DİNLERARASI DİYALOĞU YAPMAK, YANLIŞ VE TEHLİKELİ BİR İŞTİR - 1

Dr. Tevfik Mustafa

Altmışlı yıllarda ortaya atılan dinler arası diyaloğu yapma düşüncesi, semavi dinler arasındaki farkları kaldırıp birbirlerine yaklaştırmaya yöneliktir. Bu düşünce çok yabancı, tehlikeli ve sinsîdir. Bunun gereğince müslümanlar, dinlerinden ve dinlerinin bir çok hususlarından vazgeçecekler. Ayrıca cihattan ve İslâm davetini yüklenme işinden vazgeçecekler.

Bu düşüncedeki zahirî maksat, Sovyetler Birliği’ne ve komünizme karşı güçleri bir arada birleştirmek idi. Fakat asıl maksatları, İslâm’ı vurmak, Allah’ın istediği ve eskiden olduğu gibi İslâm’ın dünyada tek etkili ve sahih ideoloji olarak hayata tekrar dönmesini engellemektir. Yapılan plan şöyledir: Önce onu tek sahih din olma makamından düşürmektir. Çünkü İslâm, Rasulullah (SAV) yoluyla geldiği günden itibaren yeryüzüne ve üzerinde yaşayanlara varis oluncaya kadar tek sahih ideoloji olarak kalacaktır. Ve Allah, insanlar için başka bir din kabul etmeyecektir. Diğer dinlerin tümü batıl ve küfürdür. İnsanların, bu diğer dinlerden vazgeçip tek hak dini olan İslâm’a girmelerini istemektedir. Şöyle ki:

“Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.” (Ali İmran: 19)

“Kim İslâm’dan başka bir din edinirse o, ondan kabul edilmeyecektir. O kişi ahirette hüsrandadır.” (Ali İmran: 85)

Böylece dinlerin sahipleri şüphesiz kâfirdirler. Allah onlardan hiç bir şey kabul etmeyecektir. Kim, bu neshedilmiş dinler üzerine devam ederse cehennemde ebediyen kalacaktır.

“Kâfir olan ehli kitap ve müşrikler cehennemde ebediyen kalacaklar. Onlar insanların en şerlilerinin ta kendileridir.” (Beyyinat: 6)

İslâm’ı, yahudi ve hıristiyanlıkla eşit tutmak, Kur’an’ın net ve açık ayetleriyle tam çelişkili bir husus olduğu gibi, İslâm davetini yüklenme işini ve cihadı durdurmaya yöneliktir. Bu planı çizenler ise kâfirlerdir ki İslâm’ın diğer dinlere egemen olmasını engellemek istediler. Ayrıca İslâm ümmetinin tekrar tek bir varlık olmasını ve dün olduğu gibi davetin ışığını beşeriyete götürmesini engellemeyi hedef edindiler. Fakat kâfirlerin hesabı ve tuzağı varsa, Allah’ın hesabı ve tuzağı da vardır. Nitekim Allah’ın hesabı ve tuzağı daha sağlam ve kuvvetlidir.

Bu diyalog düşüncesi nasıl başladı?

1960’lılarda Cenevre’de Ürdün Kültür Ateşesi, dinler arası diyalog düşüncesine çağırmaya başladı. Bir dergi çıkarttı ve bu dergide hep bu düşünceye davet etti. Eskiden Ürdün, İslâm’a karşı haçlılar tarafından bir kale olarak kullanıldı. Bugün ise haçlılar Ürdün’ü İslâm’a karşı bir üs olarak kullanmaktadırlar. Bu düşünceyi ortaya attıktan ve propagandasını yaptıktan sonra Vatikan’da İslâmî, hıristiyan ve yahudi heyetler arasında görüşmeler ve temaslar başladı. Mısır’ın eski başkanı Enver Sedat, Sina’da Tur Dağı üzerine hocaları, papazları ve hahamları toplamaya başladı.

Avrupa’da bu düşünce yayılmaya başladı. Bazı müslümanlar bu düşünceye uydular, bu düşünceyi başarıya götürmek için İslâm’ı ve fikirlerini, ayetin taşıdığı manaya tam ters (muhalif) şekilde tefsir etmeye başladılar. Öyle bir noktaya vardılar ki; müslümanları, hıristiyanları ve yahudileri eşit tuttular. Hatta müslümanların yaptıkları cihadı, yahudilerin işledikleri cinayetlere ve hıristiyanların haçlı seferler ve İspanya’da işledikleri cinayetlere musavi tuttular. Bütün din mensupları, aynı vahşî savaşlar yapıyorlar diye iddia ettiler. Üstelik cihadı, savunma savaşı olarak tefsir ettiler. Hatta bazıları daha da ileri giderek, İslâm fetihlerinin hatalı ve İslâm’a aykırı olduğunu iddia ettiler.

Oysa bütün bu hususlar düpedüz yalan ve iftiradır. Kim tarihi bilirse ve cereyan eden olayları izlerse, müslümanlar ile diğer dinlerin mensuplarının arasındaki farkı idrak eder. Nitekim İslâm fetihleri, insanlık için hayırlı bir iş idi. Çünkü nuru, hidayeti ve saadeti insanlara getirdi. Hıristiyan ve yahudilerin yaptıkları ve yapmakta oldukları zulüm, katl (cinayet), istibdat ve göçe zorlamaya yönelik yaptıkları hareketleri gayet açıktır. Fakat İslâm bundan çok uzaktır ve müslümanlar bunu hiç yapmadılar.

Haçlı seferlerine bir göz atarsak, hıristiyanların müslümanlara karşı yaptıkları muamele ile müslümanların hıristiyanlarla yaptıkları muamele arasındaki fark idrak edilir. Hıristiyanların işi sırf müslümanları öldürmek veya kovmak idi. Kudüs’e girince müslümanları Mescid-i Aksa avlusunda toplayıp kellelerini vurdular. Bu vakıada öldürülen müslümanların sayısı yetmiş bin idi. Övünerek ve gurur duyarak Roma papazına bu olayı aktardılar. Atlarının müslümanların kanları içerisinde yüzdüğünü bildirdiler. Fakat müslümanlar Kudüs’ü bu vahşî hıristiyanlardan geri alınca, bu vahşîlere karşı nasıl bir muamele gösterdiler biliyor musunuz? Müslümanlar, hıristiyanları affettiler ve onlara iyilik yaptılar. Tarih, böyle bir muamele görmüş değildir.

Endülüs’te müslümanlara karşı hıristiyanların yaptıkları katliam ve kovma operasyonu çok utanç vericidir. Hıristiyanların çizdikleri korkunç manzaraları, hiç bir insan tarafından tasavvur edilemez. Halbuki müslümanlar Endülüs’ü fethedince, hıristiyanlara ve yahudilere güzel muamele, iyilik ve müsamaha gösterdikleri, tarihte hiç görüşmüş bir şey değildir. Çeçenistan ve Bosna’da hıristiyanların ve Filistin’de yahudilerin işledikleri katliamlar ve cinayetler, bütün insanlar tarafından görülmektedir. Öyleyse akıl sahibi olan kimse eskiden olsun günümüzde olsun kesinlikle müslümanları yahudilere ve hıristiyanlara eşit tutamaz.

İslâm’ın manası

“Dinler arası diyaloğu” savunanlar, İslâm’ın manasının barış olduğunu açıklarlar. Bu ise kasıtlı yapılan bir saptırmadır. Barış şarkısını çalmak ve barışı kutsallaştırmak, büyük hatadır. Oysa ne savaş ne barış kutsal değildir. Ancak devletin davasının siyaseti, ne zaman savaş veya barış olduğunu tesbit eder. Bu şekilde Rasulullah (SAV) hayatı boyunca böyle hareket etti, bazen savaştı bazen barıştı. Böylece İslâm davetinin yüklenmenin farziyeti neyi gerektirirse o olur.

İslâm’ın manası, Allahu Tealâ’ya teslim olmaktır. Yalan ve iftira yaparak onun manasının barış olduğu doğru değildir. Kurtubi şöyle diyor: “Arap dilinde İslâm’ın manası, boyun eğmek ve teslim olmaktır.” Dr. Savi şöyle diyor: “İslâm’ın gerçeği, yalnız Allah’a teslim olmaktır.” Kim Allah’a ve gayrisine teslim olursa müşrik olur. Kim Allah’a teslim olmazsa, O’na kulluk etmeye karşı kibirlilik göstermiş olur. Şirk ve Allah’a kulluk etmeye karşı kibirlilik göstermek küfürdür. Yalnız O’na teslim olmak, yalnız O’na kulluk etmek ve ibadet etmektir. İşte İslâm Dini budur. Allah bunun dışında bir şey kabul etmez. Bu nedenle diğer dinler, İslâm’la kesinlikle eşit kılınamaz. Allah’ın razı olduğu din olan İslâm’dan başka dini kabul edemeyiz. Şüphesiz ki İslâm’a inanmayan kâfirdir. Bütün müslümanlar bu husus üzerine birleştiler.

Rasulullah (SAV), Cebrail (as) kendisine şöyle sorunca İslâm’ın ne olduğunu açıklamıştır: “Ey Muhammed, İslâm’ın ne olduğunu bana açıklar mısın?” Hz. Muhammed (SAV) şöyle cevap vermiştir: “İslâm; La ilahe illallah Muhammed Rasulullah diye şahitlik edeceksin, namazı kılacaksın, zekâtı vereceksin, Ramazanı tutacaksın, gücün yetiyorsa hac yapacaksın.”

İşte Rasulullah (SAV), bu şekilde İslâm’ı tanıtmıştır. Onun manasının barış olduğunu söylememiştir. Peki ehli kitap bu hususa inanıyorlar mı?!

İmam Kurtubi, Allahu Tealâ’nın şu sözünü “Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.” (Ali İmran: 19) şöyle açıklıyor: “Bu ayetteki din, itaat ve millettir. İslâm, itaat ve iman manasınadır. Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Ehli kitaba ve ummilere de ki ya Muhammed; Müslüman oldunuz mu? Eğer müslüman olursanız hidayetli olmuş olursunuz. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen görev ancak tebliğ etmektir. Allah kullarından haberdardır." (Ali İmran: 20)

Ehli kitap, yahudi ve hıristiyanlardır. Ummiler ise (okuma yazma bilmeyip) kitapları olmayan müşrik Araplardır. “Müslüman oldunuz mu?” sorusunun içeriği müslüman olun, demektir. Taberi, aynı fikre sahiptir. Zecac adlı alim şöyle diyor: "Müslüman oldunuz mu?" diye sorulan soru, tehdit içermektedir. Çünkü, yoksa müslüman olmadınız mı? diye sormaktadır.”

Safvetu Tefasir kitabında Muhammed Ali Sabuni şöyle diyor: “Lügatta İslâm’ın manası teslim olmak ve tam şekilde boyun eğmektir. Onu manası da, dinde ve akidede ihlas göstermektir.” Ve, “Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.” (Ali İmran: 19) ayeti şöyle tefsir ediyor: “Allah indinde kabul edilen yasa, sadece İslâm şeriatıdır ve İslâm dışında Allah bir din kabul etmez.” “Ehli kitap, kendilerine ilim geldikten sonra ihtilafa düştüler.” (Ali İmran: 19) ayeti kerimeyi şöyle açıklıyor: “Yahudiler ve Hıristiyanlar Muhammed (SAV)’in peygamberliği hakkında kesin ve apaçık deliller gördükten sonra ihtilafa düştüler. Kendilerine hakikat gizlendiği ve onun hakkında şüphelendikleri için değil de kibirlilik ve inat gösterdikleri için kâfir oldular. Böylece ilim (kesin delil) gördükten sonra sapmış oldular.” Ve,

“Eğer seninle tartışırlarsa de ki; Ben ve bana tabi olanlar, hepimiz yüzlerimizi Allah’a teslim ettik.” (Ali İmran: 20) ayeti şöyle izah ediyor: “Eğer Ya Muhammed, bu din hakkında seninle tartışırlarsa onlara de ki; Ben Allah’ın kuluyum bütün varlığımla Allah’a teslim oldum. Yalnız O’na ibadetimi halis kıldım. O’nun ortağı veya eşi veya zevcesi veya çocuğu yoktur. Bana tabi olanlar, İslâm milletine (dinine) teslim olup Allah’ın emrine boyun eğdiler.” Ve,

"Ehli kitaba ve ummilere de ki ya Muhammed; Müslüman oldunuz mu? Eğer müslüman olursanız hidayetli olmuş olursunuz. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen görev ancak tebliğ etmektir. Allah kullarından haberdardır." (Ali İmran: 20) ayetini şöyle anlatıyor: "Ehli kitap; yahudiler ve hıristiyanlardır. Ummiler ise, Araplardan putperesttirler. Onlara diyor ki; müslüman oldunuz mu? Yoksa hâlâ küfrünüz üzerine devam mı ediyorsunuz? Oysa sizi İslâm’a sokabilecek apaçık deliller geldi. Eğer müslüman olurlarsa hidayetli olurlar. Yani sizin gibi müslüman olurlarsa, kendilerine fayda sağlarlar. Çünkü müslümanlıkla kendilerini sapıklıktan kurtarıp, hidayete getirirler ve karanlıktan çıkartıp aydınlığa kavuştururlar." (Devamı var...)

 

 Sayı 92...1417-C.EVVEL...1996-Ekim...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder