ARAŞTIRMA - İNCELEME

M. Bahaddin Yüksel

YANLIŞ ANLAŞILAN BİR HADİSİN İZAHI - 1 

 

 Soru: Sünen sahipleri şu hadisi nakletmişlerdir:

“Sefine (R.A) Nebi (S.A.S)’den naklettiği rivayette O (S.A.S) şöyle buyurmuştur: “Hilafet ümmetimde otuz senedir. Bundan sonra meliklik olacaktır.” Sonra da Sefine sözüne şöyle devam etti: “Bu otuz yıl Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’ye mahsustur. Biz onların dönemini otuz yıl olarak bulduk. (Said dedi ki) Ben ona şöyle dedim: “Ümeyye oğulları Hilafetin kendilerinde olduğunu zannediyorlar.” Sefine dedi ki: “Zerka oğulları yalan söylemişler. Aksine onlar şerli meliklerden birer meliktirler.”

Ahmed İbn Hanbel’in rivayetinde ise şöyle geldi: "Sefine (R.A)’dan rivayette Rasulullah (S.A.S) şöyle buyurmuştur: “Hilafet otuz yıldır. Bundan sonra meliklik olacaktır.”

Yukarıdaki hadislerin işaret ettiğine göre; Hilafet otuz yıldır. Ondan sonra meliklik olacaktır. Oysa meliklik bir İslam yönetimi değildir. O halde Emevi, Abbasi ve Osmanlı devletlerinin birer İslam devletleri oldukları nasıl söylenebilir?

CEVAP: Söz konusu hadis, Raşidi Hilafet'in otuz yıl olacağını ifade etmektedir. Fakat sanıldığı gibi Hilafet sadece Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile sınırlı değildir. (Bazıları bu döneme Hz.Hasanın altı aylık dönemini de ilave ederler.) Böyle bir iddia yanlıştır. Zira böyle bir iddiaya karşı Rasulullah (S.A.S) şöyle buyurmaktadır:

"İçlerinden on iki halife geçmedikçe bu iş son bulmayacaktır." (Müslim, imare, 1)

“Bu din, on iki halifeye kadar aziz ve korunur olmakta devam edecektir.” (Müslim, imare, 1)

“İslam dini on iki halifeye kadar aziz olmakta devam edecektir.” (Müslim, imare 1)

“Bu iş on iki halifeye kadar aziz olmakta devam edecektir.” (Müslim, imare, 1)

Bu hadislerden anlaşılan; Hilafetin dört veya beş kişiyle sınırlı olmadığıdır. Rasulullah (S.A.S) on iki halifeden bahsetmekte ve bunlar vasıtasıyla dinin aziz olarak devam edeceğini anlatmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.S), Raşit Halifelerden ve Emevilerden de sonra gelecek olan Abbasileri övücü sözler söylemiştir. Cabir İbn Abdullah’ın nakleddiği bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

“Abbasın oğullarından bir takım melikler olacaktır ve Allah onlarla dini aziz eyleyecektir.” (Celaleddin Es-Suyuti, Tarihul Hulefa, s.15)

Ümmü Fadlın naklettiği bir rivayette Rasulullah (S.A.S) Hz. Abbasa “Halifelerin babası" şeklinde hitabta bulunmuştur:

“Bana halifelerin babasını getirin.” (Tarihul Hulefa s.16)

Hz. Aişe’nin nakleddiği merfu bir rivayette Rasulullah (S.A.S) şöyle buyurmuştur:

“Abbasoğulları için öyle bir sancak olacaktır ki hakkı ikame ettikleri müddetçe onlardan çıkmayacaktır.” (Tarihul Hulefa s.16)

İbn Abbas ve babasından gelen bir rivayette ise Rasulullah (S.A.S) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ım! Abbasa ve oğullarına nusret ver.” (Tarihul Hulefa s.18)

On iki halife ve Abbasoğullarına övgü konulu bu hadislere bakılırsa Hilafet dört halife veya Hz. Hasan’ın dönemiyle sınırlı bir dönem olmadığı anlaşılır. Hilafetin otuz yıl olduğunu bildiren hadislerle bu son hadisler arasında her hangi bir zıtlık yoktur. Zira Hilafetin otuz yıl olduğunu ifade eden hadisin anlaşılmasında yanlışlık yapılmaktadır. O halde Hilafetin otuz yıl olmasından maksat nedir?

Aslında hadisler arasında bazı kimselerin böylesine sıkışıp kalmasındaki temel sebep; nasların bir bütünlük içerisinde incelenmemesi ve sonuçta da yanlış yargılara saplanılmasıdır. Böylece bir hataya düşenler, Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeliklerini batıl kabul edip İslam devleti olmadıklarını söyleyip dururlar ve bil fiil söylenmektedir de.

Bütün bunlara sebep olan şey de; nasları bir bütünlük içerisinde incelemek yerine, cımbızla bir tanesini ortaya çıkartıp ona göre meseleye yaklaşmaktır. Aksi takdirde Rasulullah (S.A.S) bir tarafta hilafet otuz yıl diyecek, diğer yandan ise on iki halifeden bahsedip Abbasilere övgüler verecek? Böylesi bir şey, Allah Rasulüne asla caiz değildir.

Sünnisi olsun Şiisi olsun bütün müslümanlar, Ömer b. Abulaziz’in hilafetini över ve kabul eder. Doğru olması gereken de budur. Ömer b. Abdulaziz adil, salih ve muhlis bir halifedir. O, halifelik döneminde ülkeyi adaletle doldurmuş ve hak ile yönetmiştir. Dolayısıyla o, ne bir kral ve ne de bir zalimdi. Suyutinin de dediği gibi Ömer b. Abdulaziz Raşit bir halife idi. (Tarihul Hulefa s.28) Yaklaşık üç yıl halifelik yaptı. Şimdi Raşit halifelerin hilafet dönemleri olan otuz yıla üç yılıda eklersek otuz üç yıl yapmaktadır. O halde Rasulullah (S.A.S) yanılmıştır..... Böyle mi diyeceğiz. Haşa!. O (S.A.S), geleceğe ait bu sözü Allah (c.c)’dan nakletmekte ve burda da doğru söylemiş ve yanılmamıştır. Yanılma, hadisi maksatlı anlamak isteyenlerdedir. Evet, hadisi emelleri doğrultusunda eğip bükmek isteyenler, yanılmaktadır. Bu fikirde olan kimseler Raşid halifelerden sonra halife olmadığını, Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeliklerinin batıl olduğunu, dolayısıyla halifelerin dört veya Hz. Hasanla beş olduğunu söylerler. Ama ne hikmetse Şia inancındaki on iki imamın silsileten devam edip dört veya beşle sınırlı kalmayan halifeliklerini de kabul ederler. Bir yandan da halifeler dört veya beşti derler. (!)

Oysa Hz. Peygamberin söylemiş olduğu hadisindeki “melikler” den maksat; yönetim sistemi manasında değildir. Biz biliyoruz ki Hz. Hasandan sonra da Kur’an ve sünnet ahkamı icra edilmekteydi. Rasulullah (S.A.S)’ın devlet nizamını Muaviye de sahabeye uygulamaya devam etmiş, Ömer b. Abdulaziz de devam etmiş ve yine Abbasi ve nihayet Osmanlının elinde 1924’e kadar da devam edilmiştir. Demek ki hadiste geçen “melik” yönetim nizamı manasında değildir. İşte hadisi yanlış anlayanlar bu noktada hataya düşmektedirler. Hadisteki “melik”ten maksat; şeri hükümleri uygulamada zalim olmaktır. Yani idareyi, uygulamayı kötü ve zulüm yönünde icra etmektir. Fakat bununla beraber onlar yine halifelerdir. Rasulullah (S.A.S)’de onlara “halife” diye hitabta bulunmuştur.

“İçlerinde on iki halife geçmedikçe bu iş son bulmayacaktır.” (Müslim, imare,1)

Böylece Rasulullah (S.A.S) onlara hem “melik” ama hem de “halife” demektedir. Burada bir tezat yoktur. Zira hadisteki “melik” yönetim nizamı manasında değildir. Aksi halde İslam'da olmayan bir krallık nizamı Allah Rasulü’nün tecviz ettiği kabul edilmektedir ki bu kesinlikle düşünülemez. Demek ki hadisteki “melik” kelimesinden kastedilen yönetim nizamı değil, İslam'ı uygulayan ama zulmeden halife manasındadır. Nitekim Tac yazarı Mansur Ali Nasıf hadisteki “sonra melikler olacaktır” ibaresini “sonra halife, meliklerin uslubu üzerinde olacaktır” şeklinde açıklar. (Et-Tac El-Camil Usul, c.3, s.40) Yani halife bir melikmiş gibi zulmedecektir. Yoksa toplum hayatında Kur’an ve sünnet ahkamını ve nizamını kaldıracak değildir. Dolayısıyla buradaki “melik”, yönetim nizamı manasında değildir. Bilakis Rasulullah (S.A.S) melik kelimesini “zulmeden kral” manasında kullanmıştır. Hz. Peygamber Efendimiz önünde titreyen bir bedevi araba söylediği şu sözün de “melik” kelimesini aynı manada kullanmaktadır: “Ben ne bir kralım, ne de bir zorbayım.” Diğer bir rivayette ise: “Ben bir kral değilim. Ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi c.8, s.447 Rasulullah (S.A.S) bu hadisinde “melik” kelimesinin “zulmeden melik” manasında olduğu açıktır. Bununla yönetim nizamını kastetmediği ise açıkça görülmektedir. Yine bu kelimeyi aynı manada kullanan Hz. Ömer (R.A) şöyle der: “Allah’a yemin ederim ki ben bir kral (melik) değilim ki sizleri krallık ile yahut zorbalıkla köleleştireyim. Ben sizden birisiyim o kadar. Size karşı benim durumum tıpkı yetimin malları üzerinde veli tayin edilmiş birisinin, o yetimin malına karşı durumu gibidir.” (Zuhayli a.g.e. c.8, s.447-448)

Demek ki mezkur hadisteki “melik” kelimesi yönetim nizamı manasında değil, “İslam ahkamının icrasında adalet dengesini kuramayan ve böylece halkına zulmeden halife” manasındadır. Çünkü; “Hilafet ümmetimde otuz yıldır. Daha sonra melikler olacaktır” diyerek Muaviye ile başlayan idarecilere “Melik” dedikten sonra “İçlerinden on iki HALİFE geçmedikçe bu iş son bulmayacaktır” diyen Rasulullah (S.A.S)’ın bizzat kendisidir.

Hadisi yanlış anlayanlar gibi düşünecek olsak ve otuz yıldan sonra gelen Emevi, Abbasi ve Osmanlı hilafetlerini batıl saysak ve bunların küfür nizamı olduğunu düşünsek, o zaman Hz. Peygamberin mezkur hadisinin devamında ashabına otuz yıldan sonra gelen Muaviye idaresinden derhal huruç etmelerini ve onu baştan indirmelerini emretmesi gerekirdi. Çünkü Rasulullah (S.A.S) sahabesine yaratana isyanda yaratılmışa itaat edilmeyeceğini belirtmişti. (Müslim, imare 8) Oysa bu emirleri bizlere ulaştıran sahabe Muaviye’ye itaat etmiştir. Rasulullah (S.A.S) sözlerini emir telakki edip kulaklarında küpe gibi taşıyan bu sahabelerin Muaviye’ye itaat etmeleri yine o Rasul’un emrine itaat etmekten başka bir şey değildir. Çünkü Allah'a isyana razı olmamış ama bununla birlikte idarecinin halka zulmü karşısında da huruç edilmemesini emretmiştir. Evet, Hz. Peygamber ashabına hurucu emretmediği gibi onlara “Halife” diyor ve yukarıda meallerini verdiğimiz hadislerde on iki halifenin idaresinde dinin aziz olacağını belirtiyor, Abbasileri övüyor ve onlar adına duada bulunuyor. Bu hadislere rağmen bir kimsenin Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeliklerini batıl kabul etmesi onun samimiyetsizliğinden ve batıl emellerinden kaynaklanıyor demektir. Demek ki Emevi halifeliktir, ama Raşid halifelik değildir. Bilakis adaleti dengeleyememiş melik uslubundandır. Bu yüzden Sefine onlara “Zerka oğulları yalan söylemişler, onlar şerli meliklerdir” derken bu manaya işaret etmiş ve onların Raşid halifeler olmadıklarını belirtmek istemiştir. Fakat bu sözü söyleyen Sefine Muaviye’ye veya diğerlerinden huruç etmemiştir. Zira onların hilafeti meşru idi.

Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeliklerini anlamak ve haklarında bir yargıya varılabilmesi için öncelikle beyatın vakıasının bilinmesi gereklidir. Bir kişi nasıl halife olur? Halifelik ne ile meşrutiyetini kazanır? Bu sorulara cevap verdikten sonra Hz. Ali (R.A)’dan itibaren gelen halifeler hakkında daha sağlam ve sağlıklı düşünebiliriz.

Şu unutulmamalıdır ki İslam; insan, hayat ve kainat hakkında, fikrini beyan etmiştir. İnsan ve insanların hayatını her hangi bir alanda boş bırakmış değildir. İslam toplum hayatında vakıası olan bir dindir. Bu yönüyle de ruhbanlık veya teokrasi düşüncesiyle bağdaşmaz. İslam insanların yüreklerine seslendiği gibi topluma devlet denetiminde şekil vererek seslenmiştir. İnsanoğlu başı boş bırakılmamıştır.

“İnsan kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanar?”(Kıyamet:36)

İslam insanlara uygulamalarını farz kıldığı bir devlet nizamı vermiştir. Bu nizamı bütün detaylarıyla izah etmiş ve açıklamıştır. Bu nizamı iyice incelemeyen veya incelemekten aciz bazı kimseler, bir takım hukuki boşlukların olduğunu söyleye dursun. Hilafet nizamını Rasulüne uygulaması için indiren Allah:

“Bu kitabı sana insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye indirdik.” (Nisa : 105) buyurarak dinini açıklamada hiç bir eksiklik, boşluk bırakmadan tafsilatıyla açıkladığını bildirmiştir. Ayrıca;

“Biz her şeyi açık açık anlattık.” (İsra : 12)

“Sizin için ayetlerimizi beyan ettik, açıkladık.” (Hadid : 17) diyerek kıyamete kadar bu nizamın uygulanacağını ifade buyurmaktadır.

"Siz kitabın bir kısmına inanırsınız da bir kısmını red mi edersiniz? Sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında damgalanmış aşağılıkla yaşamak, kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine atılmaktır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara : 85)

Böylesine mükemmel (hiç bir eksiği olmayan) dinin naslarının açıklamalarından anlaşılıyor ki Hilafet; İslâm’ı uygulamak ve dünyaya cihad yoluyla İslam davetini yüklenmek için yer yüzündeki müslümanların tümü için genel başkanlıktır. Bu başkanlığa aday olacak kimse beyatla başa gelir. O kişi ancak beyat alındıktan sonra halife olur. Dolayısıyla halife hilafetini ancak beyatla meşrulaştırabilir. Bunun delili Hz. Peygamber efendimizin İslam devletinin başına beyatla geçileceğini beyan ettiği hadisleridir.

Ubade b. Samid (R.A) naklettiği bir rivayette şöyle der: Nebi (S.A.S) bizi (biat için) davet etmişti. Bizde ona beyat ettik. Ubade der ki: Bizden aldığı ahid şu hususta idi: (Allah Rasulü bir devlet başkanı olarak) Neşeli veya kederli, zorlukta veya kolaylıkta, kendisini bize tercih etse bile onu dinleyip itaat etmek ve emir sahipleriyle çekişmememiz üzerine beyat ettik. Ancak idarecimizde bizim için Allah’ın indinde delilimiz olacak apaçık küfür görmemiz müstesna (diyerek bu durumda onlara karşı gelmemizi emretti.)" (Buhari, Tedrici sarih c.12, s.293)

Hadisi şeriften de açıkca anlaşıldığı üzere Rasulullah (S.A.S) devlet başkanı olabilmek için müslümanların beyatına müracaat ediyor. Bu da bize gösteriyor ki halife ancak beyat yoluyla idareci olur. Şu hadislerde aynı kanıya işaret etmektedir.

Ebu Hureyre (R.A)’ın rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (S.A.S) şöyle buyurmaktadır: Üç kişi vardır ki Allah onlarla kıyamet günü ne konuşur ne de onları temize çıkartır. Birincisi: Yol üzerinde ihtiyac fazlası suya sahip olur da gelip geçenleri ondan men eder. İkincisi: İmama (Halifeye) sadece dünyalığı için beyat edip istediğini verdiği zaman ona itaat eder, vermediği zaman itaat etmez. Üçüncüsü: Birisiyle ikindi vaktinden sonra alış veriş yapan ve kendisine iddia ettiği kadar verilmediği halde, o mal için şu kadar para verildiğine dair Allah adına yemin eden kimsedir ki bu sözüne itimatla müşteri onu tasdik eder ve malını alır.”

Abdullah b. Ömer (R.A) gelen rivayette ise o şöyle der: Biz Rasulullah (S.A.S)’e dinleyip itaat etmek üzere beyat etmiştik de o bana “gücünün yettiği hususlarda” demişti.”

Cabir b.Abdullah (R.A) ise naklettiği rivayette şöyle der: “Ben Rasulullah (S.A.S)’e dinleyip itaat etmek üzere biat etmiştim de o bana gücümün yettiği hususlarda dinleyip itaat etmem ve her müslüman kişiye nasihatta bulunmam hususunda telkinde bulundu.”

Ebu Said elHudri (R.A)’ın Rasulullah (S.A.S)’den naklettiği bir rivayette Rasulullah (S.A.S) şöyle buyurmaktadır: “İki halifeye beyat edildiğinde ikinci geleni öldürün.” (Müslim, İmare 15)

Mealini verdiğimiz hadislerden halifeyi nasbetme yolunun “beyat” olduğu açıkca görülmektedir. Aşağıda mealini vereceğimiz hadisde buna işaret ederken yine bir çok konuyuda aydınlatmaktadır.

Ebu Hazim dedi ki: “Ben Ebu Hureyre ile beraber beş yıl kaldım. Onu, şu hadisi Rasulullah (S.A.S)’den rivayet ederken duydum: İsrailoğullarını nebiler yönetirdi. Her bir nebi ölünce onun yerine diğeri gelirdi. Şüphesiz ki benden sonra gelmeyecektir. Ancak halifeler olacak ve bunlar çoğalacaktır. Bunun üzerine sahabeler dedi ki: Ey Allahın Rasulu! Bize ne emredersiniz? Rasulullah (S.A.S): “Birinciye ettiğiniz beyata bağlı kalınız ve onlara haklarını veriniz (emirlerini dinleyip itaat ediniz). Muhakkak ki Allah, onlara yönettiklerinden soracaktır.” (Müslim, İmare 10)

Bu hadisten de şu sonuçlar çıkar:

1- Nebiler halkını siyasi olarak yönetirdi. Zira hadisin metninde “gütmek” manasına gelen kelimelerden ayrı ve özel olarak geçen ( ”Ë”ÁÂ) kelimesinden anlaşılan budur. Zaten İslam dininin yapısına baktığımız zaman bunu görmekteyiz. Aynı zamanda bu, siyasi bir din olmasındandır.

2- Hz. Peygamberden sonra gelecek Halifeler, Onun (Nebilik değil de) bu görevini devralacaklarına göre; halifeler de ümmeti siyasi olarak yönetecek ümmetin menfaatını içeride ve dışarıda şeri hükümlere göre gözetecektir.

3- Yönetimin siyasi olması İslâm Devleti'nin Ruhani ve teokrasiye ait bir yönetim olmayıp beşeri bir yapıda olduğunu gösterir. O halde İslâm Devleti başkanı, Hristiyanlıkta olduğu gibi kesinlikle ruhani bir lider olmayıp bilakis ümmeti ibadet, muamelat, ukubat alanlarında gözetip idare eder.

4- İslam devleti başkanına “Halife” denir.

5- Diğer hadislerden de anlaşılacağı üzere Rasulullah (S.A.S)’ın bu halifelere bıraktığı devlet nizamı “Hilafet”tir.

“Sonra Nebilik metoduna uygun Hilafet kurulacaktır.”

6- Halifeler beyatla seçilir, ancak bu yolla halifelikleri meşru olur.

7- İlk biat edilene itaat edilir. Diğer hadislerin de yardımıyla anlaşılan sonradan çıkan ikinci bir halife öldürülür.

“İki halifeye beyat edildiği zaman sonra geleni öldürün.”

8- “Ben den sonra halifeler olacak ve onlar çoğalacak” ifadesinden anlaşılan halifelerin dörtle sınırla olmadığıdır. Bu hadisten bu sonuçlar çıkmaktadır.

Demek ki halifeyi seçmekte esas olan iki tarafın rızasının olmasıdır. İşte beyat bu rızayı gösteren bir akittir. Akitte ise iki tarafın rızası esastır......

(Devamı var...)

 

Sayı 92...1417-C.EVVEL...1996-Ekim...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder