el-Hayât Gazetesi’nden
Gazeteci-yazar Mu’min Ğâli’ye
Okuyucu Avâd Muhammed tarafından “Hizb-ut Tahrir’e Son Reddiye”
başlığıyla yayınlanan makâlenin olduğu köşede aşağıdaki reddiyeyi
yayınlamanızı rica ediyoruz.
Tahiyyelerimizi kabul ediniz.
Güneş Kalburla Kapanır mı?
Hep güneş kalburla kapanmaz diye duyardım ve bu söz üzerinde iki
kişinin anlaşmazlığa düşebileceğini hiç sanmazdım. Tâ ki 31.05.2005
tarihli el-Hayat Gazetesi’nin “Doğu’nun Güneşi” köşesinde yayınlanan
okuyucu Avad Muhammed el-Hâdi’nin “Hizb-ut Tahrir’e Son Reddiye”
başlıklı makâlesini okuyuncaya kadar. Gördüm ki bu adam güneşi
kalburla kapatmaya uğraşmaktadır. Bir yerde değil iki yerde hem de!
Nasıl olduğuna gelince; şöyle ki:
Birinci Yer: Fransa’da Müslüman hanımların hicâb (başörtüsü)
giymelerinin yasaklanması üzerine Hizb, 01.01.2004 tarihinde Fransa
Cumhurbaşkanı’na bir mektup göndermişti. Mektubunda Hizb; 16.
yüzyılda Avrupa’da yaşanan Pavya Savaşı sırasında Fransa Kralı’nın
esir alındığını, bunun Fransa için utanç verici olduğunu, Kralını
kurtarmak için Müslümanların o zamanki Halîfesi Suleymân
el-Kânunî’den başka yardım talep edeceği bir yer bulamadığını, ondan
yardım istediğini, Halîfe’nin de harekete geçerek Kralı serbest
bıraktırdığını Fransa Cumhurbaşkanı’na hatırlatmıştı. Hizb ona
Fransa’yı zilletten kurtaran Hilâfet’in ne kadar azametli olduğunu
ve Allah’ın izniyle Hilâfet’in muhakkak geri döneceğini hatırlatmış,
dolayısıyla Fransa’nın Hilâfet’in bu iyi niyetli tavrını
hatırlayarak Hicâb yasağını kaldırmasını istemişti.
Hizb-ut Tahrir’in bu tutumu, Müslümanların beldelerindeki Arap
olan-olmayan mevcut tüm devletlerin karanlık gecelerinde parıldayan
bir güneş idi. Zîra onların tutumları, bu kanunu kaldırması için
Fransa’ya yalvarmak ile Fransa’nın kendi kanunlarını koyma hakkı
olduğunu iddia ederek temkinli davranmak arasında gidip geliyordu.
Bu okuyucu ise henüz kurulmadan önce Hilâfet’in gelişini müjdeleyen
ve onu yücelten bu azîm tavrını saygıyla destekleyeceğine, bu tavrı
Hizbin bir şâibesi olarak değerlendirmektedir. Bu tavrın üstünlüğünü
perdelemek için bahsettiği dayanaklara gelince; bunlar, “Hizbin
üyeleri nasıl Fransa’ya gidip mektubu elden teslim etmişler? Fransa,
kendisine ulaşmalarına imkân sağlayarak onlara göz kırpmış olmasın?
“Fransa zelîl olduğu zaman Hilâfet’in kendisini kurtarmasına
karşılık Fransa’nın da hicâb yasağını kalması” mı gerekirmiş?
Duydunuz mu, ey akıl sahipleri?” gibi sorularıdır.
Okuyucu Avâd’ın bu azîm tavrı neyle örttüğünü görüyor musunuz?
Muhakkak ki o, güneşi hatta bir mumu bile kapatamayacak bir kalburla
kapatmaya çalışmaktadır.
İkinci Yer: Cevabında geçen Hizbin, kendini toparlamak, eğitim
görmek ve savaşmak üzere Taliban yanında güvenli bir saha elde
ettiği, Taliban’ın devrilmesinden sonra Hizbe bağlı olanların
içerideki Cihâdı sürdürmek için Özbekistan ve Tacikistan’a kaçtığı
şeklindeki iddiasıdır. Tacikistan’da Hizbin üyelerinden 400’den
fazlasının tutuklanmasını da buna delil olarak göstermektedir.
Bakış ve basîret sahipleri bilmektedir ki Hizb Hilâfet’e dâvet eder
ve Hilâfet’i îlan etmeyen herhangi bir yönetimi tanımaz. Taliban
Hilâfet’i îlan etmemişken Hizb nasıl olur da onunla birliktelik
kurar ve nasıl olur da o Hizbe güvenli bir saha oluşturur. Birincisi
budur.
İkincisine gelince; Hizb hiçbir maddî eyleme başvurmaz. Bu herkesçe
bilinmektedir. Hatta okuyucu Avâd da bizzat ilk makâlesinde Hizbi,
dediği şekilde diğer hareketler gibi maddî eylemlere başvurmadığı
için kınamıştır. Buradaki reddiyesinde ise “eğitim görmek, savaşmak…
içerden savaşmak için diğer ülkelere kaçmak” gibi abuk sabuk
ifadeler kullanmaktadır. Kendisine göre delil de Tacikistan’da 400
üyenin tutuklanmasıdır!
Hizbin binlerce üyesi Orta Asya’da tutukludur. Sadece Özbekistan’da
yaklaşık 8.000 tutuklu vardır. Fakat onlar maddî eylemlere
başvurdukları için tutuklanmamışlardır. Bilakis, Ey Okuyucu Avâd,
onlar []
Rabbimiz Allah’tır dedikleri için tutuklanmışlardır! Öyleyse onların
tutuklanmaları, içerden Cihâd etmek için kaçmalarının delili olur
mu? Arap olsun olmasın Hizbin şebâbının tutuklanmadığı Müslümanların
herhangi bir beldesi var mıdır? Onların “suç aletleri” kitaplar,
beyannameler, konuşmalar ve vaazlar değil de nedir? Zâlim yönetici
karşısında hak sözü söylemeleri değil de nedir?
Öyleyse tutuklanmaları, ülkelerinde içerden Cihâd etmenin delili
olur mu?
Okuyucu Avâd, kesinlikle bilindiği üzere Hizbin maddî, şiddet
eylemlerine başvurmadığı gerçeğini, bir kıvılcımı bile kapatamayacak
bir kalbur ile örtemezken, bir güneşi nasıl kapatacaktır?
Son olarak, bu okuyucunun ilk makâlesinden anladık ki kendisi Hizbe,
üzerinde taşımadığı şeyler ile “iftira” atmaktadır. Yine de iyi
niyetle yaklaşıp okuyucunun Hizb hakkında câhil olduğunu varsaydık
ve okuyucunun Hizb'den üzerinde bulunmayan şeylerle bilerek ve
kasten bahsetmesini gözardı ettik. Bunun içindir ki birinci
reddiyemizin başında, bizi büromuzda ziyâret etmesini talep ettik ve
kendisine kitaplarımızdan bazılarını hediye olarak takdim etmek ve
hakkımızda cehâletle bahsettiği hususları aydınlatmak için
adresimizi hatırlattık. Bizi ziyâret etmeyi kabul etmiyorsa, köşe
yazarının bürosunda, kendisinden izin alarak buluşalım dedik. Bunu
da kabul etmiyorsa, tartışalım ve meseleleri açıklık ve kesinlik ile
açıklayalım diye bizi telefonla arasın, dedik. Fakat ne büromuza
gelmeyi, ne köşe yazarının bürosunda görüşmeyi ne de telefonla
aramayı kabul etti. Hatta bizi evine dâvet etme nezâketinde bile
bulunmadı. Bunun yerine bize, güneşi kalburla kapatarak cevap verdi.