HABERLER - YORUMLAR 

 

 DİYANETİN FETVASI DOĞRUDUR, FAKAT YÖNETİCİLERLE İLGİLİ OLAN TARAFINI GİZLEMEKTEDİR

Diyanet İşleri Başkanlığının çıkarttığı “Günümüz Meselelerine Fetvalar” adlı kitabında şöyle geçti: “Avrupa’da işçi olabilmek için müslüman olmadığını söylemek caiz değildir. Zira bu kişi kendi irade ve seçeneğiyle bu sözleri söylediğinden imanını hafife almış ve böylece dinden çıkmış olur.”

Bu sözler veya fetvası doğrudur. Geçen sayıda yazdığımız “Sorular Cevaplar” adlı konuda bu konuya benzer bir konu için şerî delilleri göstermiştik. Fakat yöneticiler laikliğe, Atatürk ilkelerine, cumhuriyet sistemine ve demokrasiye bağlılıklarını gösterip yemin ederler ve bu küfür ilkelerini uygulamaktalar. Bunlar bu küfür ve küfür ilkelerine bağlılıklarını gösterince kendi irade ve seçenekleriyle imanının hafife almış ve böylece dinden çıkmış oluyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı niye böyle fetvaları vermiyor?! Laiklik ise; hayatı, devleti ve siyaseti dinden uzaklaştırmaktır. Başka ifadeyle hayatı, devleti ve siyaseti dinsiz kılmaktadır. İslâm Dinini, yalnız ferdî bir din veya ibadet ve ahlâk haline getirmek küfürdür. Çünkü hayat, devlet ve siyasetle ilgili hükümleri red etmek küfürdür. Atatürk ilkelerinin hepsi İslâm dışıdır. Demokrasi, halkın egemenliğidir. Oysa İslâm’da şeriatın egemenliği vardır. Sadece Allah’ın hükmüne uyulur. Halkın hükmüne uymak ise tağuttur. Cumhuriyet ise, cumhurun (halkın veya çoğunluğunun) egemenliğini temsil eden sistemin bir şeklidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuya hiç değinmiyor, örtüyor ve gizliyor. Halbuki Allah’ın ayetlerini gizleyen lânetlidir. Para ve dünya malı karşılığında bunları gizleyen için acıklı azap hazırlandı. Allahu Tealâ şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Kitap’ta belirttikten sonra indirdiğimiz hükümleri ve hidayeti kim gizlerse, Allah ve lânetleyenler tarafından lânetlenirler.” (Bakara: 129)

“Şüphesiz ki Kitap’ta Allah’ın indirdiklerinin bir kısmını az bir fiyat karşılığı gizleyenler, ancak karınlarında ateş yerler. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak ve onları temize çıkartmayacaktır. Ayrıca kendileri için acılı azap hazırlamıştır.” (Bakara: 174)

Diyanet İşleri Başkanlığı, en yakın zamanda kendini bu durumdan kurtarıp Allah’ın hükümlerini, hidayetini ve indirdiğini açıklamalıdır. Çünkü Allahu Tealâ, Bakara Suresinin 159. ayetinden sonra şu ayeti indirdi:

“Ancak tövbe edip kendilerini düzeltenler ve (dinin gerçeğini) açığa vuranlar başkadır. Onları bağışlarım. Çünkü Ben tövbeyi kabul edenim ve çok rahmetli olanım.” (Bakara: 160)

Öte yandan laikliğe, Atatürk ilkelerine, cumhuriyet sistemine ve demokrasiye yalnız yöneticiler değil, memurlar da bağlılıklarını göstermektedirler. Yöneticiler makam sahibi olmak sevdasıyla birlikte biriktirdikleri para ve altınlarını çoğaltmak amacıyla bu bağlılığını gösteriyorlarsa, memurlar da ekmek parası için bağlandıklarına dair imza atıyorlar. Diyanet Başkanı ve memurları buna dahildir. Peki Diyanet İşleri Başkanlığı niye buna karşı çıkmıyor?! Bilâkis, Diyanet İşleri Başkanlığı, bu küfür ilke ve fikirleri müslümanlara değişik üsluplarla kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bunların İslâm’la çelişmediğini iddia ediyorlar. Küfrü müslümanlara kabul ettirerek imanı hafife almış ve böylece dinden çıkmış olur.

 

CAMİLERE SALDIRIP NAMAZ KILANLARI KURŞUNLAMAK ADET OLDU

Pakistan’da camilere saldırıp orada namaz kılanları kurşunlamak adet olmuştur. Hangi bir kâfir bunu yapıyor? Bir sefer Sünnîlerin camilerine, öteki sefer Şiîlerin camilerine saldırı olmaktadır. Böylece bir çok saldırılar gerçekleşmektedir. Son defasında 23-9-’94’te Pencap eyaletinde Sünnî camiine sabah namazı kılarlarken saldırı gerçekleşti neticede 21 müslüman öldürüldü ve 50 kişi yaralandı. Bunu yapan, kesinlikle müslüman değildir. Peki bu olayların arkasında kim vardır?! Öte yandan 1948’de Hindistan’dan Pakistan’a göç edip Muhacirun Cemiyeti adını taşıyan müslümanlar ile yerli cemiyetler arasında böyle kanlı olaylar ara sıra çıkıyordu. Muhakkak ki İslâm düşmanı bu tür olayları çıkartıyor. Ki bunlar, iç ve dış düşmanlardır. Oradan gelen bazı kimselerle görüştük. Ve bunlar, bu olayların arkasında Amerika’nın var olduğunu açıklıyorlar. Bu hususta şüphemiz yoktur. Çünkü Amerika, İslâm ve müslümanların düşmanıdır. O, büyük İslâm memleketlerini bölmek istiyor. Aynen Irak’ı, Türkiye’yi, İran’ı, Fas’ı ve diğer müslüman memleketlerini bölmeye çalıştığı gibi. Amerika, öğretmeni ve eski sömürgecilerin başı olan İngiltere’nin yolunu izliyor. İngilizler, eskiden Fransızlarla birlikte İslâm memleketlerini bölmüşlerdi. Onlar 1948’de Hindistan’ı, Hindistan ve Pakistan diye iki devlete böldüler. Oysa bütün Hindistan İslâm memleketidir. İneğe tapan Hinduların sayısı ne kadar çok olursa olsun, orası yine İslâm memleketidir. Çünkü müslümanlar onu fethettiler. Ayrıca yüzyıllarca sene onu yönettiler. 1971’de Amerika, İngiltere ve Rusya, Hindistan yoluyla Avam partisinin lideri Mucibi Er-rahman hainliğinde Pakistan devlet başkanı Yahya Han’ın korkaklığıyla Pakistan’ı, Pakistan ve Bangladeş adlı iki devlete böldüler. Şu anda ise Amerika ve İngilizler; Pakistan’ı daha fazla parçalara bölmeye çalışıyorlar. Böylece müslümanları daha zayıf hale getirecekler ve kolayca onları sömürecekler.

Şu var ki; Butto ailesinde büyük kavga var. Butto ailesi Şiî’dir. Fakat içinde bulunan kavga, koltuk üzerinedir. Onların babası Muhammed Ali Butto idam edildikten sonra karısı Nusret Butto ile kızı Benazir Butto arasında çatışma hiddetlenmiştir. Srilanka gibi devleti paylaşamadılar. Srilanka’da cumhurbaşkanı Chandrika Bandraike ve onun kızı başbakan Sirimavo Bandraike’dir. Anne Nusret Butto başaramayınca kendi oğlu Murtaza’yı kızı yerine geçirmeye çalıştı. Ve böylece çatışma büyüdü. Nihayet 21-9-96’da oğlu Murtaza Butto ile kız kardeşi Benazir Butto’nun askerleri arasında silahlı çatışma çıktı. Neticede bu oğul öldürüldü. Bu nedenle Pakistan Halk partisinde kız Butto’nun taraftarları ile oğul Butto’nun taraftarları arasında çekişme meydana geldi. Öldürülen oğulun taraftarları, başbakan kadın Butto’nun bunu öldürdüğü iddiasıyla itham ediyorlar. Ondan sonra Sunnîlerin camilerinde bu olay meydana geldi. Bunun arkasından Sunnîler Şiîlere karşı tepki göstermeye başladı. Acaba Batı ajanı olan kadın Butto’yu korumak için bu olay gerçekleşmiş olamaz mı?! Çünkü Sünnîler, Şiîlere saldırırlarsa, Şiîler arasındaki iç çekişme durdurulup bir safta durabilirler. Böylece Butto, kardeşini öldürdüğü için kendisine karşı gelen galeyanı durdurmuş olur ve Sunnî-Şiî çatışmasını alevlendirmiş olur. Böylece müslümanları birbirine düşürür ve kendisi de sağ selim kalır. Böylece herkes ölsün, sadece kendisi diri kalsın, ilkesini uyguluyor. Ama sonuç, bu memleketi parçalamaktır.

 

BU ZAVALLI HALKIN SUÇU NEDİR Kİ HER GÜN GÖÇE ZORLANIYORLAR ?

Bu halkın suçu nedir? Kaç defa göçe zorlandılar? Ya Bağdat yönetimi saldırır, ya da Ankara yönetimi saldırır, ya da iki baş (Barzani ve Talabani) çatışması olur... Ama hep bu zavallı halk çekiyor... Onun çilesi ne zaman biter? Hiç belli değildir. Umut yok gibi.. Ufak ve dağlık bir yer üzerine mi bu çatışma?!. Eğer incelenirse, idrak edilir ki bu yer zengin ve hem de stratejiktir. Hatta Birinci Cihan Savaşının sebeplerinden biridir. Almanya, Osmanlı Devleti’yle iyi ilişki kurup Kerkük Petrolünü eline geçirmeye başlayınca İngiltere Cihan Savaşını çıkartmaya acele etti. Neticede onu elde etti. Lozan Anlaşmasında İngilizler o bölgeyi, kurdukları Türkiye Cumhuriyetini vereceklerine dair söz verdiler. Fakat sözü yalan çıktı. Ondan sonra o bölgenin petrolünün onda birisini vereceğine dair söz verdi. Yine de sözü yalan çıktı. İngilizlerin adetleri budur. Sevr Anlaşmasında Kürt Devleti kuracaklardı fakat Lozan Anlaşmasında onu kaldırdılar. İngiltere’nin amacı, o petrolü çekmek ve onun tarafına akmasını sağlamak için orada istikrarsızlık yaratmaktır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye kürt sorunu nedeniyle istikrarsız olsun diye o meseleyle Kürtleri istediklerinde bu dört devlete karşı tahrik ederler. İkinci Cihan Savaşından sonra Amerika o bölgeye girmek için çalışırken o meseleyi alevlendirmeye başladı. Özellikle 1960’lı yıllardan sonra ve bu güne kadar.. Kısaca orada bir çok devlet değişik üsluplarla çatışıyor. Zarar gören kim? Tabii ki o zavallı halktır. Ne istikrarda yaşayabilirler ne de ümmetin serveti olup kendi bölgesinde çıkan petrolden faydalanabilir. O bölgede Türkler ve Araplarda yaşıyor. Fakat Kürtlerin partileri orayı bölmek istedikleri için, başlarına diğer halklara gelmeyen musibet geldi.

Çözüm ise; Kürtler, orayı bölmek için değil oradaki dört devleti birleştirmek için diğer üç halk olan Pers, Arap ve Türklerle beraber çalışsınlar. Bütün bu halklar milliyetçilikten vazgeçsinler, tek İslâm ümmeti olarak oradan Amerika, İngiltere ve Fransa’yı kovsunlar. Kendileri için tek İslâm Devleti’ni kursunlar. O zaman istikrar bulurlar ve İslâm ümmetinin serveti olan petrolün geliri adaletçe kendileri üzerine dağıtılsın.

 

İNEK SAVAŞINDAN SONRA MAKARNA SAVAŞI GELDİ

Amerika, İtalya’dan gelen makarnaya ek vergi koyunca İtalyanlar delirdiler. İtalyan gazeteleri Amerika’nın CocaCola’sı ve Mc Donald’ı hamburgerlerini denize atmalarına davet etti. Bu Eylül ayının son haftasında bu savaş başladı. Amerika, inek etlerini Avrupalılara satamayınca Avrupalıların gizledikleri İngiliz inek hastalığını teşhir edip dünyada skandalını yaymaya başladılar. Özel olarak İngiltere ve genel olarak Avrupa bu yüzden çok zarar gördüler. Şimdi ise, Amerika topu İtalya’ya doğru çevirdi. Böylece sömürgeci Batı devletlerini yemeye başladılar. Her alanda ve her yerde birbirleriyle savaşıyorlar. Unutmayalım ki, çıkar ve nüfuz için aralarında Birinci ve İkinci Cihan Savaşı çıkmıştı. Çünkü bunlar kapitalisttir. Kapitalizmin yolu ve hatta gayesi sömürgeciliktir. Böylece kapitalistler vahşî olurlar. Allah, dünyayı sosyalizmden kurtardığı gibi kapitalizmden de kurtarır ve kendi hak dini olan İslâm’ı hakim kılsın.

 

TÜRKİYE, ABD’NİN HER İSTEDİĞİNİ YERİNE GETİRDİ

25-9-’96’da Türkiye Cumhuriyeti ve hükümeti adıyla ikinci başbakan ve dışişleri bakanı Tansu Çiller, BM’lerde Türkiye’nin nükleer deneme yapmayacağına dair imza attı.

Amerika, en ilerlemiş nükleer güce sahip olduktan sonra diğerlerinin bu güce sahip olmalarını engellemeye çoktan başlamıştı. Fakat başarılı olamadı. Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin bu silaha sahip oldular. Böylece bir çok deney yaptılar. Bu büyük devletler dışında Hindistan ve İsrail gibi devletler de bu güce sahip oldular. Fakat Türkiye, hiç bir zaman nükleer denemeyi yapmayı planlamış değildir. Hatta nükleer santralı tesis etmiş değildir. Peki niye bu imzayı atıyor?! Yoksa Amerika’nın istediğini her seferinde olduğu gibi yerine mi getiriyor? Nitekim Çiller, bu imzadan sonra Amerika’nın Wall Street Journal Gazetesine şöyle demeç verdi: “ABD bu güne kadar bizden ne istediyse hemen yerine getirdik. Zaten talep edilmeyen şeyleri yapmamız mümkün değildir.” İşte Çiller, halka; yol, en lüks otelde kalma ve yemek v.s. gibi masraflarını ödetiyor. Ama bunlar Amerika uğrunda olsun.!!. Yoksa Türkiye’nin ne nükleer santrali var, ne deneyi var, hatta böyle düşüncesi bile yok.. Öyleyse niye devlet halka Çiller’in masraflarını ödetiyor..! Çiller de çekinmeden Türkiye’nin, Amerika’nın uşağı ve hizmetçisi ve hatta kölesi olduğunu açık açık belirtiyor. Refah Partisi hakkında Amerika’yı mutmain kılıyor. Aynı gazeteye şöyle diyor: “Hükümetin laik çizgisinden uzaklaşması söz konusu değildir. Bir rahatsızlık yok.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin İslâm’dan ne kadar uzak olduğu, Amerika’ya ve küfre ne kadar bağlı olduğu görülüyor. Oysa ki İslâm; İslâm Devleti’nin, düşmanı korkutacak bir silaha sahip olmasını farz kılmaktadır. (Bak. Enfal: 60) Bugün düşmanı korkutacak silah ancak nükleer silahtır. Onun için ona malik olmak farzdır. Amerika bu silaha malik olduktan, en yüksek şekilde geliştirdikten ve çok atom bombası, nükleer başlıklı füzeler ve diğer korkunç silaha sahip olduktan sonra diğer devletlerin bunlara sahip olmalarını ve sahip olan devletlerinde deneylerle bunu geliştirmelerini ve vardıkları noktayı aşmamalarını temin etmek için dünya devletlerini BM’lere çağırıp Nükleer Deneme yapmamak için onlara imza attırıyor.

 

BU BAŞBAKAN HIRİSTİYANLARA MI HİZMET EDİYOR?!

3-9-’96’da İtalya başbakanı Romano Prode Türkiye’yi ziyaret edip Türkiye başbakanı Erbakan’la görüşürken dinler arasındaki ilişkilere değindi. Erbakan, bu görüşmede alınan en önemli kararı şöyle belirtmiştir: “Dünya barışı açısından hıristiyanlık ile İslâm işbirliğinin geliştirilmesi için çaba harcayacağız. Sayın Prodi, Vatikan nezdinde hıristiyan ve İslâm dini liderlerinin bir araya gelmesi için elinden gelen çabayı gösterecek.”

Bu sözler İslâm’a aykırı olup çok tehlikelidir. Çünkü hıristiyanlık batıl bir dindir. Küfürdür.. İslâm dininin kardeşi nasıl olur ve onunla nasıl işbirliği yapılır?! Oysa İslâm hak dindir. Allah’ın dinidir.

“Şüphesiz ki Allah indinde kabul edilen din yalnız İslâm’dır.” (Ali İmran: 19)

Hıristiyanlığın batıl ve kâfir bir din olduğunu gösteren pek çok ayet vardır. Günümüzdeki bu hıristiyanlık, İsa (a.s)’ın dini değildir. İsa (a.s) dini değiştirilip tahrif edilerek batıl din olan bu hıristiyanlık ortaya çıkartılmıştır. Bu batıl dinin temeli teslis (üçlük)tür. Yani Allah, oğul ve Ruhulkudüs’tür. İsa’yı Allah’ın oğlu sayarak kâfir oldular. Gerçek İncil yoktur. Böylece sahte İnciller yazdılar. Bütün bunları bizlere Kur’an-ı Kerim belirtti. Aynı anda hıristiyanlar ve yahudilerin hiç birinin müslümanlardan razı olmayacaklarını bildiriyor. (Bak. Bakara: 120) Ve onlarla işbirliği yapmayı yasaklamıştır. (Bak. Maide: 51) Onlar İslâm’a boyun eğerek ve cizye verinceye kadar onlarla savaşmayı emretti. (Bak. Tevbe: 29) Buna rağmen batıl hıristiyan diniyle Hak dini olan İslâm’ı kardeş yapmak istiyor ve aynı zamanda onunla işbirliği yapmak da istiyor, bu Türkiye başbakanı?!.. Halbuki kendini müslüman olarak sayan kimse, Kur’an-ı Kerim’de açıklanan Rasulullah’ın edindiği tutumu edinecektir. Onların hıristiyanlığı terk edip İslâm’a girmelerine davet edecektir.

Şu var ki; hıristiyanların ve özellikle Vatikan’ın gayesi hıristiyanlık İslâm işbirliği, diyalog ve kardeşliği yapmaktır. Onların amacı, İslâm davetini durdurup İslâm’ı hıristiyanlık derecesine düşürmektir.

 

AMERİKA’NIN IRAK ÜZERİNE ENTRİKASI

Kuzey Irak’ta Mesut Barzani, yönetimin desteğiyle Talabani’ye karşı raundu kazanınca Ankara’ya çağrılmıştı. Dışişleri bakanı Çiller ile görüştükten sonra Kürt Devleti’ni kurmak istemediği ve bir devletin kurulmasının imkânsız olduğuna dair demeçler verdi. Ankara’da ABD dışişleri bakanı yardımcısı Robert Peletreau ile görüştü. Peletreau Amerika’ya dönünce, “Amerikan yönetimi, Kürtleri korumakla mükellef değildir. Çünkü onlar Saddam’dan yardım aldılar” diye demeç verdi. Peletreau’nun amacı, Kürtleri Amerika’ya boyun eğdirmektir. Sanki şöyle diyor: Eğer Bağdat’la anlaşmayı terk etmezseniz ve Amerika’ya boyun eğmezseniz, artık size yardım etmeyeceğiz. CIA başkanı John Deutch şöyle açıkladı: “Bölgede Amerikan askerî varlığı ve Irak’a ambargonun devamı Saddam’a egemen olmak için temel hususlardır.”

Öte yandan Amerika güçlerini Güney Irak’a yönelik Kuveyt’te yığmış ve Kuzey Irak’a yönelik o taraflara hiç bir takviye göndermemiştir. ABD Savunma Bakanı W. Perry bölgede bir kaç ülkeyi ziyaret ettikten sonra şöyle dedi: “Suudi Arabistan ve Türkiye’deki güçlerimizi oralardan Saddam’a karşı harekete geçirmek için hiç talepte bulunmadık. Talepte bulunsaydık, talebimize gecikmeden icabet ederlerdi.” Çünkü Körfez Savaşında ve ondan sonra hep bu ülkeler Amerika’nın istediğini yerine getirmişler. Ama bugün niçin Amerika onlardan bir şey istemedi?! Çünkü Güney Irak’a doğru yöneldi. Bu nedenle Saddam, Kuzey Irak’a doğru güçlerini gönderip Talabani’ye karşı Barzani’ye yardım edince, Amerika füzelerini Güney Irak’ın askerî hedeflerine yöneltip isabet etti. Bunun manası, Amerika Güney Irak’ı bölmekle meşgul olmaktadır. Ayrıca Clinton, Saddam’ı devirmenin Amerika’nın hedefi olmadığını açıklamıştır. Kuzey değil de Güney Irak’ı bombalayınca, Clinton ve diğer Amerikan yetkilileri, bu işin Amerikan çıkarlarını temin etmek için olduğunu bildirdiler.

Şu var ki; Amerika, Güney Irak’a yönelince, Amerika ajanları bile Amerika’nın hedefinin Irak’ı taksim etmek olduğunu bildirdiler. Bir çok Arap yetkili, Amerika’nın hedefinin bu olduğunun anlaşıldığını açıkladılar. Bunlar Irak’a karşı Amerika ile işbirliği yaparak savaştılar ve onun nüfuzunun yerleşmesine yardımcı oldular. Fakat geç olsa da onu fark ettiyse niye Amerika’dan ayrılmıyorlar ve kopmuyorlar?!

Biz diyoruz ki; bunlar hiç samimi değiller. Eğer Amerika’nın hedefini bilseler de ondan kopmazlar. Bundan dolayı Amerika’yı, İngiltere’yi ve Fransa’yı bölgeden kovabilen tek güç vardır ki o da İslâm ümmetidir. Bu ümmet, bu büyük sömürgeci devletlerine ve ajanları olan yöneticilere karşı ciddî bir şekilde hareket ederse, bu sömürgeci güçlerin nüfuzu kalmaz ve İslâm ümmeti vahdete doğru yönelir. Çünkü onu parçalayan bu sömürgeci güçler ve onların yaydıkları milliyetçi ve vatancı fikirlerdir.

Öte yandan Amerika, belki Çekiç Güç’ün ikâmetini üç ay sonra bitince Türkiye yöneticilerinden bir talepte bulunmayabilir. Çünkü iki büyük parti anlaşamayınca ve Saddam’la anlaşınca, o Güç’e ihtiyaç kalmaz. Ve ondan vazgeçer. Nitekim ABD, Kuveyt’te Çekiç Güç oluşturabileceğine dair yetkililerince demeçler verildi.

 

AFGANİSTAN’IN PARÇALANMASI KORKUSU VAR

27-9-’96’da Taliban (Talebelerin) hareketinin Kabil’i işgal ettiği, Afganistan cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani, başbakan Hikmetyar ve diğer sorumluların nereye kaçtıkları belli değildir. Ancak Rabbani’nin, halkın Taliban’a direnmesine davet ettiği açıklanmıştır. Taliban, Kabil’e egemen olunca diğer liderler; kabile yerlerine kaçmışlarsa ve Rabbani’nin dediği gibi direniş göstereceklerse, bu demektir ki Afganistan’ın iç savaşının duracağına dair bir işaret bulunmadığına dalâlet eder. Kabil’in Taliban’ın eline düşmesinden bir gün evvel Rabbani, BM’lerine ait Güvenlik Konseyi’nin, müdahale edip savaşı durdurması için çağrıda bulundu. Amerika bu hususta fazla bir hareket yapmadı. Pakistan ise, zımmen Taliban’ın yeni yönetimini tanımıştır. BM’lerdeki Pakistan temsilcisi şöyle açıkladı: “1994’ten beri Rabbani’nin yönetimi yasallığını kaybetmiştir. Afganistan’da Pakistan’lı görevlileri yoktur.” Şunu hatırlatmak istiyoruz: Taliban örgütü 1994’te Ekim ayında tesis edilmiştir. Pakistan tarafından kurulduğu ve güçlendirildiğine dair çok işaretler bulunmaktadır. Onun başkanı Muhammed Ömer adlı kişidir. Yaşı ise 48’dir. Pakistan Paşaver kentinde bir okuldu fıkıh okumuştur. Taliban hareketinin bir meclisi vardır ki 1000 kişiden oluşmaktadır. Bu meclisin adı ise “Dinî Meclis”tir. Afgan dilinde ise “Eddini Cirkah”tır. Bu üyelerin hepsi fıkıh tedrisatı görmüşler. Bu üç sene içinde ancak iki defa toplanmışlar. Bu meclisin naibi başka bir meclis de vardır ki onun adı da “Fetva Meclisi”dir. Muhammed Ömer, bu iki meclisin başkanlığını yapıyor ve bu nedenle de ona “Emirel mü’minin” olarak adlandırılmaktadır.

Taliban hareketi; ilk icraatını Rusya uşağı olan Afganistan’ın eski cumhurbaşkanı Necibullah’ı ve kardeşini idam etmekle başladı. Bunlar, Rusya’nın Afganistan’dan çıkmasından sonra Kabil’deki BM’lerin merkezinde sığınmakta idiler. Ayrıca Taliban hareketi, kadınların şerî elbiseleri giymelerini emretmektedir. İçki içene ölüm cezası verileceğini ve cesedinin ortada üç gün teşhir edilip bırakılacaktır. Afganistan’ın eski kralı Zahir Şah’ı tekrar yönetim başına geçirmek için çağıracakları haberler arasındadır. Özbek lideri Abdurreşid Dostum’u anlaşmaya çağırdıkları haberleri çıktı. Rabbani, Hikmetyar ve Ahmed Şah Mesud’u şeriat usullerince yargılancağı bildirildi.

Rabbani, Hikmetyar ve Mesud’un halkları ve güçleri bulunmaktadır. Bunların direnecekleri bellidir. Peki herkes halklarını bulunduğu bölgede devam ederse Afganistan’daki bu üç kavganın devam edeceği gibi bu bölünmelerine de sebep olabilir. Eğer Taliban eski kralı getirirse, Afganistan’ı birleştirmek için bir deneme olduğu görülür. Belki de başarılı olmayabilir. Eski liderler kolay kolay temizlenemeyecektir. Böylelikle Afganistan’ın şu dört bölgeye bölüneceğine dair işaretler bulunmaktadır.

Birincisi; Başton bölgesi, İkincisi; Bamyan bölgesi ve bu bölgede Şiiler çoğunluk oluşturmaktadır ve onların da ayrı örgütleri bulunmaktadır ve aynı zamanda İran’la daha fazla anlaşıyorlar, Üçüncüsü; Özbeklerin bölgesi, dördüncüsü ise; Taciklerin bölgesidir. Özbeklerin bölgesinde eski komünist General Dostum mevcuttur. Hikmetyar, Daştun’lardandır. Mesud ise Taciklerdendir. Pakistan ve İran’ın oralarda etkileri vardır. Fakat Amerika orayı terk etmiş değildir. Taliban hareketinin temsilcileriyle temasları olmuştur. Eskiden, Rusya’ya karşı cihad döneminde cihadın liderleriyle temas ettiği gibi. Hatta Arap rejimlerine karşı mücadele etmek için eğitim gören kimseleri tasfiye ettiği söyleniyor. Bu ise Amerika’nın bir isteği olduğu bildirilmektedir. Ama Taliban hareketi İslâm’ın tüm ahkâmını uygulayacağını söylüyor. Acaba bu doğru mudur? İnşaallahe doğrudur ve samimi olurlar. Aynı anda Afganistan’ın bölünmesini engellerler ve diğer müslüman memleketleri birleştirmek için çalışırlar. Gelecek günler bunu daha fazla aydınlığa kavuşturacaktır. Fakat Amerika’nın amacı, Afganistan’ı bölmektir. Bu bölme hastalığı komşu olan Pakistan, Hindistan, Orta Asya ve hatta Çin’de yayılmaktadır. Müslümanlar bu oyuna gelmemek için İslâm üzerine birleşmek ve İslâm’ı uygulamak için çalışsınlar. Yoksa kan akıtılması ve bölünmeye devam eder. Zarar gören sadece kendileri olur ve kazananlar ise kâfir sömürgeci güçler olur.

TÜRKİYE’YE ŞERİAT GELMEZ MİŞ!!

Türkiye cumhuriyeti başbakanı Erbakan, Alman gazetecilerine verdiği şu demeci basında çıktı: “Türkiye’de rejim ve devlet temelleri çok güçlü. Anayasa mükemmel, ülkeye şeriat gelmez.”

Erbakan 17-9-96’da kendisini ziyaret eden Almanya ekonomik işbirliği ve kalkınma bakanı Carl Dieter Spranger’la birlikte gelen Alman gazetecilerin sorularına cevap verirken bu sözleri söylediği açıklanmıştır. Alman gazeteciler ona “Türkiye şeriata doğru mu gidiyor?” diye sorunca, o cevabı vermiştir. Erbakan, Anayasanın demokrasi ve insan haklarına dayandığından dolayı her açıdan mükemmel olduğunu açıklamıştır.

Bu adama bir çok müslüman güvendi. Zannettiler ki, bu adam şeriatı getirecektir. Hep “Anayasayı değiştirelim” diyordu. Şimdi ise, anayasanın mükemmel olduğunu açıklıyor. Diğer hususlarda da kendisine güvenen müslümanları nasıl aldatmış ise bu hususta da aldatmış oldu. Bu nedenle bir çok müslümanın ona olan güvenini sarstı. Artık müslümanlar kimseye güvenmeyeceklerini söylüyorlar. Gerçekten Erbakan gibi aldatıcı insanlar, samimi olan İslâmî teşkilatlara zarar getirirler. Çünkü müslümanların samimi hareketlere güvenmeleri zor olur.

 

FİLİSTİN’DEKİ OLAYLARIN ARDINDAN

25-9-96’da Kudüs’te bir tünel yüzünden İsrail’e karşı yapılan olayların çıktığı duyurulmuştur. Üç gün içerisinde en az 80 filistinli öldürüldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, 11 yahudinin de öldürüldüğü ve elliden fazla kişinin de yaralandığı açıklanmıştır. İsrail başbakanı Natenyahu ise, bu tüneli kapatmaya hiç yanaşmadı. Mısır ve bir çok Arap ülkesi İsrail’e karşı çıkanları desteklerken Ürdün devleti bunu desteklemedi. Amerika’nın tutumu ise zımmen İsrail’in davranışına karşıdır. Aslında bu tünel bir bahanedir. Çünkü eski İsrail hükümetleri döneminde de vardı. Fakat Filistin Özerklik otoritesi, Natenyahu hükümetinin barış anlaşmasına uyması için bu olayları çıkarttı. Bu Özerklik otoritenin bazı üyeleri olaylara katıldı ve yaralandılar. Fakat halkın duygusal hareketiyle olaylar uzadı. Üç gün sonra Özerklik otoritesi, Filistinlilerin bu olayları durdurması için çağrıda bulundu. Çünkü Natenyahu, Arafat’la görüşmek istedi. Bu olaylar, Filistin’i kurtarmak veya intifadayı başlatmak için değil, Natenyahu’nun barış anlaşmasına uymasını sağlamak içindir. Hatta Mısır başbakanı Hüsnü Mübarek iki aydır bu olayların çıkacağına dair Natenyahu’ya tehditler yağdırıyordu. Bu nedenle bu olaylar sünîdir, bundan amaç cihad yapıp da Filistin’i kurtarmak değildir, bilâkis İsrail’le barışı sağlamaktır. Amerikan ajanları bu olayları destekledi. Çünkü Amerika İsrail’in barış anlaşmasını kabul etmesini istiyor. Bu olunca bölgeye egemen olur. İsrail Golan tepelerinden geri çekilince onun yerine geçerek üs kuracaktır.

Öldürülen Filistinlilerin niyeti ise Allah uğrunda cihad ise şehit olurlar. Nitekim bu olaylara katılanların çoğu hissî olarak katılıyorlar. Arafat ve otoritesinin hedefini pek düşünmezler ve Amerika ve ajanlarının entrikalarını da pek kavramazlar.

Gerçek ve samimi hareket istiyoruz. Yahudilerle barışı sağlamlaştırmak için değil, yahudileri kökten sökmek için cihadî hareket istiyoruz. Amerika’nın entrikasına uyup çıkarlarını ve egemenliğini sağlayacak hareket değil, Amerika’nın nüfuzuna ve egemenliğine son verecek ve İslâm hakimiyetini sağlayacak hareket istiyoruz.

 

CUMHURBAŞKANI HEM KÜFRÜ SAVUNUR HEM DE YALAN SÖYLER

Türkiye cumhurbaşkanı Demirel, durmadan ve her münasebette küfrü savunmaya çalışır. 29-9-96’da Çorum’da konuşma yaparken laiklikten söz ederek şöyle söyledi: “Laiklik nimettir.” Ve şöyle ekledi: “Laiklik, Türkiye’deki farklı inançları koruyan bir olaydır. Hangi inanca sahip olursanız olun bu inançları yerine getirmek ancak laiklik sayesinde mümkündür.”

Laiklik, Fransa’dan Türkiye’ye ithal edilmiştir. Fransızcada manası dinsizliktir. Devlet laik olunca, dinsiz olur. Yani bir dine dayanmaz ve bir dini uygulamaz. Başka ifadeyle; dini hayattan, devletten ve siyasetten ayırmaktır. Bu ise küfürdür, inkârcılıktır. İslâm Dini’ni hayattan, devletten ve siyasetten ayırdılar. Artık Türkiye devleti İslâm’a dayanmaz ve şeriatı uygulamaz oldu. Öyle olunca nasıl laiklik bir nimet olur?! Laiklik şerdir, şerrin kaynağı ve büyüğüdür. Bütün musibetler ondan kaynaklanır. Nimet ise sadece İslâm’dır, İslâm hayırdır ve hayrın kaynağı ve büyüğüdür. Ayrıca cumhurbaşkanı hakikatı saptırdığı ve küfrü savunduğu gibi yalan da söylüyor. İslâm inancına sahip olanlar laiklik sayesinde inançlarını yerine getiremezler. İslâm inancı kadının başörtü giymesini gerektirir. Laiklik ise bunu yasaklıyor. İslâm inancı, yönetimin Hilâfet sistemi olmasını, iktisadın İslâmî olmasını, evliliğin medenî olmayıp şerî olmasını, dış siyasetin İslâm davetini yüklenme üzerine kurulu olmasını, harp siyasetinin de cihada dayalı olup Allah’ın sözünü ilâ (yüceltmek) etmeyi gerektirir. Laiklik bütün bunları yasaklar ve engeller. Bu nedenle Türkiye anayasası ve kanunları küfür olmuştur. İslâm inancı, hem ferdin hayatıyla hem toplumun ilişkileriyle hem de devletin iç ve dış siyasetiyle ilgili hükümleri kapsar. Diğer insanları (gayri müslimleri) inanmaya zorlamaz, ancak onların üzerine İslâm nimetini uygular. Bu nimetten yararlanırlar ve laiklik şerrinden korunurlar.

 

ONLARIN CASUSU OLMAK HARAM OLDUĞU GİBİ UTANÇ VERİCİ BİR ŞEYDİR

Hem onun hesabına çalışmak hem bunları kurtarıp Amerika’ya yollamak.!! Kuzey Irak halkından CIA hesabına çalışan bir grup insan mahsur kaldılar ve Türkiye de onları kabul etti ve onları Amerika’ya gitmelerini sağladı. Saddam, ne kadar cani ve zalim ise ona karşı çıkmak için CIA ajanı olmak da büyük bir cinayet ve zulümdür. Çünkü kâfirler hesabına çalışmak ve onlarla işbirliği yapmak büyük bir haramdır. Onların casusu olmak haram olduğu kadar utanç verici bir şeydir. İslâm böyle casuslara ağır ceza indirir. Fakat Amerika hesabına çalışan Türkiye Cumhuriyeti onları kurtarır ve düşman olan Amerika’ya gitmelerini sağlamaktadır. Böylelikle Türkiye hükümeti bu ihanete ortak oldu. Çünkü onlara himaye sağlamıştır. Bu olay Türkiye cumhuriyetinin Amerika’ya ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir. Çiller’in dediği gibi, Türkiye Amerika’nın her istediğini yerine getirmiştir. Hem de Türkiye kendi zararına kendini satmaktadır. Irak’a konulan Amerikan ambargosu yüzünden onlarca milyar Dolar zarar görmüştür. Erbakan, “Biz petrol hattını açtırdık” demekle yalan söylemiştir. Hani nerede açtırdığı?! Amerika, açtırmak için karar almıştı fakat Kuzey Irak’ta olaylar meydana gelince, Amerika bu kararı askıya aldı. Türkiye cumhuriyeti ve hükümeti her zaman için Amerika’nın rahmetini beklemektedir. Amerika müsaade verdi mi bunu kendilerine mal ederler ve böylelikle kendilerini kahraman ilân ederler.

 

Sayı 92...1417-C.EVVEL...1996-Ekim...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder