Altmışlı yıllarda ortaya atılan dinler arası diyaloğu
yapma düşüncesi, semavi dinler arasındaki farkları
kaldırıp birbirlerine yaklaştırmaya yöneliktir. Bu düşünce
çok yabancı, tehlikeli ve sinsîdir. Bunun gereğince müslümanlar,
dinlerinden ve dinlerinin bir çok hususlarından vazgeçecekler.
Ayrıca cihattan ve İslâm davetini yüklenme işinden vazgeçecekler.
Bu düşüncedeki zahirî maksat, Sovyetler Birliği’ne ve
komünizme karşı güçleri bir arada birleştirmek idi. Fakat
asıl maksatları, İslâm’ı vurmak, Allah’ın istediği ve
eskiden olduğu gibi İslâm’ın dünyada tek etkili ve sahih
ideoloji olarak hayata tekrar dönmesini engellemektir. Yapılan
plan şöyledir: Önce onu tek sahih din olma makamından düşürmektir.
Çünkü İslâm, Rasulullah (SAV) yoluyla geldiği günden
itibaren yeryüzüne ve üzerinde yaşayanlara varis oluncaya
kadar tek sahih ideoloji olarak kalacaktır. Ve Allah, insanlar
için başka bir din kabul etmeyecektir. Diğer dinlerin tümü
batıl ve küfürdür. İnsanların, bu diğer dinlerden vazgeçip
tek hak dini olan İslâm’a girmelerini istemektedir. Şöyle
ki:
“Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.”
(Ali İmran: 19)
“Kim İslâm’dan başka bir din edinirse o, ondan kabul
edilmeyecektir. O kişi ahirette hüsrandadır.” (Ali İmran:
85)
Böylece dinlerin sahipleri şüphesiz kâfirdirler. Allah
onlardan hiç bir şey kabul etmeyecektir. Kim, bu neshedilmiş
dinler üzerine devam ederse cehennemde ebediyen kalacaktır.
“Kâfir ol an ehli kitap ve müşrikler cehennemde
ebediyen kalacaklar. Onlar insanların en şerlilerinin ta
kendileridir.” (Beyyinat: 6)
İslâm’ı, yahudi ve hıristiyanlıkla eşit tutmak, Kur’an’ın
net ve açık ayetleriyle tam çelişkili bir husus olduğu
gibi, İslâm davetini yüklenme işini ve cihadı durdurmaya yöneliktir.
Bu planı çizenler ise kâfirlerdir ki İslâm’ın diğer
dinlere egemen olmasını engellemek istediler. Ayrıca İslâm
ümmetinin tekrar tek bir varlık olmasını ve dün olduğu
gibi davetin ışığını beşeriyete götürmesini engellemeyi
hedef edindiler. Fakat kâfirlerin hesabı ve tuzağı varsa,
Allah’ın hesabı ve tuzağı da vardır. Nitekim Allah’ın
hesabı ve tuzağı daha sağlam ve kuvvetlidir.
Bu diyalog düşüncesi nasıl başladı?
1960’lılarda Cenevre’de Ürdün Kültür Ateşesi,
dinler arası diyalog düşüncesine çağırmaya başladı. Bir
dergi çıkarttı ve bu dergide hep bu düşünceye davet etti.
Eskiden Ürdün, İslâm’a karşı haçlılar tarafından bir
kale olarak kullanıldı. Bugün ise haçlılar Ürdün’ü
İslâm’a karşı bir üs olarak kullanmaktadırlar. Bu düşünceyi
ortaya attıktan ve propagandasını yaptıktan sonra Vatikan’da
İslâmî, hıristiyan ve yahudi heyetler arasında görüşmeler
ve temaslar başladı. Mısır’ın eski başkanı Enver Sedat,
Sina’da Tur Dağı üzerine hocaları, papazları ve
hahamları toplamaya başladı.
Avrupa’da bu düşünce yayılmaya başladı. Bazı müslümanlar
bu düşünceye uydular, bu düşünceyi başarıya götürmek
için İslâm’ı ve fikirlerini, ayetin taşıdığı manaya
tam ters (muhalif) şekilde tefsir etmeye başladılar. Öyle
bir noktaya vardılar ki; müslümanları, hıristiyanları ve
yahudileri eşit tuttular. Hatta müslümanların yaptıkları
cihadı, yahudilerin işledikleri cinayetlere ve
hıristiyanların haçlı seferler ve İspanya’da işledikleri
cinayetlere musavi tuttular. Bütün din mensupları, aynı
vahşî savaşlar yapıyorlar diye iddia ettiler. Üstelik cihadı,
savunma savaşı olarak tefsir ettiler. Hatta bazıları daha da
ileri giderek, İslâm fetihlerinin hatalı ve İslâm’a aykırı
olduğunu iddia ettiler.
Oysa bütün bu hususlar düpedüz yalan ve iftiradır. Kim
tarihi bilirse ve cereyan eden olayları izlerse, müslümanlar
ile diğer dinlerin mensuplarının arasındaki farkı idrak
eder. Nitekim İslâm fetihleri, insanlık için hayırlı bir
iş idi. Çünkü nuru, hidayeti ve saadeti insanlara getirdi. Hıristiyan
ve yahudilerin yaptıkları ve yapmakta oldukları zulüm, katl
(cinayet), istibdat ve göçe zorlamaya yönelik yaptıkları
hareketleri gayet açıktır. Fakat İslâm bundan çok uzaktır
ve müslümanlar bunu hiç yapmadılar.
Haçlı seferlerine bir göz atarsak, hıristiyanların müslümanlara
karşı yaptıkları muamele ile müslümanların
hıristiyanlarla yaptıkları muamele arasındaki fark idrak
edilir. Hıristiyanların işi sırf müslümanları öldürmek
veya kovmak idi. Kudüs’e girince müslümanları Mescid-i
Aksa avlusunda toplayıp kellelerini vurdular. Bu vakıada
öldürülen müslümanların sayısı yetmiş bin idi.
Övünerek ve gurur duyarak Roma papazına bu olayı
aktardılar. Atlarının müslümanların kanları içerisinde
yüzdüğünü bildirdiler. Fakat müslümanlar Kudüs’ü bu
vahşî hıristiyanlardan geri alınca, bu vahşîlere karşı
nasıl bir muamele gösterdiler biliyor musunuz? Müslümanlar,
hıristiyanları affettiler ve onlara iyilik yaptılar. Tarih, böyle
bir muamele görmüş değildir.
Endülüs’te müslümanlara karşı hıristiyanların
yaptıkları katliam ve kovma operasyonu çok utanç vericidir.
Hıristiyanların çizdikleri korkunç manzaraları, hiç bir
insan tarafından tasavvur edilemez. Halbuki müslümanlar
Endülüs’ü fethedince, hıristiyanlara ve yahudilere güzel
muamele, iyilik ve müsamaha gösterdikleri, tarihte hiç görüşmüş
bir şey değildir. Çeçenistan ve Bosna’da hıristiyanların
ve Filistin’de yahudilerin işledikleri katliamlar ve
cinayetler, bütün insanlar tarafından görülmektedir.
Öyleyse akıl sahibi olan kimse eskiden olsun günümüzde
olsun kesinlikle müslümanları yahudilere ve hıristiyanlara
eşit tutamaz.
İslâm’ın manası
“Dinler arası diyaloğu” savunanlar, İslâm’ın
manasının barış olduğunu açıklarlar. Bu ise kasıtlı
yapılan bir saptırmadır. Barış şarkısını çalmak ve barışı
kutsallaştırmak, büyük hatadır. Oysa ne savaş ne barış
kutsal değildir. Ancak devletin davasının siyaseti, ne zaman
savaş veya barış olduğunu tesbit eder. Bu şekilde
Rasulullah (SAV) hayatı boyunca böyle hareket etti, bazen savaştı
bazen barıştı. Böylece İslâm davetinin yüklenmenin
farziyeti neyi gerektirirse o olur.
İslâm’ın manası, Allahu Tealâ’ya teslim olmaktır.
Yalan ve iftira yaparak onun manasının barış olduğu doğru
değildir. Kurtubi şöyle diyor: “Arap dilinde İslâm’ın
manası, boyun eğmek ve teslim olmaktır.” Dr. Savi şöyle
diyor: “İslâm’ın gerçeği, yalnız Allah’a teslim
olmaktır.” Kim Allah’a ve gayrisine teslim olursa müşrik
olur. Kim Allah’a teslim olmazsa, O’na kulluk etmeye karşı
kibirlilik göstermiş olur. Şirk ve Allah’a kulluk etmeye
karşı kibirlilik göstermek küfürdür. Yalnız O’na teslim
olmak, yalnız O’na kulluk etmek ve ibadet etmektir. İşte
İslâm Dini budur. Allah bunun dışında bir şey kabul etmez.
Bu nedenle diğer dinler, İslâm’la kesinlikle eşit
kılınamaz. Allah’ın razı olduğu din olan İslâm’dan başka
dini kabul edemeyiz. Şüphesiz ki İslâm’a inanmayan
kâfirdir. Bütün müslümanlar bu husus üzerine birleştiler.
Rasulullah (SAV), Cebrail (as) kendisine şöyle sorunca İslâm’ın
ne olduğunu açıklamıştır: “Ey Muhammed, İslâm’ın ne
olduğunu bana açıklar mısın?” Hz. Muhammed (SAV) şöyle
cevap vermiştir: “İslâm; La ilahe illallah Muhammed
Rasulullah diye şahitlik edeceksin, namazı kılacaksın, zekâtı
vereceksin, Ramazanı tutacaksın, gücün yetiyorsa hac
yapacaksın.”
İşte Rasulullah (SAV), bu şekilde İslâm’ı
tanıtmıştır. Onun manasının barış olduğunu söylememiştir.
Peki ehli kitap bu hususa inanıyorlar mı?!
İmam Kurtubi, Allahu Tealâ’nın şu sözünü “Şüphesiz
ki Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.” (Ali
İmran: 19) şöyle açıklıyor: “Bu ayetteki din, itaat ve
millettir. İslâm, itaat ve iman manasınadır. Allahu Tealâ
şöyle buyurmuştur:
"Ehli kitaba ve ummilere de ki ya Muhammed; Müslüman
oldunuz mu? Eğer müslüman olursanız hidayetli olmuş
olursunuz. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen görev ancak
tebliğ etmektir. Allah kullarından haberdardır." (Ali
İmran: 20)
Ehli kitap, yahudi ve hıristiyanlardır. Ummiler ise (okuma
yazma bilmeyip) kitapları olmayan müşrik Araplardır. “Müslüman
oldunuz mu?” sorusunun içeriği müslüman olun, demektir.
Taberi, aynı fikre sahiptir. Zecac adlı alim şöyle diyor:
"Müslüman oldunuz mu?" diye sorulan soru, tehdit
içermektedir. Çünkü, yoksa müslüman olmadınız mı? diye
sormaktadır.”
Safvetu Tefasir kitabında Muhammed Ali Sabuni şöyle diyor:
“Lügatta İslâm’ın manası teslim olmak ve tam şekilde
boyun eğmektir. Onu manası da, dinde ve akidede ihlas göstermektir.”
Ve, “Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.”
(Ali İmran: 19) ayeti şöyle tefsir ediyor: “Allah indinde
kabul edilen yasa, sadece İslâm şeriatıdır ve İslâm dışında
Allah bir din kabul etmez.” “Ehli kitap, kendilerine ilim
geldikten sonra ihtilafa düştüler.” (Ali İmran: 19) ayeti
kerimeyi şöyle açıklıyor: “Yahudiler ve Hıristiyanlar
Muhammed (SAV)’in peygamberliği hakkında kesin ve apaçık
deliller gördükten sonra ihtilafa düştüler. Kendilerine
hakikat gizlendiği ve onun hakkında şüphelendikleri için değil
de kibirlilik ve inat gösterdikleri için kâfir oldular.
Böylece ilim (kesin delil) gördükten sonra sapmış oldular.”
Ve,
“Eğer seninle tartışırlarsa de ki; Ben ve bana tabi
olanlar, hepimiz yüzlerimizi Allah’a teslim ettik.” (Ali
İmran: 20) ayeti şöyle izah ediyor: “Eğer Ya Muhammed, bu
din hakkında seninle tartışırlarsa onlara de ki; Ben Allah’ın
kuluyum bütün varlığımla Allah’a teslim oldum. Yalnız O’na
ibadetimi halis kıldım. O’nun ortağı veya eşi veya
zevcesi veya çocuğu yoktur. Bana tabi olanlar, İslâm
milletine (dinine) teslim olup Allah’ın emrine boyun
eğdiler.” Ve,
"Ehli kitaba ve ummilere de ki ya Muhammed; Müslüman
oldunuz mu? Eğer müslüman olursanız hidayetli olmuş
olursunuz. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen görev ancak
tebliğ etmektir. Allah kullarından haberdardır." (Ali
İmran: 20) ayetini şöyle anlatıyor: "Ehli kitap;
yahudiler ve hıristiyanlardır. Ummiler ise, Araplardan
putperesttirler. Onlara diyor ki; müslüman oldunuz mu? Yoksa
hâlâ küfrünüz üzerine devam mı ediyorsunuz? Oysa sizi
İslâm’a sokabilecek apaçık deliller geldi. Eğer müslüman
olurlarsa hidayetli olurlar. Yani sizin gibi müslüman
olurlarsa, kendilerine fayda sağlarlar. Çünkü müslümanlıkla
kendilerini sapıklıktan kurtarıp, hidayete getirirler ve
karanlıktan çıkartıp aydınlığa kavuştururlar." (Devamı
var...)
|