DİYANETİN FETVASI DOĞRUDUR, FAKAT YÖNETİCİLERLE
İLGİLİ OLAN TARAFINI GİZLEMEKTEDİR
Diyanet İşleri Başkanlığının çıkarttığı “Günümüz
Meselelerine Fetvalar” adlı kitabında şöyle geçti: “Avrupa’da
işçi olabilmek için müslüman olmadığını söylemek caiz
değildir. Zira bu kişi kendi irade ve seçeneğiyle bu sözleri
söylediğinden imanını hafife almış ve böylece dinden çıkmış
olur.”
Bu sözler veya fetvası doğrudur. Geçen sayıda
yazdığımız “Sorular Cevaplar” adlı konuda bu konuya
benzer bir konu için şerî delilleri göstermiştik. Fakat yöneticiler
laikliğe, Atatürk ilkelerine, cumhuriyet sistemine ve
demokrasiye bağlılıklarını gösterip yemin ederler ve bu
küfür ilkelerini uygulamaktalar. Bunlar bu küfür ve küfür
ilkelerine bağlılıklarını gösterince kendi irade ve
seçenekleriyle imanının hafife almış ve böylece dinden çıkmış
oluyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı niye böyle fetvaları
vermiyor?! Laiklik ise; hayatı, devleti ve siyaseti dinden
uzaklaştırmaktır. Başka ifadeyle hayatı, devleti ve
siyaseti dinsiz kılmaktadır. İslâm Dinini, yalnız ferdî
bir din veya ibadet ve ahlâk haline getirmek küfürdür.
Çünkü hayat, devlet ve siyasetle ilgili hükümleri red etmek
küfürdür. Atatürk ilkelerinin hepsi İslâm dışıdır.
Demokrasi, halkın egemenliğidir. Oysa İslâm’da şeriatın
egemenliği vardır. Sadece Allah’ın hükmüne uyulur. Halkın
hükmüne uymak ise tağuttur. Cumhuriyet ise, cumhurun (halkın
veya çoğunluğunun) egemenliğini temsil eden sistemin bir
şeklidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuya hiç değinmiyor,
örtüyor ve gizliyor. Halbuki Allah’ın ayetlerini gizleyen lânetlidir.
Para ve dünya malı karşılığında bunları gizleyen için
acıklı azap hazırlandı. Allahu Tealâ şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Kitap’ta belirttikten sonra indirdiğimiz
hükümleri ve hidayeti kim gizlerse, Allah ve lânetleyenler
tarafından lânetlenirler.” (Bakara: 129)
“Şüphesiz ki Kitap’ta Allah’ın indirdiklerinin bir
kısmını az bir fiyat karşılığı gizleyenler, ancak
karınlarında ateş yerler. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak
ve onları temize çıkartmayacaktır. Ayrıca kendileri için
acılı azap hazırlamıştır.” (Bakara: 174)
Diyanet İşleri Başkanlığı, en yakın zamanda kendini bu
durumdan kurtarıp Allah’ın hükümlerini, hidayetini ve
indirdiğini açıklamalıdır. Çünkü Allahu Tealâ, Bakara
Suresinin 159. ayetinden sonra şu ayeti indirdi:
“Ancak tövbe edip kendilerini düzeltenler ve (dinin
gerçeğini) açığa vuranlar başkadır. Onları
bağışlarım. Çünkü Ben tövbeyi kabul edenim ve çok
rahmetli olanım.” (Bakara: 160)
Öte yandan laikliğe, Atatürk ilkelerine, cumhuriyet
sistemine ve demokrasiye yalnız yöneticiler değil, memurlar
da bağlılıklarını göstermektedirler. Yöneticiler makam
sahibi olmak sevdasıyla birlikte biriktirdikleri para ve
altınlarını çoğaltmak amacıyla bu bağlılığını gösteriyorlarsa,
memurlar da ekmek parası için bağlandıklarına dair imza
atıyorlar. Diyanet Başkanı ve memurları buna dahildir. Peki
Diyanet İşleri Başkanlığı niye buna karşı çıkmıyor?!
Bilâkis, Diyanet İşleri Başkanlığı, bu küfür ilke ve
fikirleri müslümanlara değişik üsluplarla kabul ettirmeye
çalışıyorlar. Bunların İslâm’la çelişmediğini iddia
ediyorlar. Küfrü müslümanlara kabul ettirerek imanı hafife
almış ve böylece dinden çıkmış olur.
CAMİLERE SALDIRIP NAMAZ KILANLARI KURŞUNLAMAK ADET OLDU
Pakistan’da camilere saldırıp orada namaz kılanları
kurşunlamak adet olmuştur. Hangi bir kâfir bunu yapıyor? Bir
sefer Sünnîlerin camilerine, öteki sefer Şiîlerin
camilerine saldırı olmaktadır. Böylece bir çok saldırılar
gerçekleşmektedir. Son defasında 23-9-’94’te Pencap
eyaletinde Sünnî camiine sabah namazı kılarlarken saldırı
gerçekleşti neticede 21 müslüman öldürüldü ve 50 kişi
yaralandı. Bunu yapan, kesinlikle müslüman değildir. Peki bu
olayların arkasında kim vardır?! Öte yandan 1948’de
Hindistan’dan Pakistan’a göç edip Muhacirun Cemiyeti adını
taşıyan müslümanlar ile yerli cemiyetler arasında böyle
kanlı olaylar ara sıra çıkıyordu. Muhakkak ki İslâm düşmanı
bu tür olayları çıkartıyor. Ki bunlar, iç ve dış düşmanlardır.
Oradan gelen bazı kimselerle görüştük. Ve bunlar, bu
olayların arkasında Amerika’nın var olduğunu açıklıyorlar.
Bu hususta şüphemiz yoktur. Çünkü Amerika, İslâm ve
müslümanların düşmanıdır. O, büyük İslâm
memleketlerini bölmek istiyor. Aynen Irak’ı, Türkiye’yi,
İran’ı, Fas’ı ve diğer müslüman memleketlerini
bölmeye çalıştığı gibi. Amerika, öğretmeni ve eski sömürgecilerin
başı olan İngiltere’nin yolunu izliyor. İngilizler,
eskiden Fransızlarla birlikte İslâm memleketlerini bölmüşlerdi.
Onlar 1948’de Hindistan’ı, Hindistan ve Pakistan diye iki
devlete böldüler. Oysa bütün Hindistan İslâm memleketidir.
İneğe tapan Hinduların sayısı ne kadar çok olursa olsun,
orası yine İslâm memleketidir. Çünkü müslümanlar onu
fethettiler. Ayrıca yüzyıllarca sene onu yönettiler. 1971’de
Amerika, İngiltere ve Rusya, Hindistan yoluyla Avam partisinin
lideri Mucibi Er-rahman hainliğinde Pakistan devlet başkanı
Yahya Han’ın korkaklığıyla Pakistan’ı, Pakistan ve
Bangladeş adlı iki devlete böldüler. Şu anda ise Amerika ve
İngilizler; Pakistan’ı daha fazla parçalara bölmeye çalışıyorlar.
Böylece müslümanları daha zayıf hale getirecekler ve
kolayca onları sömürecekler.
Şu var ki; Butto ailesinde büyük kavga var. Butto ailesi
Şiî’dir. Fakat içinde bulunan kavga, koltuk üzerinedir.
Onların babası Muhammed Ali Butto idam edildikten sonra
karısı Nusret Butto ile kızı Benazir Butto arasında çatışma
hiddetlenmiştir. Srilanka gibi devleti paylaşamadılar.
Srilanka’da cumhurbaşkanı Chandrika Bandraike ve onun kızı
başbakan Sirimavo Bandraike’dir. Anne Nusret Butto
başaramayınca kendi oğlu Murtaza’yı kızı yerine geçirmeye
çalıştı. Ve böylece çatışma büyüdü. Nihayet 21-9-96’da
oğlu Murtaza Butto ile kız kardeşi Benazir Butto’nun
askerleri arasında silahlı çatışma çıktı. Neticede bu
oğul öldürüldü. Bu nedenle Pakistan Halk partisinde kız
Butto’nun taraftarları ile oğul Butto’nun taraftarları
arasında çekişme meydana geldi. Öldürülen oğulun
taraftarları, başbakan kadın Butto’nun bunu öldürdüğü
iddiasıyla itham ediyorlar. Ondan sonra Sunnîlerin camilerinde
bu olay meydana geldi. Bunun arkasından Sunnîler Şiîlere karşı
tepki göstermeye başladı. Acaba Batı ajanı olan kadın
Butto’yu korumak için bu olay gerçekleşmiş olamaz mı?!
Çünkü Sünnîler, Şiîlere saldırırlarsa, Şiîler arasındaki
iç çekişme durdurulup bir safta durabilirler. Böylece Butto,
kardeşini öldürdüğü için kendisine karşı gelen
galeyanı durdurmuş olur ve Sunnî-Şiî çatışmasını
alevlendirmiş olur. Böylece müslümanları birbirine düşürür
ve kendisi de sağ selim kalır. Böylece herkes ölsün, sadece
kendisi diri kalsın, ilkesini uyguluyor. Ama sonuç, bu
memleketi parçalamaktır.
BU ZAVALLI HALKIN SUÇU NEDİR Kİ HER GÜN GÖÇE
ZORLANIYORLAR ?
Bu halkın suçu nedir? Kaç defa göçe zorlandılar? Ya
Bağdat yönetimi saldırır, ya da Ankara yönetimi saldırır,
ya da iki baş (Barzani ve Talabani) çatışması olur... Ama
hep bu zavallı halk çekiyor... Onun çilesi ne zaman biter?
Hiç belli değildir. Umut yok gibi.. Ufak ve dağlık bir yer
üzerine mi bu çatışma?!. Eğer incelenirse, idrak edilir ki
bu yer zengin ve hem de stratejiktir. Hatta Birinci Cihan
Savaşının sebeplerinden biridir. Almanya, Osmanlı Devleti’yle
iyi ilişki kurup Kerkük Petrolünü eline geçirmeye başlayınca
İngiltere Cihan Savaşını çıkartmaya acele etti. Neticede
onu elde etti. Lozan Anlaşmasında İngilizler o bölgeyi,
kurdukları Türkiye Cumhuriyetini vereceklerine dair söz
verdiler. Fakat sözü yalan çıktı. Ondan sonra o bölgenin
petrolünün onda birisini vereceğine dair söz verdi. Yine de
sözü yalan çıktı. İngilizlerin adetleri budur. Sevr
Anlaşmasında Kürt Devleti kuracaklardı fakat Lozan
Anlaşmasında onu kaldırdılar. İngiltere’nin amacı, o
petrolü çekmek ve onun tarafına akmasını sağlamak için
orada istikrarsızlık yaratmaktır. Türkiye, İran, Irak ve
Suriye kürt sorunu nedeniyle istikrarsız olsun diye o
meseleyle Kürtleri istediklerinde bu dört devlete karşı
tahrik ederler. İkinci Cihan Savaşından sonra Amerika o bölgeye
girmek için çalışırken o meseleyi alevlendirmeye başladı.
Özellikle 1960’lı yıllardan sonra ve bu güne kadar.. Kısaca
orada bir çok devlet değişik üsluplarla çatışıyor. Zarar
gören kim? Tabii ki o zavallı halktır. Ne istikrarda
yaşayabilirler ne de ümmetin serveti olup kendi bölgesinde çıkan
petrolden faydalanabilir. O bölgede Türkler ve Araplarda yaşıyor.
Fakat Kürtlerin partileri orayı bölmek istedikleri için, başlarına
diğer halklara gelmeyen musibet geldi.
Çözüm ise; Kürtler, orayı bölmek için değil oradaki dört
devleti birleştirmek için diğer üç halk olan Pers, Arap ve
Türklerle beraber çalışsınlar. Bütün bu halklar
milliyetçilikten vazgeçsinler, tek İslâm ümmeti olarak
oradan Amerika, İngiltere ve Fransa’yı kovsunlar. Kendileri
için tek İslâm Devleti’ni kursunlar. O zaman istikrar
bulurlar ve İslâm ümmetinin serveti olan petrolün geliri
adaletçe kendileri üzerine dağıtılsın.
İNEK SAVAŞINDAN SONRA MAKARNA SAVAŞI GELDİ
Amerika, İtalya’dan gelen makarnaya ek vergi koyunca
İtalyanlar delirdiler. İtalyan gazeteleri Amerika’nın
CocaCola’sı ve Mc Donald’ı hamburgerlerini denize
atmalarına davet etti. Bu Eylül ayının son haftasında bu
savaş başladı. Amerika, inek etlerini Avrupalılara
satamayınca Avrupalıların gizledikleri İngiliz inek
hastalığını teşhir edip dünyada skandalını yaymaya
başladılar. Özel olarak İngiltere ve genel olarak Avrupa bu
yüzden çok zarar gördüler. Şimdi ise, Amerika topu İtalya’ya
doğru çevirdi. Böylece sömürgeci Batı devletlerini yemeye
başladılar. Her alanda ve her yerde birbirleriyle
savaşıyorlar. Unutmayalım ki, çıkar ve nüfuz için aralarında
Birinci ve İkinci Cihan Savaşı çıkmıştı. Çünkü bunlar
kapitalisttir. Kapitalizmin yolu ve hatta gayesi
sömürgeciliktir. Böylece kapitalistler vahşî olurlar.
Allah, dünyayı sosyalizmden kurtardığı gibi kapitalizmden
de kurtarır ve kendi hak dini olan İslâm’ı hakim kılsın.
TÜRKİYE, ABD’NİN HER İSTEDİĞİNİ YERİNE
GETİRDİ
25-9-’96’da Türkiye Cumhuriyeti ve hükümeti adıyla
ikinci başbakan ve dışişleri bakanı Tansu Çiller, BM’lerde
Türkiye’nin nükleer deneme yapmayacağına dair imza attı.
Amerika, en ilerlemiş nükleer güce sahip olduktan sonra diğerlerinin
bu güce sahip olmalarını engellemeye çoktan başlamıştı.
Fakat başarılı olamadı. Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin bu
silaha sahip oldular. Böylece bir çok deney yaptılar. Bu büyük
devletler dışında Hindistan ve İsrail gibi devletler de bu güce
sahip oldular. Fakat Türkiye, hiç bir zaman nükleer denemeyi
yapmayı planlamış değildir. Hatta nükleer santralı tesis
etmiş değildir. Peki niye bu imzayı atıyor?! Yoksa Amerika’nın
istediğini her seferinde olduğu gibi yerine mi getiriyor?
Nitekim Çiller, bu imzadan sonra Amerika’nın Wall Street
Journal Gazetesine şöyle demeç verdi: “ABD bu güne kadar
bizden ne istediyse hemen yerine getirdik. Zaten talep edilmeyen
şeyleri yapmamız mümkün değildir.” İşte Çiller, halka;
yol, en lüks otelde kalma ve yemek v.s. gibi masraflarını
ödetiyor. Ama bunlar Amerika uğrunda olsun.!!. Yoksa Türkiye’nin
ne nükleer santrali var, ne deneyi var, hatta böyle düşüncesi
bile yok.. Öyleyse niye devlet halka Çiller’in masraflarını
ödetiyor..! Çiller de çekinmeden Türkiye’nin, Amerika’nın
uşağı ve hizmetçisi ve hatta kölesi olduğunu açık açık
belirtiyor. Refah Partisi hakkında Amerika’yı mutmain
kılıyor. Aynı gazeteye şöyle diyor: “Hükümetin laik
çizgisinden uzaklaşması söz konusu değildir. Bir
rahatsızlık yok.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin İslâm’dan ne kadar uzak olduğu,
Amerika’ya ve küfre ne kadar bağlı olduğu görülüyor.
Oysa ki İslâm; İslâm Devleti’nin, düşmanı korkutacak
bir silaha sahip olmasını farz kılmaktadır. (Bak. Enfal: 60)
Bugün düşmanı korkutacak silah ancak nükleer silahtır.
Onun için ona malik olmak farzdır. Amerika bu silaha malik
olduktan, en yüksek şekilde geliştirdikten ve çok atom
bombası, nükleer başlıklı füzeler ve diğer korkunç
silaha sahip olduktan sonra diğer devletlerin bunlara sahip
olmalarını ve sahip olan devletlerinde deneylerle bunu
geliştirmelerini ve vardıkları noktayı aşmamalarını temin
etmek için dünya devletlerini BM’lere çağırıp Nükleer
Deneme yapmamak için onlara imza attırıyor.
BU BAŞBAKAN HIRİSTİYANLARA MI HİZMET EDİYOR?!
3-9-’96’da İtalya başbakanı Romano Prode Türkiye’yi
ziyaret edip Türkiye başbakanı Erbakan’la görüşürken
dinler arasındaki ilişkilere değindi. Erbakan, bu görüşmede
alınan en önemli kararı şöyle belirtmiştir: “Dünya barışı
açısından hıristiyanlık ile İslâm işbirliğinin
geliştirilmesi için çaba harcayacağız. Sayın Prodi,
Vatikan nezdinde hıristiyan ve İslâm dini liderlerinin bir
araya gelmesi için elinden gelen çabayı gösterecek.”
Bu sözler İslâm’a aykırı olup çok tehlikelidir.
Çünkü hıristiyanlık batıl bir dindir. Küfürdür.. İslâm
dininin kardeşi nasıl olur ve onunla nasıl işbirliği
yapılır?! Oysa İslâm hak dindir. Allah’ın dinidir.
“Şüphesiz ki Allah indinde kabul edilen din yalnız İslâm’dır.”
(Ali İmran: 19)
Hıristiyanlığın batıl ve kâfir bir din olduğunu gösteren
pek çok ayet vardır. Günümüzdeki bu hıristiyanlık, İsa
(a.s)’ın dini değildir. İsa (a.s) dini değiştirilip
tahrif edilerek batıl din olan bu hıristiyanlık ortaya çıkartılmıştır.
Bu batıl dinin temeli teslis (üçlük)tür. Yani Allah, oğul
ve Ruhulkudüs’tür. İsa’yı Allah’ın oğlu sayarak kâfir
oldular. Gerçek İncil yoktur. Böylece sahte İnciller
yazdılar. Bütün bunları bizlere Kur’an-ı Kerim belirtti.
Aynı anda hıristiyanlar ve yahudilerin hiç birinin
müslümanlardan razı olmayacaklarını bildiriyor. (Bak.
Bakara: 120) Ve onlarla işbirliği yapmayı yasaklamıştır.
(Bak. Maide: 51) Onlar İslâm’a boyun eğerek ve cizye
verinceye kadar onlarla savaşmayı emretti. (Bak. Tevbe: 29)
Buna rağmen batıl hıristiyan diniyle Hak dini olan İslâm’ı
kardeş yapmak istiyor ve aynı zamanda onunla işbirliği
yapmak da istiyor, bu Türkiye başbakanı?!.. Halbuki kendini müslüman
olarak sayan kimse, Kur’an-ı Kerim’de açıklanan
Rasulullah’ın edindiği tutumu edinecektir. Onların
hıristiyanlığı terk edip İslâm’a girmelerine davet
edecektir.
Şu var ki; hıristiyanların ve özellikle Vatikan’ın
gayesi hıristiyanlık İslâm işbirliği, diyalog ve
kardeşliği yapmaktır. Onların amacı, İslâm davetini
durdurup İslâm’ı hıristiyanlık derecesine düşürmektir.
AMERİKA’NIN IRAK ÜZERİNE ENTRİKASI
Kuzey Irak’ta Mesut Barzani, yönetimin desteğiyle
Talabani’ye karşı raundu kazanınca Ankara’ya çağrılmıştı.
Dışişleri bakanı Çiller ile görüştükten sonra Kürt
Devleti’ni kurmak istemediği ve bir devletin kurulmasının
imkânsız olduğuna dair demeçler verdi. Ankara’da ABD dışişleri
bakanı yardımcısı Robert Peletreau ile görüştü.
Peletreau Amerika’ya dönünce, “Amerikan yönetimi,
Kürtleri korumakla mükellef değildir. Çünkü onlar Saddam’dan
yardım aldılar” diye demeç verdi. Peletreau’nun amacı, Kürtleri
Amerika’ya boyun eğdirmektir. Sanki şöyle diyor: Eğer
Bağdat’la anlaşmayı terk etmezseniz ve Amerika’ya boyun
eğmezseniz, artık size yardım etmeyeceğiz. CIA başkanı
John Deutch şöyle açıkladı: “Bölgede Amerikan askerî
varlığı ve Irak’a ambargonun devamı Saddam’a egemen
olmak için temel hususlardır.”
Öte yandan Amerika güçlerini Güney Irak’a yönelik
Kuveyt’te yığmış ve Kuzey Irak’a yönelik o taraflara
hiç bir takviye göndermemiştir. ABD Savunma Bakanı W. Perry
bölgede bir kaç ülkeyi ziyaret ettikten sonra şöyle dedi:
“Suudi Arabistan ve Türkiye’deki güçlerimizi oralardan
Saddam’a karşı harekete geçirmek için hiç talepte
bulunmadık. Talepte bulunsaydık, talebimize gecikmeden icabet
ederlerdi.” Çünkü Körfez Savaşında ve ondan sonra hep bu
ülkeler Amerika’nın istediğini yerine getirmişler. Ama bugün
niçin Amerika onlardan bir şey istemedi?! Çünkü Güney Irak’a
doğru yöneldi. Bu nedenle Saddam, Kuzey Irak’a doğru güçlerini
gönderip Talabani’ye karşı Barzani’ye yardım edince,
Amerika füzelerini Güney Irak’ın askerî hedeflerine
yöneltip isabet etti. Bunun manası, Amerika Güney Irak’ı bölmekle
meşgul olmaktadır. Ayrıca Clinton, Saddam’ı devirmenin
Amerika’nın hedefi olmadığını açıklamıştır. Kuzey
değil de Güney Irak’ı bombalayınca, Clinton ve diğer
Amerikan yetkilileri, bu işin Amerikan çıkarlarını temin
etmek için olduğunu bildirdiler.
Şu var ki; Amerika, Güney Irak’a yönelince, Amerika
ajanları bile Amerika’nın hedefinin Irak’ı taksim etmek
olduğunu bildirdiler. Bir çok Arap yetkili, Amerika’nın
hedefinin bu olduğunun anlaşıldığını açıkladılar.
Bunlar Irak’a karşı Amerika ile işbirliği yaparak
savaştılar ve onun nüfuzunun yerleşmesine yardımcı
oldular. Fakat geç olsa da onu fark ettiyse niye Amerika’dan
ayrılmıyorlar ve kopmuyorlar?!
Biz diyoruz ki; bunlar hiç samimi değiller. Eğer Amerika’nın
hedefini bilseler de ondan kopmazlar. Bundan dolayı Amerika’yı,
İngiltere’yi ve Fransa’yı bölgeden kovabilen tek güç
vardır ki o da İslâm ümmetidir. Bu ümmet, bu büyük
sömürgeci devletlerine ve ajanları olan yöneticilere karşı
ciddî bir şekilde hareket ederse, bu sömürgeci güçlerin
nüfuzu kalmaz ve İslâm ümmeti vahdete doğru yönelir.
Çünkü onu parçalayan bu sömürgeci güçler ve onların
yaydıkları milliyetçi ve vatancı fikirlerdir.
Öte yandan Amerika, belki Çekiç Güç’ün ikâmetini
üç ay sonra bitince Türkiye yöneticilerinden bir talepte
bulunmayabilir. Çünkü iki büyük parti anlaşamayınca ve
Saddam’la anlaşınca, o Güç’e ihtiyaç kalmaz. Ve ondan
vazgeçer. Nitekim ABD, Kuveyt’te Çekiç Güç oluşturabileceğine
dair yetkililerince demeçler verildi.
AFGANİSTAN’IN PARÇALANMASI KORKUSU VAR
27-9-’96’da Taliban (Talebelerin) hareketinin Kabil’i işgal
ettiği, Afganistan cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani,
başbakan Hikmetyar ve diğer sorumluların nereye kaçtıkları
belli değildir. Ancak Rabbani’nin, halkın Taliban’a
direnmesine davet ettiği açıklanmıştır. Taliban, Kabil’e
egemen olunca diğer liderler; kabile yerlerine kaçmışlarsa
ve Rabbani’nin dediği gibi direniş göstereceklerse, bu
demektir ki Afganistan’ın iç savaşının duracağına dair
bir işaret bulunmadığına dalâlet eder. Kabil’in Taliban’ın
eline düşmesinden bir gün evvel Rabbani, BM’lerine ait
Güvenlik Konseyi’nin, müdahale edip savaşı durdurması için
çağrıda bulundu. Amerika bu hususta fazla bir hareket
yapmadı. Pakistan ise, zımmen Taliban’ın yeni yönetimini
tanımıştır. BM’lerdeki Pakistan temsilcisi şöyle açıkladı:
“1994’ten beri Rabbani’nin yönetimi yasallığını
kaybetmiştir. Afganistan’da Pakistan’lı görevlileri
yoktur.” Şunu hatırlatmak istiyoruz: Taliban örgütü 1994’te
Ekim ayında tesis edilmiştir. Pakistan tarafından kurulduğu
ve güçlendirildiğine dair çok işaretler bulunmaktadır.
Onun başkanı Muhammed Ömer adlı kişidir. Yaşı ise 48’dir.
Pakistan Paşaver kentinde bir okuldu fıkıh okumuştur.
Taliban hareketinin bir meclisi vardır ki 1000 kişiden
oluşmaktadır. Bu meclisin adı ise “Dinî Meclis”tir.
Afgan dilinde ise “Eddini Cirkah”tır. Bu üyelerin hepsi fıkıh
tedrisatı görmüşler. Bu üç sene içinde ancak iki defa
toplanmışlar. Bu meclisin naibi başka bir meclis de vardır
ki onun adı da “Fetva Meclisi”dir. Muhammed Ömer, bu iki
meclisin başkanlığını yapıyor ve bu nedenle de ona “Emirel
mü’minin” olarak adlandırılmaktadır.
Taliban hareketi; ilk icraatını Rusya uşağı olan
Afganistan’ın eski cumhurbaşkanı Necibullah’ı ve
kardeşini idam etmekle başladı. Bunlar, Rusya’nın
Afganistan’dan çıkmasından sonra Kabil’deki BM’lerin
merkezinde sığınmakta idiler. Ayrıca Taliban hareketi,
kadınların şerî elbiseleri giymelerini emretmektedir. İçki
içene ölüm cezası verileceğini ve cesedinin ortada üç
gün teşhir edilip bırakılacaktır. Afganistan’ın eski
kralı Zahir Şah’ı tekrar yönetim başına geçirmek için
çağıracakları haberler arasındadır. Özbek lideri Abdurreşid
Dostum’u anlaşmaya çağırdıkları haberleri çıktı.
Rabbani, Hikmetyar ve Ahmed Şah Mesud’u şeriat usullerince
yargılancağı bildirildi.
Rabbani, Hikmetyar ve Mesud’un halkları ve güçleri
bulunmaktadır. Bunların direnecekleri bellidir. Peki herkes
halklarını bulunduğu bölgede devam ederse Afganistan’daki
bu üç kavganın devam edeceği gibi bu bölünmelerine de
sebep olabilir. Eğer Taliban eski kralı getirirse, Afganistan’ı
birleştirmek için bir deneme olduğu görülür. Belki de başarılı
olmayabilir. Eski liderler kolay kolay temizlenemeyecektir. Böylelikle
Afganistan’ın şu dört bölgeye bölüneceğine dair
işaretler bulunmaktadır.
Birincisi; Başton bölgesi, İkincisi; Bamyan bölgesi ve bu
bölgede Şiiler çoğunluk oluşturmaktadır ve onların da
ayrı örgütleri bulunmaktadır ve aynı zamanda İran’la
daha fazla anlaşıyorlar, Üçüncüsü; Özbeklerin bölgesi,
dördüncüsü ise; Taciklerin bölgesidir. Özbeklerin
bölgesinde eski komünist General Dostum mevcuttur. Hikmetyar,
Daştun’lardandır. Mesud ise Taciklerdendir. Pakistan ve
İran’ın oralarda etkileri vardır. Fakat Amerika orayı terk
etmiş değildir. Taliban hareketinin temsilcileriyle temasları
olmuştur. Eskiden, Rusya’ya karşı cihad döneminde cihadın
liderleriyle temas ettiği gibi. Hatta Arap rejimlerine karşı
mücadele etmek için eğitim gören kimseleri tasfiye ettiği söyleniyor.
Bu ise Amerika’nın bir isteği olduğu bildirilmektedir. Ama
Taliban hareketi İslâm’ın tüm ahkâmını
uygulayacağını söylüyor. Acaba bu doğru mudur?
İnşaallahe doğrudur ve samimi olurlar. Aynı anda Afganistan’ın
bölünmesini engellerler ve diğer müslüman memleketleri
birleştirmek için çalışırlar. Gelecek günler bunu daha
fazla aydınlığa kavuşturacaktır. Fakat Amerika’nın
amacı, Afganistan’ı bölmektir. Bu bölme hastalığı
komşu olan Pakistan, Hindistan, Orta Asya ve hatta Çin’de
yayılmaktadır. Müslümanlar bu oyuna gelmemek için İslâm
üzerine birleşmek ve İslâm’ı uygulamak için çalışsınlar.
Yoksa kan akıtılması ve bölünmeye devam eder. Zarar gören
sadece kendileri olur ve kazananlar ise kâfir sömürgeci
güçler olur.
TÜRKİYE’YE ŞERİAT GELMEZ MİŞ!!
Türkiye cumhuriyeti başbakanı Erbakan, Alman
gazetecilerine verdiği şu demeci basında çıktı: “Türkiye’de
rejim ve devlet temelleri çok güçlü. Anayasa mükemmel,
ülkeye şeriat gelmez.”
Erbakan 17-9-96’da kendisini ziyaret eden Almanya ekonomik
işbirliği ve kalkınma bakanı Carl Dieter Spranger’la
birlikte gelen Alman gazetecilerin sorularına cevap verirken bu
sözleri söylediği açıklanmıştır. Alman gazeteciler ona
“Türkiye şeriata doğru mu gidiyor?” diye sorunca, o
cevabı vermiştir. Erbakan, Anayasanın demokrasi ve insan
haklarına dayandığından dolayı her açıdan mükemmel olduğunu
açıklamıştır.
Bu adama bir çok müslüman güvendi. Zannettiler ki, bu
adam şeriatı getirecektir. Hep “Anayasayı değiştirelim”
diyordu. Şimdi ise, anayasanın mükemmel olduğunu açıklıyor.
Diğer hususlarda da kendisine güvenen müslümanları nasıl
aldatmış ise bu hususta da aldatmış oldu. Bu nedenle bir
çok müslümanın ona olan güvenini sarstı. Artık müslümanlar
kimseye güvenmeyeceklerini söylüyorlar. Gerçekten Erbakan
gibi aldatıcı insanlar, samimi olan İslâmî teşkilatlara
zarar getirirler. Çünkü müslümanların samimi hareketlere güvenmeleri
zor olur.
FİLİSTİN’DEKİ OLAYLARIN ARDINDAN
25-9-96’da Kudüs’te bir tünel yüzünden İsrail’e
karşı yapılan olayların çıktığı duyurulmuştur. Üç
gün içerisinde en az 80 filistinli öldürüldüğü,
yüzlerce kişinin yaralandığı, 11 yahudinin de öldürüldüğü
ve elliden fazla kişinin de yaralandığı açıklanmıştır.
İsrail başbakanı Natenyahu ise, bu tüneli kapatmaya hiç
yanaşmadı. Mısır ve bir çok Arap ülkesi İsrail’e
karşı çıkanları desteklerken Ürdün devleti bunu
desteklemedi. Amerika’nın tutumu ise zımmen İsrail’in
davranışına karşıdır. Aslında bu tünel bir bahanedir.
Çünkü eski İsrail hükümetleri döneminde de vardı. Fakat
Filistin Özerklik otoritesi, Natenyahu hükümetinin barış
anlaşmasına uyması için bu olayları çıkarttı. Bu
Özerklik otoritenin bazı üyeleri olaylara katıldı ve
yaralandılar. Fakat halkın duygusal hareketiyle olaylar
uzadı. Üç gün sonra Özerklik otoritesi, Filistinlilerin bu
olayları durdurması için çağrıda bulundu. Çünkü
Natenyahu, Arafat’la görüşmek istedi. Bu olaylar, Filistin’i
kurtarmak veya intifadayı başlatmak için değil, Natenyahu’nun
barış anlaşmasına uymasını sağlamak içindir. Hatta Mısır
başbakanı Hüsnü Mübarek iki aydır bu olayların çıkacağına
dair Natenyahu’ya tehditler yağdırıyordu. Bu nedenle bu
olaylar sünîdir, bundan amaç cihad yapıp da Filistin’i
kurtarmak değildir, bilâkis İsrail’le barışı
sağlamaktır. Amerikan ajanları bu olayları destekledi.
Çünkü Amerika İsrail’in barış anlaşmasını kabul
etmesini istiyor. Bu olunca bölgeye egemen olur. İsrail Golan
tepelerinden geri çekilince onun yerine geçerek üs kuracaktır.
Öldürülen Filistinlilerin niyeti ise Allah uğrunda cihad
ise şehit olurlar. Nitekim bu olaylara katılanların çoğu
hissî olarak katılıyorlar. Arafat ve otoritesinin hedefini
pek düşünmezler ve Amerika ve ajanlarının entrikalarını
da pek kavramazlar.
Gerçek ve samimi hareket istiyoruz. Yahudilerle barışı
sağlamlaştırmak için değil, yahudileri kökten sökmek
için cihadî hareket istiyoruz. Amerika’nın entrikasına
uyup çıkarlarını ve egemenliğini sağlayacak hareket
değil, Amerika’nın nüfuzuna ve egemenliğine son verecek ve
İslâm hakimiyetini sağlayacak hareket istiyoruz.
CUMHURBAŞKANI HEM KÜFRÜ SAVUNUR HEM DE YALAN SÖYLER
Türkiye cumhurbaşkanı Demirel, durmadan ve her münasebette
küfrü savunmaya çalışır. 29-9-96’da Çorum’da konuşma
yaparken laiklikten söz ederek şöyle söyledi: “Laiklik
nimettir.” Ve şöyle ekledi: “Laiklik, Türkiye’deki
farklı inançları koruyan bir olaydır. Hangi inanca sahip
olursanız olun bu inançları yerine getirmek ancak laiklik
sayesinde mümkündür.”
Laiklik, Fransa’dan Türkiye’ye ithal edilmiştir.
Fransızcada manası dinsizliktir. Devlet laik olunca, dinsiz
olur. Yani bir dine dayanmaz ve bir dini uygulamaz. Başka
ifadeyle; dini hayattan, devletten ve siyasetten ayırmaktır.
Bu ise küfürdür, inkârcılıktır. İslâm Dini’ni
hayattan, devletten ve siyasetten ayırdılar. Artık Türkiye
devleti İslâm’a dayanmaz ve şeriatı uygulamaz oldu. Öyle
olunca nasıl laiklik bir nimet olur?! Laiklik şerdir, şerrin
kaynağı ve büyüğüdür. Bütün musibetler ondan kaynaklanır.
Nimet ise sadece İslâm’dır, İslâm hayırdır ve hayrın
kaynağı ve büyüğüdür. Ayrıca cumhurbaşkanı hakikatı
saptırdığı ve küfrü savunduğu gibi yalan da söylüyor.
İslâm inancına sahip olanlar laiklik sayesinde inançlarını
yerine getiremezler. İslâm inancı kadının başörtü
giymesini gerektirir. Laiklik ise bunu yasaklıyor. İslâm
inancı, yönetimin Hilâfet sistemi olmasını, iktisadın İslâmî
olmasını, evliliğin medenî olmayıp şerî olmasını, dış
siyasetin İslâm davetini yüklenme üzerine kurulu olmasını,
harp siyasetinin de cihada dayalı olup Allah’ın sözünü
ilâ (yüceltmek) etmeyi gerektirir. Laiklik bütün bunları
yasaklar ve engeller. Bu nedenle Türkiye anayasası ve
kanunları küfür olmuştur. İslâm inancı, hem ferdin
hayatıyla hem toplumun ilişkileriyle hem de devletin iç ve dış
siyasetiyle ilgili hükümleri kapsar. Diğer insanları (gayri
müslimleri) inanmaya zorlamaz, ancak onların üzerine İslâm
nimetini uygular. Bu nimetten yararlanırlar ve laiklik
şerrinden korunurlar.
ONLARIN CASUSU OLMAK HARAM OLDUĞU GİBİ UTANÇ VERİCİ
BİR ŞEYDİR
Hem onun hesabına çalışmak hem bunları kurtarıp Amerika’ya
yollamak.!! Kuzey Irak halkından CIA hesabına çalışan bir
grup insan mahsur kaldılar ve Türkiye de onları kabul etti ve
onları Amerika’ya gitmelerini sağladı. Saddam, ne kadar
cani ve zalim ise ona karşı çıkmak için CIA ajanı olmak da
büyük bir cinayet ve zulümdür. Çünkü kâfirler hesabına
çalışmak ve onlarla işbirliği yapmak büyük bir haramdır.
Onların casusu olmak haram olduğu kadar utanç verici bir
şeydir. İslâm böyle casuslara ağır ceza indirir. Fakat
Amerika hesabına çalışan Türkiye Cumhuriyeti onları
kurtarır ve düşman olan Amerika’ya gitmelerini
sağlamaktadır. Böylelikle Türkiye hükümeti bu ihanete
ortak oldu. Çünkü onlara himaye sağlamıştır. Bu olay Türkiye
cumhuriyetinin Amerika’ya ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir.
Çiller’in dediği gibi, Türkiye Amerika’nın her
istediğini yerine getirmiştir. Hem de Türkiye kendi zararına
kendini satmaktadır. Irak’a konulan Amerikan ambargosu yüzünden
onlarca milyar Dolar zarar görmüştür. Erbakan, “Biz petrol
hattını açtırdık” demekle yalan söylemiştir. Hani
nerede açtırdığı?! Amerika, açtırmak için karar almıştı
fakat Kuzey Irak’ta olaylar meydana gelince, Amerika bu
kararı askıya aldı. Türkiye cumhuriyeti ve hükümeti her
zaman için Amerika’nın rahmetini beklemektedir. Amerika müsaade
verdi mi bunu kendilerine mal ederler ve böylelikle kendilerini
kahraman ilân ederler.
|