İSLAMİ AÇIDAN SİYASET VE SİYASİ ÇALIŞMANIN ÖNEMİ

 A. Seyfulislâm

 

Son asırlarda özellikle de günümüzde müslümanlar arasında siyasetten tiksindirici ve uzaklaştırıcı çeşitli telkinler yaygınlaştırılıyor. Şöyle ki :

Din ayrı siyaset ayrı olmalı. Çünkü dinin sabit değişmeyen kuralları ile her zaman değişken olan siyasi olaylar tanzim edilemez. onun için din siyasete esas teşkil etmemeli, aksi halde dünyanın gidişatından geri kalınır.

Siyasetin değişkenliği ve kaypaklığından dolayı, siyasetle meşgul olmak kişiyi de kaypak, iki yüzlü, sahtekâr kılar. onun için iyi bir müslüman siyasetten uzak durmalı.

Aziz dinimizi siyasetin pisliklerine bulaştırmamalıyız.

Siyaset dinde ayrıntılardandır ve dindeki yeri % 5’ler civarındadır. O da önemli değildir. İslâm dini siyasi değil sadece ruhani, ferdi bir dindir.

Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınmalıyız.

Önemli olan Allah’a kulluk yapmaktır. Siyasetle iştigal kişiyi Allah’a kulluktan alıkoyar.

İslâmî bir kitlenin kâfirlerin siyasi işlerini, manevralarını takip etmesi abesle iştigal olur. Elin kâfirinden bize ne, nasıl olsa hak gelince batıl zail olur. Bizim dahili ve harici siyaseti takip etmemiz, tahliller yapmamız, konuşmamız abesle iştigal olur.

İslâm’ı yaşarsak devlet nasıl olsa gelir. Önce kendimizi kurtaralım. Devleti yüreğimizde kuralım... Siyasetle meşgul olmaya gerek yok.

İşte bu ve benzeri sözleri içinde yaşadığımız, toplumda sık sık duyarız ve böyle düşünen insanlarla karşılaşırız. Şu iyi bilinmeli ki böylesi telkinler ve fikirler güdümlü fikirlerdir. Kasıtlı olarak müslümanlar arasında yaygınlaştırılmaktadır ki müslümanlar kendi yaşantılarındaki, ülkelerinde ve çevrelerindeki siyasi manevraları göremesinler, kâfirlerin güdümünde kalmaya mahkum olsunlar.

Bu yazıyla siyasetin tanımını, İslâmî açıdan önemini ve gerekliliğini, siyasi çalışmanın da anlamını ve önemini açıklamaya çalışacağız.

SİYASETİN TANIMI

Arapça bir kelime olan siyaset ıstılahta; belirli bir fikirle insanların ülke içi ve dışı ile ilgili işlerini gütmeye (yönetmeye) denir. Bu iş, devlet ve ümmet tarafından yapılır. Devlet ve yöneticiler bu işi yönetici olarak, ümmet de takipçi, muhasebeci, nasihat edici olarak yürütür.

Bu tanım genel tanımdır. Siyasetin vakıasını ortaya koyar. Bu tanım “siyaset” kelimesinin lügattaki manasına da uygun düşmektedir. Nitekim Lisanul Arap’da siyaset kelimesi; insanların işlerinin yönetimini üstlenmek anlamında geçmektedir. Kamus El-Muhit'de de;

“Tebaaya emrettim ve nehyettim” demektir. Siyaset kelimesinin lügattaki ve ıstılahtaki bu manası şer’i nasslarda da aynı şekilde geçmiştir. Nitekim bir hadisi şerifte Rasul SAV şöyle demiştir :

İsrail oğullarını peygamberler siyase ediyorlardı (yönetiyorlardı) Bir Nebî öldüğünde onu bir başka Nebî takip ediyordu. Benden sonra Nebî yoktur. Birçok Halifeler olacaktır.” (Buhari Enbiya 50, Müslim İmarat H. No: 1842)

Yani Rasulullah S.A.V.’den sonra müslümanları Halifeler yönetecektir.

Siyasetin tanımının ve vakıasının bu olduğunu gördükten sonra bu vakıa hakkında İslâm’ın bakışını ortaya koymaya çalışalım. Bu hususta ayet ve hadislere bakıldığında İslâm’da siyasetin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. İslâm’ın ona nasıl teşvik ettiğini ve bir yükümlülük olarak müslümanlara yüklediğini görürüz. Zira müslümanların maslahatlarına önem vermekle, yöneticilerin işleri ile ve yöneticileri muhasebe etmekle kısaca siyasetle ilgili bir çok nass vardır. Bu nassların bir kısmını siyasetin yürütülüş şeklini ortaya koyarak göstermeye çalışacağız.

Siyaset:

1- Yöneticiler tarafından insanların işlerinin tanzimi yani, yönetim ile

2- Tebaa tarafından yönetimi denetleme ve muhasebe ile

A-) Dahili siyaset B-) Harici siyaset olarak yürütülür.

A-) Dahili siyasette; müslümanlardan talep edilen, Allah’ın indirdikleri ile yönetmek ve yönetilmektir, Allah’ın indirdiklerine göre de muhasebe etmektir. İşte Allahu Tealâ’nın bu talebini ifade eden nasslardan bir kaçı şunlardır :

1- Yönetimle ilgili nasslar :

Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet (Yönet) Hak’tan sana gelenden sapıp da onların arzularına uyma. (Maide. 48)

Allah’ın indirdiği ile yönetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir... Zalimlerdir... Fasıklardır. (Maide. 44,45, 47)

İnsanlar arasında hükmettiğinizde (yönettiğinizde) adaletle yönetin (Nisa. 58)

Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan ihtilaflarda, seni (şeriatı) hakem kılmadıkça, sonra senin (şeriatın) hükmünden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan ona tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar (Nisa. 65)

Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Zira onlar inkâr etmekle emrolundukları halde tağutla yönetilmek istemektedirler şeytan ise onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor (Nisa 60)

Bu ayetlere göre Allah’ın indirmediği sistem ve hükümlerle yönetime talip olmak şeytanın güdüm alanına girerek sapıtmak ve iman iddiasını boşa çıkarmak oluyor. İşte asıl kendisinden Allah’a sığınılacak husus budur. Demokrasi, cumhuriyet, kapitalizm, sosyalizm gibi çağdaş tağuti sistemlerin siyasetinin yürütücüsü olmaktan Allah’a sığınmak gerekir.

Yaksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükümranlığı (yönetim sistemi) Allah’tan daha güzel kim vardır? (Maide 50)

Siyasetin yönetim bölümünde Allah müslümanlara Allah’ın indirdiği ile yönetmeyi bu ve benzeri bir çok nass ile emretmişken bu emirleri yerine getirmeden Allah’a kulluk nasıl olur ?!..

2- Muhasebe hususuna gelince :

Hem fert hem de bir parti ile muhasebeyi Allah müslümanlardan talep etmiştir şöyle ki:

İleride birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır. Tanıyacaksınız ve inkâr edeceksiniz. Kim tanırsa beri olur. Kim inkâr ederse kurtulmuş olur. Fakat kim razı olursa ve tabi olursa...” Dediler ki onlarla savaşalım mı? Dedi ki” Namaz kıldıkları (İslâm’ı uyguladıkları) müddetçe hayır. (Müslim H. No: 1854)

Allah’ın Resulu (SAV) burada yöneticilere karşı kör ve sağır olmayı değil onları takip edip tanımayı ve yaptıkları münkerlere karşı çıkmayı kurtuluşun yolu olarak göstermiştir. Yöneticileri takip etmeyenler onları tanıyamaz ve onlardan hasıl olan şerlerden de ne beri olur ne de kurtulur. Körü körüne onlara tabi olur da dünya ve ahirette hüsrana düşer.

Ayrıca Allahu Teala marufu yani Allah’ın rızasına uygun hususları emredip münkeri yani Allah’ın rızasına uygun olmayan şeyleri nehy etmeyi mü’minlerin bir sıfatı olmasını taleb etmektedir. Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek siyasi bir iştir. Çünkü marufun da münkerin de başı yönetimdir. Yönetim bozuk olursa toplum fasid yani bozuk ve kirli olur. Çünkü yönetim toplumun yapısını teşkil eder, sosyal ilişkileri tanzim eder. Bu tanzimdeki çarpıklık toplumda çarpık ,bozuk, kötü, dengesiz ilişkileri beraberinde de zulüm, dolandırıcılık ve yolsuzlukları getirir. Bu da yönetime ve yöneticilere yönelik marufu emretmenin ve münkerden nehyetmenin önemini ortaya koymaktadır.

İşte Allahu Teala bu önemli siyasi işi müslümanların vasfı olarak zikrederek onlardan kesin bir şekilde taleb etmiştir.

Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velisidirler (dost, yardımcı ve koruyucusudurlar) marufu emrederler, münkerden nehyederler. (Tevbe-71)

“Yeryüzünde onları yerleştirdiğimizde (iktidar sahibi kıldığımızda) onlar namaz kılarlar, zekat verirler, marufu emrederler ve münkeri nehyederler...” (Hacc-41)

Bu ayet de müslümanlardan devlet ve ümmet olarak marufu emretmeyi ve münkerden nehyetmeyi taleb etmektedir.

“Nefsimi elinde bulundurana yemin ederim ki siz ya iyiliği emreder münkerden nehyedersiniz ya da Allah katından hemen size bir azap gönderir sonra da siz dua edersiniz de duanız hiç kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten 9)

“Şüphesiz ki Allah hiçbir zaman bir kısım (özel) insanların işledikleri kötülükler yüzünden bütün insanlara azap etmez. Ne zaman ki aralarında kötülüklerin yapıldığını görürler de güçleri yettiği halde o kötülüklere karşı çıkmazlar ya da ortadan kaldırmazlarsa işte o zaman Allah’ın azabı hem günahları işleyenleri hem de bu günahlara karşı çıkmayanları bütün insanları kapsar.” (Ahmed İbni Hanbel)

Toplumdaki özel kimseler, yöneticiler toplumu etkileyen liderlerdir. Onları takip etmeyen ve onlardan hasıl olan münkerlere karşı duyarsız ve tepkisiz olan insanlar onların işledikleri cürümden dolayı Allah’ın göndereceği çeşitli azablardan kurtulamazlar. Kurtulmaları için o yöneticileri ve liderleri denetleyip icraatlarını takib etmeleri ve yanlışlarına tepki göstermeleri gerekir. Bu da siyasetle iştigal değil de nedir? Bir başka hadiste de Resul (SAS) şöyle buyurdu :

“Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin (küçük düşürmesin). Yanındakiler: Ey Allah’ın Rasulü, bizden birisi kendisini nasıl tahkir eder? diye sordular. o da şöyle dedi: Bir kimse öyle bir şey görür ki onunla ilgili bir şey söylemesi Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o bu hususta konuşmaz (yani insanlardan çekinip konuşmamakla kendisini tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allahu Teala da kıyamet günü ona: Şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin, söylemene engel olan neydi? diye hesaba çeker. Adam; konuşmamı, insanlardan korkmamı engelledi der. Allahu Teala da: “Sen (insanlardan değil) önce benden korkmalıydın der.” (Kütub-u sitte terc. cilt. 17 s. 538)

Bu hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere gördüklerine karşı duyarsız ya da tepkisiz olmak yasaklanmaktadır.Özellikle de yönetim ve yöneticilere karşı kör, sağır ve tepkisiz olmak kesinlikle yasaklanmaktadır. Zira Allah’ın Rasulü (SAV) şöyle buyurmaktadır :

“Cihadın en üstünü zalim sultan (otorite) karşısında hak sözü söylemektir.”

“Şehitlerin efendisi Hamza ve zalim bir imama karşı hak söz söyleyip nasihat eden ve bu hareketinden dolayı öldürülen kimsedir.”

“Kimin, asıl önem verdiği husus Allah’tan başkası olmuş ise Allah’la alakası kesiktir. Kim de müslümanlara (maslahatlarına) önem vermezse onlardan değildir.”

Müslümanlara ihtimam vermek onların maslahatlarını haklarını savunmak ve onların takipçisi olmaktır, yani siyasettir. Allah ve Rasulü’nün, siyasetin muhasebe ile ilgili bu taleplerini ve şiddetli teşviklerini göz ve kulak ardı ederek Allah'a kulluk hasıl olur mu ?

B-) Dış siyasete gelince; Dış siyasetin manası devletler arası ilişkilerdir. Bunu takib etmek ve ondan haberdar olmak da; Allahu Teala’nın müslümanlara yüklediği risaleti aleme taşımak, fitne, fesad ve zulmü ortadan kaldırmak ve Allah’ın dinini bütün dinler üzerine yani yeryüzünün tamamına hakim kılmak vazifesinin yerine getirilmesi için çok önemli bir şarttır.

Allahu Teala, İslam Ümmeti'ni risalet ve cihad ümmeti kılmış,insanlığa risaleti götürmek onları zulüm ve zulumattan, sapıklıktan, kula kulluktan kurtarmak için çalışmakla sorumlu kılmıştır.Onun yolu olan cihadı da farz kılmıştır. Şöyle ki:

“Böylece sizi insanlar üzerine şahitler olmanız, Rasül de size şahit olması için seçkin bir ümmet kıldık.” (Bakara-143)

“Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz.Marufu emreder münkerden nehyedersiniz.” (Ali İmran-110)

“O müşrikler hoşlanmasa da (kendi) dinini bütün dinlere hakim kılmak için Rasülü’nü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur.” (Tevbe-33)

“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla (kafirlerle savaşın” (Enfal-39)

İslam ümmetinin bu vazifesini yerine getirebilmesi için dünyada neler olup bittiğinden haberdar olması, düşmanlarına karşı uyanık olması gerekmez mi ? Yani dış siyasete devletler arası siyasete vakıf olması gerekmez mi ? Bunlara vâkıf olmayan hem düşmanlarından nasıl korunur hem de Allah’ın üzerine yüklediği fitneyi, fesadı ortadan kaldırma yükümlülüğünü nasıl yerine getirebilir ? İslam ümmetinin dış siyasete vâkıf olmasının gerekliliği şu hususlarda açıkça ortaya çıkar :

1- Düşmanlarını tanıması bakımından

2- Fitne-fesadı ortadan kaldırıp Allah’ın dinini hakim kılmak için cihad yapmakla yükümlü olması bakımından,

3- Müslümanların sadece kendilerini kalkındırmak değil tüm insanlığı kalkındırmayı düşünmek ve o azimle çalışmakla yükümlü olmaları bakımından.

a- Şu anda yeryüzü, müslümanların düşmanları olan kafirlerin devletleri tarafından istila edilip ifsad olmuştur. Kafirler devletlerinin imkanları ile sürekli müslümanlara kin beslemekte kötülük düşünmekte ve düşmanlık yapmaktadırlar. Müslümanların mallarını çalmak, ülkelerini sömürmek, onları İslâm'dan uzaklaştırmak ve İslâm'ı tamamen ortadan kaldırmak için sürekli hileler, tuzaklar kurmakla meşguller, planlar ve planlarını uygulamak için çeşitli faaliyetler yapmaktalar. Bu ortamda, müslümanlar o düşmanlara karşı nasıl gafil olurlar ? Düşmanına karşı gafil olmayı telkin eden bir zihniyet asla İslâmî zihniyet olamaz. Şu anda yeryüzündeki devletler mademki hep küfür devletleridir, o halde müslümanların bu devletleri özellikle de ABD İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletlerarası siyasi durumu belirleyen büyük devletlerin vakıalarını tanımaları, onların plan ve desiselerinden haberdar olmaları onların aleyhimizde hazırladıkları tuzaklarına düşmemek için farzdır. Çünkü "bir farzı yerine getirmek için gerekli şeyler de farzdır".

Nitekim son dönemlerde müslümanlar bu farzı eda etmedikleri için sürekli düşmanları olan kafirlerin tuzaklarına düşmektedirler. Bu düşüşlerine halen yaşanmakta olan şu üç örneği vermek istiyorum: Afganistan, Bosna Hersek, Hizbullah.

Yıllarca Afganistan’da gasb, işgalci Rus kafirlerine karşı savaşıldı, birçok müslüman öldürüldü. Nihayet işgalci kafir Rus ordusu ülkeyi terk etti. Fakat siyasi ve askeri netice yine müslümanların aleyhine oldu. Müslümanlar İslâm açısından hiç bir müsbet netice elde etmediler. Hatta birbirlerini öldürme noktasına geldiler... Bu vahim neticeye neden geldiler ?... Çünkü dünyayı tanımıyorlardı. Küfür devletlerinin planlarını göremiyorlardı. Pakistan, Mısır, Suudi Arabistan, İran devletlerinin vakıalarını ve bu devletleri siyasi tahakkümü altında tutan ABD’nin vakıasını anlamıyorlardı. Dolayısı ile onlardan gelen para akıl ve planları hemen aldılar ve onların dümen suyuna girdiler.

Bosna Hersek'te de öyle oldu. Siyasi körlük ve basiretsizlik müslümanları savaşın neticesinde kaybedenler konumuna düşürdü. Evet Sırp saldırıları durmuştu. Fakat varılan siyasi askeri netice tamamen müslümanlar açısından fiyaskoydu. İpin ucu kafirlerin elindeydi. Kafirlerin sınırlarını çizdiği Hırvat Bosna Federasyonunda küfür anayasaları, kanunları nizamları uygulanacak, müslümanlar da bu nizamlara boyun bükeceklerdi. Hatta savaş esnasında savaşan mücahidler ülkeyi terk edip yine kafirlerin kuruverdiği bir ordu müslümanları koruyacakmış (!) müslümanlar gavurun ipi ile kuyuya inilemeyeceğini niye anlamıyorlar da onların uzattığı ipleri yani planları kabulleniyorlar?. Neden? Çünkü, siyasi uyanıklıktan ve basiretten yoksunlar. Müslümanlar sadece ölmek için savaşmazlar. Savaşın askeri, siyasi neticesini gözetmek ve gerçekleştirmek için savaşırlar ki o netice düşmana galip gelip düşmanı kahr etmek ve onu defedip kendi inancı doğrultusunda bir yaşama ulaşmak ya da Allah’ın dinini hakim kılmaktır... Afganistan’da ve Bosna da bu netice niçin gerçekleşmedi ?

En son Hizbullah’ın Güney Lübnan'da takındığı tutum. İsrail’e niçin roket attı ve niçin roket atışlarını durdurdu ? İşgalci pis yahudi ordusu işgal ettiği İslâm topraklarını terk mi etti de roket atışlarını ve askeri saldırılarını Hizbullah durdurdu? Maalesef öyle değil. Şam da müslüman katili, kafirlerin sadık köpeği Hafız Esad’ın masasında, ABD, Fransa, Rusya, İran dışişleri bakanlarının görüşmeleri neticesinde ortaya konulan yahudi ile barış ve karşılıklı saldırmazlık anlaşması planını kabul ederek pis yahudi devleti ile anlaşmaları neticesinde ateşi kesti... Hizbullah Allah için ölümü göze almış binlerce askerine rağmen bu zelil rezil duruma niçin düştü ?.. Gasbcı yahudi devleti ile anlaşmanın İslâm ve müslümanlara ihanet olacağını niçin anlamıyorlar ?.. Çünkü siyasi uyanıklıktan ve basiretten yoksunlar. Onun için de düşmanları olan kafirlerin oyuncağı olmak konumundan kurtulamıyorlar... Suriye Devleti'nin İran Devleti'nin samimiyetsizliğini niçin göremiyorlar. ABD'leri ile olan alakasını niçin göremiyorlar... Bu siyasi basiretsizlik neticesinde düşülen o rezil konum müslümanlara yakışır mı?

İşte bu üç örnek bize, dış siyaseti devletlerarası durumu ve bu durumu belirleyen büyük devletlerin ve bölge devletlerinin konumlarını kavramanın ve ortama İslâm açısından bakarak tavrımızı önceden belirlemenin yani siyasi uyanıklık ve basiret üzere olmanın önemini daha canlı bir şekilde ortaya koymaktadır.

b- Yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi Allahu Tealâ İslâm ümmetini fitne ve fesadı ortadan kaldırmak ve Hak Din olan İslâm'ı yeryüzünün tamamında hakim kılmak için cihad yapmakla mükellef kılmıştır. Müslümanların bakışını yeryüzünün tamamına yöneltmiştir. Bununla yükümlü olan bir ümmet elbette ki fitne ve fesadın faillerini tanımak zorundadır. Onların güçlerini planlarını ve faaliyetlerini tanımak zorundadır. Bu da dış siyaseti takip etmeyi ve siyasi uyanıklığa sahip olmayı gerekli kılmaktadır.

c- Allahu Teala yukarıda da belirtildiği gibi İslâm ümmetini “insanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” “insanlığa şahid ümmet” kılmıştır. Bu vasıflara göre İslam ümmetinin sorumluluğu evrenseldir. Allah bu ümmete bu ağır sorumluluğu yüklemekle aynı zamanda onu yeryüzünde “en seçkin,en üstün ümmet” konumuna getirmiştir. İşte bu ulvi makam ve sorumluluk gereği müslümanlar sadece kendilerini düşünmezler ve sadece kendileri için yaşamazlar... Bundan dolayı bugün her ne kadar müslümanlar kendileri kalkınmak zorunda olsalar da onların bakışı yine de alemin tamamına insanlığın kurtuluşunadır.

Müslümanlar kalkınmak için uğraşacaklar fakat sadece kendilerini kurtarmak için değil tüm dünyayı fitne ve fesattan insanlığı da tağuti zulumat ve dalaletten kurtarıp İslâm'ın nuruna, hidayet ve adaletine kavuşturmak için yani tüm insanlığı kalkındırmak için bunu yapacaklar. Bu bakışı bize hem yukarıda zikredilen nasslar kazandırıyor hem de Rasul (SAV)’in sünneti kazandırıyor.

Bilindiği üzere Rasul (SAV) ve sahabeler daha İslâm'ın ilk yıllarında Mekke döneminde dış siyasetle ilgileniyorlardı. Müşriklerin liderleri aralarında Ebu Bekir’in de olduğu bir grup müslümana Fars’lıların Rum’lara galip geldiklerini, Rum’ların kitap ehli olmalarının kendilerine bir üstünlük sağlamadığını, aynı şekilde müslümanların da kendilerine Allah’tan kitap geliyor iddiası ile üstünlük elde edemiyeceklerini söyleyerek müslümanlara çattılar. Bunun üzerine müslümanlar Rasulullah (SAV)’in yanına geldiklerinde Allahu Teala Rum suresinin 1-4 ayetlerini indirip Rumların kısa zaman içinde galip geleceklerini, mü’minlerin de müşriklere karşı zafer elde edeceklerini bildirdi. Nitekim Rumlar 616 yılındaki yenilgilerinden 8 yıl sonra 624 yılında Fars’lıları yendiler. Müslümanlar da Bedir’de müşrikleri yendiler. Bu olay, sahabelerin devletleri yokken bile devletlerarası ilişkilere akideleri açısından takip ettiklerini Allah ve Rasülü’nün de bunu teyid ettiğini ortaya koymaktadır. Mekke’de henüz devletleri bile yokken sahabelerin bu uğraşıları abesle iştigal miydi? Hayır kesinlikle hayır. Bilakis dünyayı kurtarma sorumluluğunun bilincindeki müslümanların akidelerinin ve sorumluluklarının zorunlu kıldığı bir uğraşı idi. Zira Rasul SAV daha Mekke’de iken çeşitli maddi sıkıntılar içindeki bir avuç müslümana zamanın iki süper devletinin fethini Allah’ın dininin hakimiyeti için hedef olarak gösteriyordu. Kayser ve Kisra'nın hazinelerini vaad ediyordu. Bu vaad para vadinden öte iki büyük ülkenin fethinin vaad edilmesiydi. Bir başka örnek ise Medine’de Hendek gazvesinde İslâm Devleti'nin ablukaya alındığı bir esnada korunmak maksadı ile çeşitli sıkıntılar içerisinde hendek kazarken Rasulullah (SAV)’in müslümanlara Rum, Fars ve Mısır diyarlarının fethedileceğini müjdelemesiydi. Yani müslümanlara sadece bu ablukadan nasıl kurtuluruz gibi bir sıkıntıyla meşgul olmamalarını, gösterilen hedeflere nasıl ulaşacaklarını düşünmelerini onlara telkin ediyordu. İşte bütün bunlar müslümanların bugün dahi dünyayı ve tüm insanlığı Allah’ın dinini hakim kılarak kurtarmayı düşünmeleri gerektiğini bunun yolu olan cihad bilinciyle hareket etmeleri gerektiğini onun için de bakışlarını dünyaya yöneltip ne olup bittiğini fark etmeleri, takip etmeleri gerektiğini bu takibi de İslâmî açıdan yaparak siyasi uyanıklık içinde olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.

Siyasi uyanıklık :

İşte İslâm ümmetinin şahit ümmet vasfını koruyabilmesi onda ancak siyasi uyanıklığın hasıl olması ile gerçekleşir. Siyasi uyanıklık ise; siyasi durumlara, devletlerarası duruma, siyasi olaylara karşı uyanık olmayı devletlerarası siyaseti ve siyasi işleri takip etmeyi, dünyaya belli bir zaviyeden bakarak yürütmektir. Müslümanlar için siyasi uyanıklık bahsedilen hususlara İslâm akidesi açısından bakmaktır. Rasulullah (SAV)’in şu hadisinde ifadesini bulduğu gibi :

"İnsanlar La ilahe İllallah Muhammedun Rasulullah diyesiye kadar savaşmakla emrolundum. Onu söylediklerinde şeriatın hak olarak kıldığı dışında kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar." (Nesei)

Dünyaya belli bir açıdan bakmamak insanın bakışını sathi kılar, siyasi uyanıklık olmaz. Şu iki husus gerçekleşmeden siyasi uyanıklık gerçekleşmez :

1- Bakış belli bir bölgeye değil bütün dünyaya olmalı.

2- Bu bakış belli bir açıdan olmalı. Bu açı bir ideoloji olabilir. Belirli bir fikir olabilir,belirli bir maslahat olabilir.

ÜMMET İÇERİSİNDE SİYASİ BİR HİZBİN OLMASININ ÖNEMİ

Ümmette siyasi uyanıklığı hasıl edecek olan siyasi bir hizbin faaliyetleridir.Nitekim böyle bir hizbin kurulmasını Allahu Teala emretmiştir. Ali İmran 104. ayette şöyle buyurmaktadır :

“Sizden hayra davet eden marufu emreden, münkerden nehyeden bir ümmet (hizib, grub) olsun.”

Siyasi bir hizibte bulunması gereken özellikler ise şunlardır :

1- Hedefini ve üzerine kurulduğu fikirlerini iyi kavramış olmalıdır.

2- Metodunu ve onunla ilgili hükümleri kavramalı.

3- Kitlesine insanları katma yolunu iyi kavramalı,

4- Mensuplarına üzerine kurulduğu fikirleri kavratmalı ki onların bağlılıkları hissi değil fikri olsun.

5- Siyasi uyanıklık içinde olmalı,işi de sadece İslâm'a davet açısından siyaset olmalı.

Hizip bu işleri şöyle yapar :

A- Yöneticileri, icraatlarını yakınen takip ederek onların müslümanların maslahatlarını takipteki ihmalkarlıklarını, yanlışlarını, ihanetlerini deşifre edip müslümanların dikkatine sunmak. Böylece yöneticilere karşı müslümanlarda siyasi uyanıklık hasıl etmek. Buna siyasi mücadele denir.

B- Kafirlerin ve küfür devletlerinin müslümanlara karşı entrikalarını, planlarını ve siyasi işlerini keşfedip müslümanların dikkatine sunarak müslümanları dünyadan haberdar etmek ve dış siyasette siyasi uyanıklık sağlamak.

C- İnsanların işlerinin yürütülmesinde şer’i çözümler göstermek. İslâm'a davetin manası da zaten budur. Bu çözümlerin uygulanmasına davet etmektir. Bu nedenle böylesi bir hizbin;

1- Olaylara karşı duyarlı olması

2- Haberleri takip etmesi

3- Siyasi bakış ve tefekküre sahip olması gerekir.

Siyasi tefekkür insanların problemlerine çözüm düşünmek değil, insanların işlerinin yürütülmesini düşünmektir. Bunun için de olayları ve haberleri, gelişmeleri takip etmektir.

İşte siyasi bir hizip ümmette bu tefekkür ve siyasi uyanıklığı yaygınlaştırmak için uğraşır. Sonra da bu siyasi tefekkür ve uyanıklıkla ümmetin harekete geçip Allah’ın dinini tekrar hakim kılmak ve aleme taşımak için şeriatın ortaya koyduğu ve zorunlu kıldığı Hilafet Devleti'ni kurmak ve korumak, onunla beraber İslâm risaletini aleme taşımak yoluna girmesini sağlamaya çalışır.

İslami siyasi hizbin işinin bu olduğunu da zaten öylesi bir hizbin bulunmasını gerekli kılan ayetlerle Allahu Teala belirlemiştir.Allahu Teala siyasi bir kitlenin işini :

1- Hayra yani İslâm'a davet. İslâm'a inanmaya ve onu yaşamaya davet,

2- Marufu emredip münkerden nehyetmek şeklinde belirlemiştir ki bu işler fikri ve siyasi işlerdir, maddi işler değildir.

Onun için İslâmî siyasi bir hizipten ayetin belirlediği bu işlerin dışında işler beklemek yanlış olur. O hizipten devletin ya da devlete ait kurumların yapacağı maddi işler yapmasını beklemek yanlış olur. Zira o zaman ayeti kerimede ortaya konulan hizip vakasını anlamamak olur. Dolayısı ile hizipten okullar açmasını,hastaneler açmasını, silahlı ordular kurmasını, yargı işlerini, hisbe işlerini yönetmesini beklemek ve bu işleri yapmıyorsa o hizip hiçbir iş yapmıyor diye vasfetmek, yaptığı siyasi fikri işi küçümsemek çok yanlış olur... Ayeti kerimede Allahu Teala’nın sınırladığı işleri küçümsemek olur. Rasul (SAV) ve ashabının yapmış olduğu işi küçümsemek olur. Bu konuda böyle düşünmekten Allah’a sığınmak gerekir.

Şu halde bize düşen bu açıklamaların ışığında siyasetin, siyasi çalışmaların, siyasi hizbin ve işlerinin önemini iyi kavrayıp gereğince amel etmek olmalıdır.

Sayı 92...1417-C.EVVEL...1997-Ekim...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder