RUANDA KATLİAMI

 

 

 Yağmur damlaları gittikçe süratli bir şekilde düşmeye başlıyor. Suyun etkisinden karayol büsbütün çamur olmuştu. Jipin buradan öte gitmesi imkansızdı. Yaban ağaçların ortasında, kaygan yolun üzerinde bulunan, kendi memleketlerinde alıştıkları görüntülerden uzak beş beyaz adamın içine yavaş yavaş korku girmeye başladı. İçinde bulundukları orman, Ruanda'nın başşehri Kigali'den uzaktı ve beyaz adamlar bu ülkede yaşayan insanlar için hep kötü şey düşünmüşlerdi.

Avrupalıların Kurbanı: Bir yıl önce Ruanda'da, bir milyondan fazla insan, toplu katliamlarla öldürüldü. O zaman, Doğu Afrika ülkesinin 5 milyon nüfusu vardı. Yani bu katliamlara, bizzat veya başka şekilde herkes katılmıştır, ya öldürülmüş veya öldürmüş veya ölen ve öldürülenlerin akrabası ve yakını olarak. Katil milislerin çoğu Hutu kabilesi mensubu Uganda'dan gelen ve desteklenen Yurtsever Kurtuluş Birliği taraftarlarının girişinden sonra, Fransa tarafından kurulan güvenlik bölgesine kaçmışlardı. Güvenlik bölgesinde bulunan mülteci kamplarında yaşamaktadırlar. Başka bir kısmı ise, dış ülkelere gittiler. Meselâ, Zaire'ye.. Orada, Fransa yardımı ve silahı ile, gücü yeniden eline geçirmek için hazırlık yapmaktadırlar. Devamlı olarak askerî talimat görülüyor ve kamplarda hayat kontrol ediliyor. Hutu milislerinin çoğu kendi köylerine geri dönmeye korkuyorlar. Çünkü onların yakınları tarafından alınan intikamlar Tutsi Kabilesi onların başına da gelebilir. Bir de evleri ve oturdukları yerleri Tutsiler ele geçirmişlerdi ve orada yaşamaktadırlar. O Tutsiler ki, yıllar önce kendi ülkelerinden kovulmuşlardı ve şimdi yeni ve Tutsiler tarafından kurulan hükümetin himayesi altına geri dönmektedirler.

Kigali'de yeni güç sahipleri büyük bir ihtimalle İngiltere tarafından destekleniyorlar. Şüphe yok ki şimdiki Ruanda savunma bakanı Kagame ülkede en güçlü makam Uganda Gizli Servisinin başında idi. Ve hiç şüphe yok ki önceden olduğu gibi şimdi de Uganda, Londra'da İngiltere imparatorluğunun bir parçası olarak görülmektedir. Bir de Kagame ile Almanya arasında sıcak ilişkiler mevcuttur. Geçen yüzyılın sonunda ve bu yüzyılın başında bölgede Almanya söz sahibi idi. Şimdiki Almanya elçisi, yeni hükümete olan samimiyet ve yakınlığını hiç mi hiç gizlemiyor. Bunu Almanya dışişleri bakanı Klaus Kinkel'de Ruanda'ya gerçekleştirdiği ziyarette gösterdi. Nasılsa Almanlar; bu verimli topraklara sahip, çok yeraltı zenginlikleri olan ve muz üreten ülkeye karşı büyük bir Avrupa iktisadî gücü olarak, kendilerini sorumlu hissediyorlar.!

Eski zamanlardaki gibi...: Jip, yavaş yavaş çamurdan çıktı. Beyaz adamlar nefes aldılar. Çünkü, tam karanlık çökmüştü. Bir kaç yalın ayaklı insan dolaşıyordu etrafta. Siyah derili ve üzerlerinde bir iki bezden başka bir şey yoktu. Arabanın bıraktığı büyük ve derin izleri, hevesle takip ediyorlardı. Yabancılar dikkatlerini çekmişti ve kendi kendilerine soruyorlardı Kuzeyden gelen zengin adamların böyle bir yerde işi ne acaba?!

Arabada beş adam vardı; bir iktisadî gelişme yardımcısı, fotoğrafçı ve üç muhabir.. Belirli bir zaman için buraya biraz para kazanmaya gelmişlerdi... Ve biraz da kendilerini, eski zamanlardaki gibi, müstemlekeci ve efendi hissediyorlardı. Bu ülkede olan insanların düştüğü duruma, gerçek yardımın veya samimi ilginin kendilerinde eseri bile yoktu. Fotoğrafçının ve muhabirlerden birinin devamlı tekrarladığı gibi, onlar yalnız mesleğini yapıyorlardı.

Gelişme ve iktisadî kalkınma yardımcısı için de aynı şey geçerlidir. Tehlikesiz bir mesafeden ve kendini güvenlik içinde hissederek, egzotik manzaraya ve doğaya biraz dalmıştı. Dolarla dolu büyük cüzdanı sayesinde, bu ülkede az da olsa zengin ve varlıklı Ruandalıların yanında, kendini emniyetli ve üstün görüyordu. Ortalıkta bir de BM askerleri bütün gün sokakları dolaşıyorlardı. En önemli vazifeleri, Ruanda'nın yeni hükümeti ve askerini kontrol altında tutmaktı. Bu tipten olan kalkınma yardımcıları ile konuşulursa, görülür ki onlardan çoğu yerli halka derin bir nefret ve iğrenç ile bakarlar. "Yiyecek dağıttığımızdan dolayı bize bin kere teşekkür etseler azdır" gibi konuşmalar onlardan devamlı duyulur. Onların böyle veya buna benzer sözlerinde bir öfke saklıdır. Ruanda halkının çoğu mal ve mülkünü, yakınlarını kaybetmişlerdir, fakat gururları kalmıştı. Böylesi yardımcılar ve yeni sömürgeciler bu gururun varlığını tahmin ediyorlar, fakat gerçek boyutunu bilmiyorlar.

Muhabir ve fotoğrafçılarda, öncekilerden pek farkları yoktur. Onlar birer sineğe benzerler. Nerede kendilerine göre bir şey bulurlarsa üzerine hemen konarlar. Onlar, başka insanların düşkünlüğünde yaşarlar. Görüntülü olarak parçalanmış bir ceset için, oturan ve akıllıca konuşan birisinin ropörtajından çok daha para kazanılabilir. Normal şeyler satılmaz. Kanlı ve değiştirilmemiş, taze bir acı ve dehşet bütün yönleri ile görüntülenir.

Küçük Afrika: Ruanda'da fakirlik ve yoksulluk hakimdir. Ve sebebi veya büyük sorun, yıkık olan sanayi değildir. Zaten savaştan önce de sanayi gelişmemişti.

Sorun tarımdır. Tarlalar, savaştan dolayı işlenmemişlerdir, ekim durdurulmuş. Böylece açlık Ruanda'nın kapısını çalmıştır. Sınırları Avrupalı sömürgeciler tarafından çizilmiş ülke, sonunda onların eline tam düşmüştü. Öncelerden "Demokrasi şovalyeleri" ve "Kalkınma müfettişleri" ülkeye birinci dağıttıkları şeyler bisküvi cinsinden gıdalardı. Bugün sokak kenarlarında devamlı çocuklar bulunur ve yeni tekerlekli, yıkanmış, içinde beyaz adamlar oturan araba gördüklerinde "Bisküvit" diye haykırışlar duyulur.

Savaş, bir olayı daha da hızlandırdı. Savaştan önce ve uzun bir zaman Ruanda, dış yardımlarla ayakta duruyordu. Batılılara bunun nedenini nüfus çoğunluğunda arıyorlar. Afrika’da nüfus artışı ve sıklığında, Ruanda birinci yeri alıyor. Ve böylece Ruanda küçültülmüş Afrika gibi bir şeydir. Belçika’dan büyük olmayan ülke gezilirse, görülür ki sulu topraklar, yeşillik ve insanlar için çok uygun yaşama ve çalışma yerleri mevcuttur ve en önemlisi, toprağın verimliliği çok büyüktür. İnsan için gerekli olan her şey senede üç defa ekilir ve mahsulü alınabilir. Fakat şu anda bakılırsa hep muz, muz ve sadece muz... Bir de kötü ve kaliteden dolayı ihraç da edilmiyor. Ve yerli halk karnını devamlı muz ile dolduruyor. Bunun için tek yönlü beslenmenin neticeleri de kendiliğinden geliyor. Sömürgeciliğin bıraktığı miras budur ve bunların elinden Ruanda halkı halen daha kurtarılmamıştır. Yıllar boyunca Ruanda'yı satılmış yöneticiler yönetti. Geçmişi silmek, yeni bir şey yapmak isteyen olsa bile, şu veya bu şekilde Avrupa gücünün kucağına düşmeye mecbur kalmışlar.

Yargısız Ülke: Bugünlerde muhabirleri Ruanda'ya çeken şey, burada olan doğanın güzel manzaraları değil, fakat Kigali'deki hapishane... Hükümetin iki askeri, giriş kapılarına dayanıp duruyorlar. Birinci bakışta görülür ki giyimleri yırtık ve silahları eskidir. Basit pantolon ve eskimiş ayakkabılar -yalnız kemer askerîdir- dağılmış Doğu Almanya askerlerinden, eski ve doğru hedef alan güvencesi vermeyen kalaşnikof, kollarında asılı olarak sallanıyor.

İki muhabir, bakanlıktan giriş izni aldıkları halde içeri salınmıyor. Fakat bir kaç denemeden sonra büyük demir kapının önüne ulaşabiliyorlar. Kapının arkasından iniltiler duyuluyor, karışık konuşmalar ve pis koku kapının açılışında yüzlere vuruyor. İkinci kapıyı geçtikten sonra bekçiler, muhabirleri içeri bırakıyorlar. Bekçilerden kimse içeride kalmıyor.

Ve muhabirler kendilerini birdenbire büyük bir insan topluluğu içinde buluyorlar. Belki de katillerin...

Fakat tutukluların çoğu büyük bir ihtimalle suçsuzdur, ispatlanılmamış suçlamaların kurbanı. Hapishaneye girmek için bir komşunun ihbarı yeterli sayılıyor. Hiç kimse mahkeme önüne çıkarılmıyor. Çünkü yargı sistemi tamamen tahrip olmuştur. Hakimlerin çoğu kaçmışlar, kimisi öldürülmüş, kimisi de kendileri hapislerde bulunmaktadırlar. En küçükleri altı yaşlarında çocuklar bile gözükür bu hapislerde. Hapishanenin yatak odaları yetersiz olduğundan dolayı, dışarıda yağmurdan korunmak için plastiklerin altında insanlar adeta kalabalıktan birbirine yapışmış gibi.

Bütün tutukluların nasıl olsa bir anda yatmaları imkansız. Hapishanede 2000 tane yatak var, fakat içeride 9000'den fazla tutuklu var. Bunun için uyuma, vardiye ile oluyor. Zaire'ye kaçan hükümet mensubu, turizm ve kalkınma bakan yardımcısı JosephDesire Muhigaude'nin dediğine göre nüfusun büyük bir kısmı bugün hapislerde yaşıyor. Onun kanaatine göre, gerçek katiller çoktan dağları aşmıştır. Böylelikle tutukluların çoğu suçsuz insanlardır.

Bunun yanı sıra Avrupa Topluluğu, yargının yeniden yapılanmasında yardımcı olma sözü vermiş. Sanki bugünde Ruanda'nın siyasetinin ip uçları ellerinde olan sömürgeci güçler kendi yargı sistemi ile bu ülkeyi çalışan ve güvence uyandıran yargıya sahip olan bir devlet haline sokmaları tabii ve başka alternatif yokmuş gibi..!

İslâm'a İhtiyaç: Maunyaneza Jean Damascene bir kalkınma müfettişinin şoförüdür. Patronunun büyük ve güzel arabasını aşağı yukarı, Kigali'nin sokaklarında sürüyor. Kendi yurttaşlarına bakarak o çok para kazanıyor, yardım kuruluşları ve BM için çalışan çoğu Ruandalılar gibi. Fakat ülkenin durumunu düşünerek kendini mutsuz hissediyor. Bütün kabileler katliama katılmıştır, Katolik papazlar bile kilise mensuplarının toplu katliamlara iştirak ettikleri ve insanlara eziyet ettikleri haberi geçti. Yalnız müslümanlardan toplu öldürmelere karıştıkları ve insanlara eziyet ettikleri bilinmiyor. "İslâm'ın benim ülkeme adaletli bir düzen getireceğini bilsem, hemen müslüman olurdum." diyor katolik şöför.

Ülkenin en büyük camisinde (Ruanda nüfusunun yüzde onu müslüman) müslümanların Hutu ile Tutsi çatışmalarına katılmadıkları konuşuluyor. İki kabilede de müslüman bulunduğu halde.. Bir de olaylardan en kötü şekilde onlar etkilendikleri halde ve katillere kurban olarak..

Büyük bir arazi üzerinde bulunan, yaşanacak yerler, okul kütüphane ve büyük toplantı salonunu içinde bulunduran camii, belki de şehirde en yıkık binadır. Savaşta ağır silah kullanılmadı, kabileler birbirini büyük bıçaklarla katlettiler. Fakat caminin duvarlarında olan büyük delikler, ağır silahların kullanıldığını gösteriyor. 250 tane kaçan ve sığınak arayan insan, iki katlı binaya sığınmışlar, fakat katiller tarafından bulunmuşlar. Camii hayatını, bir kaç arkadaşıyla yeniden faaliyete geçirmek isteyen ve Libya'dan gelen bir öğretmenin dediğine göre, Hutu milisler binayı her taraftan sarmışlar. Ve on gün saldırıdan sonra binayı ele geçirmişler. Binada her tarafta kurumuş olan kan izleri, o gün ne olduğunu bile gösteriyor. Çocuk veya kadın, hiç kimse sağ bırakılmamış. Okulun arkasında ot ve dikenlerin kapladığı bir yerde, cesetlerin bulunduğu biliniyor, fakat hiç kimse onların kimler olduğunu araştırmıyor.

Savaştan önce okulda 335 öğrenci varmış. O güzel zamanlardan kalan resimler, geçmiş günleri hatırlatıyor. Güzel örtülü kızlar, temiz giyinmiş çocuklar, hepsinin elinde Kur'an...

Bu günler geri geliyor. Bugün 200 çocuk okula geri dönmüş. Kim bilir geri kalan 135 çocuk daha yaşıyor mu?!

 

Sayı 92...1417-C.EVVEL...1996-Ekim...Yıl-08

Sayfayı Birine Gönder