Bugünlerde bakanların dikkatini çeken ve Cezayir’deki genel işleri
gözlemleyenleri sarsan olay, hiç şüphesiz açık bir şekilde “eski”
sömürgeciliğin kucağına düşme ritminin hızlanması ve fikrî,
kültürel, siyâsî ve ekonomik tüm alanlarda tam bir teslimiyet
gösterilmesidir. Öyle ki Otoritenin “siyâsî İslam hayâleti” dediği
şeyi uzaklaştırmayı gerçekleştirmesinden sonra, yeni bir kisve
altında eski sömürgeciliği karşılamak için itaatle yürümeye tam
olarak hazır ve nâzır bir ülke görebiliyoruz.
Bu uşak yönetimin, -40 yıl boyunca- Ümmetin düşmanları lehine
gerçekleştirebildiği hedef özet olarak şudur: [Diğer Kuzey Afrika
ülkelerinde olduğu gibi] Amerika’yı memnun eden bir görüntü ile
beraber Avrupa [İngiliz ve Fransız] sömürgeciliğine hizmet etmesi ve
Batı’nın yörüngesinde kalmasıdır. Bütün bu olanlara rağmen bu
yönetim, Bağımsız Ulus-Devlet (!) nârâsını atmada hâlen ısrar
etmektedir.
Bu yönetim insanları, yaklaşık 130 yıldır ‘Azîm İslam nâmına Fransız
sömürgeciliğine karşı kendisiyle savaştıkları İslamları ile
yönetilmekten uzaklaştırmaya çalışarak “Dar Vatancılık”, “Radikal
İslam Tehlikesi” ve “Devletlerarası Meşruiyet” gibi sloganları
tekrarlayıp durmaktadır.
“Terörizm sonrası merhale” dedikleri süreç ile birlikte ‘Abdul’Azîz
Buteflika’nın cumhurbaşkanlığına atanmasından bu yana mevcut
yönetim, devletlerarası aktif tarafları ve aynı anda Cezayir’deki
egemen yönetim kurumunu [yani orduyu] memnun edecek şekilde ülkenin
işlerini yürütmeye yönelik olarak [Buteflika’nın geçmişte, özellikle
uzun süre Dışişleri Bakanlığı yapan Huari Bumedyen ile arasındaki
ilişkisi ve devletlerarası ilişkileri esnasında oynadığı] kritik bir
rol oynamaya çalışmıştır. Nitekim Avrupa ile ilişkiler
aktifleştirilmiş ve bu bağlamda Birleşik Devletler de Güney’de
petrol ve doğalgaz alanlarında yatırım gibi bazı menfaatler
verilerek memnun edilmiştir. Bu da yeni bir şey değildir.
Sonra yönetim, [her önüne gelenin istismar ettiği] "terörizm ile
mücâdele" dedikleri kargaşa içerisine daldı. Bu ise “terörizme karşı
uluslararası işbirliği” denilen şeyin sağlanması gerektiğinde tüm
taraflarca kullanılan hazır bir belgedir. Haziran 2001’de
Pentagon’da devletlerarası güvenlikten sorumlu Amerikan Savunma
Bakan Yardımcılığı’na atanan [ve aynı zamanda Doğu Asya, Ortadoğu,
Kuzey Afrika, Arap Körfezi, Afrika ve Latin Amerika konusunda
devletlerarası güvenlik stratejisinin ve politikasının oluşturulması
ve düzenlenmesi hakkında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın müsteşar
makâmını da üstlenen] Peter Wordman’a Cezayir ile olan askerî
işbirliği hakkında sorulduğunda şöyle demişti: “Cezayir ile olan
ilişki henüz yolun başındadır. Bizim için bu çok önemlidir. Çünkü
mesele, önemli bir ülke ile alâkalıdır.” Devlet başkanı
Buteflika’nın ikinci iktidar döneminde gündeme taşıdığı “Genel Af”
hakkında sorulduğunda ise şöyle demişti: “Söyleyebildiğimiz ve
mülâhaza ettiğimiz şey şu ki bazı Hükümetler, birçok politik
üsluplarla aşırıları ılımlılardan ayırt etmede başarılı olmuşlardır.
Washington, Amerikan kolejlerinde ve harp akademilerinde eğitim
imkânı sağlayarak ikili ilişkiler çerçevesinde kullanılan dakik
üslupları desteklemeyi veya dünyadaki dostlarımıza yardım etmek ve
birliktelikler kurmak maksadıyla meslekî gelişme ve rehabilitasyon
olanaklarını araştırmayı önemsemektedir.”
Buteflika, Avrupa’ya şiddetli bir eğilimi [ve teslimiyeti] olmasına
rağmen, aynı anda Amerika’yı da memnun etmeye uğraşmaktadır. Zîra
bugünlerde dikkat çeken husus, Buteflika’nın Amerika’nın [genelde
Avrupa’nın özelde İngiltere’nin] eski sömürgecilik alanlarına
yönelik fırtınalı nüfuz saldırısına sınır koymak üzere kendisine
verilmiş görevler çerçevesinde Afrika ve Asya’daki aktivitesini
hızlandırmış olmasıdır. Nitekim dünyanın birçok bölgesinde
devletlerarası düzeyde Amerika ile rekâbet etmek üzere Avrupa
devletleri arasındaki koordinasyon bugünlerde açığa çıkmıştır. Daha
feci ve daha acı verici şey ise bu kâfir devletler, Cezayir’in de
dâhil olduğu Müslümanların beldelerini bu çatışmanın araçları olarak
kullanmaktadırlar. Dolayısıyla Müslümanlar âleme hayrı götüren etkin
capcanlı bir Ümmet olacağına, başındaki yöneticiler onu
Amerika-Avrupa çatışmasının bir arenası haline getirmişlerdir. Hatta
bu yöneticiler bununla da yetinmeyip ülkenin ve halkının
zayıflatılmasına da ortak olmaktadırlar.
Bu bağlamda Cezayir’de meydana gelen gelişmeleri aşağıdaki gibi
görmekteyiz:
Fikrî, kültürel ve siyâsî açıdan şunlara şâhit oluyoruz:
a. Medya organları, eğitim kurumları, kültür merkezleri,
tiyatrolar, sportif faaliyetler ve diğerleri yoluyla ve başka her
tür sapıklık, eğlence ve hayâsızlığı teşvik ederek kültürel imha
ve fikrî kirlilik ile Cezayir halkının İslâmî kimliğini yok etmeye
doğru hızlı
ca ilerlemesi.
b. Halkın geniş bir kesimini elde tutarak tasavvuf şeyhlerinin ve
dergâh, tekke ve zâviyelerin rolünün bârizleştirilmesi ve teşvik
edilmesi.
c. İçerisindeki zaafiyetlere rağmen eğitim müfredatlarının yeni
bir forma sokulması ve bünyesinden mevcut statüko üzerinde tehlike
arzeden her şeyin kaldırılması.
d. Kültürlü seçmenlerin siyâsî faaliyetlerden uzaklaştırılması ve
pasifize edilmesi.
e. Cezayir yahudilerinin geri dönüşüne yol hazırlanması ve
Filistin işgâlcisi yahudi varlığı ile ilişkilerin tamamen
normalleştirilmesi.
f. Târihi unutarak ve tüm alanlarda normalizasyon yolunu
tamamlamada ilerleyerek dünün ve bugünün düşmanı ile “Dostluk”
anlaşması imzalanması.
g. Cezayir’in, Amerikan ve Avrupa nüfuzundan tamamen boşaltılarak
tertemiz bir şekilde sadece İslam’a sadâkat gösteren bir ülke
haline getirileceğine, bir taraftan Avrupa nizâmına uşaklık
edilirken diğer taraftan Amerika’yı memnun etmeye uğraşılarak
Amerika-Avrupa çatışmasının bir arenası haline getirilmesi.
Ekonomik açıdan:
a. Avrupa-Akdeniz çerçevesine oturtulacak ilişki dâhilinde Avrupa
Birliği ile kapsamlı bir ortaklık anlaşması imzalanması.
b. Yabancı yatırım önündeki kapıların genişçe açılması.
[Uşaklıktan ötürü öncelik Avrupalılarındır]
c. Avrupalı ortakları memnun edecek şekilde ülke kaynaklarının
hortumlatılması. Meselâ;
Üzüm bağları yetiştirilmesinin korkunç bir şekilde güçlendirilmesi
politikasının
tekrar benimsenmesinden sonra, yeni tarım
politikası gölgesinde ülkenin batı eyâletlerinden biri olan
Musteğânim, şarap üzümü üretimi için pilot bölge haline
getirilmiştir. O kadar ki gıda tüketiminde daha çok ihtiyaç
duyulan diğer zirâî ürün çeşitleri bâriz olarak onun gerisinde
kalmış ve sadece çok küçük bir alan ile sınırlı bırakılmıştır.
Yetkililerden birinin dediği gibi bir fıçı şarabın bir varil
petrolden daha pahalı olduğu sömürgecilik yıllarından bilindiği
üzere içkinin revaç bulmasını amaçlayan yeni tarım politikasını
cisimleştirmek üzere kendilerine sağlanan devlet yardımları ve
banka kredileri gibi kolaylıklar nedeniyle çiftçiler üzüm bağı
ziraatine yönelmişlerdir. Herhangi bir kimsenin görebileceği
kadarıyla, daha birkaç yıl öncesine dek buğday üretilen ülke
ovalarında, on binlerce hektarı aşan geniş araziler üzerinde şu
sıralar şarap üretimine ayrılmış uçsuz-bucaksız üzüm bağları
bulunmaktadır! Zaten kuraklık ve çölleşme bahanesiyle Cezayir’in
batısındaki tüm eyâletlerde ekim yasağı konulmasına karar
verilmiştir! Bu alanın açılması; kendilerine şarap üretim ruhsatı
verilmek suretiyle elitler için bu üretim sektörünü tercih
etmeleri ve pazarlamaları yönünden bir atmosfer oluşturmuş ve
Hükümetin tarım alanında ve Avrupa piyasasına şarap şişeleriyle
girişte rekâbeti sınırlandıracağı şeklinde bir intibâ
uyandırmıştır.
d. Ülkenin halkından çok kâfirlere hizmet eden bir kanun haline
gelen 1971’deki Millileştirmenin yapıldığı aynı tarihte [23
Şubatta] arama-çıkarmaya dâir yakıt [petrol ve doğalgaz] kanununun
köklü bir şekilde değiştirilmesi.
Ey Cezayirliler!
Ey Allah’ı ve Rasulü’nü Sevenler!
Yöneticilerin alçaklığı ve insanların suskunluğu nedeniyle
Cezayir’in vahim bir atmosfer içerisinde yaşadığı bu acı verici
durum karşısında, bunun ancak İslâmî Ümmetin ve ülke halkının
hakkına yönelik olarak Müslümanların boyunlarına bindirilmiş
İslam’ın düşmanları ve Batı’nın ajanları tarafından icra edilen bir
cürüm olduğunu, dinlerine sevgileri ve ona sadâkatleri ile mâlum
olan Cezayir halkının buna suskun kalmasının ise daha büyük bir
cürüm olduğunu açıklamaktan başka bir şey söyleyemiyoruz. Kâfirlerin
ve ajanlarının çabalarını boşa çıkarmak, entrikalarını kesip atmak
ve İslam ile savaşsınlar diye uşaklarına harcadıkları malları heder
etmek üzere Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın şu kavline muvâfık
olarak onlara zilleti ve hezimeti tattırarak Bâtılı yok etmek ve
Hakkı ikâme etmek için çalışmak şüphesiz ki her birinizin üzerine
farzdır:
Şüphesiz ki kâfirlik edenler mallarını, (insanları) Allah'ın
yolundan saptırmak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklardır. Ama
sonra bu, onlara hasret (yürek acısı) olacak ve en sonunda mağlup
olacaklardır. [Enfal 36]
Öyleyse Ümmetin Amerikalılardan ve Avrupalılardan olan düşmanlarının
tuzakları içinizi acıtmasın, sizi üzmesin! Zîra izzet, Allah’a,
Rasulü’ne ve mü’minlere aittir. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te’alâ]
şöyle buyurmaktadır:
Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Nihâyet Allah da onların
binalarını temellerinden söktü de üstlerindeki tavan tepelerine
çöktü. Bu azap onlara, hiç fark edemedikleri bir yerden gelmişti.
[en-Nahl 26]
Ey Müslümanlar!
Bugünlerde dünyanın değişik ülkelerinde kâfirlerin entrikalarının
hız kazanmış olması; İslâmî Ümmette sıhhat, uyanık ve canlılık
bulunduğuna dâir bir emâre olduğu gibi, yeniden İslam’a yönelmeye
başladığına ve sömürgeci kâfirleri korkuttuğuna dâir bir delil
olduğu da muhakkaktır. Gözlemlediğimiz şey şu ki Ümmet, İslâmî
beldelerin çoğunda Hilâfeti arzulamakta ve onu Müslümanlara isâbet
eden zillet ve zaafiyetin tek kurtarıcısı olarak görmektedir. İşte
bu arzu, vaktinin tam olarak yaklaştığına ve egemenliğinin
gölgelendireceğine dair hayırlı bir müjdedir. Müslümanlar, artık
ciddi çalışmaya hazır hale gelmişler, ihlas ve sadâkat ile çalışmaya
başlamışlardır. Tâ ki Allah, Hilâfet’in kuruluşunu onların elleriyle
gerçekleştirerek onları şereflendirinceye ve surlarını onların
kollarıyla inşâ ettirinceye kadar… Öyle ki onlar da kendilerinden
öncekileri gibi kazanacaklardır:
Mü’minleri müjdele! [el-Ahzâb 47]
Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir / Cezayir sizin kararlılığınızı
canlandırmaktadır, Ey Müslümanlar! Öyleyse onunla birlikte dünyanın
ve Âhiretin izzetine yürüyünüz. Zîra sizi Allah’a, Rasulü’ne ve
O’nun Dînini yüceltmek için çalışanları desteklemeye çağırmaktadır.
Muhakkak ki Allah, Kendisine (Dînine) nusret edene nusret, zafer
verecektir. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, ‘Azîz’dir. [el-Hacc 40]