelen akım dâhil olmak üzere petrol, doğalgaz ve elektrik
nakliyatını içeren Enerji Koridoru kurulması.
- 300.000’i bulan arsız, hayâsız, kepaze yahudi turist sayısının
daha da artırılmasına yönelik işbirliği çalışması.
- Yahudilerin harap ettiği Ğazze’nin Türk firmalar tarafından
yeniden inşa edilmesini de içeren inşaat sözleşmeleri.
- Ayrıca Şaron’un Erdoğan ile görüşmesinden sonra sarf ettiği “Çok
acayip şeyler duydum” cümlesinin içeriğinde gizli bulunan, Ümmetin
bilmeyip de Allah’ın bildiği daha niceleri!..
Bununla da yetinmeyen Erdoğan, güyâ yahudi şapkası kippayı
takmamakla övündüğü halde, yahudilerin soykırım müzesine gidip
oradaki ayine iştirak etti, hahamın duasına katıldı. Duygulu anlar
yaşadı. Üzüntüsünü yazıya geçirdi. O kadar ki bir de Ağlama Duvarına
gidip ağlamadığı kaldı!
Ziyaretten önce gösterdiği onca jestlere, ziyâretlere ve görüşmelere
rağmen, hatta yetinmeyip ziyâret sırasında yaptığı onca
toplantılara, imzaladığı onca anlaşmalara, başlattığı onca
çalışmalara, çektiği onca peşkeşlere ve saçtığı onca gülücüklere
rağmen, yine de yahudilere yaranamadı! Allah’ın mahlukâtının en
aşağılık, en korkak ve en âdilerinin hışmına uğramaktan, onlar
tarafından aşağılanmaktan ve onlardan daha düşük bir seviyeye
düşmekten kurtulamadı.
Gider gitmez Türkiye’nin barış sürecine önem verdiğini, arabulucu
olmaya hazır olduğunu söylemeye başladı. Türkiye’yi “barıştırıcı”,
“uzlaştırıcı” ve “arabulucu” olarak tanımladı ve şöyle dedi: “Biz
bunun için yaratılmışız.” Oysa ziyâreti esnasında yahudi
çeteleri Filistin’in Müslüman evlatlarıyla çatışıyordu. Bu ikiyüzlü
tavrıyla O, geçen yıl “devlet terörü” diyerek çıkıştığı İsrail’in
devlet terörünü “resmen” tanımış, onaylamış ve desteklemiş oluyordu.
Abdullah Gül’ün ziyareti sırasında ortak askeri tatbikat yapma
kararı bile alınmıştı! Zâten Abdullah Gül de “barış ve arabuluculuk”
maksadıyla yaptığını iddia ettiği ve barış için uygun bir fırsat
ortamı oluştuğunu iddia ettiği esnada yaşları 11-17 arasında olan 9
Müslüman Filistinli genç, yahudiler tarafından katledilmişti.
Dolayısıyla önceki yıl verdikleri tepkinin nasıl da aldatıcı,
yapmacık ve göstermelik bir tepki olduğunu anlamak için hatırlatmak
gerekirse, İsrail ile iyi ve yüksek düzeyde ilişkiler kurmak aslında
hem AKP, hem de hükümet programında yer alıyordu. Hatta o kadar ki
İsrail’e yakın çevreler arasında Türkiye-İsrail ilişkileri kaba bir
tabirle “metres alâkası” şeklinde tanımlanarak bir kez daha
aşağılanıyordu.
Üstelik henüz bu menfur ziyâretini tamamlamamış iken, Şaron ile
görüşmesinden hemen sonra kendisiyle görüşeceği İsrail Dışişleri
Bakanı Silvan Şalom, İsrail Radyosu’na yaptığı açıklamada “Türkiye’nin
arabuluculuk teklifini reddediyoruz.” diyerek onu henüz
oradayken bir kez daha aşağılıyor ama onun yüzünde hiçbir kızarıklık
görülmüyordu.
Yahudi Cumhurbaşkanı Katzav ile görüşmesinde, “Bölgede barışı
arıyoruz, onun için buradayız. Ortadoğu’da huzuru sağlamak elinizde”
deyince yahudi de “Haklısınız ama, rahat durdurmuyorlar”
diyerek Filistinlileri suçluyordu. O ise buna cevap veremeyerek bir
kez daha aşağılanıyor ama hiç istifini bozmayarak Türkiye
Cumhurbaşkanı Sezer’in kendisini Türkiye’ye çağıran dâvetini
iletiyordu.
Aşağılanma silsilesi bu kadarla da kalmadı!.. Yahudilerin
umursamazlığı o kadar ileri gitti ki, Şaron Erdoğan’ı bilmezden,
tanımazdan geliyordu. Erdoğan olduğu düşüncesiyle onun taifesinden
biriyle tokalaşıp onunla birlikte yürümeye başlıyor, sonra birisi
gelip de kendisini uyararak yanındakinin Erdoğan olmadığını
söyleyince, bu defa Erdoğan’ın yanına gidip onunla tokalaşıyordu.
Erdoğan da ona icâbet edip yanında boynu bükük yürüyordu! Yine de
sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıp bozuntuya vermiyordu. Oysa
yahudi kâtil, açıkça onu aşağılıyor, göz göre göre alay ediyor,
önceki yıl randevu vermemesinin intikamını kıs kıs gülerek alıyordu!
Yine de Erdoğan, bu kadar alçaltıldığı halde “Sizi en yakın
zamanda Türkiye’de görmek istiyorum.” diyerek Şaron’u Türkiye’ye
dâvet ediyordu!
Bunlardan daha da utanç verici olan şeye gelince; Erdoğan
Müslümanların en büyük düşmanı olan İsrail’e gelerek ne kadar ezik
ve zelîl olduğunu ilan etti. Kendisinin ve tâifesinin işlediği bunca
cürümler yetmezmiş gibi, bir de Allah’ın emri olan başörtüsünü
takmış olan hanımlarını alıp yahudilerin pis koltuklarında
oturtuyor, Müslümanların namusu olan o başörtülü kadınları mel’un
yahudilerle tokalaştırıyorlardı! Nasıl olur da başı örtülü Müslüman
hanımını yanına alıp da lanetlenmiş eli kanlı yahudilerin yanına
giderler? Bu ne rezilliktir? Bu ne hayâsızlıktır? Bu ne
utanmazlıktır? Erdoğan’ın, sırf Allah’ın emrine icâbet ederek
başlarını örten Müslümanların hanımları, okullara ve üniversitelere
girebilmek için açmaya zorlaması yetmedi mi? Başlarını açmayı
reddederek Allah’ın emrine itaat eden binlerce iffetli Müslüman
hanımı eğitim haklarından mahrum etmesi yetmedi mi? Muhakkak ki
Allah’ın çevresini mübârek kıldığı Filistin topraklarını işgâl eden
alçak yahudi varlığını ziyâret etme cesâreti göstererek, hele
yeryüzündeki Müslümanların yüzlerini karartacak şekilde başörtülü
hanımlarını yanına alıp onlarla birlikte oturtan bu azgın tâife,
gerçekten cürümde haddi aşmış, fasıklıkta sınırları zorlamış ve
Allah’ın hududlarını alenen çiğnemiştir.
Sonra Erdoğan ve tâifesi, İsrâ’ ve Mi’râc toprağına varınca da Allah
ve Rasulü’nün düşmanlarının koruması altına girdi. O korumasına
güvendiği yahudiler; mâsum çocukları katleden, kadınları dul
bırakan, korkaklık ve alçaklık ile damgalanmış, Mekke ve Medîne ile
birlikte Müslümanların mukaddes üç mekânından biri olan Kudüs’ü
işgâl edip talan etmiş, hatta Allah’ın peygamberlerini bile
katletmiş âdi ve lanetlenmiş bir kavimdir. İşte Erdoğan,
Müslümanların mukaddes mekânlarını kirletmeden önce o mel’un
yahudiler; Erdoğan’ın güvenliğini sağlamak ve hak sözü işitmesini
engellemek üzere mü’min gençlerden yirmiden fazlasını gözaltına
aldı. Geçen yıl aynı şekilde gelen Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed
el-Mâhir de mü’min gençlerin hışmına uğramış ve ölüm spazmı
geçirmişti. Ocak ayında gelen Abdullah Gül de aynı âkıbete uğramasın
diye yahudi güvenlik çeteleri yine o mü’min gençlerden birçoğunu
önlem olarak gözaltına almıştı. Tâ ki Ümmeti çaresiz ve yardımsız
bırakan, orduları kışlalarına zincirleyen, Allah ve Rasulü’nün
düşmanlarıyla tokalaşıp Ümmetin geleceği ve servetleri üzerinde
pazarlıklar yapan, küfre kapılarını ardına kadar açıp tüm imkânları
onlar için seferber eden, onların cürümlerine suskun kaldıkları gibi
ses çıkaranları da zindanlara atan, Ümmetin baş belâsı ve yüzyılın
âfeti olan bu hâin yöneticiler; âkıbetlerinin hem bu dünyada
aşağılık bir hayat hem de Ahirette Allah’ın şiddetli azâbı olduğunu
hiç duymamışlar mıdır? Gözlerinin körelmiş, kalplerinin kararmış ve
kulaklarının sağırlaşmış olduklarının farkında değiller midir?
Ey Müslümanlar!
Sadece İstanbul’un nüfusu bile işgâlci yahudilerin nüfusunun üç
katıdır. Her bir Müslüman bir kez tükürse, yeryüzündeki tüm
yahudiler içinde boğulurlar. Her Müslüman bir taş atsa dağların
altında kalırlar. Türkiye öyle bir jeo-stratejik özelliğe sahiptir
ki olduğu yerde bağdaş kurarak otursa uçan kuştan habersiz kalmaz.
Kendi boğazlarını kendi kontrolü altında tutsa, bir karınca ondan
habersiz geçip gitmez.
İslam Ümmeti’nin gözbebeği olan Türkiye, nasıl olur da Allah’ın en
aşağılık mahlukâtı olan bu yahudilerin kendisini, bu hâin
yöneticileri yüzünden böylesine tiksindirici bir biçimde
aşağılamasına izin verir?
Namuslarına çok düşkün olan mücâhid kahramanların torunları olan
Türkiye halkı, nasıl olur da kendi namuslarını, lanetlenmiş kâtil
Şaron’un yanına başörtülü olarak gönderir?
Türkiye ordusu nasıl olur da yahudi varlığını kökünden yok edip
atmak için kıtalararası füzelerini yollayacağına, onları memnun
etmek üzere askerî anlaşmalar imzalar? Oysa Allah [Subhânehu ve
Te’alâ] bu orduya şöyle emretmektedir:
Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın,
onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min
toplumun gönüllerine şifâ versin. [Tevbe 14]
Nasıl olur da Türkiye İsrail’den teknik ve askerî yardım talep
edecek kadar âciz ve sefil olduğunu gösterir? Bu ülkede, -Allah
için- izzetli güç sahiplerinden, cesâretli ordu mensuplarından,
seçkin önderlerden, takvâlı imamlardan, aydın âlimlerden, insaflı
medya mensuplarından ve yiğit kahramanlardan hiç kalmadı mı?! Bu
zillete, hezîmete, rezâlete ve ihânete, dur! diyecek bir kitle
yok mu?
Ey Müslümanlar!
Küfür sistemleri ve bekçilerinin sizi ne hale getirdiğini görüyor
musunuz? Dininizi, şerefinizi, haysiyetinizi ve itibarınızı yıllarca
ayaklar altına aldıkları yetmiyormuş gibi bu defa da namusunuzu hem
de Allah’ın emri olan başörtüsünü kullanarak ayaklar altına alıp
sadece sizi değil tüm Müslümanları nasıl aşağıladıklarını görmüyor
musunuz?
Siz bu Başbakan ve ithâl tâifesine, sırf Müslüman oldukları ve
hanımları başı örtülü olduğu için oy vermediniz mi? Müslümanlara
faydaları dokunur diye seçmediniz mi? Görüyorsunuz ki onlar sizi
aldattılar. Hem dininize savaş açtılar, hem namusunuzu ayaklar
altına aldılar hem de yalan vaatleriyle ve sahte görüntüleriyle sizi
aldattılar. İçinizden hâlâ onlara inanan kaldı mı? Artık onları
devirmek için neyi bekliyorsunuz? “Bir de bunları deneyelim” diyecek
yüz mü bıraktılar sizde? Mevcut sistem içinde bir de bunların yalan
sözlerine güvenmiştiniz ama ikindiye kalmadan mumları söndü! Artık
ayıpları ayyuka çıktı, süslü maskeler altındaki çirkin yüzleri
göründü ve Batılı parfümlerle bastırılmış iğrenç kokuları burunların
direklerini kırdı! Bakınız, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve
Sellem] onların hâlini nasıl tanımlamaktadır:
İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki, o zamanda yalancılar
doğrulanacak, doğrular yalanlanacaktır. Hâinlere güvenilecek,
güvenilir olanlar da ihânetle suçlanacaktır. İşte o gün ruveybida
konuşacaktır. Denildi ki: “Ruveybida kimdir?” Dedi
ki: Genel işlerinde söz sahibi olan aşağılık adamdır!
Ey Müslümanlar!
Artık şu gerçeklerin kesinlikle farkında olmanız gerekir: Türkiye’de
ve diğer İslâmî beldelerde kurulu rejimlerin çürüklüğü, bozukluğu ve
rezilliği artık belli olmuştur. Savunulacak hiçbir çekici tarafları
da kalmamıştır. Türkiye’nin ve diğer İslâmî beldelerin başına
musallat olmuş yöneticilerin; kâfirler tarafından tayin edildiği,
onların emrinde ve hizmetinde oldukları ve Müslümanlara karşı cephe
aldıkları kesin olarak açığa çıkmıştır. Türkiye’de ve diğer İslâmî
beldelerde mevcut rejim değiştirilmediği sürece, ister güzel vaatli
ister Müslüman görünümlü isterse parlak yüzlü olsun, yöneticilerin
değişmesiyle hiçbir şey değişmemektedir! Mevcut sistem dahilindeki
partiler ve siyâsi hareketler arasında alternatif olabilecek veya
“bir de bunu deneyelim” denilebilecek hiçbir tane kalmamıştır. Artık
gidecek kapı, bakılacak vitrin yoktur! Hepsi de denenmiş, tükenmiş
ve bayatlamıştır. Isıtıp ısıtıp sofraya konulmaktadırlar.
Yahudilerin Filistin’de, Hinduların Keşmir’de, Rusların Kafkasya’da,
Çinlilerin Doğu Türkistan’da ve özellikle Amerika ve İngiltere’nin
liderliğini yaptığı sömürgeci Batılı kâfir devletlerin Afganistan ve
Irak’ta sürdürdüğü saldırılar, orada gerçekleştirilen vahşi cürümler
ve tüm dünyanın onlara karşı sessiz kalması, İslâmî Ümmetin aklını
başına getirmiş, onları gafletlerinden ve uykularından
uyandırmıştır. Artık Müslümanlar, kâfirlerin tüm güçleriyle İslam’a
ve Müslümanlara karşı “Haçlı Savaşı” başlattıklarını ve başımızdaki
hâin yöneticilerin de onların “suç ortakları” olarak büyük bir
hırsla çalıştıklarını anlamıştır. Tüm bunlardan sonra Ortadoğu’da,
Orta Asya’da ve dünya kamuoyunda Müslümanların yeni bir siyâsî
varlık olarak Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmaya karar
verdikleri, güçlerini bu yönde birleştirdikleri ve gözlerini
Allah’ın zafer vereceği o kutlu şafağa çevirdikleri tam bir
berraklıkla açığa çıkmıştır. Şüphesiz Allah, vaadini yerine
getirecek, Rasulü’nün müjdesini gerçekleştirecektir. Çünkü bu,
Allah’a hiç de zor değildir.
Öyleyse Allah için siz de, işte böylesi bir kurtuluş için Hizb-ut
Tahrir ile birlikte çalışın, Ey Müslümanlar!
Çalışanlar işte böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar! [Saffat
61]