Bugün müslümanların yanlış yöneldikleri bir yol vardır.
Hatta bu yüzyıllarda müslümanların izledikleri hatalı yönelişleri
odur. O ise; bilgi edinmek ve bilgili olmaktır. İnsan bilgi
edinirse bilgili olur. Fakat bu yol insanı bir miktar da
etkilese de köklü şekilde değiştirmez ve kalkındırmaz.
Çünkü insan, pratik olmaz ve bu bilgileri fikir haline ve
ondan sonra da mefhum haline getirmez. Bunun doğruluğunu
ispatlayan şimdiki müslümanların durumudur. Onların her
konuda bilgileri var, aralarında çok kültürlü ve tahsil
yapmış kimseler var ve İslâm’ı öğrenenler çoktur.
Lâkin amel edenler veya fikirleri amel için kavrayıp eyleme dönüştürenler
pek azdır. Bunun sebebi ise, onların edindikleri hedefleridir.
Bu ise, bilgi edinmek ve bilgili olmaktır. Hedefleri, bir gaye
için çalışmak, mücadele vermek ve amel etmek olsaydı; çalışmak
ve mücadele etmek için bilgi edinirlerdi. O zaman olayları
izler ve müşkülleri görür, ondan sonra da bunlar hakkında
fikir vermek ve çözüm aramaya yönelirler. Ve fikirlerini
tatbik ve çözümleri uygulamak üzere mücadele yaparlar.
Kur’an yolunu izleyelim ve nasıl indirildiğini görelim;
Ki Kur’an’ın bir bütün olarak nazil olmadığını görürüz.
Yoksa Levhi Mahfuz’da tüm olarak mevcuttur. Olay, vakıa ve müşküllere
göre ayetler indirilmiştir. Bilgi ve fikir, insanların
hissettikleri meselelerle ilgilidir. Bu nedenle insanlar kolayca
Kur’an’ı kavrıyorlardı ve müslümanlar onu uyguluyorlardı.
Vakıada putperestlik vardı ve Allah bununla ilgili ayetler
indiriyor ve müslümanlar bunları kavrayıp götürüyorlardı
(taşıyorlardı). Yöneticilerin zulümleriyle ilgili olaylar
vardı ve Allah bunlar hakkında ayetler indiriyor ve müslümanlar
da bunları kavrayıp mücadele ediyorlardı. Yetimlerin
mallarını yemek, kızları diri diri toprağa gömmek ve zinanın
yaygın olması gibi müşküller vardı ve İslâm hemen bu
problemlere değinip çözüm getiriyordu. Müslümanlar da
bunları anlayıp uygulamak için insanları davet ediyorlardı.
Bütün ayetler pratik hayatla ve insan meseleleriyle ilgili
idi. Rasulullah ve sahabeler bu yolu izlediler. Kur’an, bilip
de amel etmeyenlere çattı. (Bak. Saf: 2-3) İsrail
oğullarının alimlerini kitap taşıyan merkeplere benzetti. (Bak.
Cuma: 5) Ayrıca amele ve mücadele vermeye davet eden
yüzlerce ayet vardır.
İslâm, insanların işleriyle ve problemleriyle ilgili
fikirler getirdiği için siyasî bir dinin niteliğini
kazanmıştır. Çünkü siyaset, insanların işlerini yürütmektir.
Bilgi edinenler veya bilgili olmak için çalışanların siyasî
kimseler olmadıklarını görürüz. Kitaplar arasında
daldıkları veya bilgi verenlerin yanlarında
sıkıştıklarını müşahede ediyoruz. Siyasî mücadele
meydanlarında ve faaliyet sahasında onların yokluğunu
hissederiz. Hatta öyle mücadele ve faaliyet göstermekten kaçındıklarını,
diğerlerini teşvik etmediklerini ve bazen diğerlerini
uzaklaştırdıklarını görürüz. Bir gaye için siyasî
mücadele ve faaliyet, örgütlenmeyi gerektirdiği için her
örgütten ve örgütlenmekten kaçınıyorlar ve diğerlerini
sakındırıyorlar. Başı boş birer fertler olarak hareket
etmeyi tercih ediyorlar. Bunlar ne kadar bilgili olurlarsa
olsunlar, hiç verimli olmazlar. Toplumu değiştirmek için
hiç yararlı olmazlar ve ümmeti kalkındırıp devleti kurmada
hiç katkıları olmaz. Çünkü toplumu değiştirmek için
pratik fikir ve örgütlü faaliyet gerekir. Ümmeti kalkındırmak
için hayatı ve insanı köklü şekilde değiştiren mefhumlar
ve mefhumları insanlara veren teşkilat lazımdır.
Özet olarak müslümanlar, bir gaye uğrunda mücadele etmek
ve amel yapmak için hedefleri olunca aktif ve pratik veya
siyasî kimseler olacakları gibi bilgili de olurlar. Fakat amaçları
bilgi edinmek ve bilgili olmak olunca; hiç amel yapmazlar,
sadece bilgili kalırlar. Onların durumları, insanları da
kalkındırmaz. Bundan dolayı müslümanları amele ve mücadeleye
davet ediyoruz. O zaman hem amel olur hem de bilgi olur. Aynen
İbni Abbas’ın dediği gibi: “Hem amel yaptık, hem de ilim
kazandık.” Böylece o sahabeler İslâm Devleti’ni
kurabildiler. Çünkü İslâm Devleti, sırf ilimle kurulmaz,
bununla birlikte aktif ve ciddî örgütlü olan mücadeleyle
kurulur.
|