Son asırlarda özellikle de günümüzde müslümanlar arasında
siyasetten tiksindirici ve uzaklaştırıcı çeşitli telkinler
yaygınlaştırılıyor. Şöyle ki :
√ Din ayrı siyaset ayrı olmalı. Çünkü dinin
sabit değişmeyen kuralları ile her zaman değişken olan
siyasi olaylar tanzim edilemez. onun için din siyasete esas teşkil
etmemeli, aksi halde dünyanın gidişatından geri kalınır.
√ Siyasetin değişkenliği ve kaypaklığından
dolayı, siyasetle meşgul olmak kişiyi de kaypak, iki yüzlü,
sahtekâr kılar. onun için iyi bir müslüman siyasetten uzak
durmalı.
√ Aziz dinimizi siyasetin pisliklerine
bulaştırmamalıyız.
√ Siyaset dinde ayrıntılardandır ve dindeki yeri
% 5’ler civarındadır. O da önemli değildir. İslâm dini
siyasi değil sadece ruhani, ferdi bir dindir.
√ Şeytandan ve siyasetten Allah’a
sığınmalıyız.
√ Önemli olan Allah’a kulluk yapmaktır.
Siyasetle iştigal kişiyi Allah’a kulluktan alıkoyar.
√ İslâmî bir kitlenin kâfirlerin siyasi işlerini,
manevralarını takip etmesi abesle iştigal olur. Elin kâfirinden
bize ne, nasıl olsa hak gelince batıl zail olur. Bizim dahili
ve harici siyaseti takip etmemiz, tahliller yapmamız,
konuşmamız abesle iştigal olur.
√ İslâm’ı yaşarsak devlet nasıl olsa gelir.
Önce kendimizi kurtaralım. Devleti yüreğimizde kuralım...
Siyasetle meşgul olmaya gerek yok.
İşte bu ve benzeri sözleri içinde yaşadığımız,
toplumda sık sık duyarız ve böyle düşünen insanlarla karşılaşırız.
Şu iyi bilinmeli ki böylesi telkinler ve fikirler güdümlü
fikirlerdir. Kasıtlı olarak müslümanlar arasında
yaygınlaştırılmaktadır ki müslümanlar kendi yaşantılarındaki,
ülkelerinde ve çevrelerindeki siyasi manevraları göremesinler,
kâfirlerin güdümünde kalmaya mahkum olsunlar.
Bu yazıyla siyasetin tanımını, İslâmî açıdan
önemini ve gerekliliğini, siyasi çalışmanın da anlamını
ve önemini açıklamaya çalışacağız.
SİYASETİN TANIMI
Arapça bir kelime olan siyaset ıstılahta; belirli bir
fikirle insanların ülke içi ve dışı ile ilgili işlerini gütmeye
(yönetmeye) denir. Bu iş, devlet ve ümmet tarafından
yapılır. Devlet ve yöneticiler bu işi yönetici olarak,
ümmet de takipçi, muhasebeci, nasihat edici olarak yürütür.
Bu tanım genel tanımdır. Siyasetin vakıasını ortaya
koyar. Bu tanım “siyaset” kelimesinin lügattaki manasına
da uygun düşmektedir. Nitekim Lisanul Arap’da siyaset
kelimesi; insanların işlerinin yönetimini üstlenmek anlamında
geçmektedir. Kamus El-Muhit'de de;
“Tebaaya emrettim ve nehyettim” demektir. Siyaset
kelimesinin lügattaki ve ıstılahtaki bu manası şer’i
nasslarda da aynı şekilde geçmiştir. Nitekim bir hadisi
şerifte Rasul SAV şöyle demiştir :
“İsrail oğullarını peygamberler siyase
ediyorlardı (yönetiyorlardı) Bir Nebî öldüğünde onu bir
başka Nebî takip ediyordu. Benden sonra Nebî yoktur. Birçok
Halifeler olacaktır.” (Buhari Enbiya 50, Müslim İmarat H.
No: 1842)
Yani Rasulullah S.A.V.’den sonra müslümanları Halifeler
yönetecektir.
Siyasetin tanımının ve vakıasının bu olduğunu gördükten
sonra bu vakıa hakkında İslâm’ın bakışını ortaya
koymaya çalışalım. Bu hususta ayet ve hadislere
bakıldığında İslâm’da siyasetin ne kadar önemli olduğu
ortaya çıkar. İslâm’ın ona nasıl teşvik ettiğini ve
bir yükümlülük olarak müslümanlara yüklediğini görürüz.
Zira müslümanların maslahatlarına önem vermekle,
yöneticilerin işleri ile ve yöneticileri muhasebe etmekle kısaca
siyasetle ilgili bir çok nass vardır. Bu nassların bir
kısmını siyasetin yürütülüş şeklini ortaya koyarak göstermeye
çalışacağız.
Siyaset:
1- Yöneticiler tarafından insanların işlerinin
tanzimi yani, yönetim ile
2- Tebaa tarafından yönetimi denetleme ve muhasebe ile
A-) Dahili siyaset B-) Harici siyaset
olarak yürütülür.
A-) Dahili siyasette; müslümanlardan talep edilen,
Allah’ın indirdikleri ile yönetmek ve yönetilmektir, Allah’ın
indirdiklerine göre de muhasebe etmektir. İşte Allahu Tealâ’nın
bu talebini ifade eden nasslardan bir kaçı şunlardır :
1- Yönetimle ilgili nasslar :
“Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet
(Yönet) Hak’tan sana gelenden sapıp da onların arzularına
uyma.” (Maide. 48)
“Allah’ın indirdiği ile yönetmeyenler, işte
onlar kâfirlerdir... Zalimlerdir... Fasıklardır.”
(Maide. 44,45, 47)
“İnsanlar arasında hükmettiğinizde (yönettiğinizde)
adaletle yönetin” (Nisa. 58)
“Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan
ihtilaflarda, seni (şeriatı) hakem kılmadıkça, sonra senin
(şeriatın) hükmünden dolayı içlerinde bir sıkıntı
duymadan ona tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar” (Nisa. 65)
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman
ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Zira onlar inkâr
etmekle emrolundukları halde tağutla yönetilmek
istemektedirler şeytan ise onları uzak bir sapıklıkla
saptırmak istiyor” (Nisa 60)
Bu ayetlere göre Allah’ın indirmediği sistem ve hükümlerle
yönetime talip olmak şeytanın güdüm alanına girerek
sapıtmak ve iman iddiasını boşa çıkarmak oluyor. İşte
asıl kendisinden Allah’a sığınılacak husus budur.
Demokrasi, cumhuriyet, kapitalizm, sosyalizm gibi çağdaş
tağuti sistemlerin siyasetinin yürütücüsü olmaktan Allah’a
sığınmak gerekir.
“Yaksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim
mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükümranlığı
(yönetim sistemi) Allah’tan daha güzel kim vardır?”
(Maide 50)
Siyasetin yönetim bölümünde Allah müslümanlara Allah’ın
indirdiği ile yönetmeyi bu ve benzeri bir çok nass ile
emretmişken bu emirleri yerine getirmeden Allah’a kulluk
nasıl olur ?!..
2- Muhasebe hususuna gelince :
Hem fert hem de bir parti ile muhasebeyi Allah müslümanlardan
talep etmiştir şöyle ki:
“İleride birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır.
Tanıyacaksınız ve inkâr edeceksiniz. Kim tanırsa beri olur.
Kim inkâr ederse kurtulmuş olur. Fakat kim razı olursa ve
tabi olursa...” Dediler ki onlarla savaşalım mı? Dedi ki”
Namaz kıldıkları (İslâm’ı uyguladıkları) müddetçe
hayır.” (Müslim H. No: 1854)
Allah’ın Resulu (SAV) burada yöneticilere karşı kör ve
sağır olmayı değil onları takip edip tanımayı ve
yaptıkları münkerlere karşı çıkmayı kurtuluşun yolu
olarak göstermiştir. Yöneticileri takip etmeyenler onları
tanıyamaz ve onlardan hasıl olan şerlerden de ne beri olur ne
de kurtulur. Körü körüne onlara tabi olur da dünya ve
ahirette hüsrana düşer.
Ayrıca Allahu Teala marufu yani Allah’ın rızasına uygun
hususları emredip münkeri yani Allah’ın rızasına uygun
olmayan şeyleri nehy etmeyi mü’minlerin bir sıfatı
olmasını taleb etmektedir. Marufu emretmek ve münkerden
nehyetmek siyasi bir iştir. Çünkü marufun da münkerin de başı
yönetimdir. Yönetim bozuk olursa toplum fasid yani bozuk ve
kirli olur. Çünkü yönetim toplumun yapısını teşkil eder,
sosyal ilişkileri tanzim eder. Bu tanzimdeki çarpıklık
toplumda çarpık ,bozuk, kötü, dengesiz ilişkileri
beraberinde de zulüm, dolandırıcılık ve yolsuzlukları
getirir. Bu da yönetime ve yöneticilere yönelik marufu
emretmenin ve münkerden nehyetmenin önemini ortaya koymaktadır.
İşte Allahu Teala bu önemli siyasi işi müslümanların
vasfı olarak zikrederek onlardan kesin bir şekilde taleb
etmiştir.
“Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velisidirler
(dost, yardımcı ve koruyucusudurlar) marufu emrederler, münkerden
nehyederler.” (Tevbe-71)
“Yeryüzünde onları yerleştirdiğimizde (iktidar
sahibi kıldığımızda) onlar namaz kılarlar, zekat verirler,
marufu emrederler ve münkeri nehyederler...” (Hacc-41)
Bu ayet de müslümanlardan devlet ve ümmet olarak marufu
emretmeyi ve münkerden nehyetmeyi taleb etmektedir.
“Nefsimi elinde bulundurana yemin ederim ki siz ya iyiliği
emreder münkerden nehyedersiniz ya da Allah katından hemen
size bir azap gönderir sonra da siz dua edersiniz de duanız hiç
kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten 9)
“Şüphesiz ki Allah hiçbir zaman bir kısım (özel)
insanların işledikleri kötülükler yüzünden bütün
insanlara azap etmez. Ne zaman ki aralarında kötülüklerin
yapıldığını görürler de güçleri yettiği halde o kötülüklere
karşı çıkmazlar ya da ortadan kaldırmazlarsa işte o zaman
Allah’ın azabı hem günahları işleyenleri hem de bu günahlara
karşı çıkmayanları bütün insanları kapsar.” (Ahmed
İbni Hanbel)
Toplumdaki özel kimseler, yöneticiler toplumu etkileyen
liderlerdir. Onları takip etmeyen ve onlardan hasıl olan münkerlere
karşı duyarsız ve tepkisiz olan insanlar onların
işledikleri cürümden dolayı Allah’ın göndereceği çeşitli
azablardan kurtulamazlar. Kurtulmaları için o yöneticileri ve
liderleri denetleyip icraatlarını takib etmeleri ve
yanlışlarına tepki göstermeleri gerekir. Bu da siyasetle iştigal
değil de nedir? Bir başka hadiste de Resul (SAS) şöyle
buyurdu :
“Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin (küçük düşürmesin).
Yanındakiler: Ey Allah’ın Rasulü, bizden birisi kendisini
nasıl tahkir eder? diye sordular. o da şöyle dedi: Bir kimse
öyle bir şey görür ki onunla ilgili bir şey söylemesi
Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o bu hususta
konuşmaz (yani insanlardan çekinip konuşmamakla kendisini
tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allahu Teala da kıyamet günü
ona: Şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin,
söylemene engel olan neydi? diye hesaba çeker. Adam; konuşmamı,
insanlardan korkmamı engelledi der. Allahu Teala da: “Sen
(insanlardan değil) önce benden korkmalıydın der.” (Kütub-u
sitte terc. cilt. 17 s. 538)
Bu hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere gördüklerine
karşı duyarsız ya da tepkisiz olmak yasaklanmaktadır.Özellikle
de yönetim ve yöneticilere karşı kör, sağır ve tepkisiz
olmak kesinlikle yasaklanmaktadır. Zira Allah’ın Rasulü
(SAV) şöyle buyurmaktadır :
“Cihadın en üstünü zalim sultan (otorite) karşısında
hak sözü söylemektir.”
“Şehitlerin efendisi Hamza ve zalim bir imama karşı hak
söz söyleyip nasihat eden ve bu hareketinden dolayı
öldürülen kimsedir.”
“Kimin, asıl önem verdiği husus Allah’tan başkası
olmuş ise Allah’la alakası kesiktir. Kim de müslümanlara
(maslahatlarına) önem vermezse onlardan değildir.”
Müslümanlara ihtimam vermek onların maslahatlarını
haklarını savunmak ve onların takipçisi olmaktır, yani
siyasettir. Allah ve Rasulü’nün, siyasetin muhasebe ile
ilgili bu taleplerini ve şiddetli teşviklerini göz ve kulak
ardı ederek Allah'a kulluk hasıl olur mu ?
B-) Dış siyasete gelince; Dış siyasetin
manası devletler arası ilişkilerdir. Bunu takib etmek ve
ondan haberdar olmak da; Allahu Teala’nın müslümanlara
yüklediği risaleti aleme taşımak, fitne, fesad ve zulmü
ortadan kaldırmak ve Allah’ın dinini bütün dinler üzerine
yani yeryüzünün tamamına hakim kılmak vazifesinin yerine
getirilmesi için çok önemli bir şarttır.
Allahu Teala, İslam Ümmeti'ni risalet ve cihad ümmeti kılmış,insanlığa
risaleti götürmek onları zulüm ve zulumattan, sapıklıktan,
kula kulluktan kurtarmak için çalışmakla sorumlu
kılmıştır.Onun yolu olan cihadı da farz kılmıştır. Şöyle
ki:
“Böylece sizi insanlar üzerine şahitler olmanız, Rasül
de size şahit olması için seçkin bir ümmet kıldık.”
(Bakara-143)
“Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı
ümmetsiniz.Marufu emreder münkerden nehyedersiniz.” (Ali
İmran-110)
“O müşrikler hoşlanmasa da (kendi) dinini bütün
dinlere hakim kılmak için Rasülü’nü hidayet ve hak din
ile gönderen O’dur.” (Tevbe-33)
“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya
kadar onlarla (kafirlerle savaşın” (Enfal-39)
İslam ümmetinin bu vazifesini yerine getirebilmesi için
dünyada neler olup bittiğinden haberdar olması, düşmanlarına
karşı uyanık olması gerekmez mi ? Yani dış siyasete
devletler arası siyasete vakıf olması gerekmez mi ? Bunlara vâkıf
olmayan hem düşmanlarından nasıl korunur hem de Allah’ın
üzerine yüklediği fitneyi, fesadı ortadan kaldırma yükümlülüğünü
nasıl yerine getirebilir ? İslam ümmetinin dış siyasete vâkıf
olmasının gerekliliği şu hususlarda açıkça ortaya çıkar
:
1- Düşmanlarını tanıması bakımından
2- Fitne-fesadı ortadan kaldırıp Allah’ın
dinini hakim kılmak için cihad yapmakla yükümlü olması
bakımından,
3- Müslümanların sadece kendilerini kalkındırmak
değil tüm insanlığı kalkındırmayı düşünmek ve o
azimle çalışmakla yükümlü olmaları bakımından.
a- Şu anda yeryüzü, müslümanların düşmanları
olan kafirlerin devletleri tarafından istila edilip ifsad
olmuştur. Kafirler devletlerinin imkanları ile sürekli
müslümanlara kin beslemekte kötülük düşünmekte ve düşmanlık
yapmaktadırlar. Müslümanların mallarını çalmak,
ülkelerini sömürmek, onları İslâm'dan uzaklaştırmak ve
İslâm'ı tamamen ortadan kaldırmak için sürekli hileler,
tuzaklar kurmakla meşguller, planlar ve planlarını uygulamak
için çeşitli faaliyetler yapmaktalar. Bu ortamda, müslümanlar
o düşmanlara karşı nasıl gafil olurlar ? Düşmanına
karşı gafil olmayı telkin eden bir zihniyet asla İslâmî
zihniyet olamaz. Şu anda yeryüzündeki devletler mademki hep
küfür devletleridir, o halde müslümanların bu devletleri
özellikle de ABD İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletlerarası
siyasi durumu belirleyen büyük devletlerin vakıalarını
tanımaları, onların plan ve desiselerinden haberdar olmaları
onların aleyhimizde hazırladıkları tuzaklarına düşmemek için
farzdır. Çünkü "bir farzı yerine getirmek için
gerekli şeyler de farzdır".
Nitekim son dönemlerde müslümanlar bu farzı eda
etmedikleri için sürekli düşmanları olan kafirlerin
tuzaklarına düşmektedirler. Bu düşüşlerine halen
yaşanmakta olan şu üç örneği vermek istiyorum: Afganistan,
Bosna Hersek, Hizbullah.
Yıllarca Afganistan’da gasb, işgalci Rus kafirlerine
karşı savaşıldı, birçok müslüman öldürüldü. Nihayet
işgalci kafir Rus ordusu ülkeyi terk etti. Fakat siyasi ve
askeri netice yine müslümanların aleyhine oldu. Müslümanlar
İslâm açısından hiç bir müsbet netice elde etmediler.
Hatta birbirlerini öldürme noktasına geldiler... Bu vahim
neticeye neden geldiler ?... Çünkü dünyayı
tanımıyorlardı. Küfür devletlerinin planlarını göremiyorlardı.
Pakistan, Mısır, Suudi Arabistan, İran devletlerinin
vakıalarını ve bu devletleri siyasi tahakkümü altında
tutan ABD’nin vakıasını anlamıyorlardı. Dolayısı ile
onlardan gelen para akıl ve planları hemen aldılar ve
onların dümen suyuna girdiler.
Bosna Hersek'te de öyle oldu. Siyasi körlük ve
basiretsizlik müslümanları savaşın neticesinde kaybedenler
konumuna düşürdü. Evet Sırp saldırıları durmuştu. Fakat
varılan siyasi askeri netice tamamen müslümanlar açısından
fiyaskoydu. İpin ucu kafirlerin elindeydi. Kafirlerin
sınırlarını çizdiği Hırvat Bosna Federasyonunda küfür
anayasaları, kanunları nizamları uygulanacak, müslümanlar
da bu nizamlara boyun bükeceklerdi. Hatta savaş esnasında
savaşan mücahidler ülkeyi terk edip yine kafirlerin kuruverdiği
bir ordu müslümanları koruyacakmış (!) müslümanlar
gavurun ipi ile kuyuya inilemeyeceğini niye anlamıyorlar da
onların uzattığı ipleri yani planları kabulleniyorlar?.
Neden? Çünkü, siyasi uyanıklıktan ve basiretten yoksunlar.
Müslümanlar sadece ölmek için savaşmazlar. Savaşın
askeri, siyasi neticesini gözetmek ve gerçekleştirmek için
savaşırlar ki o netice düşmana galip gelip düşmanı kahr
etmek ve onu defedip kendi inancı doğrultusunda bir yaşama
ulaşmak ya da Allah’ın dinini hakim kılmaktır...
Afganistan’da ve Bosna da bu netice niçin gerçekleşmedi ?
En son Hizbullah’ın Güney Lübnan'da takındığı tutum.
İsrail’e niçin roket attı ve niçin roket atışlarını
durdurdu ? İşgalci pis yahudi ordusu işgal ettiği İslâm
topraklarını terk mi etti de roket atışlarını ve askeri
saldırılarını Hizbullah durdurdu? Maalesef öyle değil.
Şam da müslüman katili, kafirlerin sadık köpeği Hafız
Esad’ın masasında, ABD, Fransa, Rusya, İran dışişleri
bakanlarının görüşmeleri neticesinde ortaya konulan yahudi
ile barış ve karşılıklı saldırmazlık anlaşması
planını kabul ederek pis yahudi devleti ile anlaşmaları
neticesinde ateşi kesti... Hizbullah Allah için ölümü göze
almış binlerce askerine rağmen bu zelil rezil duruma niçin
düştü ?.. Gasbcı yahudi devleti ile anlaşmanın İslâm ve
müslümanlara ihanet olacağını niçin anlamıyorlar ?..
Çünkü siyasi uyanıklıktan ve basiretten yoksunlar. Onun için
de düşmanları olan kafirlerin oyuncağı olmak konumundan
kurtulamıyorlar... Suriye Devleti'nin İran Devleti'nin
samimiyetsizliğini niçin göremiyorlar. ABD'leri ile olan
alakasını niçin göremiyorlar... Bu siyasi basiretsizlik
neticesinde düşülen o rezil konum müslümanlara yakışır
mı?
İşte bu üç örnek bize, dış siyaseti devletlerarası
durumu ve bu durumu belirleyen büyük devletlerin ve bölge
devletlerinin konumlarını kavramanın ve ortama İslâm açısından
bakarak tavrımızı önceden belirlemenin yani siyasi uyanıklık
ve basiret üzere olmanın önemini daha canlı bir şekilde
ortaya koymaktadır.
b- Yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi
Allahu Tealâ İslâm ümmetini fitne ve fesadı ortadan
kaldırmak ve Hak Din olan İslâm'ı yeryüzünün tamamında
hakim kılmak için cihad yapmakla mükellef kılmıştır. Müslümanların
bakışını yeryüzünün tamamına yöneltmiştir. Bununla yükümlü
olan bir ümmet elbette ki fitne ve fesadın faillerini tanımak
zorundadır. Onların güçlerini planlarını ve faaliyetlerini
tanımak zorundadır. Bu da dış siyaseti takip etmeyi ve
siyasi uyanıklığa sahip olmayı gerekli kılmaktadır.
c- Allahu Teala yukarıda da belirtildiği gibi İslâm
ümmetini “insanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet”
“insanlığa şahid ümmet” kılmıştır. Bu vasıflara göre
İslam ümmetinin sorumluluğu evrenseldir. Allah bu ümmete bu
ağır sorumluluğu yüklemekle aynı zamanda onu yeryüzünde
“en seçkin,en üstün ümmet” konumuna getirmiştir. İşte
bu ulvi makam ve sorumluluk gereği müslümanlar sadece
kendilerini düşünmezler ve sadece kendileri için yaşamazlar...
Bundan dolayı bugün her ne kadar müslümanlar kendileri kalkınmak
zorunda olsalar da onların bakışı yine de alemin tamamına
insanlığın kurtuluşunadır.
Müslümanlar kalkınmak için uğraşacaklar fakat sadece
kendilerini kurtarmak için değil tüm dünyayı fitne ve
fesattan insanlığı da tağuti zulumat ve dalaletten kurtarıp
İslâm'ın nuruna, hidayet ve adaletine kavuşturmak için yani
tüm insanlığı kalkındırmak için bunu yapacaklar. Bu bakışı
bize hem yukarıda zikredilen nasslar kazandırıyor hem de
Rasul (SAV)’in sünneti kazandırıyor.
Bilindiği üzere Rasul (SAV) ve sahabeler daha İslâm'ın
ilk yıllarında Mekke döneminde dış siyasetle
ilgileniyorlardı. Müşriklerin liderleri aralarında Ebu Bekir’in
de olduğu bir grup müslümana Fars’lıların Rum’lara
galip geldiklerini, Rum’ların kitap ehli olmalarının
kendilerine bir üstünlük sağlamadığını, aynı şekilde müslümanların
da kendilerine Allah’tan kitap geliyor iddiası ile
üstünlük elde edemiyeceklerini söyleyerek müslümanlara
çattılar. Bunun üzerine müslümanlar Rasulullah (SAV)’in
yanına geldiklerinde Allahu Teala Rum suresinin 1-4 ayetlerini
indirip Rumların kısa zaman içinde galip geleceklerini, mü’minlerin
de müşriklere karşı zafer elde edeceklerini bildirdi.
Nitekim Rumlar 616 yılındaki yenilgilerinden 8 yıl sonra 624
yılında Fars’lıları yendiler. Müslümanlar da Bedir’de
müşrikleri yendiler. Bu olay, sahabelerin devletleri yokken
bile devletlerarası ilişkilere akideleri açısından takip
ettiklerini Allah ve Rasülü’nün de bunu teyid ettiğini
ortaya koymaktadır. Mekke’de henüz devletleri bile yokken
sahabelerin bu uğraşıları abesle iştigal miydi? Hayır
kesinlikle hayır. Bilakis dünyayı kurtarma sorumluluğunun
bilincindeki müslümanların akidelerinin ve
sorumluluklarının zorunlu kıldığı bir uğraşı idi. Zira
Rasul SAV daha Mekke’de iken çeşitli maddi sıkıntılar içindeki
bir avuç müslümana zamanın iki süper devletinin fethini
Allah’ın dininin hakimiyeti için hedef olarak gösteriyordu.
Kayser ve Kisra'nın hazinelerini vaad ediyordu. Bu vaad para
vadinden öte iki büyük ülkenin fethinin vaad edilmesiydi.
Bir başka örnek ise Medine’de Hendek gazvesinde İslâm
Devleti'nin ablukaya alındığı bir esnada korunmak maksadı
ile çeşitli sıkıntılar içerisinde hendek kazarken
Rasulullah (SAV)’in müslümanlara Rum, Fars ve Mısır
diyarlarının fethedileceğini müjdelemesiydi. Yani
müslümanlara sadece bu ablukadan nasıl kurtuluruz gibi bir
sıkıntıyla meşgul olmamalarını, gösterilen hedeflere nasıl
ulaşacaklarını düşünmelerini onlara telkin ediyordu.
İşte bütün bunlar müslümanların bugün dahi dünyayı ve
tüm insanlığı Allah’ın dinini hakim kılarak kurtarmayı
düşünmeleri gerektiğini bunun yolu olan cihad bilinciyle
hareket etmeleri gerektiğini onun için de bakışlarını dünyaya
yöneltip ne olup bittiğini fark etmeleri, takip etmeleri
gerektiğini bu takibi de İslâmî açıdan yaparak siyasi
uyanıklık içinde olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Siyasi uyanıklık :
İşte İslâm ümmetinin şahit ümmet vasfını
koruyabilmesi onda ancak siyasi uyanıklığın hasıl olması
ile gerçekleşir. Siyasi uyanıklık ise; siyasi durumlara,
devletlerarası duruma, siyasi olaylara karşı uyanık olmayı
devletlerarası siyaseti ve siyasi işleri takip etmeyi, dünyaya
belli bir zaviyeden bakarak yürütmektir. Müslümanlar için
siyasi uyanıklık bahsedilen hususlara İslâm akidesi açısından
bakmaktır. Rasulullah (SAV)’in şu hadisinde ifadesini
bulduğu gibi :
"İnsanlar La ilahe İllallah Muhammedun Rasulullah
diyesiye kadar savaşmakla emrolundum. Onu söylediklerinde
şeriatın hak olarak kıldığı dışında kanlarını ve
mallarını benden korumuş olurlar." (Nesei)
Dünyaya belli bir açıdan bakmamak insanın bakışını
sathi kılar, siyasi uyanıklık olmaz. Şu iki husus gerçekleşmeden
siyasi uyanıklık gerçekleşmez :
1- Bakış belli bir bölgeye değil bütün dünyaya
olmalı.
2- Bu bakış belli bir açıdan olmalı. Bu açı
bir ideoloji olabilir. Belirli bir fikir olabilir,belirli bir
maslahat olabilir.
ÜMMET İÇERİSİNDE SİYASİ BİR HİZBİN OLMASININ ÖNEMİ
Ümmette siyasi uyanıklığı hasıl edecek olan siyasi bir
hizbin faaliyetleridir.Nitekim böyle bir hizbin kurulmasını
Allahu Teala emretmiştir. Ali İmran 104. ayette şöyle
buyurmaktadır :
“Sizden hayra davet eden marufu emreden, münkerden
nehyeden bir ümmet (hizib, grub) olsun.”
Siyasi bir hizibte bulunması gereken özellikler ise
şunlardır :
1- Hedefini ve üzerine kurulduğu fikirlerini iyi
kavramış olmalıdır.
2- Metodunu ve onunla ilgili hükümleri kavramalı.
3- Kitlesine insanları katma yolunu iyi kavramalı,
4- Mensuplarına üzerine kurulduğu fikirleri
kavratmalı ki onların bağlılıkları hissi değil fikri
olsun.
5- Siyasi uyanıklık içinde olmalı,işi de sadece
İslâm'a davet açısından siyaset olmalı.
Hizip bu işleri şöyle yapar :
A- Yöneticileri, icraatlarını yakınen takip ederek
onların müslümanların maslahatlarını takipteki
ihmalkarlıklarını, yanlışlarını, ihanetlerini deşifre
edip müslümanların dikkatine sunmak. Böylece yöneticilere
karşı müslümanlarda siyasi uyanıklık hasıl etmek. Buna
siyasi mücadele denir.
B- Kafirlerin ve küfür devletlerinin müslümanlara karşı
entrikalarını, planlarını ve siyasi işlerini keşfedip müslümanların
dikkatine sunarak müslümanları dünyadan haberdar etmek ve dış
siyasette siyasi uyanıklık sağlamak.
C- İnsanların işlerinin yürütülmesinde şer’i
çözümler göstermek. İslâm'a davetin manası da zaten
budur. Bu çözümlerin uygulanmasına davet etmektir. Bu
nedenle böylesi bir hizbin;
1- Olaylara karşı duyarlı olması
2- Haberleri takip etmesi
3- Siyasi bakış ve tefekküre sahip olması gerekir.
Siyasi tefekkür insanların problemlerine çözüm düşünmek
değil, insanların işlerinin yürütülmesini düşünmektir.
Bunun için de olayları ve haberleri, gelişmeleri takip
etmektir.
İşte siyasi bir hizip ümmette bu tefekkür ve siyasi uyanıklığı
yaygınlaştırmak için uğraşır. Sonra da bu siyasi tefekkür
ve uyanıklıkla ümmetin harekete geçip Allah’ın dinini
tekrar hakim kılmak ve aleme taşımak için şeriatın ortaya
koyduğu ve zorunlu kıldığı Hilafet Devleti'ni kurmak ve
korumak, onunla beraber İslâm risaletini aleme taşımak
yoluna girmesini sağlamaya çalışır.
İslami siyasi hizbin işinin bu olduğunu da zaten öylesi
bir hizbin bulunmasını gerekli kılan ayetlerle Allahu Teala
belirlemiştir.Allahu Teala siyasi bir kitlenin işini :
1- Hayra yani İslâm'a davet. İslâm'a inanmaya ve onu yaşamaya
davet,
2- Marufu emredip münkerden nehyetmek şeklinde
belirlemiştir ki bu işler fikri ve siyasi işlerdir, maddi
işler değildir.
Onun için İslâmî siyasi bir hizipten ayetin belirlediği
bu işlerin dışında işler beklemek yanlış olur. O hizipten
devletin ya da devlete ait kurumların yapacağı maddi işler
yapmasını beklemek yanlış olur. Zira o zaman ayeti kerimede
ortaya konulan hizip vakasını anlamamak olur. Dolayısı ile
hizipten okullar açmasını,hastaneler açmasını, silahlı
ordular kurmasını, yargı işlerini, hisbe işlerini yönetmesini
beklemek ve bu işleri yapmıyorsa o hizip hiçbir iş yapmıyor
diye vasfetmek, yaptığı siyasi fikri işi küçümsemek çok
yanlış olur... Ayeti kerimede Allahu Teala’nın
sınırladığı işleri küçümsemek olur. Rasul (SAV) ve
ashabının yapmış olduğu işi küçümsemek olur. Bu konuda
böyle düşünmekten Allah’a sığınmak gerekir.
Şu halde bize düşen bu açıklamaların ışığında
siyasetin, siyasi çalışmaların, siyasi hizbin ve işlerinin
önemini iyi kavrayıp gereğince amel etmek olmalıdır.
|